Home , Köşe Yazıları , TAKSİM DİRENİŞİ VE KENTİN METALAŞMASI*

TAKSİM DİRENİŞİ VE KENTİN METALAŞMASI*

volkan-yarasir-100x1001VOLKAN YARAŞIR |03-08-2013 | Kapitalizm bir cehennemdir. Varlığını mikro ve makro cehennemler yaratarak sürdürür.

Kapitalizm ontolojisini artı-değer üzerinden kurar. Kar ve sermaye birikimi onun varoluş dinamikleridir. Sermaye birikimi,  kapitalizm için artı-değeri sürekli  arzulama hali ve gerçekleştirme çabasıdır.

Artı -değer  bir anlamda kapitalizmin “yaşamsal” döngüsünü oluşturur.

Artı-değer üretiminde yaşanacak problemler kapitalizm için kriz anlamına gelir. Problemin boyutu onu yaşam ve ölüm denklemi içine sokar.

Kapitalizm bugün son derece organik  bir aşamaya ulaştı, bu aşamayı pan-kapitalizm diye de tanımlayabiliriz.Kapitalizm sadece bir sömürü sistemi değil, aynı zamanda yaşamın bütününe nüfuz eden, yaşamın bütününü sömürgeleştiren bir sistemtir. Pan-kapitalizm küresel ve lokal ölçekte tüm yaşamın ve yaşam alanlarının hızla metalaştırılması, sömürgeleştirilmesi ya da  bu doğrultudaki taarruzları içerir.Kısaca  emperyalist-kapitalist sistem yok edeci bir döngüdür,katastrofun “normalleşmesidir”.

Bugün kapitalizm, bünyesindeki cehennemi karakteri yayarak, pan-kapitalist bir kimliğe bürünüyor.

Bu cehennemi karakter mecazi bir tanımlama değildir. Gerçek bir cehennemdir. Kapitalizm mikro ve makro cehennemler üreterek, yaşayan ve varolan  bir sistemdir. Cehennem onun doğasıdır.

Bugün küresel cehenneme bir örnek  Uzak Asya’dır. Marka üretimler yapan ve metropolerin tedarikçisi gibi konumlanan Uzak Asya,  gerçek bir işçi cehennemidir. Dünyanın atölyesi haline gelen bu bölgede ya da özelde Çin’de, işçilerin aylık ücretleri, 10-12 saat çalışma üzerinden, ortalama 70-150 dolar arasında değişmektedir. Fabrikalar bir nevi kışladır ve emek  askeri  bir disiplinle denetlenmektedir.

Küresel cehennemlere bir başka örnek Bangladeş’tir.Bir kaç ay önce, mikro atölyelerden oluşmuş  Rana Plaza’da, aşırı kar hırsından dolayı binlerce işçi göçük altında kalarak yaşamını yitirdi..

Kapitalist cehennem, Türkiye’de   jeans-kot taşlama işçilerin silikosis hastalığından ölmesidir, yakın zamana kadar 50 bin işçinin, 300 taşeron firmanın bulunduğu Tuzla Tersanesi’nin  bir ölüm kampına dönüşmesidir.

Wall-Mart’ta kasalarda çalışan kadın işçilerin, çalışma saatlerinde tuvalete gitmelerini engelemek için altlarına pet bağlanmasıdır.Bu mikro cehennemin başka bir örneği Japonya’da fazla çalışmadan,aşırı strese bağlı beyin kanamasından yani Karoşi’den ölmektir. Marka bilgisayarların fason üretimini ,son derece  ucuza gerç ekleştiren Foxon firmasında fazla ve yoğun çalışmaktan dolayı intihar etmektir.

Kapitalizmin cehennemleri bunlarla bitmiyor, alın size kısa bir cehennemi tablo:

Bugün dünyada(2011 rakamlarına göre) 950 milyon aç insan var.

Dünyanın 4 milyar 750 milyonu yoksulluk içinde yaşıyor.

ILO’nun resmi açıklamasına göre dünyada işsiz sayısı 260 milyona ulaştı.

Bugün dünyada aktif nüfusun yüzde 50’si eksik istihdam ediliyor ve güvencesiz çalışıyor.

