Home , Köşe Yazıları , SEÇİMLER NEYİN ÇIKTISI OLMUŞTUR?- Marco KARAKAYA

SEÇİMLER NEYİN ÇIKTISI OLMUŞTUR?- Marco KARAKAYA

indir

MARCO KARAKAYA- 1 Kasım seçimlerinin sonuçları deyim yerindeyse her kesim açısından sürpriz olmuştur. Tabelada ortaya çıkan skoru seçim öncesinde hiç kimsenin beklemediğini tespit etmek gerekir. AKP’nin ciddi düzeyde bir oy artışı sağlaması da, MHP ve HDP’nin oylarının hatırı sayılır düzeyde düşmesi de, CHP’nin yerinde sayması da beklenmeyen bir durumdu. Öyle ki seçimden önce AKP’ye %43 oy oranı ve 276 vekil teklif edilse pazarlıksız kabul edecek bir durum söz konusuydu. Türkiye’de seçimlerde hileler bir gelenektir. Bu gelenek 1950’ye kadar “açık oy kapalı tasnif” düzeyindeyken, daha sonra yönetme kabiliyeti güçlü olan ve egemen güç odağı olan faşist partilerin gizli-açık hilelerle kendine oy devşirdiği bir muhtevaya sahiptir. Bu seçimlerde de hilelerin “Allahın emri ve icazetiyle” yapıldığından şüphe duymamak lazım. Ancak ortaya çıkan tablo hileler ekseninde okunamayacak kadar güçlü politik nedenler ve sonuçlara sahiptir.

Seçim sonuçları seçim öncesi politik iklimin tersine parlamentarizme bel bağlanamayacağına dair değerlendirmelerle de dolup taşmaktadır. Duruma göre şekil alma yaygın bir hastalıktır. Bu aynı zamanda politik bir defodur. Kendi durumuna ve aldığı politik konumlanışa yabancılaşma, göze batan bir tutarsızlıktır. İnandırıcı sonuçlar ve değerlendirmeler, bu kafa karışıklığı içinde ve belirsizlikte çıkmaz, çıkamaz. Bu bağlamda seçim sonuçlarını parlamentarizme naletler okumak ve sonuçtan yola çıkarak böyle bir motivasyon oluşturmakla da değerlendiremeyiz, hilelerle bu sonuç ortaya çıktı yüzeyselliğiyle de. Zira karşımızda ciddi bir tablo söz konusudur. Ortaya çıkan tablo demokratik, ilerici, yurtsever ve kabul edelim devrimci kesimlerde ciddi bir moralsizlik ve hayal kırıklığı oluşturmuştur. Geniş toplumsal kesimlere karşı bir öfke, güvensizlik ve yabancılaşma hali söz konusudur. Bunun tersini iddia etmek kendi gerçekliğiyle yüzleşmemek olur ki, ortaya çıkan sorunla baş etmek bu durumda daha bir zorlaşır.

1 Kasım Seçimlerine Giderken Politik İklim Ve Haklı-Kaçınılmaz Kaygılar!

Öncelikle devrimci, demokrat, ilerici, yurtsever kesimlerde seçim skorunun neden bu denli hayal kırıklığı, moralsizlik, yer yer tepki ve öfke yarattığına değinmekte fayda var. 7 Haziran seçimlerinden hemen sonra oluşan politik iklimin ortaya çıkan bu skoru hak etmediği yönlü güçlü bir politik inanç ve yaklaşım söz konusudur. 7 Haziran’dan 1 Kasım’a evrilen yeniden seçim süreci tam anlamıyla politik ve toplumsal çalkantılar içinde olmuştur.

-Seçimleri “Milli İradenin tecelli etmesi” olarak gören faşist AKP, 7 Haziran’da kan kaybetmesiyle birlikte ortaya çıkan sonucu tam anlamıyla yadsımıştır. HDP başta olmak üzere kendileri dışında başka partilere oy veren seçmenlere gazete, TV ve tüm iletişim araçları kullanılarak hakaretler, aşağılamalar, yer yer küfüre varan ifadeler kullanılmıştır. Aynı dönem içinde ortaya çıkan sonuçlar üzerinden geniş halk yığınları tehdit ve şantaja maruz kalmıştır. Halkın kaosu tercih ettiği, nankör olduğu propaganda edilmiştir.

