Home , Haberler , ATİK Konseyinden Avrupa’daki Politik Durum Değerlendirmesi

ATİK Konseyinden Avrupa’daki Politik Durum Değerlendirmesi

Avrupa’da Politik Durum ve Toplumsal Mücadele

Avrupa’daki gelişmeler, dünyadaki gelişmelerle, işçi sınıfına ve emekçilere yönelik yeni tedbirler ve hak gasplarıyla bütünlüklü ele almak gerekiyor. Avrupa burjuvazisi, içinde bulunduğu krizi aşmak için geliştirdiği yeni paketlerle; fakirlerle zenginler arasındaki makasın açısını giderek genişletmektedir. Bununla bütünlüklü olarak, militarizm hat safhaya ulaşmakta, ırkçılık büyümekte, işçi sınıfı içinde böl parçala politikası yaygınlaştırılmakta, karşı çıkan devrimci güçlere yönelik cezaevinin yolları açılmakta, kitlesel işsizlik ve işçi ücretlerinin sabitleştirilmesi için yeni önlemler alınmaktadır. Tüm bu önlemler derinleşen krizi atlatmak veya ötelemek üzere yapılan hamlelerdir.

Çalışanların durumu her geçen gün daha da kötüleşmektedir

Avrupa’da geçimini çalışarak sürdüren ve iş gücünü pazarlamaktan başka bir geliri olmayanlar her gün daha da fakirlik sınırına yakınlaşmaktadırlar. Milyonlarca insan mevcut çalışma süresinin çok üstünde çalışmasına rağmen, aldığı ücretle geçimini sağlayamamaktadır. Avrupa Yoksullukla Mücadele Ağı’nın yayınladığı rapora göre 2019 yılında AB vatandaşlarının yüzde 22,5’i yoksulluk sınırında yaşamaktadır. Aynı araştırmaya göre Avrupa’da çalışanların yüzde 9,6’sı yoksulluk sınırında yaşamını sürdürmektedir. Yani 32 milyon işçi en zor koşullarda ve kötü şartlarda çalışmasına rağmen, yoksulluk sınırında hayatını sürdürmektedir.

Tüm Avrupa ülkelerinde 1970’lerde başlayan taşeronlaşma, yani kiralık işçilik günümüzün modern köleliği olarak devam etmektedir. Özellikle krizlerin derinleşmesi sürecinde ilk başvurulan emek gücünün ucuza getirilmesi politikaları özelde kiralık işçilik geliştirilerek yapılmaktadır. Sadece Almanya’da bir milyon düzeyinde insan kiralık işçi olarak çalışırken, 6 milyona yakın işçi ise kısa süreli iş olan “minijob” olarak çalışmaktadır. Sömürünün en azgın şekilde sürdürüldüğü bu alanlarda milyonlarca insan çalışmasına ve mevcut yasal çalışma saatlerinin kat be kat üzerinde çalışmalarına rağmen geçimlerini sağlayamamaktadırlar. Özellikle, 2008’de yüzeye vuran mali krizle birlikte bu çalışma alanlarına ilişkin yapılan değişikliklerle birlikte çalışanların durumu daha kötüleştirildi.

Diğer önemli bir gelişme de çalışma sürelerinin yükseltilmesi meselesidir. Avrupa’nın birçok ülkelerinde günlük çalışma sürelerinin yükseltilmesi için tekeller tarafından yoğun mesailer harcanmaktadır. Özellikle Avusturya’da FPÖ-ÖVP hükümeti döneminde günlük çalışma süresi esnekleştirilip 12 saate çıkarılmasıyla birlikte, tüm Avrupa’da aynı minvalde tartışmalar veya yasal öneriler sürmektedir. Avrupa’nın bütün ülkelerinde ulusal parlamentolarına faşist ve gerici partilerin yüksek oylar alarak seçilmeleri ve kimisinde ise koalisyon ortağı olmaları düşünüldüğünde bunun yasallaşmasının çok ta zor olmayacağı kendisini göstermektedir. Bununla bütünlüklü olarak ücret eşitsizliğindeki açı da giderek açılmaktadır. Özelde de kadın işçilerin erkeklere göre daha az ücret alması ve de kısa süreli çalışma alanlarında yoğunluklu olarak kadınların çalışması ve bunların çoğunluğunun da göçmen kadınlardan oluşması buradaki sömürüyü daha katmerleştirmektedir.