Dünya nüfusun yüzde 45’i içme suyuna doğrudan erişemiyor.

3 milyar kişi asgari sağlık hizmetlerinden yoksun yaşıyor.

Dünyada 113 milyon çocuk hiçbir eğitim almadan büyüyor.

Her yıl 12 milyon çocuk tedavi edilebilir hastalıklardan dolayı ölüyor.

Her yıl dünya çapında 13 milyon insan çevresel bozulma ve iklim değişikliği nedeniyle yaşamını kaybediyor.

Dörtte biri memelilerden oluşan dünyadan 16 bin 306 tür yok olma tehdidini yaşıyor.

Ayrıca  sermayenin hızlı, yıkıcı ve total  metalaştırma süreci artık ekolojik yıkım, dünyanın ve gelecegin gaspı,tahribi ve yokoluşu anlamına geliyor.

Bütün bunlar finans kapitalin “aklının”, “ruhunun” ve  doymak bilmez kar güdüsünün eseridir .

Kapitalizm gerçek bir cehennemdir ve her zaman, her alanda gerçek mikro ve makro cehennemler yaratarak varlığını sürdürür.

Kapitalizm hayata , doğaya, tüm canlılara, hatta cansız varlıklara saldırarak kendini üretir. Öldürerek yaşama şanşı bulur.Artık yerdeki karıncadan, havadaki kuşa, ağaca,çiçeğe, böçeğe, nehire, havaya, parka, meydanlara, tren garlarına kadar kaderlerimiz ve kederlerimiz birleşmiştir.Bizler aynı toprağın, aynı yeryüzünün çoçukları ve kardeşleriyiz.

 

Kentin metalaşması, yeni mekan politikaları

Kapitalizm kendini, her şeyi metalaştırarak gerçekleştirir.

Kapitalist üretim ilişkilerinin “sırrı”, her şeyi metalaştırma potansiyelinde yatar. Bu sır kendini meta da  kristalize ederek, özel  mülkiyette vücut bulur.

Kapitalizm bugün yaşamın her alanını metalaştırarak kendini kuruyor.

Meta – Kapitalizm ilişkisini, canlı – hücre ilişkisine benzetebiliriz. Hücre canlının yapı taşıdır.Canlı makro kozmozsa,  hücre canlının mikro kozmozudur.Hücreye bakarak canlının tüm özelliklerini ögrenebiliriz.Meta – kapitalizm ilişkişi de benzer düzeydedir.Kapitalizm makro kozmozdur, meta ise  mikro kozmozdur.Bu mikro kozmoza bakıp kapitalizmin tüm özeliklerini anlayabiliriz.Marx’ın  Kapital’e metayı çüzümleyerek başlaması tesadüfi değildir.

Bu bir anlamda Lenin’in ifadesiyle burjuva toplumunun hücresinin tahlili ve burjuva toplumunun bütün çekişkilerin gözler önüne serilmesidir.H.Lefebvre buna bir yorum daha katar.Meta ,artı –değer ilişkisi bağlamında, devleti  sermayeden değil ,daha önceki bir kategoriden metadan çıkarır ya da buraya dikkat çeker.

Kısaca metaya fokus yaptığımızda;değer, artıdeğer, değişim değeri, kullanım değeri, gerekli emek, fazla emek, soyut emek, somut emek, meta dolaşımı, sermaye, sabit sermaye, değişken sermaye,  yabancılaşma-meta fetişizmi gibi  kavram ve katagorilerle karşılaşırız ve bütün bunlar kapitalizmi anlamamıza, makro kozmozu çözmemize yarar.

Buradan kentin metalaşma olgusuna girersek, kentle kapitalizm arasındaki bağı irdelememiz gerekir.

Kent toplumu  Lefebvre’nin ifadesiyle saniyeleşmeden doğan bir olgudur.Kent, kapitalizmin gelişme dinamiğinin bir yansımasıdır.Kent, kapitalizme varoluşsal zemin hazırlayan, kapitalizmin kendini yeniden üretmesini sağlayan, sermaye dolaşımının en rasyonel ve en yıkıcı biçim kazandığı coğrafyadır.

