“Bir miIIeti tutsak etmek isterseniz, müziğini çürütün… (Confucius)
Alev-alev yanan güneşten kopan milyarlarca gezegenden biri olan küçük dünyamızda madde canlılaştı, kendi bilincine vardı. İnsan, ateş yakmayı, demir eritip ona şekil vermeyi, âlet üretip onunla kendini koruyup hayatta kalmayı, onunla toprağı işlemeyi, çalışıp düşünmeyi, dünyayı kavrayıp onu değiştirmeyi ve ona hükmetmeyi öğrendi. İnsan, eylemsel gücüyle doğayı değiştirebilen, ilkel doğayı değiştirerek yepyeni bir doğa; insansal bir doğa inşa etti. Yaşamak için zorunlu görevlerini doğadan ürettiği sayısız âletlere yükleyerek, içinde rahatça yaşayarak düşüncesini, yeteneklerini geliştirecek yepyeni bir doğa kurdu. Organlarının eksikliğini giderdi; kanatları yerine uçak yaptı. Organlarının görevini aştı; göremediği uzaklıkları dürbünle gördü. Organlarının yükünü azalttı; merdivenle çıkacağı yere asansörle çıktı. Böylelikle insan, eylemsel çabasıyla, ilkel doğadan sıyrılarak insansal bir doğa üretti.Bu anlamda insan düşünen, âlet yapan, üreten, değiştirme eylemine sahip olan bir canlıdır. Diğer canlıları evcilleştirmeyi ve toprağı işlemesini öğrenen insan, göçebelikten yerleşik yaşama geçti.
Ürettiği her alet ihtiyaçlarına, yaşamını kolaylaştırıp kendini korumaya, doğayı şekillendirmeye, dünyayı keşfedip estetikleştirmeye vb. dönük oldu. Bu üretimin tümü kültürü oluşturdu. Kültür, bir toplumun duyuş ve düşünü birliğini sağlayan bütün değerlerinin tümü olarak tanımlanır. Bu anlam gelenek, görenek düşünü ve sanat değerlerini kapsar. Kültür, toprağın işlenmesi ve kullanılmasıyla beraber türemiştir. Pek çok bilimsel, teknik, estetik, sanatsal buluşlar ve üretimler, insanların üretim faaliyetleri sürecinde beliren ihtiyaçlarına uygun olarak halk kütleleri tarafından ortaya konmuştur. Tüm aletler gibi, müzik aletleri/enstrümanları kültürün somut objelerinden biridir. Her enstrüman estetikliği, dayanıklılığı, mükemmelliği ve daha bir çok yönü ile ait olduğu yani üretildiği kültürü temsil eder. Bu anlamda da, enstrümanlarda çıkan melodiler her ne kadar evrenselliğe sahip olsa da, her enstrümana belirli bir tarihsel, toplumsal, ulusal nitelikler taşıyıcısı, bir kültür fenomeni ve akustik sistemler gibi farklı perspektiflerden bakılabilir. Haliyle de herhangi bir toplumun kültürel kimliğini yansıtmasında müzik sanatının belirleyici bir rolü vardır. Müziğin yapısal ve ritimsel özelliklerinin yanı sıra müzik aletleri ve onların kullanılması da toplumlar hakkında önemli ipuçları vermektedir. Enstrümanlar her toplumun kültürünü, estetiğini, zevklerini ve farklılıklarını; zenginliğini ve renklerini ifade ederken, toplulukların ritüel ve sosyal yaşamında işlevselliğini de ortaya koyar. Enstrümanlara sosyolojik ve antropolojik yaklaşımla baktığımızda etnomüzikoloji, folklor, etnografya, kültüroloji, halk çalgıları vb. gibi birçok alanda üretildiğini ve kullanılabildiğini görmekteyiz.