-7 Haziran seçimlerinden sonra sistemin anayasası, yasaları ve tüm teamülleri Cumhurbaşkanı, Başbakan başta olmak üzere egemen faşist parti tarafından ayaklar altına alınıp çiğnenmiştir. Herkesin gözü önünde hükümet kurma görevini bir günlüğüne bile elinden bırakmayan, ana muhalefete koalisyon girişim şansı bile vermeyen bir durum yaratılmıştır.

-Seçimden sonra hızla Kürt meselesindeki süreç askıya alınmıştır. Seçimlere bir yatırım aracı olarak Kürt Hareketiyle gerginlik tırmandırılmış ve nihayetinde 3 yıldır devam eden ateşkes sudan sebeplerle bozulmuş ve savaş başlatılmıştır. Kürt hareketine karşı yoğun askeri saldırganlık başlatılırken, Kürt kentlerinde sıkıyönetim ilan edilmiş çocuk-kadın-yaşlı demeksizin halk katledilmiştir. Binlerce yurtsever-devrimci-demokrat insan tutuklanmıştır. Bir çok belediye başkanı ya görevinden alınmış ya da hapse gönderilmiştir.

-Kürt ulusal mücadelesi ile dayanışma içinde olan kesimlerde yoğun bir baskıya maruz kalmıştır. 22 Temmuz’da Kobane ile dayanışmak için kampanya başlatan SGDF’li gençler Suruç’ta devletin izin ve onayıyla bombalanmıştır. 35 devrimci genç bu bombalamada katledilmiştir. Olay İŞİD’e havale edilerek devlet kendi parmak izini silmeye çalışmıştır. Ancak bundan daha büyüğü “barış” talep eden Ankara mitinginin bombalanması olmuştur. 10 Ekim’de sendikaların düzenlediği mitingde 102 kişi katledilmiştir. Devletin açık yönlendirmesi ve katkılarıyla bu eylemin gerçekleştiği ortaya çıkmıştır.

-Bu süreçte AKP’nin bizzat örgütlediği sivil faşist gruplar HDP binalarını yağmalamış, yakmış, Kürtler batı illerinde linçlere maruz kalmıştır. Faşist sivil güçler en etkin şekilde yine seçim yatırımı olarak seferber edilmiştir.

– AKP 13 yıldır hükümet görevini yapmasına rağmen emekçilere, emeklilere, işsizlere CHP’nin 7 Haziran seçimlerindeki vaatlerini kopyala yapıştır yaparak sunmuştur. Bir önceki seçimde bu vaatlerin ekonomik kriz çıkaracağı, kaynak ve olanakları belli olmayan vaatler olduğu dillendirilirken, 1 Kasım’a bunlar söylenmemiş gibi paketlenip seçim yatırımı olmuştur. Tutarsızlığı arşa vuran bu durum ortalama aklın göre bileceği açık bir çelişki durumudur. AKP bu duruma düşmekten yüksünmemiş, halkın mukayese yeteneği ile adeta dalga geçmeyi tercih etmiştir.

-AKP Türk şovenizminin en lümpen biçimlerine bu süreçte sarılmıştır. “Vatan savunması” adı altında bir kampanya örgütlemiş, kendisinin olmayacağı bir yerde vatanın-milletinde olmayacağı propagandasına başvurulmuştur. Kürtler ulus kimliği tanınarak bu süreçte aşağılanmış, hakları olmadığı olmayacağı Türk şovenizminin etkisi altındaki kitleye ulaşacak şekilde propaganda edilmiştir.

-Bu süreçte klik çatışmasında hukuk ve yasaya dayanmaksızın elindeki güç kullanılarak yaşama geçirilmiştir. AKP kendine muhalefet eden her kesimi açıktan tehdit etmiş, en büyük medya kartelleri milletvekillerinin öncülüğünde basılmış, gazeteciler tehdit edilmiş ve şiddet kullanılarak sindirilmeye çalışılmıştır. Yine Fettullah örgütüne yönelik baskılar hız kesmemiştir. Seçimlerden hemen önce baskılar medya gruplarına el koyacak noktaya vardırılmıştır.

Öz olarak 7 Haziran’da 1 Kasıma ülke Kürtler, demokratlar, devrimciler için tepeden tırnağa kan, gözyaşı, baskı, zulum ve kitlesel katliamlar coğrafyası olurken, devletin yasa ve hukukunun ayaklar altına alındığı, klik çatışmalarında şiddetin ve baskının dozunun artığı bir süreç olmuştur. Şovenizm ve onun akla gelen ilk aracı linçler ülkenin her yanında devreye sokulmuş. Mafya babaları “oluk oluk kan akacağını” duyuran mitingler organize etmiş ve seçim çalışmalarının parçası olmuştur.