Ayrıca yoğun tartışma konularından birisi de emeklilik yaşının yükseltilmesi meselesidir. Avrupa ülkelerinde insanların uzun yaşadığı üzerine çeşitli sermaye gruplarının arkasında olan araştırmalar peş peşe kamuoyuna peşkeş çekilerek, emeklilik yaşının yükseltilmesi gerektiğinden dem vurmaktadırlar. Daha önceki yıllarda kadınlarda 55, erkeklerde 60 olan ortalama emeklilik yaşı, peyder pey yükseltilerek bugün tüm Avrupa ülkelerinde ortalama kadınlarda 65, erkeklerde 67 civarındadır. Bu da yetmezcesine birçok ülkede emeklilik yaşının 70’e çıkarılması ve emeklilik ödeneklerinin düşürülmesi ve emeklilik ücretlerindeki sosyal sigortalar primlerinin yükseltilmesi tartışması yürütülmektedir. Bunun günümüzdeki aktüel hali Fransa’dadır. Mevcut hükümetin emeklilik yaşı ve ödeneklerinin yeniden düzenlemesi girişiminde milyonların etkileneceği kaygısıyla insanlar sokaklara dökülerek, bu projeye karşı mücadele etmektedirler.

Bunlarla beraber giderek yükselen ve Avrupa’yı saran işten çıkarmalar söz konusudur. Özelde otomotiv sanayisi ve yan sanayide yoğun işten çıkartmalar söz konusu olacaktır. Kapitalist sistem, petrole bağımlı akar yakıttan kurtulmak için laboratuvarlarda yürüttükleri deneyler son yıllarda sonuçlandı ve özelde bu sektörde elektrikle çalışan motorların üretilmesinde yoğunlaşacaklarını gündeme getirdi. Bütün şirketleri elektrikle çalışacak araba üretimi için fabrikalarının üretimini değiştireceklerini ve bununla da yeni bir üretim sistemine geçeceklerini beyan ettiler. Bunun sonucu olarak, az işçiyle çok üretmek, üretimde yeni teknolojiyi hayata geçirme ve bundan kaynaklı da tüm araba sanayisinde işten çıkarmaların olacağı tartışılmaktadır. Sadece araba sanayisi değil, aynı zamanda bu fabrikaların tedarikçileri olan şirketlerde de işten çıkarmalarda yoğunlaşacaklarını beyan etmektedirler. Bununla da milyonlarca işçi yeniden işsiz kalması söz konusudur.

Göçmenlerin durumu daha da ağırlaşmaktadır

Avrupa’da yaşayan göçmenlerin durumu daha da ağırlaşmaktadır. Mevcut sistem, kendi varlığını sürdürmek ve yukarıda bahsini ettiğimiz programlarını hayata geçirmek için kitleler içinde ırkçılığı ve milliyetçiliği kızıştırmaktadır. Siyasette “böl-parçala-yönet” denilen bu proje yerli ve göçmen işçiler üzerinde sürdürülmektedir. Avrupa’da 1990’larda başlayarak, göçmenlere yönelik yasalar göçmenlerin aleyhine sürekli yeniden düzenlenmektedir. Özelde de mülteci göçün önünün alınması propagandasıyla, iltica yasalarında yapılan değişikliklerle birlikte, göçmen mültecilere karşı adeta cadı avı sürdürülmektedir.

Toplum içinde ırkçı ve milliyetçi hislerin güçlendirilmesi projelerine bağlı olarak, Avrupa’da ırkçı ve faşist parti ve örgütler giderek güç kazanmaktadır. Gerek Avrupa parlamentosu seçimlerinde ve gerekse de ulusal parlamento seçimlerinde faşist ve sağcı partilerin altıkları aşırı oylar bunun önemli göstergelerindendir. Gene aynı şekilde faşist Nazi çetelerinin yayınladıkları ölüm listeleri ve tehditleri öldürmelere kadar gitmektedir. Bir çok ülkede yeraltı faşist Nazi çetelerinin örgütlenmesi, bunların çeşitli ülkelerde eğitim kamplarında gördükleri silahlı eğitimler ve bunun sonucunda gerçekleştirdikleri saldırıların bir çoğu öldürmekle sonuçlanmıştır.  Almanya Halle’deki Sinagoga yönelik ve Kasel’deki bir politikacının öldürülmesi bunun birer örneğidir. Özellikle göçmen karşıtlığı üzerinden örgütlenen bu hareketler, polisin aldığı yoğun güvenlik önlemleriyle yürüyüşler, mitingler yapmakta ve buralarda halkların birlikte yaşam taleplerinin altını dinamitlemektedirler. Bir çok ülkede/şehirde göçmeneler yönelik saldırılar artık günlük yaşamın bir parçası durumuna gelmiştir.

