Home , Köşe Yazıları , Özden Çiçek | Müzik Tarihinde Kadın Besteciler -2-

Özden Çiçek | Müzik Tarihinde Kadın Besteciler -2-

KÖŞE YAZISI | 13.02.2020 | Müzik Tarihinde Kadın Besteciler -2- Özden Çiçek

19.yüzyıl Avrupa`sında ‘sanat yaratıcılığının erkeklere mahsus’olduğu düşüncesi Osmanlı döneminden başlayıp günümüz Türkiye`sine kadar  hangi aşamalardan geçtiği ve de toplumsal koşul gerçeğinden hareketle  kadın bestecilerin konumu hakkında kaynaklar ışığında cevaplar bulmaya çalışalım. Tahmin edileceği gibi adlarına müzik kaynaklarında sık rastlamasak da sadece sultanların haremlerinde çalıp söyleyen yetenekli amatörlerden ibaret olmayan kadın müzisyenler, kısıtlı imkanlarla eğitim almalarının yanı sıra esasta kadınlık ve analık rolünü aksatmamaları halinde toplumsal/kamusal hayatın içinde yer alabildiler. Yazılı kaynakların sınırlı olmasının dışında patriyarkal toplum tarafından baskıya uğrayan  kadınların, hayat öyküleri ve eserlerinin izini sürmek elbette kolay değildir.

Toplumların birbiriyle kıyası elbette doğru olmadığı gibi bize objektif açılımlar sunmayacağı da aşikardır. Toplumlararası sanat ürünlerini değerlendirirken kendi iç dinamikleriyle ortaya çıkan ürünler ışığında ele alınmalıdır. Turhan Taşan`ın ‘Kadın Besteciler’ adlı eserinde belirlemesine göre 17. yüzyıl  Osmanlı döneminden bugüne değin yüz altmış kadın besteciden söz edilir, ancak kimilerinin hayat hikaye ve eserleri konusunda bilgi oldukça sınırlıdır. Üstelik adı geçen kadın besteciler toplumsal cinsiyete bağlı olarak kültürel, sosyal ve dini koşullardan kaynaklı değil müzik üretmek, kadın olarak var olmanın mücadelesi ile geçen süreçlerden ille de söz etmek gerekir. Dünya konjonktüründe feminizm dalgası bir biçimiyle Osmanlı`nın batılılaşma süreci içersinde daha bir kendisini gösterirken, ilerleyen zaman içersinde daha da belirgin bir hale gelmiştir.

Tanzimat Fermanı(1839) ve Islahat Fermanı(1856) ile toplumsal yaşamda kimi değişikliklerle birlikte kadının statüsünde de bazı değişiklikleri oluşturmaya başladı. En başta kadının eğitim alma hakkına ulaşması önemli bir gelişme olarak kayda geçer, böylelikle sanat ve toplumsal hayata dair yer bulma çabası daha bir görülür olacaktır. Dönemin yazar ve aydınları bu gelişmeyi desteklerken, toplumsal hayata indirgenmesi kolay olmayacaktır. Ancak kadının eğitim alması yönünde destekleyici tavrın özünü, devlete faydalı bireyler yetiştiren anne olması amacı güdülmüştür.

1859`da kızlar ortaokul eğitimine (Rüşdiyeler), 1880 yılında da lise eğitimine(İdadiler) ulaşabiliyorlar. Ancak lise eğitimi uzun süre İstanbul dışında sağlanamadığını belirtmek gerekiyor. Yine bugünkü adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi`ne 1914 yılında itibaren kadınlar  Sanayi-i Nefise Mektebi`nde müzik eğitimine dahil olmaya başlamışlardır.

