Geçen Salı günü açılış oturumu gerçekleştirilen Federal Parlamento’da beklenildiği gibi tüm dikkatler ırkçı AfD üzerindeydi. Durum böyle olunca AfD elde ettiği sahneyi ve olanakları sonuna kadar kullanmakta kararlı olduğunu gösterdi. Bu yasama döneminde ırkçı-faşist AfD’lilerin parlamenter çalışmalarıyla toplumsal iklimi nasıl zehirleyeceklerine sayısız kez tanık olacağız. Aynı şekilde tanık olacağımız bir diğer olgu da, burjuva partileri ile medyasının AfD’yi “normalleştirme” çabaları olacak.
Görüntüde burjuva partilerinin aşırı sağcı-ırkçı rakiplerini olanaklı olduğunca küçük tutmaya çalışacakları söylenebilir. Ancak yakından bakıldığında, “demokrasi savunucusu” burjuva politikacılarının sadece AfD’nin “sivriliklerini” törpülemeye çalıştıkları görülecektir. Örneğin açık ırkçı söylemler veya Alman faşizmini izafileştiren tarih rövanşisti pozisyonlar söz konusu olduğunda, iktidarından muhalefetine tüm burjuva politikacıları “hiddetli” açıklamalar yapmakta, burjuva medyası “eleştirilerini” kalın puntolarla manşetten vermektedir.
Ancak ırkçı AfD’nin ekonomik ve sosyopolitik talepleri söz konusu olduğunda pek ses çıkartılmamakta, dahası bunlar “demokratik seçimle meclise giren bir partinin makul önerileri” olarak lanse edilmeye çalışılmaktadır. Hatta, “falanca AfD’li aslında çok ılımlı, filancası aşırı” türünden farklılaştırmalarla izafileştirme yapılmaktadır. Aslında bu durumun çok basit bir nedeni var: AfD’nin ekonomi, maliye, sosyal, iç ve dış politika programı özü itibariyle diğer neoliberal partilerin programlarından çok büyük farklılıklar göstermiyor. Daha doğrusu ırkçı AfD, muhafazakâr CDU veya liberal FDP’den daha radikal piyasacı ve sermaye yanlısı politikaları savunuyor.
AfD, siyaset sahnesindeki yerini Alman sermayesinin yeni partisi olarak aldı ve tekelci burjuvazinin yedek gücü olan faşist hareketlere menteşe işlevini üstlenerek, işçi ve halk düşmanı, neoliberal, yayılmacı, militarist ve antidemokratik politikaların uygulamaya sokulması için sağdan baskı yapacak, toplumsal rızanın sağlanmasında yardımcı rol üstlenecektir. Bunu yaparken de, bugüne kadarki neoliberal uygulamalara karşı duyulan hoşnutsuzluğu ve direniş potansiyelini, tekelci burjuvazinin iktidarı için tehlike arz etmeyen nehir yataklarına kanalize edecek. Sonuç itibariyle asli görevi, milliyetçilik ve ırkçılıkla sınıf çelişkilerinin üstünü örtmektir.
Diğer tarafta AfD’nin varlığı geniş antifaşist ittifaklar için de fırsatlar yaratacaktır. Komünistler, antifaşist mücadelenin sınıf savaşımının bir parçası olduğunu, ama aynı şekilde sömürüye, savaş kışkırtıcılığına ve antidemokratik politikalara karşı mücadelenin de antifaşist mücadelenin olmazsa olmazı olduğunu savunurlar. Bu nedenle ırkçı ve faşist parti ve örgütlere, savaş kışkırtıcılığına, yabancı düşmanlığına, refah şovenizmine, her türden cinsiyetçiliğe ve ayrımcılığa karşı mücadele, sadece faşist hareketleri geri püskürtmek ve izole etmek için değil, aynı anda egemen sınıfların hareket alanlarını ve toplumsal temellerini sınırlamak için de zorunlu olan bir stratejidir. Önemli olan bu stratejinin gereğini yerine getirmektir ve bunu biz yapmazsak, başkaları yapmayacaktır. (YÖP)