Her enstrümanda bir kültürün yansısını ve izini gördüğümüze göre, günümüzdeki müziklerin renkliliğini de bu yelpazede görmek kaçınılmaz oluyor. Bunu geçtiğimiz günlerde çıkan Grup Umuda Haykırış’ın ilk albümü ‘SUSMA’yı dinleyince fark ettim. Uzun yıllar sahnelerde ve sıklıkla kitlesel eylemlerde dinlediğimiz Grup Umuda Haykırış’ın albümü‘SUSMA’ türküleri, ezgileri ve direniş marşlarını gereksiz füzyon teşebbüsleriyle ziyan etmeden yorumlayan bir albüm olmuş. Grup 9-10 kişi, albüm çok dilli. Albümde yer alan 14 şarkı Türkçe, Kürtçe, Ermenice, Almanca, Fransızca, Zazaca, Lazca olmak üzere toplamda 7 farklı dilde enternasyonal bir ruh ve armoni ile seslendiriliyor. Hem de her kültürden her duyguyu yansıtan zengin enstrüman çeşitliliğiyle bunu yapıyorlar. Yukarıda uzunca girişin nedeni işte buydu: yani grubun çok dilli, çok kültürlü enstrümanlarla ulusların kültürel kaynaşmasını başarmaları, melodileriyle ise dilin evrenselliğini bir albümde toplamalarıydı. Böyle bir albüm için her birinin ayrı-ayrı yüreklerinden öpmek gerekiyor, yüreklerine sağlık…
Albüm, yaşamıma varlığıyla güzellik katan bir yoldaşımdan bana hediye edildi. Dinlerken çok çekinerek yaklaştım. Çünkü günümüzde etnik ve sentetik arayışlar evreninde sanat, plastik efektlerle pesleştiriliyor.[4] Bu gerçeklik albüme kaygıyla yaklaşmama neden oldu. Albümü dinledikçe müzikal zenginliği hissettikçe tremolo kurbanı edilmemiş bağlamalar gibi anlamsız riskler alınmamış olduğunu gördüm, elektro gitarın floyd rose’unu da en usta ve en özel bend tekniğini de doğru dürüst hissettiren bir albümle karşılaştım. Sadece bunlar mı? Tabi ki değil: Gelenekseli evrenselle, evrenseli ise modern müzikal estetikle bütünleştiren bir albüm. Batı enstrümanlarını ağırlıkta olduğu ama geleneksel tınılarla sentez içinde olan güncel bir sound yakalanmış. Grup üyelerinin ezici çoğunluğu Avrupa’da doğma-büyüme. Haliyle Batı müziğini ve popüler müziği iyi biliyorlar. Albümdeki alt yapıya Batı soundunun hakim olması da bundan sanırım. Hemen her parçada geleneksel enstrümanlar da var, dünya müziğinden esintilerde. Bu kadar farklı dilde çok yönlü kullanılan enstrümanları doğru yerde ve doğru duyguyu yansıtmakta kullanmak da ayrıca önemli. Mesela, duyguyu daha yoğun ifade eden enstrümanlardan yaylı kemana kadar kullanılmış. Örneğin bir Pir Sultan Abdal eseri olan ‚Şu kanlı zalim‘ ezgisi klasik Türk Halk müziği formatındadır. Ve genelde o format içerisinde çalınır ve okunur. Grup bunu günümüz müziğiyle zenginleştirmeye çalışmış, kemanlarla ve klasik müzik alt yapısıyla geleneksel olan bu ezgiyi bu duygularla ifade etmeye çalışmış.Gayet de başarılı olmuş… Yine Ermenice söylenen ‘Sari Sirun Yar’ parçasında Ermeni müziğinin ana enstrümanlarından Duduk ve klasik müzikten tanıdığımız kuyruklu piyano da alt yapıda kullanılmış. ‘Karadeniz İsyanda’ ezgisinde Tulum ve Kemençe olmazsa olmazlığıyla yerini korumuş.’Enternasyonal Dayanışma‘ tek marş formatı. Fransızca söylenen kıta da Akordeon, Almanca okunan kıtada ise Elektro Gitar ön plana çıkarılmış. Kültürel zenginliği ve çok sesliliği ifade etmesi açısından son derece güzel düşünülmüş ve hoş bir uyum yakalanmış. Zira çok sesliliği yalnızca enstrüman zenginliğiyle de sınırlı tutmamışlar ya da ele almamışlar: çeşitli halkların ve kültürlerin dillerinde de şarkılar seslendirerek bunu göstermişler.
Albümün bütününde bağlamalar, Zurna, Ney ve Kaval dışında kullanılan enstrümanların hepsi geleneksel olmayan enstrümanlar. Latin enstrümanı olan Cajon, ritim aleti vb. gibi alt yapısı güçlü enstrümanların armonisini duyumsayabiliyorsunuz ruhunuzda. Drum Davul, Bass Gitar, Elektro klasik ve Akustik Gitarlar albümde alt yapıda temeli oluşturduğunu görüyoruz. Bunca zengin ve kültürel çeşitliliği içeren enstrümanların hakkı verilerek iç-içe özümsetilmiş. Bu yapılırken de eserlerde şarkıların yöresel ve kültürel tınılarından da vaz geçilmemiş.