AKP’nin Oy Artışının Nedenleri, Bir Altın Vuruş Olasılığı!

Bu tablo karşısında sandıkta geniş kitlelerin koyacağı tavır doğal olarak bir ölçüt olacaktır. Kuşkusuz tek başına devletin siyasetini belirleyecek ve yönlendirecek bir ölçüt değildir. Bahsettiğimizde bu değildir zaten. Kastedilen ölçüt halkın kanın, gözyaşının, kitlesel kıyımların, haksızlığın, pervasızlığın, en aşağılık biçime bürünmüş şovenizmin seçim kampanyası olarak örgütlendiği durumda sandıkta da olsa buna nasıl tavır göstereceğidir. Yalanın bininin bir para olduğu, savaş tam tamlarının çalındığı koşullarda buna pirim verip vermeyeceğidir. Ve maalesef kabul etmemiz gerekir ki ortaya çıkan skor halkın ciddi bir kısmının bu duruma onay vermesi olmuştur. Faşist sistem ve partiler için bu kitle desteği, siyasetini uygulamada ciddi bir dolgu malzemesi niteliği taşır. Ama yine ciddi ve önemli bir kısmının da bu durumu nefret ve öfkeyle karşılamış olmasıdır. Mao’nun kurubozkır metaforundan yola çıkarsak bir taraf olabildiğince kurumuşken, diğer bir taraf ise ona tezat olabildiğince yaştır.

AKP’ye verilen oy desteği bir yanıyla kaos, karmaşa, baskı ortamının yaratacağı huzursuzluktan duyulan korku ve endişe iken, diğer yanı ise kendi ideolojik-politik-kültürel-mezhepsel kimliğinden ayrı ve farklı olan kesimlere karşı uygulanan sindirme ve baskılamaya karşı egemenliğini muhafaza edecek bir desteği içermektedir. Toplumsal yapı bu derece keskin bir sosyal ve siyasal bölünme içindedir.

Bu tablo her ne kadar siyaseten Türk egemen sınıflarının “siyasal istikrar” hevesini karşılasa da, toplumsal yapıyı yönetme zorlukları doğurmaktadır. Halkın ciddi bir kesimi verili egemen siyasal çizgiyle yönetilmek istememektedir. Bu faşist devletin ve onun dümenindeki AKP’nin baş etmesi artık imkansız bir sorunu olarak durmaktadır. Diğer toplum kesimlerinin AKP’ye desteği ise irdelenmeyi hak eden bir durumdur.

Birincisi, 7 Haziran seçimlerinde AKP siyasal propagandayı ağırlıklı “islami” söylem üzerinde kurmuştur. Meydanlarda Kur’an kullanılmış, diyanet işleri-eğitim sistemi üzerinden bir gündem belirlemiştir. Bunun yanında şovenizm argümanı eklektik ve inandırıcılıktan uzak olmuştur. Ancak kitleler bu söyleme yeterli düzeyde ilgi göstermemiştir. 1 Kasım seçimleri ise Kürt düşmanlığı ekseninde kanla ve katliamlarla kabartılan yalınkat bir şovenizm kampanyasına dönüştürülmüştür. Kitlelerin bu propagandayı daha fazla sahiplendiği ve bunun etkisinde daha fazla kaldığı görülmüştür. Bu bağlamda toplumsal yapıdaki islamcılaşma karakterinin şovenizmin yanında daha hafif kaldığı tespit edilebilir.

İkincisi, kitleler AKP’nin 13 yıllık döneminde hala ekonomik bir kazançları olduğu kanaatindedir. Tek başına hükümet oluşturulmaması durumunda siyasi ve ekonomik krizin yaşam alanını daraltacağı inancına sahiptir. AKP bu endişe ve korkuyu 1 Kasım seçim çalışmalarında iyi yönetmiştir. Bunun sonuçlarını da almıştır. Bu bağlamda ekonomik vaatlere kulak kabartmış, bu vaatlerin gerçekleşebileceğine dair umutlu bir yönelim belirlemiştir. Sandıkta bunun sonuçları da ortaya çıkmıştır.