Kapitalist emperyalist sistem bir taraftan ırkçı ve faşist hareketlerin güçlenmesini sağlarken, diğer taraftan çıkarılan yeni yasalarla göçmenlerin Avrupa’da yaşam koşulları daha da ağırlaştırılmaktadır. Bunun esas nedeni de yerli ve göçmenlerin arasındaki beraberliği ve ortak mücadelesini engellemektir. Faşistlerin işletmelerde yürüttükleri faaliyetlerinin varlığı, oralarda yürüttükleri çalışmaların sonucunda işçi temsilcileri olmalarına kadara varan sonuç, özelde de işini ve yüksek ücretini kaybetmeme pahasına aristokrat işçiler içinde başarı elde etmelerini birlikte getirmektedirler. İşletmeler içinde bunların yaptıkları tek çalışma, göçmen işçileri teşhir üzerinden, beraberliği baltalamaktır.

Avrupa burjuvazisi temel haklara saldırmaktadır

Avrupa Emperyalist güçleri kazanılmış temel hak ve özgürlüklere saldırıların yoğunlaştırmaktadırlar. Bir yandan uzun mücadele sonucu elde edilen hak ve özgürlükler birer birer işçi sınıfının elinde alınırken, diğer taraftan da yeni yasal düzenlemelerle militarizm geliştirilmektedir. Bunu da bir taraftan ülkeler içinde yeni yasal düzenlemelerle gerçekleştirirken, diğer taraftan da başta Ortadoğu’da olmak üzere emperyalist saldırganlığı geliştirmektedir. Kısacası dışarıda emperyalist saldırganlık, içeride militarizm geliştirilmektedir.

Bu yönelimin sonucu olarak; tüm Avrupa ülkelerinde, polis ve güvenlik güçlerine verilen yetkiler genişletilmiş, istihbarat örgütlerinin kapsam alanları genişletilmiş, Ülke içinde gelişecek toplumsal hareketlere karşı askerlere müdahale yetkisi verilmiş, kitlelerin demokratik taleplerini dile getirmek için düzenledikleri miting ve yürüyüş hakları kısıtlanmıştır.

Tüm bunlarla birlikte özellikle de göçmen devrimcilere ve ilericilerin, geldikleri ülkelerdeki toplumsal muhalefete verdikleri destekleri ‘terörizm’ kapsamında değerlendirerek, ağır cezalara çarptırılmasının koşulları yaratılmaktadır. Başta Türkiye ve Kürdistanlı devrimci ilericiler olmak üzere, bir çok ülkede bu yasalardan kaynaklı devrimciler yargılanmakta, yürüyüş ve mitingler yasaklanmakta ve örgütlere yasaklar getirilmektedir. Almanya’da Münih’te arkadaşlarımıza yönelik süren dava, aynı şekilde Almanya’da Kürt özgürlük hareketi ve diğer devrimcilere yönelik göz altı ve tutuklama terörü bunun bir parçasıdır. Bu siyaset Avrupa ülkelerinin tümünde nüans farklılığı olsa da sürmektedir.

Sistem kendisini reorganize etmektedir

Tüm bu gelişmeler Avrupa ülkelerinin kendilerini yeniden reorganize etme, kendilerini sürekli ve yeniden örgütleme politikasının bir sonucudur. Özellikle sistemin içinde bulunduğu mali kriz, giderek siyasal bir krize dönüşmesinin engellenmesi ve sistemin yönetemez duruma gelmesinin önlemlerini almak içindir tüm bu projeler. Kapitalist emperyalist sistem sonunun yaklaştığını ve mevcut siyasetle ömrünü sürdürmede zorlandığından dolayı bu önlemleri almaktadır. Tabi ki esas olanda siyasi olarak bir tıkanmanın varlığı ve pazarların yeniden paylaşılması yöneliminin var olmasıdır aynı zamanda.

