YUSUF KÖSE | 06 – 03 – 2010 | Genel anlamda AB ülkeleri, özelde ise Almanya ve Fransa için, geniş anlamda AB, dar anlamda ise Avro bolgesinde (Euro Zone) bir ülkenin iflasa sürüklenmesi, ekonomik ve siyasal anlamda büyük bir prestij kayıbı demektir.
AB emperyalist bloğun her hangi bir ekonomik ve siyasal anlamda zarar görmesi, Avro’nun dolar karşısında değer kaybı, başı çeken emperyalist ülkeler açısından egemenlik alanlarının –bugün açısından- direkt yitik anlamına gelemesede yara alması demektir. Avro bölgesindeki her hangi bir ekonomik (ve siyas) kriz, Avro’nun finansal gücünü azaltacaktır. Yunanistan’ın iflası da böyle bir etki yaratmış, doların hakimiyet alanlarını güçlendirmeye hizmet etmiştir.
AB çatısı ve bu çatının tepesinde (Almanya, Fransa ve İngiltere vb. gibi) duranlar hiç bir şekilde ekonomik güvence altında değildir. Birbirlerine yardım konusunda da elleri açık değildir. Bu durum öncelikle 2008 krizinde görüldü. Her ülke kendi tekelleri için “kurtarma paketleri”ni devreye soktu. Öte yandan, diğer ülkelerden kendi tekellerinin alacaklarını garanti altına almaya çalıştılar. Yani, AB “kardeşliği”nin bir propaganda vesilesi olduğunu bilmeyenlere kendileri bir kere daha kendi pratikleri ile gösterdiler.
Alman burjuva basınında Yunanistan ile çıkan haberlere bakılırsa, Alman emperyalist devletinin Yunanistan’ın ekonomik “iflası”yla hiç ilgilenmediği düşünülebilir. Hiçte sorun gösterilmeye çalışıldığı gibi değil. Tersine, Yunan Hükümetini daha fazla baskı altında tutarak ekonomik ve sosyal hakların kısıtlanması için daha baskıcı olmasını ciddi bir şekilde dayattılar ve dayatıyorlar. Bild gazetesinde çıkan yazılar ise alman ırkçılığın bir dışa vurumu dense yeridir. Sanırım 2. dünya savaşında devrimci Yunan halkından yedikleri şamarın rövanşını almaya çalışıyorlar. Ne var ki karşılarında Yunan burjuvazisi var. Onlar zaten kendi uşakları. Ama Yunan halkı geşmişte olduğu gibi, bugün de asla boyun eğmeyerek direnişlerini sürdürmeye devam edeceklerdir.
Almanya ya da diğer AB’li emperyalistler, “Yunanistan para istemesin” diyerek baskı yapmaları, Yunan halkının ekonomik ve sosyal haklarının gaspedilmesini istedikleri içindir. Sadece Almaya’nın Yunanistan’dan alacağı 50 milyar –daha önce 20 milyar olarak açıklanmıştı- Avro civarında. Bu nedenle de, 05.03.2010 tarihli Merkel-Papandreu görüşmesinin arkasından Merkel’in “Atina’nın tasarruf programını selamlıyorum” demesi boşuna değildir. Yunan parlamentosu görüşmeden bir kaç saat önce söz konusu “tasarruf programı”nı onaylamıştı. Bunun anlamı; sosyal alanda halkın alım gücünün yarıyarıya düşürülmesi, yani, aşırı yoksullaştırılmsı, özellikle emperyalist sermaye çeverelerinin ise yüzlerinin gülmesi demektir.
AB büyüklerinin maliye bakanları; “Yunanistan 2012’ye kadar %12,7 olan bütçe (Gayri safi Yurt İçi Üretim’e oranla ) açığını AB kriteri olan %3’e çekmelidir” diye bastırıyor. Esas soruna gelinirse, Avro bölgesi içinde yer alan hiç bir ülkenin ekonomik verileri Maastricht kriterlerini tutmuyor ve hepisi de aşmış durumda.
Buraya, Avro bölgesinde ve genel olarak AB içinde olan ülkelerin hepsinin bu alandaki istatistiki verilerini almaya gerek yok. Belli başlı bir kaç ülke verilerini vermek yeterli olacaktır.
Öncelikle anımsatalım. Maastrıcht kriterlerine göre, bütçe açıkları GSYİÜ’in %3 kadar, devlet borçlamasının ise %60’ı geçmemesi gerekiyor.