Burjuvazi kendi ontolojini kentte kurdu.Ve yok edici istilasını kentin üzerinden şekillendirdi. Kent sermaye ve piyasanın tahakkümünü kurduğu, yeni biçimler kazandığı ve giderek görünmezleştiği yerdir. Sermaye, kentin her yerindedir ama hiçbir yerde olmamayı da kente başarır.

İçinden geçtiğimiz , kökleri 1970’lerin başlarına dayanan kapitalizmin yapısal krizi,  metalaşma sürecini  hızlandırdı ve daha da derinleştirdi.

Kentin metalaşmasını bu parelelde okumak gerekir.

Kentin metalaşması kapitalizmin ilk gelişme dönemiyle bağlantılı bir süreçtir. İçinden geçtiğimiz dönem, kentin yaygın ve derin bir biçimde yeniden metalaşma sürecidir.

Kent tek başına binalar, caddeler, bulvarlar, meydanlar, parklar değildir. Kent  bir mekanlar bütünseliğidir.Bünyesinde içiçe geçmiş mekanlar barındırır. Hatta bu mekanlar kenti canlı tutar ve kent bu mekanlarla yaşar. Sermayenin saldırısı bu mekanlar bütünselliğine yöneliktir.Yine Lefebvre’nin sözleriyle, hiçbir mekan politikası toplumsal ilişkilerden bağımsız ve kopuk değildir.Kent mekanının metalaşması çok yönlü bir süreç şeklinde kendini dışa vurur.

Kentler tarihsel dönemlerde farklı metalaşma biçimlerine maruz kaldı.

Bu biçimleri, kentin kullanım ve değişim değeri  arasındaki ilişkiye bakarak anlayalabiliriz. Bu ilişkide sermayenin yoğunlaşma ve merkezileşme  süreçlerine göre şekillenir.

Sermayenin yoğunlaşması, çok öz olarak sermayenin büyümesi ve  gitgide daha az elde  toplanmasıdır.Sermayenin merkezileşmesi  ise küçük sermaye gruplarının yok olması ve sermayenin tekelleşme eğilimini gösterir,  sermayenin giderek  daha büyük şirket ve konsorsiyum vasıtasıyla kullanılması demektir.

1873 – 1896 I. yapısal kriz sürecinden ,  1970’lerin başına  kadar, bu iki süreç paralel işledi.

1970’lerden sonra ise kapitalizmin içine girdiği yeniden yapılanma sürecinin bir yansıması ve yeni sermaye birikim rejiminin sonucu ve spekülatif sermayenin ağırlığında görülen artmaya bağlı  olarak, merkezileşme eğilimi değişti ve derinleşti .

Bu süreçte kent bir nevi kendini fabrika çitleriyle sınırlamayan, sadece üretim sürecini değil,  yeniden üretim  alanlarınıda kapsayan  “yeni “ fabrikaya ya da “toplumsal fabrikaya” dönüştü  . Bu “durum”  bir başka  boyutta proleterleşme ve yeniden proleterleşme süreci olarak da okunabilir.

Kentin yeniden metalaşması, kentin kolektif değerini azaltırken,  bireysel değişim değerini arttırmaktadır.

Marx, kapitalizmin temel çelişkisinin kullanım değeri ve değişim değeri  arasında olduğunu belirtir. M.Horkheimer , kapitalizm bir değişim değeri  sistemidir diye ekler.

Evet , kentin bugün tek hakimi iktidar (sermaye) ve piyasadır.

Kentler özellikle 1980’lerle birlikte, bir kriz yönetimi ve sistematik bir karşı devrim olan neo- liberal politikalar sonucu , üretim merkezi olma şeklindeki dinamiğini kaybederek, finans ve tüketim merkezleri  haline gelmeye başladı. Bir anlamda  Marx’ın  tanımlamasıyla spekülatif sermayenin peygamberlik “yani kurtarıcılık” ve dolandırıcılık  yaptığı  merkezlere dönüştü. “Normal” dönemlerde peygamber rölü oynayan sermaye, kriz anlarında kentin caddelerinde dolandırıcı olarak gezmeye başlar. Kriz dönemlerinde,  spekülatif sermayeyenin bu iki yüzü her yerde karşımıza çıkar.