Üçüncüsü, geniş kitleler hala diğer siyasi partilerin yönetme kapasitesinde olabileceğine dair bir inanç içinde değildir. 7 Haziran seçimlerinin oluşturduğu tabloda ortaya çıkan uyumsuzluk ve muhalefetin biraraya gelemeyecek yapısı kitlelerin bu partilere karşı güvensizliğini beslemiştir. Nihayetinde özellikle MHP ve CHP gibi faşist partilere yönelik bu tutumunu sandıkta ifade etmiştir.

Dördüncüsü, emperyalizme bağımlı siyasal-sosyal-ekonomik yapı aynı zamanda emperyalizmle ciddi bir uyumu zorunlu kılar. AKP bu süreçte elinde bulunan güç ve olanaklarla emperyalist güçlerden güven oyu almayı başarmıştır. Bunun verdiği özgüven siyasal ve ekonomik krizi yönetebilecek bir algı yaratmasını sağlamıştır. Bu eksende komprador burjuvazininde ciddi bir kesiminin ya doğrudan ya da dolaylı desteğine sahip olmuştur. Bunun kamuoyu oluşturma da ve belirlemede ciddi bir etkiside söz konusudur.

Beşincisi, AKP’nin bu kadar yüksek oy alması kitlelerin son bir şans vermesiyle de ilgilidir. Zira AKP gerek ekonomik, gerek dış politika, gerekse de Kürt meselesi ve alevi meselesi gibi toplumsal ve siyasal sorunları yönetme kabiliyetini kaybetmiştir. Ancak kendisi olmaksızın da bu meselelerin geldiği noktada ilerleme kaydetmeyeceğine dair bir gerçeklik söz konusudur. Ki bunu 7 haziran sonrası süreci tıkayarak göstermiştir. Kitleler bu meselelerin verili haliyle sürmesine bir onay vermekten çok bunun yeni biçimlere bürünerek sürdürülmesine dair bir umut oluşturmuştur. Bu bağlamda AKP’nin bu sorunlar karşısında politik rolünü kaybettiğini belirtmek gerekir. Artık güvenilmeyen, elindeki materyalleri tüketmiş bir gerçekliği söz konusudur. Kitlelerin %50’ler düzeyinde verdiği destekle yönetme kabiliyeti arasındaki çelişki bu desteğin aynı zamanda bir “altın vuruş” olma ihtimalini doğurmaktadır. Yani bir çeşit “Pirüs zaferi” yani kazanırken aslında kaybetme durumunu yaratabilir. Bu bağlamda ortaya çıkan oy desteği sürecin genel eğilimini destekleme ve AKP’nin yönetme kabiliyetine verilmiş bir destekten çok, çaresizlik ve son şans verme niteliğindedir. AKP’nin önceki seçim başarılarıyla bu başarısı arasında bu bağlamda ciddi bir nitelik farkı olduğunu tespit etmek gerekir.

Seçim sonuçlarının AKP’ye destek temelinde şekillenen nedenlerini bu şekilde sıralamak mümkün. Evet bu cephede bozkır olabildiğince yaşdır. Ancak aynı zamanda “can havliyle” verilmiş bu güçlü destek aynı “can havliyle” beklenmedik bir karşıt duruşada evrilebilir. Yani bu kitlelerin desteği gerçekten bir “altın vuruş” etkisi gösterebilecek özellikleri bağrında taşımaktadır.

Yeni bir Politik Aktör Mü?

Seçimlerin sonuçları politik aktörlerin aldığı konumuda etkileyecektir. Artık düne kadar gölge ve kukla başbakan rolü olan Ahmet Davutoğlu bu başarıyla birlikte etkili bir aktör rolüne soyunacaktır. Tayyip Erdoğan’ın baskın ve kişiliksizleştirme tutumuna karşı çelişki daha keskinleşecektir. Bir yandan uyum diğer yandan biraz daha güçlenmiş başbakanın yarattığı çelişki söz konusu olacaktır. Bu tablo içinde gerginliklerin, çatışmaların olması kaçınılmazdır. Bunu nasıl yönetecekleri ise siyasal, ekonomik sorunların ve fikir ayrılıklarının boyutuna bağlıdır. Ama buradan yeni, nur topu gibi gelişmiş olgunlaşmış bir Cumhurbaşkanı-Başbakan çelişkisi kaçınılmazdır. Ki seçim sonrası Tayyip Erdoğan başarıyı hanesine yazmak için halkla ilişkiler çalışmasına daha fazla yoğunlaşırken, Davutoğlu başarının kendine ait olduğunu kendisi anlatan değil bunu tartıştıran bir konumlanış almıştır. Bu Erdoğan için yeni bir durum, yönetmesi gereken yeni bir çelişkidir.