Bütçe açığı Devlet Borçlanması
Almanya %5 %76,7
Fransa %8,2 %82,5
Hollanda %6,1 %65,6
İspanya %10,1 %66,3
Yunanistan %12,7 %124,9
İrlanda %14,7 %82,9
Kaynak: AB Komisyonu
Söz konusu açıkların bu denli büyük olması, 2008 krizinin derinliğiyle ilgili bir gelişmedir. Emperyalist-kapitalist devletler krizin kendi bünyelerinde büyük yaralar açmadan aşılması için bütçelerinin önemli bir kısmını dış ve iç borca ayırdılar. Bunlar karşılıksız devlet tahvilleri satışına dayandırıldı. Bu da yeni krizleri beraberinde getirdi. Kapitalizm kendi krizini kendisi yaratırken, bu anlamda, kendi içinde geçici de olsa, çözümünü de sağlayabilliyor. Ne var ki, bu köklü bir çözüm olmayıp, Yunanistan, İzlanda vb. ülkeler gibi (sırada olanlarda var) yeniden kriz içinde kendilerini buluyorlar.
Kapitalist tekellerin iflası nasıl gündeme geliyorsa, kapitalist ülkelerin iflası da aynı şekilde ve aynı yollardan gündeme gelebilir ve geliyor da. Kapitalist devletlerin ekonomi-politikası, kapitalist tekellerin ekonomi-politikası gibidir. Yalnız, kapitalist devletin ekonomik iflası, bir tekelin ekonomik iflasından daha farklı ve daha boyutlu ekonomik-politik ve sosyal yönlere sahiptir. Tekel, kendini kurtarmak için, bünyesinde çalıştığı çalışanları işten çıkararak tasarrufa giderken ya da kendini başka bir tekele satarak işin içinden çıkarken, bir kapitalist devletin de yapacakları, aynı Yunan burjuva hükümetinin yaptığından pek farklı olmayacaktır. Yani, halkın boynuna binerek, emperyalist tekellere olan borçlarını ödeyeceklerdir. Buna “borç” demek de doğru bir tanımlama değil. Halkın yarattığı değerlerin “borç ödeme” adı altında emperyalist tekellere peşkeş çekilmesidir. Çünkü Yunanistan’ı iflasa sürükleyen uluslararası mali sermayenin tefeciliğidir. Deyim yerindeyse Yunan hükümeti’de, halkın karşı çıkmasına karşın emperyalist tekellerin “aşırı sosyal haklara sahipsiniz, kendinizi disipline edin” dayatmalarını, aynen yasallaştırıp yürülüğe sokmalarıyla beraber kendini emperyalist tekellere satmıştır.
Kapitalizm kitlelerin refahı ile fazla ilgilenmez. Kitlelerin refah düzeyinin yüksek olması sermayenin çıkarına değildir. Kapitalistin kar oranı ile kitlelerin refahı ters orantılı gelişir. Sermayenin güçlenmesi ve genişlemesi kitlelerin artan ölçüde yoksullaşması ve yoksullaşma oranın daha geniş kitlelere yayılması anlamını taşır.
Peki krizlerin nedeni ya da daha öze inip sorarsak, Yunanistan’ın iflasının nedeni, Yunan halkının alım gücünün yüksek ve de sosyal hakların “iyi” olmasından mı kaynaklanıyor? Marksistlere göre; elbette HAYIR! Burjuvaziye göre, bu sorunun yanıtı; “EVET” olacaktır. Batı’lı mali sermayenin emrindeki burjuva basına ve AB’li bürokratlara -tekelci burjuvazinin siyasal görünümlü temsilcilerine- bakılırsa, Yunanistan’ı “iflasa” sürükleyen “aşırı sosyal hakların varlığı”ymış. Yani, “Yunan halkı çalışmadan yan gelip yatarak bolluk içinde keyif çatmış” ve Fransa ve Almanya’da çalışanların vergi gelirlerini “yemişler”. Aynen böyle söylüyorlar. (Bkz.Bild redaktörünün mektubu 05.03. 2010 Bild ve Nr. 9/ 1.3.10 sayılı Der Spigel, Paul Kirchhof’la söyleşi)
Burjuvazi olayı çarpıtarak, kapitalizmin gerçek yüzünü gizlemeye çalışıyor. Kapitalizmin krizinin doğal olduğunu, halkın alım gücüyle fazla bir ilgisi olmadığını, sistemin kendi kanunları içinde sorunun nedenini aramak gerektiğini unutturmaya çalışıyor. Oysa, kapitalizmin krizi insan iradesinden bağımsız olarak kapitalist üretimin karakterinde, yani gerçekleşmesinde yatar. Kapitalist, üretimini işçi ve emekçilere göre, daha genel anlamda ifade edersek, halkın zorunlu tüketim gereksinimlerine göre üretim yapmaz. O, daha fazla kar elde etmek için aşırı oranda artı-değer elde etmeye ve kapitalistler arasında rekabette öne geçmeye, pazarları her geçen gün genişletmeye çalışarak üretimi durmadan artırmayı hedefler. Bu anlamda da üretim araçlarının yeniden genişleyerek üretimi, kapitalist ekonominin olmazsa olmazıdır. Bu da aşırı üretim demektir ki, krizlerin temeli de burada yatmaktadır.