Kentler  bir anlamda emeğin değil, rantın yeniden üretildiği alanlar haline geldi.Türkiye dahil birçok ülkede kentlerin  insaat alanına dönüşmesi ( lüks konut, plaza, mega alış veriş merkezleri yapımı gibi) pek şaşırtıcı değildir.

Üretim kapitalizmin geldiği aşamaya bağlı olarak global bir düzleme kaydı  ve enterkonnette bir sistem, ağ oluştu. Dünya fabrikalaştı, ülkeler atölyeleşti.Global kumarhane ve global fabrika bügünkü kapitalizmin birbirini tamamlayan iki veçhesidir.

Kentler  tüketim  toplumu ve  tüketim terörünün merkezleri haline geldi. Tüketime dayalı yaşam biçiminin sergilendiği mekanlara dönüştü. Plazalar, mega alış-veriş merkezleri yeni tüketim ideolojisinin sembolleri,  agoraları ve mabetleri oldu.

Bu manada kapitalizmin yeniden yapılanmasıyla, mekanın dönüşümü arasında diyalektik bir bağ oluştu. Bu dönüşüm her zamankinden daha yoğun bir toplumsal ilişkiyi koşulladı ve etkiledi.

Kentlerin  hızla dönüştürülmesi ,metalaşılması ve artık  sermayenin emiliminin gerçekleştiği alan haline gelmesi, sermayenin ve piyasanın tahakkümünü şiddetle arttırdı. Öte yandan kentlinin (hızla proleterleşen yığınların) kentten koparılıp atılması, kolektif, zihni, fiziksel, toplumsal dünyasının gasp edilmesine yol açtı. Bu süreç sermayenin tek tipleştirme sürecidir.Toplumun çürümesidir  Çünkü sermaye karşısında insanı görmek istemez. Ya da insanı ve O’nun kolektif dünyasını yok eder. Sermaye insanı emek gücüne dönüştürebildiği oranda varolur, varolabileceğini bilir.

Kent mekanı; bünyesinde kolektif, toplumsal,fiziki mekanları taşır. Bir nevi bu mekanların iç içegeçme hali, kent mekanını oluşturur. Gündelik koşuşturma içinde, bizler çok farketmesek de kent mekanının organik ve ruhsal boyutları vardır.  Kent anıları, acıları, aşkları, hüznü ve direnişleri biriktirir.

Bu konuda çarpıcı ve son derece sarsıcı iki anı anlatacağım.Biri kendi yaşadığım, diğeri de yaşayan bi r arkadaşın bana anlattığı. 1999’da Gölcük depreminin olduğunun ertesi akşamı, Gölcük’e yardım için ulaştık. Gölcük zifiri karanlıktı. Sanki bir korku filminin içindeydik, ölümün kokusu kenti sarmıştı. Karanlık içinden çıkıp gelen bir kadına adres sorduk.Kadın başka bir alemde gibiydi. Ağlayarak ve hiç durmadan “Gölcük gitti, güzelim Gölcük gitti “ diyordu.

Diğeri TC’nin sömürgesi olan Kuzey Kıbrıs’la ilgili. İşgalden uzun bir müddet sonra kapıların açılmasıyla, eski topraklarını, evlerini ziyarete giden Kıbrıslı Rumların evlerinin duvarlarını okşaması, ağaçları koklaması, onları sevmesi, bahçelerinden toprak, ağaçlardan dal ve yaprak koparmaları boşuna değildir. Aynı Gölcük’teki  kadın gibi onlarda anılarını, köklerini, varoluşsal izlerini arıyorlardı.

Kentler bu anlamda yaşayan, solup alıp veren, kolektif hafızası olan, herkesin mana dünyasında azımsanamayacak yeri bulunan, mana ve ruh dünyasının oluşmasında hissedilmeden  inanılmaz katkısı olan yerlerdir.