Sistemin kendisini reorganize etme hamlesi teknolojik alanda da yoğunlaşmaktadır. Kapitalist yeniden üretim tarzı olarak, “endüstri 4.0” bunun bir parçasıdır. Birçok alanda akıllı zekanın geliştirilmesi, robotların üretim alanlarında yoğunlaştırılması, otomatik üretim bantlarının geliştirilmesi, kısacası az işçi emeği, çok robot emeği olarak adlandıracağımız bu süreç, kapitalizmin kurtuluşu olarak lanse edilmektedir. Tabi ki bizler sanayi dalında ve her alanda teknolojinin geliştirilmesine karşı değiliz, fakat bu teknolojik gelişimle kol emeğine duyulan ihtiyaç azalacaksa, o zaman çalışma saatlerinin de düşürülmesi zorunludur. Bundan dolayı da ATİK olarak uzun zamandır savunduğumuz ve dünyanın birçok ülkesinde işçi hareketlerinin savunduğu “tam ücret karşılığında, günlük 6 saatlik çalışma süresi” bir kez daha önemini bize kavratmaktadır.

Burjuvazinin önemli saldırılarından birisi de onun mezar kazıyıcısı olan Komünizme yönelik saldırılarıdır. Uzun yıllardır Komünizm teşhiri, Komünist ustaların teşhiri olarak süren siyaset, artık Komünizm ile faşizmi aynı kefeye koyan yönelimlerle taçlandırılmaktadır. Kısa süre önce Avrupa Parlamentosunda Komünizm ile faşizmi aynılaştıran ve bundan dolayı da karşıt mücadele edilmesinin önünü açan yasanın geçmesi bunun göstergesidir. Sistem yoğun bir şekilde anti Komünizmi yaygınlaştırmaktadır dersek sanırız abartmış olmayız.

Toplumsal muhalefet ve güncel görevlerimiz

Tabi ki kapitalist emperyalist sistemin saldırılarına karşı toplumsal muhalefet de güçlenerek gelişmektedir. Dünyanın birçok ülkesinde; Şili, Arjantin’den Irak ve İran’a kadar kitlesel direnişler yaygınlaşarak sürmektedir. Toplumsal muhalefetin dipteki mayalanması, yavaşta olsa yüzeye vurmaktadır. Birçok ülkede kendiliğinden gelişen bu hareket, Avrupa kıtasında da söz konusudur. Fransa’da bir yılı aşkındır süren sarı yelekliler hareketi, mevcut hükümetin emeklilik yasalarına karşı kitlesel işçi grevleri ve işgallere yerini bırakmıştır. Milyonlarca insan birçok şehirde sokağa çıkmakta, kitlesel işgaller yapmakta ve bir kaç kez genel grevler yaparak ülkeyi felce çevirmiştir.

Benzer eylemler, Avusturya’da FPÖ iktidarına karşı her hafta perşembe günü kitlesel yürüyüşlerle, hükümetin düşürülmesine kadar gitmişti. Keza Polonya’da ırkçı ve faşist partilerden oluşan hükümetin yeni yargı paketine karşı geliştirdiği sokak eylemleri, işçi ve emekçilerin sokak hareketiyle birleşmesini getirmiştir. Aynı şekilde 2018 Ekim’inde Berlin’de 250 bin insanın bir araya gelerek, hükümeti protesto etmesi ve çeşitli eyaletlerde yeni çıkarılan polis teşkilat yasalarını kınayan kitlesel yürüyüşlerin düzenlenmesi direnişin mayalandığının bir göstergesidir.

Ayrıca kadın hareketi içerisinde başta eşit işe eşit ücret talebinin yanı sıra, görünmeyen emeğin görünür kılınması, kadına yönelik ayrımcı politikalara son verilmesi için yoğun kitlesel eylemler Avrupa’da gelişmektedir. Haziran’da İsviçre’de kadınların bu taleplerle geliştirdikleri genel grev, tüm ülkelere yayılarak sürdürüldü. Aynı şekilde 25 Kasım’da kadına yönelik şiddetin kınanmasında birçok ülkede kitlesel eylemlerin geliştirilmesi ve Fransa’da 250 bin kadının yürümesi önemli bir başarıdır.