Sosyal, siyasal ve kültürel anlamda genel bir panoramanın ardından Osmanlı döneminden günümüze değin müzik atlasına geçmek gerekiyor. Öncelikle farklı kültür ve medeniyetlerin geçtiği Anadolu coğrafyasında Osmanlı saray müziği/geleneksel sanat müziği; Ortadoğu coğrafyasından Bizans dönemine kadar uzanan makamların buluştuğu ve birleştiği bir tür olarak karşımıza çıkar. Hatta batı ve doğudan gelen sanat ve müzik insanlarının buluştuğu bir yer haline gelen İstabul`un ayrı bir önemi vardır. Diğer yandan İslam gelenekleri, kadın ve erkeğin bulunduğu mekanları mutlak surette ayırdığı için 19. yüzyıla kadar dünyada ve Osmanlı`da kadın ve erkeğin dünyası birbirine oldukça mesafelidir. İslam geleneğinde kadın; mahremiyet ve özelde yer alırken, erkek ise kamusal alan ve dış dünya ile içli dışlıdır, tıpkı Clara Zetkin`in tarif ettiği gibi; kadının tek dünyası evi iken, erkeğin evi ise dünyadır. Bu nedenle Osmanlı`da şarkı söyleyebilenler gayrımüslim kadınlar olduğu bilinir, ancak 19. yüzyıl itibariyle kadının sanat ve özelde müzisyen kimliğiyle toplumsal hayatta yer edinmesi epey bir mücadeleyi gerektirecektir. Osmanlı`da müzik eğitimi 2. Murat döneminde yani 15. yüzyıldan itibaren saray okulu olan Enderun-ı Hümayun ve 1830`ların başında saray müzik okulu olan Mızıka-yı Hümayun olarak kayda geçer. Yine sarayda Harem-i Hümayun`da ise kadınlara mahsus müzik eğitimi verilirdi. Müzik dersleri saraydaki öğretmenlerin yanı sıra dışardan gelen öğretmenler de mevcuttu. 19. yüzyılın başından itibaren batılılaşma ve yenilenme hareketlerinin sonucu olarak müzik eğitiminde de çeşitli değişikliklere gidildi. İlk olarak 1826`da Mızıka-i Hümayun ile resmi anlamda ilk orkestra kurulurken daha sonra da Askeri Mızıka Bandosu onu takip eder. Bu sayede batı menşeili sanat türlerinden opera, operet, orkestra ve tiyatro  alanında eserler azar azar sergilenmeye başlar.

Osmanlı dönemi bestecilerinden Reftar Kalfa’nın 1648-1687 yılları arasında yaşamış olacağı  belirtilirken, günümüze ulaşan belgelerde Reftar Kalfa’nın tanbur çaldığı öne sürülmektedir. Reftar Kalfa`dan sonra Dilhayat Kalfa ise 1700`lü yıllarda yaşadığı tahmin edilmekle birlikte  günümüze ulaşan besteleri ise geleneksel sanat müziğine teknik ve estetik açıdan önemli katkılar sunduğu  belirtilir. Yine Abdülmecid döneminde Saray-ı Hümayun`da piyano öğretmenliği yapan kadın müzisyen Dürri-i Nigar aynı zamanda Saray Kadınlar Orkestrası`nda birinci keman olduğu belirtilir. Bu dönemde müzik eğitimi alan Leyla Saz(1850-1936)  kendi anılarını anlattığı kitabında bu dönemde kurulan Harem-i Hümayun Bandosu`ndan da söz eder. Osmanlı padişahlarının çocukları içersinde de müzik eğitimi alanlara rastlıyoruz. Hatta ismi geçen kimi kadın müzisyenlerin sarayın olanakları sayesinde yurtdışında müzik eğitimi alabilmişlerdir. Bunlardan bazıları 2. Abdulhamid`ın kızı Ayşe Sultan Osmanoğlu(1887-1960) klasik müzik eğitimi almasıyla birlikte 12 yaşından itibaren beste yapmaya başladığı söylenir. 4. Murat`ın kızı Hadice Sultan(1870-1938) ise askeri marşların dışında valsler bestelemiştir. Fehime Sultan(1875-1929) da 4. Murat`ın bir başka kızıdır o da piyano eserleri veren bir bestecidir. Piyano eserlerini dışında tango, zeybek, marş ve şarkılar besteleyen Neveser Kökdeş(1904-1962) dönemin önemli kadın bestecilerden biri olarak kayda geçerken, Nazife Güran(1921-1993) ise Yahya Kemal ve Ahmet Haşim gibi şairlerin şiirlerini bestelemiş, teksesli ve çoksesli ses eserleri, piyano  için de eserler kaleme almış önemli bir bestecidir.