Albüm kapağının detaylarından bu güzel albümün yönetmeninin Erkan Çınar olduğunu görüyoruz. Kafanızda bir resim olduğunu düşünün. Ama ressam değilsiniz. Siz o resmi tarifliyorsunuz. Erkan Çınar o resmi tarifleyen sizin dahi kaçırdığınız ayrıntılardan yakalayıp tuvali, tüm tonların uyumuyla sizin hayalinizdeki resmi çiziyor. Burada ustaca yönetmenin ve sihirli ellerle estetik ve yaratıcı dokunuşların o etkileyici büyüsünü görüyoruz.
***
Müziğin yolculuğu…
Müzik başladığında yolculuk başlar. Olduğun yerde asla kalmazsın. Bir yere gitmek istersin, farkında olmadan bakarsın ki ruhun ve yüreğin seni alıp hiç ummadığın yerlere götürmüş! Müzik, dinleyenlerin duygu dünyalarında seyahat etmesidir! Bilinmeyene doğru bir göçtür! Onun yarattığı mucize de buradadır, doğanın ve insanın bütün kaoslu gürültülerine hakim oIan arık melodiyi çıkarabilmektir asıl olan. Bu farkındalıktır Pablo Neruda’ya; “Yavaş yavaş ölürler. Okumayanlar, müzik dinlemeyenler, vicdanlarında hoşgörüyü barındıramayanlar.” dedirttirmiştir…
Herkes bir sese sahiptir. Dünyanın dönüşünün dahi çıkardığı bir ses vardır evrenin boşluğuna doğru. Mesele, bu evrende ezilen, sömürülen çoğunluğun bir melodisi mi olmak, yoksa boşluğa bağıran bir gürültü mü?! Şayet ilki olunması başarılırsa bütün kâinat seni dinleyecektir! Çünkü müzik insanlığın ortak dilidir, ne dediğini bilmeniz gerekmez, melodisi sizi alır duygusal ve ruhsal bir yolculuğa götürür… Bu yüzden „Eğer müzik; akla ve duygunun en üst katlarına seslenmemiş olsaydı ona sanat diyemezdik, onu basit gösteri danslarının estetik katına alırdık. Bütün sanatlar içinde yapısı gereği insan duygularını en çok avucu içine alan, fiziksel olarak insanı büyüleme gücü en yüksek olan sanattır; müzik.“ der Nietzsche…
İsyanın içinde olmak mı, içinde isyan olmak mı!
Bilirken susmak, bilmezken söylemek kadar çirkindir… Umuda Haykırış ‘SUSMA’ albümüyle kitlelere “bildiğini susma haykır” diyor. Albümdeki kavga türküleriyle yığınlaşmaya, yılgınlaşmaya, en insani normlara, yaratılan değerlere ve yabancılaşmaya doğru büyük adımlarla yürüyenlere umudu ve direnişi haykırıyor.
Protest müzik türü, liriklerinde ağır, sert ve politik bir duruş olan bir tür. Katı ritim yapısının aksine, ağıt tınıları içeren sanatsal kompozisyon özelliği de taşıyabilir.Şili’li Victor Jara’dan, İnti-İllimani’ye, Arjantinli Atahualpa Yupanqui’den, Yunan’lı Mikis Theodorakis’e kadar onlarca protest müziğin öncülerinden etkilenerek 1970’lerden sonra ülkemizde de mücadelenin seyriyle birlikte filizlenmeye başladı bu tür. Protest müzik, kitlelere görünür kıldı gerçekleri. Sonra; „İsyanın içinde olmak mı, içinde isyan olmak mı istersin”diyerek seslendi. Ardından milyonların korusunu oluşturarak dünya gericiliğine melodileriyle meydan okudu uzun yıllar. Bugün ise gerek benzer politik grupların ve gerekse genel olarak yapılmakta olan protest müziğin, köklerinde yer tutan toplumsal muhalefet yapma özelliğini önemli oranda kaybetmiştir.