Sermaye tam da buralara saldırır. Kentleri dönüştürerek \ metalaştırarak onun içindeki yaşayanı, anıları, hayalleri, geçmişi,duvarlara , sokaklara, caddelerine sinmiş kokuyu öldürür. Sermaye sömürgeci tahakkümünü bu hamlelerle gerçekleştirir. Özellikle  kentte, makroform  düzeydeki degişimlerdeki  hedefi budur. Geçmişi silmek, hayatın canını almak ya da onuda metalaştırmak. S 21 ve Taksim Gezi Parkı “operasyonları”, finans kapitale sunulmuş adaklardır.

Artık her şey sermayenin ihtiyacına, yönelimine ve taleplerine göre şekillenmektedir.

Kentlerin metalaşması bir nevi rant fetişizmidir.Meta fetişizminin bir yan ürünü ve sonucu olarak…

Kentlerde mega ve mikroform değişiklikler sermayenin yeni tabutlukları olarak okunabilir. Sermaye bize yeni mezarlar kazıyor ( bu mezarlarda alış veriş yaptırıyor,barındırıyor, eglendiriyor, dinlendiriyor,gezdiriyor) ve bu mezarlara hoş geldiniz diyor.

“Kar için kar” mantığının tüm canlıların geleceğine ve insanlığa yönelik bir perspektifi  olamaz.  Kapitalizmin bu iç mantığı ve irrasyonel dürtüsü ancak ölümün uygarlığını yaratır. Bügün çıplak bir şekilde gördüğümüz ve yaşadığımız gibi…

 

 Yeni kent ayaklanmaları

Kentler burjuvazinin ve sermayenin tahakkümü kurduğu, iktidarın hayatın her alanına sızdığı venüfuz ettiği yerlerdir.

Yine kentler proletaryanın rahmidir. Sınıf mücadelesi açısından tarih boyunca bir direniş, mücadele ve isyan merkezidir.

Proletaryanın yıkıcı öfkesini simgeleyen , makineyle özdeşleşmiş bir uygarlığa başkaldırı olan Ludizm  kentleri burjuvaziye dar etti.

1831-1834 Lyon kömünarlarları ilk defa gökyüzünün fethine,  kentlerde çıktı.

Paris Komünü’nde, ütopyanın gerçeğe dönüşmesine kentler şahitlik yaptı.

1917’de Petrograd Kızıl bir şalla örtündü.İsyanın kızı ve kalbi oldu. Ekim Devrimi’nde gelecek kentlerden fethedildi.

Sömürgeciliğin aşağılamasına, vahşiliğine, yağma ve talanına karşı başlayan Cezayir Şehir Savaşı

tüm mazlum halklara (metropollerdeki ezilenler dahil),kentte gerçekleştirdiği konspirasyon sanatıyla esin ve ilham kaynağı oldu.

Taksim direnişi ya da İstanbul ayaklanması bu tarihsel sürecin kendi özgünlügünde ve formunda bir devamıdır. Bu ve benzeri birikimlerin 21. yüzyıldaki  aktüel ifadesidir. Yeni kent savaşlarının  provası ve laboratuvarıdır. 21. yüzyılda devrimlerin gelişme dinamikleri ve yönelimleri hakkında bize muazzam birikimler sunmuştur.

Kısaca özetlersek:

İstanbul ayaklanması, sermayenin çok yönlü ve kompleks  bir şekilde gerçekleşen tahakküm ve istilasına karşı, toplumsal bir ayağa kalkıştır.

İstanbul ayaklanması neo-liberalizmin  çürütücü, pesimist, bencil, egosantrik, bireyci dünyasına karşı kolektif dayanışma ve paylaşmanın adıdır.Bireyin kendi içindeki yabancıyı,  eylemin ve mücadelenin içinde keşfetmesi ve yok etme çabasıdır.

İstanbul ayaklanması muhteşem dayanışma örnekleriyle ve zengin direniş kültürüyle tarihsel bir deneyimdir.  Kitleler mücadelenin  ve direnişin içinde tam anlamıyla bir katarsis yaşamıştır.

İstanbul ayaklanması olağanüstü bir kent savaşları pratiğidir. Yaygın, uzun soluklu hatta günlerce tekrarlanan sokak savaşları, barikat savaşları, kitlesel mobilizasyonlar, kitlesel saldırı ve geri çekilme taktikleri bunun göstergeleridir. Yakın tarihte küresel düzeyde bu yoğunlukta ve kitlesellikte kent savaşları yaşanmadı.