Seçim Sonuçları Ve Kürt Meselesi: Bunalımın Kaçınılmazlığı!

Seçimler sonrası politik süreç kolay olmayacaktır faşist diktatörlük için. Zira daha da karmaşıklaşmış, iç ve dış politikanın parçası olan Kürt meselesi önünde durmaktadır. Faşist diktatörlük tüm çabasına rağmen Kürt hareketini ciddi düzeyde geriletememiştir seçimlerde. HDP her ne kadar bir miktar gerilese de, genel baskı ve saldırı ortamında bu anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir durumdur. Ki Kürt meselesi seçim sonuçlarıyla değerlendirilemeyecek kadar ağır bir iç ve dış sorundur. Şimdi seçimlerde yaşanan gerileme Kürt hareketine, Kürt hareketi içindeki reformist damarı baskın olanlara karşı psikolojik savaş argümanına dönüştürülüştür. PKK’nin silahlı direniş ve öz yönetim girişimlerini HDP’nin gerilemesindeki esas neden olarak sunmaya ve ona karşı kullanmaya çalışmaktadır. Bu durumu kurulacak barış masasında bir materyal olarak kullanacaktır. Seçim sonuçlarını Kürt hareketinin geriletilmesi, zayıflatılması materyaline faşist sistem daha sandıklar açıldığı an dönüştürmüştür. Bunu Irak Kürdistanı ve Rojava bağlamında Emperyalist güçleri de arkasına alarak yapmaya çalışmaktadır. Ki ABD, Barzani gibi güçler buna uyumlu açıklamalardan geri durmamıştır. Faşist diktatörlük Kürt hareketine yeni bir kuşatma operasyonu daha planlamaktadır. Bunun ne kadar örgütlenebileceği ise tartışmalıdır.

Ancak seçim öncesi başlayan saldırı dalgasının seçim sonrası da devam edeceği görülmektedir. Zira Kürt hareketine yönelik yeni saldırı konsepti sadece seçimlerle ilintili değildir. Esas olarak Rojava’da ki gelişmeler ve Suriye bağlamlıdır. TC, Kürtlerin Suriye’deki kazanımlarından ciddi oranda rahatsızdır. Buna karşı yapabileceği yegane şey ise içerde Kürtlere karşı bir savaş başlatarak stratejik müttefiklerini daha güçlü yanına almaya çalışmak olmuştur. Şimdi denediği budur. Bir NATO ülkesi ve bölgesel aktör olarak ABD ve AB emperyalistlerini Rojava’ya karşıt konumlandırmak için PKK terör örgütüdür PYD’de onun Suriye koludur denklemi oluşturmaya çalışmaktadır. Kürt hareketini bu denklemle kuşatmak, zayıf düşürmek ve kendi istediği koşul ve siyasi çözüm yoluna çekmek istemektedir. Emperyalist gericilik bu politikaya kerhen destek vermektedir. Ancak bu noktada Kürt hareketiyle TC arasındaki cenkleşmede çıkacak sonuca daha fazla odaklandığını da belirtmek gerekiyor. Kürt hareketi ise bu resti görmüştür. Seçim öncesi ilan ettiği tek taraflı ateşkesi kaldırdığını seçimden hemen sonra ilan etmiştir. TC’nin Kürtlerle uzun süreli bir savaşı sürdürme şansı yoktur. Bu durum bölgesel politikalarının daha fazla çözümsüzlüğe evrilmesini beraberinde getirir. Büyük çıkarları bu savaşı uzun süreli sürdürmesine izin vermemektedir. Ancak Kürt hareketinin mevcut siyasi çizgisiyle ciddi uyumsuzluğu ve Rojava’da kendisine rağmen yaşanan gelişmelere karşı Kürtleri masaya eli zayıflamış olarak oturtmayı denemekten başkada bir şans görmediği anlaşılmaktadır. Bunun içinde askeri gücünü devreye sokmaktadır.

