Anasayfa , Köşe Yazıları , Sermaye Kılıçdaroğlu’yla Kemale Erebilecek Mi?

Sermaye Kılıçdaroğlu’yla Kemale Erebilecek Mi?

YUSUF KÖSE | 26 – 05 – 2010 | Egemen sınıfların bir kanadı, AKP karşıtı olanlar, uzun zamandır AKP’ye karşı ciddi bir alternatif yaratma uğraşı içindeydiler. Baykal’lı CHP’nin AKP karşısında alternatif olamayacağını bilmelerine karşın, elleri kolları bağlıydılar. Sonunda bir punduna getirip Baykal’ı diskalfiye ederek, “halkçı Kemal”i başa getirmede karar kıldılar.

“Karizmatik” Baykal’ı kirlenmiş bir kağıt mendili gibi çöpe atmaları, egemen sınıfların kendi siyasal temsilcilerine de nasıl yanaştıklarının yalın bir göstergesidir. Düne kadar öve öve bitiremedikleri Baykal’ı, işlerine yaramayınca, burjuvaziye özgü bir yöntemle çöp tenekesine atabildiler. Bu da, eli kanlı sermayenin “etik” diye bir kural tanımadığını gösterir.

Kemalist bürokrasi ve büyük sermaye kesimleri (TÜSİAD), bu operasyonu uzun zamandır hesaplıyorlardı ve hesapladıkları gibi de pürüzsüz bir şekilde operasyonu tamamladılar.

Bunu neden yaptılar:

Birincisi; kemalist devlet bürokrasisinin neden istemediği açık. Uzun bir zamandır AKP ile derin çatışmaları devam ediyor (Yargı ve Ordu bunların başında geliyor) ve AKP kendi ideolojisi doğrultusunda devleti düzenlemeye çalışıyor ve bunu yaparken, kemalist bürokrasiyi ise tasfiye ediyor.

İkincisi ve en önemlilerinden Ordu-AKP kapışması. AKP orduyu kendi denetimi altına almaya çalışıyor ve bu doğrultuda yasal düzenlemelere gidiyor ya da gitmeye çalışıyor.

Üçüncüsü; kendi dayandığı sermaye kesimine daha fazla kaynak aktarımı sağlıyor ve onların palazlanmasını çok yönlü destekliyor.

Dördüncüsü; son zamanlarda işçi ve emekçi sınıf hareketinde bir canlanma başladı ve bunun arkasının geleceği de, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve siysal durumundan belli oluyor. AKP’nin yıpranmış ve işçi ve emekçi düşmanlığı kitleler tarafından açığa çıkarılmış yüzüyle, kitleleri daha fazla pasifize edemeyeceği belli olmuş. Bu nedenle de olsa, geniş yığınları pasifize edecek, Türk egemen sınıflarını rahatlacak yeni bir yüze, “halkçı” görünümlü yüze gereksinim vardı, o da şimdilik kaydıyla bulunmuşa benziyor.

Kılıçdaroğlu’nun “devrimci kemal”, “halkçı kemal” olarak piyasaya sürülmesi, lanse edilmesi; yıllardır AKP eliyle egemen sınıflar tarafından her türlü ekonomik ve demokratik hakları gasp edilen , baskı altında tutulan, ağır sömürü koşulları altında yaşamaya mahkum edilen ezilen kitlelerin, bir kere daha boş vaatlerle burjuva sisteminin sınırları içinde tutarak CHP’yi iktidara taşımanın aracı haline getirmek…

Büyük sermaye AKP iktidarı döneminde sermayesini ve gücünü dahada artırdı. Özelleştirmelerden en fazla yaralanan ve beslenen kesimlerden oldu. AKP, onların istediği gibi hareket etti. Tek sorun, AKP, devlet içi bürokrasi düzenlemelerde “işimize karışmayın” dedi, TÜSİAD  ise bunu kabule yanaşmadı. Ve özellikle 2007 seçimlerinden sonra AKP’nin bildiğini okur bir tavra girmesi, kemalist kesimlerde ciddi bir rahatsızlık yaratması, yıpranan AKP’nin de gözden çıkarılmasını kolaylaştırdı. Ya da AKP’nin, tek alternatif olarak var olmasını kabule yanaşmamalarından olsa gerek…

Bütün bu olguların ışığında, CHP’deki değişim ve Kılıçdaroğlu’nun “oldu da bitti maşallah”larla CHP’nin başına getirilerek, kitlelere “halkçı kemal” olarak sunulması, elbette anlamlıdır.

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkları, “Karaoğlan efsanesi”ni iyi bilir ve nasıl sonuçlandığını da. Irkçı, şöven, işçi ve emekçi düşmanı politikaların hüküm sürdüğü bir süreçti. Dönemin koşulları ve dünya konjönktüreünde işçi hareketi rüzgarının esmesi nedeniyle “karaoğlan” olan Ecevit, konjönktür değiştiğinde faşist ve ırkçı yüzünün açığa vurmaktan çekinmedi.

Bu nedenle işçi ve emekçiler “kemalleri” iyi tanır ve onların kimlerin hizmetinde olduklarını da acı deneyimler sonucu da olsa öğrenmişlerdir.