1917 yılından itibaren bugünkü adı  İstanbul Belediyesi Devlet Konservatuvarı olan Dârülelhan `da geleneksel tiyatronun yanı sıra Türk müziği alanında kadın ve erkekler ayrı ayrı müzik eğitimi almaya başlarlar. Zamanla ders müfredatında enstrüman eğitimi, armoni gibi derslerle geliştirilir, bu dönemden itibaren enstrüman eğitimi veren kadın öğretmenlerin adları duyulmaya başlar: Udi Hayriye Örs, kanuni Muazzez Yurcu, kemani Kevser,… ders verenlerden bazılarıdır.

1923 yılında Cumhuriyet`in ilanıyla birlikte eğitim alanında yapılan değişikliklere bağlı olarak  eğitimin birleştirilmesi(Tevhid-i Tedrisat)  ile bugünkü adıyla Ankara Devlet Konservatuvarı olan Musik-i Muallim Mektebi(1924) açılır. Okulun ilk eğitim  ve öğretim yılında kız öğrencilerle birlikte kayıtlı öğrenci sayısının yetmiş olduğu bildirilir. Yine ulus devlet yapılanması sürecinde müzikte ulusal birliği oluşturmak gerekçesiyle, geleneksel sanat müziğine karşı gösterilen mesafe ve hatta radyolarda yasaklı olduğu dönemleri hatırlayacak olursak; diğer konularda olduğu gibi sanatta da batılaşma çabaları nedeniyle klasik batı müziğinin eğitim müziği olması yönünde kesin bir karar vardır. Dönemin bestecileri kimi eserlerini halk müziğinin olanaklarını kullanılarak yazmışlardır. Cumhuriyet dönemi demişken yine Mustafa Kemal`in söylev ve demeçlerinde kadının eğitimi konusunda erkekle eşit olması gerektiğini söyler, hatta kadınların toplumda görevini iyi yapabilmesi için çok sağlam bilgilerle donanıp, faziletli olmalıdır, eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorsa erkekten daha çok bilgili olması gerekir, görüşündedir. Cumhuriyet döneminde kadın, bir biçimiyle aile metaforu içersinde bir ulusun ifadesi olarak duruyor. Bu anlamıyla ulus devlet yaratma çabası içerisinde kadının eğitim alması ve meslek  sahibi olmasının dışında, kadınlık ve analık görevini en önemli görev olarak bahşediliyor!

Saray ve çevresinde şekillenen geleneksel sanat müziğinin gelişimi yine sarayda yürütülen eğitimden kaynaklandığını söylemek gerekiyor. Yazıya konu olması nedeniyle klasik batı müziği disiplininde eğitim alan kadın müzisyenlerden söz edildiği için, sarayın dışında özellikle Anadolu`da aşıklık geleneği içerisinde eserler sunan az da olsa Şerife Soykan, Dudu Karabıyık… gibi kadın aşıkların da var olduğunu şimdilik  bir cümle ile geçelim.

20.yüzyıla kadar saray ve çevresindeki kadın müzisyenler bestecilikten daha çok icracılığa yönelmişlerdir. Yazının en başında da söylendiği gibi yaratıcılık mitininerkeklere mahsusolduğu fikri hakimiyetini korumasının yanında, kültürel ve dini tutum nedeniyle kadının toplumsal hayata katılmasını zaten güç kılacaktır. Yine kadın müzisyenlere dair en bilindik kaynakların başında duvarları süsleyen minyatürler gelir. Tef, ney, kanun,tambur… gibi enstrümanları icra eden kadın görüntülerinin dışında, eğlence ortamlarında dans edip, şarkı söyleyen  kadın resimlerine fazlasıyla rastlarız. Cumhuriyet`in ilerleyen dönemlerinden itibaren kadın müzisyenler gerek enstrüman icrası ve gerekse bestecilik anlamında gelişme kaydetmiştir.  Klasik batı müziği eğitimi almış yakın dönem kimi bestecilerin adından söz edecek olursak; Sıdıka Özdil(1960-), Perihan Önder-Ridder(1960-) , Nihan Atlığ(1960-), İpek Mine Sonakın(1966-), Ayşe Tütüncü(1960-), Ayşe Önder(1973-)- Zeynep Gedizlioğlu(1977-)… sıralanabilinir.