İlk albümlerini çıkaran grup, her yıl Avrupa’da ve Türkiye’de bir çok konser veriyor. Bunun dışında kitle eylemlerine,sokak gösterilerine, fabrikalardaki grevlerden üniversitelerdeki işgallere dek katılan politik bir grup. Bir çok etkinlik ve konserde sahne alan grubu defalarca dinleme şansına sahip olmuştum. Grup, Dünyadaki tüm müzik türlerinden beslenen, popülist bir kaygı taşımadan kendi estetik zevklerine uygun, hayat görüşü ile müzikal tavrı arasında tutarlı bir çizgi izlemeye çalışan bir müzik grubu. Bu yönüyle Türkiye’de bulunan bir çok politik müzik grubuyla aynı zeminde buluşuyor. Seslendirdikleri her parça ile kitleleri, isyanlardan sevdalara sürüklüyor, vurguları, marşları ve melodileriyle kâh Grup Yorum’a, kâh İnti-İllimani’ye doğru sizi alıp götürüyor. Bu yönüyle protest müzik yapan hatırı sayılır politik gruplar arasında hak ettiği yeri bulabileceğini söyleyebiliriz.
Bunca ‘övgü’yü SUSMA’daki performanslarıyla hak ettiler. Peki ama eleştirilmesi gereken yanları yok mudur? Olmaz mı! En öne çıkarılması gereken eleştiri; grubun kuruluşundan bu yana, birkaç albüm çıkaracak kadar kendi besteleri olmasına ve beslendikleri zeminin bitmez tükenmez bir çağlayan olmasına karşın 18 yıla bir albüm sıkıştırmış olmaları, gerekçeleri ve nedeni ne olursa olsun çok büyük bir eksiklik. Bu eleştiri, konuştuğum grup elemanlarınca da kabul edilir bir eleştiri olarak karşılanıyor. Bunu kabul etmek yetmiyor. Somut üretici adımlar atılması gerekiyor. Aksi halde, 18 yıllık albümsüz geçirdiği yılların tekrarına düşer ve bu süreyi yoğun bir emekle üreterek kapatmazsa, benzer politik grupların ilk albüm sonrası yitişlerindeki akıbeti paylaşmaktan da kaçınamayacaktırlar. Üretim devamlılık ve süreklilik ister. “Suyun taşı delmesi gücünden değil sürekliliğindendir” ifadesi grup açısında kulağa pelesenk edilmesi gereken önemli bir noktadır. Yeni şeyler yaratmak için öncelikle eski şeylerin yıkılmalısı gerekir. Grubun eski tarzını kıracağını ve üretimlerini kitlelerle paylaşacaklarını umuyorum.
Umuda Haykırış, ‘SUSMA’ ismini taşıyan ilk albümleriyle insanlığın özgürlük kavgasının yanında yer alırken, Anadolu kültürünün kanadına binip, Avrupa semalarında yankılanan bir ses, sanat cephesinde farklı bir nefes olmaya çalışıyor. Diliyorum, yaptıkları müzikle siyasi tavırlarındaki diyalektik ahenk, düşlerine ortak olabilen geniş ve işlek bir kitleye ulaşır. Umut ediyorum ki; aynı düşleri taşıyanlar ayrı enstrümanlara akort olmayı bırakıp, birlikte insanlığın büyük senfonisini yaratmanın zamanı geldiğini bu kötü konjonktürel durumda bu denli iyimser bir çıkış karşısında anlar!..
Umuda Haykırış, ‘çoraklaştırılan topraklarda yeniden ve yeniden üret, düştüğün yerde yeniden doğrul, yenildiğin yerde yeniden başla kavgaya ve alnını yıldızlara daya, yitirdiğin yerde yeniden sev, yık köhneyi kur yeniyi’ demeyi bilenler için söylüyor… Yüreğinize, dilinize, emeklerinize sağlık çocuklar…
[1] Felsefe Sözlüğü, Orhan Hançerlioğlu. Syf:231
[2] Felsefe Sözlüğü, Orhan Hançerlioğlu. Syf:232
[3] http://www.akademikbakis.org/?sayfa=dergiayrinti&no=2217&icerik=geleneksel-saha-yakut-muzik-aletleri-uzerine-organolojik-bir-arastirma&kategori=muzik
[4] Nesnesiz (nesne almayan) eylem, (ses için) hafif, yavaş duruma gelmek, alçalmak.