İstanbul ayaklanmasında dünyada bir ilk gerçekleşmiştir. Ayaklanma kent ayaklanma senkronlarını yaratmış, ayaklanmaya 79 kent katılmıştır. Özellikle 5-6 il stratejik ve odak kent rolü oynamıştır.

Kentlerde kurtarılmış alanlar yaratılarak, bir nevi sermayeden özellikle kent meydanları özgürleştirilmiştir. Taksim meydanı, Tunalı Hilmi caddesi, Kızılay, Konak meydanı gibi.Kent merkezleri sermayenin ablukasından kurtulup, kitlelerin kolektif öfkesinin ve direncinin mekanına dönüşmüştür.Özellikle bu pratikler ve hareketin geri çekilme döneminde ortaya çıkan(sokak parlementosu içeriğinde ve kitle aktivite ve inisiyatif alanı olan) forum pratikleri son derece önemli  deneyimlerdir.  Heterotofik  bir karekter taşıyan bu pratikler zamanla etkisini ve gücünü kaybedebilir, sistem tarafından etkisizleştirildiği gibi,absorbe edilebilir. Ama deneyim  sürecinde yarattıkları, kitlelerin inisiyatifin gelişmesindeki katkıları, başka bir şey arama çabası ve her şey önce meydan okumaları büyük birikimlerdir.

İstanbul ayaklanmasında uzun soluklu, militan ve radikal bir mücadele gerçekleşti. Bu mücadele kitle hareketinin olağanüstü  yaratıcılığını ortaya çıkardı. Eylemler enternasyonal karaktere büründü: Duran insan, kırmızı elbiseli kadın, siyahlı kadın, Redhack daha şimdiden dünya sokaklarında simgeleri dönüştü. Ayrıca 1968 gibi duvar yazıları, Twitter, Facebook direnişin ironisini, müthiş mizah gücünü, zekasını, umudunu ve özlemini ortaya koydu. Şenlik ve muhalefetin harmonisi kollektif çoşku, karşılıklı etkileşim ve yaratıcı diyaloğun önünü açtı.İktidarın katılığı ve “ciddiyeti” ironinin, alayın, mizahın ve küfürün estetiği karşısında çözüldü ve tutunamadı.

İstanbul ayaklanmasında ortaya çıkan son derece zengin eylemlere,sokak ve alanlarda olanların yanında,  evinde ışık yakıp söndüren, balkonunda tencere tava vuran, mahallesinde, sokağında, sitesinde yürüyerek, tartışarak,slogan atıp alkış tutan, özellikle ilk günlerde yoksul mahallerde yaygın yürüyüş ve gösteriler yapanlar eklendiğinde ampirik olarak 15 milyon kişi katıldı.

Taksim’de 19 muhteşem gün yaşandı. Taksim Komün’ü kuruldu. Alternatif toplumsal ilişkilerin küçük bir örneği hayata geçirildi. Paranın, iktidarın, polisin, devletin olmadığı bir prototip ortaya çıktı. Herkesin  ihtiyacından fazlasını verdiği, herkesin ihtiyacı kadar aldığı bir toplumsal ilişki örüldü.Verme ve alma ilişkişi ortadan kaldırıldı.

İstanbul ayaklanması piyasa ve iktidara karşı kitlelerin ayağa kalkışı oldu.

Kentin metalaşmasına karşı kolektif bir isyanı ve ayaklanmayı simgeledi.

Devletin, otoritenin, iktidarın parazitliğini, çürümüşlüğünü, kofluğunu bütün çıplaklığıyla ortaya çıkardı.

Enerjinin kristalizasyonu

İstanbul ayaklanmasında gençlik katalizör bir rol oynadı. Ayaklanmaya, orta sınıf diye tanımlanan kesimlerde yoğun olarak katıldı. Açmak gerekirse bilginin metalaşması , gizlenmesi ve saklanması ve üretimin temel faktörlerinden biri haline gelmesiyle birlikte üniversiteler artık bir bilim üretme merkezi değil, piyasanın ihtiyaçlarına göre konumlanmış yeni fabrikalardır. Artık üniversitelerden ucuz ve kalifiye emek gücü piyasaya sürülmektedir. Meslek liseleri bunun somut göstergelerinden biridir. Üniversitelerin tekno park komplekslerine dönüşmesi şaşırtıcı değildir. Bu manada gençlik,geleceksizlik, paralı eğitim ve işsizliğin  yıkıcı anaforuyla karşı karşıyadır. Ve  artık potansiyel proleterlerdir.