Enstrüman eğitimini tamamlamış epeyce kadın virtüöz olduğunu biliyoruz, yazının amacı özellikle bestecilik alanında kadın külliyatından söz etmektir. Diğer yandan Ayla Erduran, Suna Kan, İdil Biret gibi önemli icracıları tabii ki es geçmiyoruz. Yine orkestralarda ilk kadın başkemancı ise Gülden Turalı(1936-2002)`nın ismine rastlıyoruz.  Halihazırda Türkiye genelinde on civarında bestecilik eğitimi veren eğitim kurumlarında, kadın öğrenci sayısı yeterli düzeyde değildir. Buna paralel şeflik eğitimi alan kadın sayısı ise  daha da azdır. İlk kadın orkestra şefi İnci Özdil(1960-) en son olarak Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası`nı yönetmiştir. Güncel bilgi olması açısından İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası`nda  kadın enstrümanist sayısı orkestra üye sayısının hemen hemen yarısını oluşturuyor. Bu  da özellikle enstrüman icrasında kadınların ilgi ve çaba gösterdiklerinin bir sonucu olarak kayda geçilmelidir. Geleneksel halk müziğinde de fark edildiği üzere ileri düzeyde saz/bağlama çalabilen kadın müzisyenler azımsanmayacak sayıdadır.

Gecikmeli de olsa toplumsal cinsiyet temasıyla birlikte sanat üretiminde kadın sorunu üzerine bilimsel çalışma, makale ve  tezlerin olduğunu biliyoruz. Konu bağlamında; Turhan Taşan`ın ‘Kadın Besteciler’ (Pan Yayıncılık/2000) isimli kitabının yanı sıra Selen Gülün`ün derlediği ‘Türkiye`de Kadın Ve Müzik’ (İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları/2019) adlı iki önemli kaynak kitap öne çıkıyor. Yine içinde müzik olmasa da Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı (1990) ve de  internet kaynağı açısından İstanbul Kadın Müzesi(2012) bilgi ve arşiv kaynağı olarak görev yapmaktalar. Ayrıca böylesine derinlikli  bir konuyu bir kaç sayfaya sığdırmak elbette mümkün değil, genel bilgiler sayesinde kadının sanat/müzik tarihinine yeniden bakabilme düşüncesiyle hazırlanmış bir yazı olduğunu belirtelim.

Görüldüğü gibi kadın müzisyenlerin tarihi, çok yakın denilebilecek bir zaman dilimini kapsayan  yüz yıl öncesinde eğitim hakkının elde edilmesiyle başlıyor. Türkiye toplumunda da  bırakın sanat üretimini, kadının adı yeni yeni tarih sahnesinde yerini alıyor. Bilindiği üzere sanat üretimi de dahil yapılan tüm işler, zihinsel ya da biyolojik sebep olmaktan öte; aksine toplumsal cinsiyetin üretttiği sebepler nedeniyle engellendiği bilinen bir gerçektir. O nedenle bugün bile kadının sanat/müzik alanında üretimlerde bulunabilmesi öncelikle, eğitim hakkı başta olmak üzere toplumsal hayata katılımını  engelleyen her türlü baskıya karşı çıkmasıyla mümkün görünüyor.

Özellikle İslami gelenek ve kültürü içinde yaşayan  kadınlar, toplumsal hayatın görünmeyenleri oldukları gibi, üreme potansiyelinin dışında erkeklere yardım etmek ve onları desteklemek en birinci görevleri olmuştur, hatta bu görevler büyük oranda güncelliğini korumaktadır. Kadına yüklenen bu görevler o`nun kendi değer ve yeteneklerinin farkına varmalarını epey geciktirmiştir. Artık toplumsal hayata gecikmemek gerektiğini kavrayıp, bunun için mücadele yürüten kadınların var olduğu ve hatta görünür olduklarını biliyoruz. Türkiye toplumunda sanat/müzik üretiminde her gün yeni yeni isimlere rastlıyor olmamız hayatı daha da güzelleştirip, derinleştirecektir. Özgür yaşam temennisiyle, çaba ve çalışmaya devam!..

Özden Çiçek

02.02.2020/ Hannover