CHP, Baykal yönetiminde ya da şöyle demek daha doğru olur, ırkçı, şöven  ve emek düşmanı söylemlerle %20’leri aşamayacaklarını, AKP karşısında alternatif olamayacaklarını bildikleri için, değişik bir sima “halkçı görünümlü” ve halkçı sunumlu politikalarla varoşlara inebileceklerini gördüler ve büyük bir şaşaa ile Kılıçdaroğlu’nu başa getirdiler. Şu an için CHP içinde bu taktik politik değişikliğine isim olarak en uygunu da Kılıçdaroğlu gözüküyordu.

Salt Kürt düşmanı ırkçı politikalar ile kitleleri kazanamadıklarını gören CHP yönetimi, sermayenin de isteği doğrultusunda hareket etti. CHP ırkçı politikalar ile %20’i aşamayacağı açık. Zaten o politikayı yıllardır sürdüren var. MHP. Aynı tabana CHP’nin de hitap etmesi, onun oylarını yükseltmey yetmiyor. Sermaye, MHP’yi her zaman o kulvarda tutmaya devam edecektir. Böyle bir politik partiye gereksinimi var. CHP’nin daha geniş bir kitle partisi olmasını istiyor. Kılıçdaroğlu’yla bunu yakalayabileceklerini hesaplıyorlar.

Sermaye basını da, CHP içindeki yeni değişime büyük bir destek verdi. Özellikle Kılıçdaroğlunun  aday olması ve peşinden genel başkan olmasını en üst perdeden (özellikle Doğan ve Çukurova Holdinglere bağlı medya) desteklediler. Bu da, TÜSİAD kanadının parmağının nerede olduğunun açık bir kanıtıdır.

Sermayenin “kemal”i, başta işçi sınıfı olmak üzere emekçilerin “kemali” değildir ve asla olamaz. Çünkü, CHP’nin başına kim gelirse gelsin, o, CHP’nin devlet politikasını uygulamak zorundadır. Kılıçdaroğlu ne kadar “faşizme gecit yol” dese de, o işçi ve emekçiler ve onların temsilcileri devrimci ve komünistlere karşı, faşistler ile iç içe, el ele olarak faşist devletin politikasını uyglayacaktır. Kapitalist düzenin koruyucusu ve sermayenin sözcüsü olarak görevini sürdürecek ve bunun için işçi ve emekçiler sürekli yalan söyleyecektir.

Kılıçdaroğlu, Kürt ve alevi kökenli olmasına karşın, o “beyaz elit” Türklerin safında sünni devletin temsilcisi ve koruyucusu olarak yerini almıştır. “Etnik kökene dayalı siyaset yapmak doğru değil” diyerek, sözde milliyetçiliğe karşıymış gibi gözükmesi, Kürt kimliğini inkar ettiğinin göstergesidir. Ülkede en önemli sorunlardan birisinin Kürt sorunu, yani, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı varken, o da, öncelleri gibi faşist kemalist devlet politikasını uygulamaya yeminli gözüküyor.

Kılıçdaroğlu, CHP’nin başına işçi ve emekçilerin mücadelesini CHP gibi faşist ve ırkçı bir partiye kanalize etmek için sermaye tarafından getirildi. Bu ne denle o eli kanlı sermayenin “kemali”dir. Sermaye, belli bir süre Erdoğan ile “kemale” erdi ve şimdi yeni bir “kemal” ile yola devam etmek istiyor.

Yukarı da kısaca özetlediğimiz genel durum bağlamında, devrimci ve komünistlerin işi biraz zorlaşacaktır. Burjuvazi, “halkçı kemal” ve hatta “devrimci kemal” ile, devrimci ve komünistlerin kitleleri etkilemelerini minimumize etmeye çalışacaktır. Yıllardır AKP politikasından bıkan kitller, özelikle de beyaz yakalıların etkisiyle de reforumcu bir rüzgarın sersemletici dumanı altında kalacaktır. Bu nedenle de, daha bugünden bu tür anlayışlara karşı mücadele edilmelidir. Sermaye Kılçdaroğlu ile “kemaline” eremeyecektir. Belki kitleleri kısa bir süreliğine reforumcu bir rüzgarın etkisi altında kalmasını sağlaya bilirler. Bu da devrimci ve komünistlerin çalışmasına bağlıdır. Kitleler üzerinde etkilerine ve onları harekete geçirmesine bağlıdır.

Günümüz koşulları (ne iç ne de dış) 1970’ler gibi olmadığı için o dönemde estirilen karaoğlan efsanesi, bugün de estirilmek istense de, sendikal bürokrasinin desteğini almış ya da alacak olan yeni “kemal”, eskiyi diriltemeyecektir.

Kısacası, belirleyici olan devrimci kitle hareketidir. İşçi ve emekçiler, sermayenin yeni “kemal” versiyonuna karşı uyanık durur ve onun politikasına karşı mücadele ederse, daha büyük katılımlı ve kitlesel 26 Mayıs 2010’lar yaşanabilir; burjuvazinin işçi ve emekçilerin ekonomik ve demokratik hak gaspları önlenebilir ve yeni kazanımlar elede edilebilir.