Geleceğin öncüsü olan gençlik içinde de mücadele büyümektedir. Bir dönem kitlesel olarak süren öğrencilerin sokak eylemleri ve okul işgalleri, artık yerini genç kuşakların iklim eylemleriyle geliştirilmektedir. Avrupa’nın birçok kentinde iklimin korunması için gençliğin önderliğinde süren eylemler yaygınlaşmakta ve kendisinde söz ettirmektedir. Aynı şekilde gençliğin, ırkçı ve faşist harekete karşı sokak eylemleri de sürmektedir.

Gelişen toplumsal mücadeleyi sistemin düzen içi çözümlerle sürmesinden dolayı kısa zamanda sönmesini de birlikte getirmektedir. Birçok ülkede süren kitlesel eylemler sonucunda, ya hükümetler istifa etmiş, yeni hükümetler kurulmuş, ya da taleplerin bir kısmı kabul edilerek, muhalefet susturulmaya çalışılmıştır. Diğer önemli bir hamle de, mevcut kitlesel hareketlerin sonucunda yeni siyasal oluşumlara gidilerek, bunlar üzerinde mevcut kitlesel eylemler sonlandırılmıştır.

Toplumsal muhalefetin düzen içine çekilerek, söndürülmesinin en önemli nedeni önderlikten yoksun olmasıdır. Kendiliğinden gelişen kitlesel hareketlere önderlik yapacak, onu doğru bir sınıf perspektifiyle ele alarak, toplumsal devinimle mayalayacak sübjektif gücün zayıf olması mevcut hareketin düzen içine çekilmesini birlikte getirmektedir. Bunun için toplumsal muhalefete önderlik yapacak subjektif gücün, gelecekte önemi daha da artacaktır. Aksisi kabarıp geri çekilen deniz dalgalarına benzeyecektir.

Biz bu işin neresindeyiz ve ne yapmalı?

Tüm bu değerlendirmenin sonucunda, toplumsal muhalefetin önemli bir bölüğü olan bizlerin bu işin neresinde olduğumuz sorusunu kendi kendimize sorup cevap aramamız gerekiyor. Bu soruyu ATİK ve bağlı tüm örgütlenmelerimiz üstten aşağıya doğru kendisine sorarken, aynı zamanda tüm üyelerimiz de kendilerine sormalıdır. Tabi ki esas belirleyici olan Genel Konseydir. Ve bununla bütünlüklü olarak, diğer örgütlülüklerimizdir.

Sormamız gereken birinci soru; Avrupa’da gelişen kitlesel eylemlerin içinde ne kadar yer alıyoruz? İkinci soru; bu eylemlerin önderliğini ne kadar yapmaya çalışıyoruz? Üçüncü soru; bu eylemlere göçmenlerin katılımı, yada yerli ve göçmenlerin ortak mücadelesini geliştirme perspektifini ne kadar uyguluyoruz? Dördüncü ve en önemlisi de; bu eylemler içinde kendimizi ve kitleyi ne kadar örgütleyebiliyoruz? sorusu olmalıdır. Genel olarak, tüm ülke federasyonlarımız, gençlik ve kadınlar örgütlerimiz, yerel dernek ve komite yöneticilerimiz tartışmayı bu sorular üzerinden yürütmelidir. Aksisi; günlük siyasal görev ve pratikten kopuk, sınıfın çıkarlarına hizmet etmeyen, göçmenlerin akademik, demokratik taleplerine yanıt olmayan soyut tartışmalar bizi geliştirmez/geliştirmeyecektir.

Yukarıda saydığımız sorulardan yola çıkararak pratik yönelimimizi, dönemsel kampanyalar ve günlük siyasal çalışmalarla, toplumsal muhalefetin talebiyle bütünlüklü ele almamız, kuşkusuz ki örgütlülüğümüzü geliştirecektir. Bizim içinde yer almadığımız ve de önderlik yapmaya çalışmadığımız, yada yerli işçi ve göçmen işçi sınıfının ortak mücadelesini geliştirmeye çalışmadığımız ve ortak düşmana karşı ortak mücadele perspektifinin propagandasını yapmadığımızda, toplumsal muhalefetin düzen içine çekilmesine bir nevi istemeyerek te olsa hizmet etmiş olacağız.