Savaşın gelişim seyri ve üreteceği sonuçları şimdiden ön görmek ise kolay değildir. Ancak tarihin seyri ve bölgesel gelişmeler Kürtler lehine bir durum yaratmaktadır. Yine içerde Kürt halkının ve hareketinin ciddi bir direniş ve karşı koyuşu söz konusudur. TC’nin elinde bulundurduğu güçle bu durumu kendi istediği koşullara çevirmesi, haklı olan ve aynı zamanda büyük bir örgütlü güce sahip olan Kürtleri dize getirmesi mümkün değildir. Şunu net olarak belirleyebiliriz: tüm savaş iklimine rağmen faşist diktatörlük Kürt meselesinde esas eğilim olarak uzlaşma ve barışa kodlamıştır yönelimini. Ancak savaşın ve gelişmelerin yaratacağı durum bu yönelimi tümüyle ortadan kaldırma potansiyeline sahiptir. Türk devletinin Kürt hareketinin uzlaşmacı çizgisinden güç alarak dönemsel savaşı tırmandırması meselenin başka noktalara evrilmesi durumunu göz ardı etmesine neden olmaktadır. Savaşın sonuçları gerilmiş iplerin kopmasına evrilebilir. Özellikle bölgedeki savaş iklimi buna olanak vermektedir. Ancak nihayetinde Kürt hareketinin ve Önderliğinin alacağı konum sürecin gidişatını belirleyecektir.

Seçim sonuçlarının faşist devleti ekstra cesaretlendirmekten çok bu sonuçlar üzerinden Kürtlere yönelik psikolojik savaşı ve basıncı arttıracağını tespit etmek gerekir. Bunun ise esasta etkili bir sonuç doğurmayacağı öngörülebilir. Esas olarak süreci belirleyecek olan savaş ve onun kumanda ettiği siyaset olacak. Mücadelenin ve direnişin alacağı boyut ve kitlesellik Kürt meselesinde süreci belirleyecektir. Buna parlemento ekseninde yürütülecek mücadelede dahildir.

Kaybedilen Moral Destek, Cennete Açılan Kapı Olur Mu?

Seçim sonuçları ilerici, demokrat, devrimci kesimlerde ciddi bir moral ve motivasyon kaybına sebep oldu. Bunun mücadeleyede yansımaları olacaktır. Artık demokratik tepki ve reaksiyonlar faşist diktatörlük tarafından daha fazla terörize edilecek, bunun karşısına sandık sonuçları daha fazla dikilerek meşruiyeti aşındırılmaya çalışılacaktır. Bu durum mücadelede ciddi zorluklar, geniş kitlelerin örgütlenmesinde önemli bir politik sorundur. Özellikle reformist iklimin yarattığı etki, parlementoya ve seçimlere atfedilen önemin bu süreçte abartılması buna temel sebeptir. Ancak toplumsal, siyasal çelişkiler devrimci durumun olgunlaşarak gelişeceğine işaret etmektedir. AKP’nin yönetmede yaşayacağı zorluklar geniş kitlelerin radikal arayışlara girmesini kaçınılmaz kılacaktır. Siyasal ve toplumsal gelişmeler öyle hızlı değişiyor ve gündem o kadar hızlı akıyor ki toplumsal memnuniyetsiliği körükleyecek gelişmelere yenilerin eklenmesi kaçınılmazdır. Hem ekonomik anlamda hem de siyasal anlamda bu böyledir. Durumdan memnun olmayan geniş kesimlerin daralan yaşam alanlarına ve sınıfsal çelişkilerine yabancılaşması beklenmemelidir. Süreç daha da politize olacaktır. Bu saldırıların dozunuda arttıracaktır. Aynı şekilde karşı koyuşun daha güçlü mayalanması da kaçınılmazdır.

Devrimci hareket kurubozkırın mücadele azmini ve eğilimini örgütlemekle yükümlüdür. Buna odaklanmadan, bunu yükseltecek ve faşist diktatörlüğe yöneltecek bir mücadele hattı oluşturmadan bozkırın yaş kısımlarının kuruması kolay olmayacaktır. Faşist diktatörlüğün anladığı dilden konuşmak, ona uygun yanıtlar vermek, kitleleri bu eksende seferber etmek ancak sıkışmışlığa ve daralmaya çare olabilir. Seçimlerin boğucu ve yorucu etkisi hızla ortadan kalkacaktır. Toplumsal çelişkiler ve siyasal kriz ortamı buna işaret etmektedir. Mücadelenin ve karşı koyuşun hızlı mayalanmasıda kaçınılmazdır. Süreç silahların eleştirel gücüne imkan ve olanak tanımaktadır. Bunda sebat ederek bozkırı yangın yerine çevirmek mümkündür, olanaklıdır ve kurtuluşun reçetesidir.