Orta sınıf diye tanımlanan melez kavram ise sosyal devletin, sosyal yönünün metalaşması ve özelleştirilmesiyle geçmişteki ayrıcalıklı konumunu ya da aristokrat işçi olma konumunu hızla yitiren yeni proleter fraksiyonu anlatmaktadır.Ayrıca kapitalizmin yeniden yapılanma süreci tarihin gördüğü en büyük proleterleşme dalgasını yaratıyor.Proleterleşme ve yeniden proleterleşme süreci, hızla küçük burjuva kesimleri de kendi dalgası içine alıyor.Ayaklanmaya bu hızla proleterleşen  kesimlerde yığınsal olarak katıldı.

Bu anlamıyla İstanbul ayaklanması emekçi yığınların ve proletaryanın yeni fraksiyonunun ve yeni proleter dalganın  ayağa kalkışını simgeledi. Türkiye tarihinin en büyük sınıfsal ve toplumsal başkaldışı oldu.

Uluslararası düzeyde bu gelişmenin ilk yansıması 1999’da Seatle başlayan anti-küreselci harekette görüldü. 2001 Arjantin’deki isyanda proletaryanın yeni farksiyonu kendini net bir şekilde dışa vurdu. İstanbul ayaklanması da bu yığınların Türkiye’de ilk defa kitlesel ve militan bir şekilde sokakla buluşmasını  sağladı.

ABD’de Wisconsin direnişi ve parlamento işgali; İspanya’da Öfkeliler Hareketi’nin üs kurduğu Plaza Del Sol Meydanı; Yunanistan’da Syntagma Meydanı, İsrail’de Rothschild Caddesi, Londra’da Saint Paul merdivenleri, Wall Street’deki Zuccati Park, Mısır’da Tahrir Meydanı yeni dönemin kent hareketlerini ortaya koyuyor. Bu alanlar kitlelerin öfke, direniş ve mücadele alanlarıdır. Aynı zamanda anti-kapitalist mücadelenin kristalize olduğu mekanlardır. Sermaye kenti işgal edip, metalaştırıp, sömürgeleştirirken kitleler, bu ataklarıyla son derece, yaratıcı ve yıkıcı özgürleşme pratikleri gerçekleştirmektedir.

Sorun  bu muazzam pratiklerde ortaya çıkan enerjinin kritalizasyonu ve anti- kapitalist bir hattın örülmesidir. Anlaşıldığı kadarıyla 21. yüzyılın ilk çeyreğinde devrimci siyasal öznenin yaratılması insanlık ve gelecek açısından, yaşamsal ve yakıcı bir sorun olarak karşımızda duracak.

Bunu Yunanistan’da 2009’dan beri devam eden uzun süreli ayaklanma halinde, Arap İsyanlarında, Tunus’ta, Mısır’da birkaç defa ve Türkiye’de yaşadık.

Ama KİTERAYA YOLCULUK, yani  Yunan mitolojisindeki insanın kendini mutluluğa adayacağı, mutluluğun peşinden gidilen düşler adasına yolculuğumuz  bıkmadan, usanmadan devam edecek.

İstanbul ayaklanması bize o ruhu, yüreği vedüşleri verdi.

 

 

 

 

 

 

*Stuttgart’ta 25-28 Temmuz 2013’te yapılan “ZORLA DAYATILAN LÜZUMSUZ PROJELERE KARŞI MÜCADELE” başlıklı AVRUPA FORUMUNA, BİRKAR’ın  davetlisi olarak katılan Volkan Yaraşır’ın 28 temmuzda yaptığı “TAKSİM DİRENİŞİ VE KENTİN METALAŞMASI” temalı söyleşisinin, deşifrasyonudur.