Bunun için, ATİK 22. Kongresinde stratejik yönelimimiz olarak kararlaştırdığımız, işçi sınıfı içinde örgütlenme perspektifi bugün önemi daha da açığa çıkmıştır. İş yeri örgütlenmesi ve sendikal çalışma olarak adlandırdığımız bu yönelim, kapitalist emperyalist sistemin sınıfa yönelik saldırılarının yoğunlaştığı bu dönemde bizim daha cüretli adımlar atmamızı gerektirmektedir. Bununla bütünlüklü olarak ne yapmalıya vereceğimiz en önemli yanıt, çalıştığımız tüm alanlarda/işletmemelerde örgütlenme, sendikalar içinde çalışma da yoğunlaşmak olmalıdır. Bunun içinde, çalıştığımız iş yerlerinde/işletmelerde örgütlenme esas olmalıdır. Sınıf kardeşlerimizle ortak mücadeleyi geliştirme, emek sömürüsüne karşı, işçilerin ortak mücadelesini geliştirmek ve sokak eylemlerinde bunu görünür kılmak olmalıdır.

Ne yapmalı sorusuna vereceğimiz önemli ikinci yanıt da; göçmenlere yönelik saldırılara, ırkçı ve ayrımcı politikalara karşı hayatın tüm alanlarında mücadele etmek, ortak mücadele alanları geliştirmek ve göçmenlerin taleplerini toplumsal muhalefetin talebiyle birleştirmek olmalıdır. Bunu yapmak içinde faaliyet yürüttüğümüz ülkede, şehirde, kasabalarda, semtte, mahallede ve yani tüm yaşam alanlarında, ırkçılığı teşhir etmek, bunun bir sistem politikası olduğunu ve buna karşı mücadelenin kapitalist emperyalist sisteme karşı mücadeleyle birlikte ele alınmasının propagandasını ve faaliyetini yürütmeliyiz.

Ne yapmalıya vereceğimiz üçüncü yanıt ise; kendi gündemimizi oluşturmak, bu gündemimizi toplumsal muhalefetin gündemiyle birleştirmek olmalıdır. Müslüm Elma’ya özgürlük kampanyasında gördük ki, biz kendi gündemimizi oluşturduğumuzda ve bu gündemde tüm örgüt olarak bir hareket edip yoğunlaştığımızda başarılar elde edebilmekteyiz. Ve bu pratik şunu gösterdi ki, bu kampanyayı biz bir çok yerli kurumunda gündemine dahil edebildik. Tabi ki bunu önümüzdeki dönem daha da geliştirmeliyiz. ATİK olarak; Avrupa’da gelişen ırkçılığa karşı başlattığımız kampanya noktada iyi değerlendirilmelidir. Bu kampanya bir taraftan kendi gündemimizde yoğunlaşmak iken, diğer taraftan da Avrupa’daki toplumsal muhalefetin de önemli gündemi haline getirmek ve ortak mücadele koşullarını yaratmak olmalıdır. Tabi ki bu zordur, emek ister, yoğunlaşmak ve ortak mücadeleye önem vermek ister. Ama bunda yoğunlaşacak, günlük siyasal çalışmanın bir parçası olarak ele alacak ve bunu bir örgütlülüğe dönüştürecek alanlar kazançlı çıkacaktır. Bunu yapamayacak alanlar ise, yani bu kampanyayı faaliyet yürüttüğü alandaki toplumsal muhalefetin gündemine dahil edip, onun bir parçası haline getirmeyecek örgütlülüklerimiz, yürütmek için yürütmüş olacaktır.

Sonuç yerine;

Avrupa burjuvazisinin saldırıları gelecek dönem daha da yoğunlaşacaktır. Buna karşı yerli ve göçmen örgütleri olarak, karşı mücadeleyi geliştirmek için ortak örgütlenmede daha da yoğunlaşmak anın önemli görevidir. Örgütlü olduğumuz tüm alanlarda, örgütsel sorun ve sıkıntılarımızı aşarak, derlenip toparlanmalıyız. Bunun içinde siyasette ve pratik çalışmada yoğunlaşmak, günlük siyasi görev ve sorumluklarda derinleşmek, kitleler içinde örgütlenerek, hareketimizi geniş yığınların örgütü haline getirmek olmazsa olmazımızdır. Bu perspektifle; kuruluşumuzdaki o deha haykırış olan; “BİRLİK-MÜCADELE-ZAFER” sloganını daha gür ve görkemli haykırarak, onun gerekliliğini yerine getirmeyiz

 

Not: Bu yazı ATİK Genel Konseyi 3. Toplantı sonuçlarının Politik Gündem bölümünde alınmıştır