Home , Köşe Yazıları , PKK’nin Silahsızlanması mı?

PKK’nin Silahsızlanması mı?

 

metin-aycicekMETİN AYÇİÇEK-29-08-2015- Politikada ‘doğru politika üreten kazanır’ türünden bir tanımlama, aslında kapitalizmin ‘çalışan kazanır’ uydurmasıyla eş değer, galat-ı meşhur bir sözdür. Marks’tan da biliriz ki, eğer çok çalışan çok kazansaydı, toplumun en varlıklı kişileri hamallar olurdu. ‘Doğru kavramı’nın görece bir kavram olduğunu da bilerek söyleyecek olursak, ‘bana göre’ en berbat programları en kirli yöntemlerle uygulayan AKP, MHP, CHP gibi partilerin sistem içi başarıları politikalarının doğruluğundan değil, sistemin sunduğu sınırsız kaynakların onlar tarafından kullanılabilirliğindendir. Elbette her sistem kendi evlatlarını besler. Ve yine biliriz ki, sistem o evlatlarla her karışını kendi tohumuyla döllediği kendi toprağında yaşamaktadır. Ve örneğin ‘barış, özgürlük, halkların kardeşliği’ gibi hedefler ve ‘komünal temelli yaşam ortaklığı’ türü arayışlarla beslenmiş olan HDP benzeri özgürlükçü, çoğulcu politik yapılar, ayrımcılığa dayalı sistem ile ciddi çatışmalar yaşar.

HDP’nin yüzde 13,1’lik oyu bir mucize değildi elbette. Emek yoğun bir çalışmanın; göze alınan ve ödenen bedellerin; bulunduğumuz açıya uygun doğru politikaların ürünüdür. Yüzde 13,1 aslında kendi boyunun birkaç kat büyük bir başarının kısa adı idi. Parti binalarının ve seçim mitinglerinin bombalandığı; sokak infazlarının hızla arttığı, tutuklamaların kitleselleştirildiği; faşist Evren anayasasının bile rafa kaldırılarak devletin yasa tanımaz bir platformdan seçime müdahil olduğu, bütünü HDP’ye yönelmiş bu düşmanca ortamda yüzde 13,1 inanılmaz bir büyüklüktü. Bu nedenle yüzde 13,1 daha büyük zaferleri müjdeleyen bir zaferdir.

Bu böyle iken, bir süredir bölücü devletin ağzında sakız olan Duran Kalkan’ın HDP’ye yönelik “ne başardınız ki silahları bırakmamızı istiyorsunuz” sözünün yanlış olduğunu söylemek de bence olanaksızdır. PKK’nin ikirciklenmeden silahları bırakmaya hazır olması hepimizin isteğidir elbette. Ama bunun koşullarının hazırlanması ancak sivil siyasetin başı çekeceği bir dizi çalışmanın başarısı üzerine oturabilir. Bu koşullar hazırlanmadan silahların bırakılması, akli dengesini bütünüyle kaybetmiş bir celladın elinin altındaki giyotine boynumuzu yatırmaktan başka bir anlama gelemez.

PKK hareketi en azından doksanlı yılların başından beri “silahları toprağa gömüp, üzerine beton dökme” eylemini gerçekleştirebilmek için “bir muhatap aradığını” söyleyip durmuştur. Bunun için dokuz on kez tek taraflı ateşkes ilan etmiştir. Bütün bu fırsatlar devlet tarafından “barış” perspektifiyle değerlendirilmemiş; tersine ondan “kafasını da giyotine yatırması” istemiyle son bulmuştur.

Sonuncu adım, bütün önceki benzerlerinden çok daha umut veren süslere sahipti.  Ama bir diktatörün iki dudağının arasından çıkan bir reddiye, her şeyi sildi attı.

Yaşananlardan çıkan derslere bakarak söyleyecek olursak, artık PKK uluslararası üçüncü göz ya da garantörlerin de sorumluluk üstlenmediği bir anlaşmaya katılmaz. Türkiye’nin yakın bir savaşa gebe olduğu; sadece Kuzey Kürdistan’ın değil Kürdistan’ın bütün parçalarının açık devlet şiddetini artık kesintisiz olarak yaşadığı; ülkenin büyük bir ekonomik kriz batağına doğru hızla yuvarlandığı; parlamenter alanda siyasetin bütünüyle tıkandığı; olağanüstü hallerin ve sıkıyönetim yasaklarının yeniden alana taşındığı bir dönemde; ve yolsuzluk-hırsızlık ve cinayetlerinin korkusuyla uykuları karabasana dönmüş bir kifayetsiz muhterisin, bir siyaset meczubunun Sultan olduğu bir ülkede halkların kendi özsavunma güçlerine sahip olmadan siyaset yürütebilmeleri mümkün değildir. Bütün bunların üzerine devlet destekli IŞİD cinayet örgütlerini ve devlet gücüyle sokaklarda geliştirilen “ötekilere karşı linç” kültürünü de eklersek, sadece Kürtler için değil, muhalif bütün siyasal akımlar için, örgütlenme ve özsavunma donanımı ve araçlarına sahip olmanın büyük önemi açığa çıkar.

HDP’nin başarılarını gayet iyi bilen ve değer veren sayın Duran Kalkan’ın bu alana ilişkin uyarısı bence de doğru ve haklıdır: Güvenceleri olmadan Kürt halkından tek güvencesi olan “silahlarını bırakması” istemi, gerçekleşme şansı olmayan bir siyasi talep olarak kalmaya mahkumdur. Ama mevcut siyaset rollerin hareket alanlarının sınırları da bu tür söylemlere kaynaklık yapabilir ve bu doğru algılanmalı, doğru yanıtlanmalıdır. Silahsızlanma istemlerine yönelik PKK’nin açıklayıcı, somut önerileri ve istemleri (tekrar bile olsa bıkmadan yinelenerek) HDP’nin başarılarını tartışma konusu yapan bir söylem yerine, ondan beklenen somutun tanımıyla yapılsaydı, sanırım daha anlaşılabilir bir diyalog ile kitleler cesaretlendirilmiş olurdu.