Burjuvazi üretim yaparken taleple ilgilenmez. Onu esas olarak ilgilendiren kar ve daha fazla kar elde etmektir. Burjuvazi talebe (arza) göre üretim yapsaydı kapitalizm kapitalizm olmaktan çıkardı.
Mali sermayenin esas karakterinin tefecilik olduğunu Lenin “emperyalizmi” tahlil ederken ortaya koymuştu. Şimdi yeni yetme bazı neoliberal ya da onların etkisi altında kalan Marksist olmayan “marksist” yaftalı revizyonistler, kapitalizmi şirin gösterme pahasına, Marksizmi tahrif etmekten kaçınmıyarak, kapitalizmin krizini kitlelerin alım gücünün düşmesinde arıyorlar. Bu yanlış ve yalan bir açıklama. Kapitalizmin krizi yukarıda da açıkladığım gibi aşırı üretimde yatar. Bu gerçekleşeme olgusu da, kitlelerin türketimini ya da onların gereksinimlerini dikkate alan üretim yapısından tamamen ayrı bir durumdur. Zaten kapitalizmin anarşik üretim yapısı kitlelerin tüketimiyle ya da onların zorunlu gereksinimlerini sağlamakla ilgilenmez.
Burjuvazinin gerçek isteği, işçi ve emekçileri “bedava” çalıştırmak. Yani, onlar, hiç yemeden sadece çalışma yeteneğine sahip olsalar, çok memnun olacaklar. Ne var ki, böyle bir yeteneğe sahip değiller. Çalışmak için bedenlerinin enerjiye gereksinimi var. Elbette, burjuvaziyi esas ilgilendiren yan artı-değer sömürüsüdür. Artı-değer sömürüsü arttıkça, burjuvazinin kar oranı da yükselecektir. Ekonomik ve sosyal hakların yüksek olması, artı-değer sömürüsünün göreceli olarak aşağıya çekilmesi anlamına gelecektir. Burjuvazi, koşulları olduğu müddetçe buna yanaşmayacak, işçi ve emekçileri baskı altında tutarak sosyal haklarından mahrum etmeye çalışacaktır. Artı-değer sömürüsünde sınır olmadığı gibi ekonomik ve sosyal hakların kısıtlanmasında da sınır yoktur. Bunu belirleyen sınıflar arası karşılıklı mücadeledir.
AB’li tekelci burjuvazinin Yunanistan’daki “iflasa” önem vermeleri ve yerel hükümete baskı yaparak “acil önlemler” almalarını istemelerinin bir nedeni de batık kredileri kaldırabilecek durumda olmayan finans çevrelerin eteklerinin zil çalmasıdır. Bir krizden çıkmadan bir başka krizin devreye girmesi onları daha büyük bir uçurumun eşiğine iteceğini hesapladıkları içindir. Şu anda her ne kadar sosyalizmi kapıda bir tehlike olarak görmeselerde, peş peşe gelecek krizin ne gibi sosyal sorunları da beraberinde getireceğini tam olarak hesaplayamadıkları için, kendi egemenlik alanları içinde olan Yunanistan’da krizin, daha başka yerlere sıçramadan kendi içinde boğulmasını, krizi, ekonomik-sosyal haklarının gaspına karşı çıkarak derinleştirmeye çalışan kitlelerin şiddetle bastırılması pahasına da olsa, ”çözülmesini” istiyorlar.
Y. Papandreu hükümetinden önce Karamanlis hükümeti döneminde, sosyal hakların kısıtlanması için yoğun çabalar oldu. Ne var ki Yunan işçi ve emekçileri büyük direnişler göstererek mücadelelerini bugüne kadar kesintisiz sürdürdüler ve Karamanlis hükümeti, sosyal hakların kısıtlanmasına yanaşamadı. Bu kez AB tekelci burjuvazisi ve Yunan burjuvazisi, işi sosyal- demokrat görünümlü bir hükümet aracılığıyla bunu yapmaya çalışıyorlar. Şimdiki hükümetin sosyal hakları gaspetme gerekçesi; “bizden önceki hükümet ülkeyi kötü yöenttiği için iflasa sürükledi”, “biz buna mecbur kaldık” vb. vb. türünden ninni söylüyorlar. İşçi ve emekçiler “yutarsa”!
* * *