Anasayfa , Haberler , Ozan Garip Şahin’e

Ozan Garip Şahin’e

Ozan Garip Şahin’e

Garip,
Garip kimsesiz,
değil…
Garip zavallı,
Hayır değil…
O, doğduğu yerlerden uzak kalmak zorunda olduğu için gariptir.
Garip Şahin, bir itiraz, Garip Şahin bir isyandır.

Onunla ilk karşılaşmam 1984 yılında İsviçre’nin Basel derneğinde olmuştu. O dönem merkezin harcamalar konusunda kısıtlamaya gidilmesi yönünde kesin talimatı vardı ve konuyla ilgili genelgeler de bölgelere gönderilmişti. Fakat buradaki yoldaşlar tam tersi bir davranış içerisine girmiş ve hiç azımsanmayacak miktarda bir masrafa girmek istiyorlardı. Ben orada yeni olmamın verdiği tedirginlikle bu olumsuz durumun önüne nasıl geçileceği konusunda git – gel düşünceler içindeyken, Garip Şahin çayını alıp bulunduğum masaya gelip oturdu ve “bu arkadaşların niyeti ne olursa olsun yaptıkları merkezi yönetimin kararıyla çelişiyor ve buna müsade etmemeliyiz” dedi. Öncelikler konusu, tali ve esas ilişkisi, yerel ile merkez ilişkisini o kadar yalın bir dille anlattı ki, müdahale edildiği takdirde faaliyetin etkileneceğinden tedirgin olduğum karmaşık ilişkiler yumağı çok basit bir şekilde çözülmüş bana da özgüven kazandırmıştı. Anladım ki Garip Şahin, sadece devrimci sanat ile uğraşan değil, devrimci siyasette derinliği olan ve özellikle Kaypakkaya siyasetinin eğilmeyen bir savunucusudur aynı zamanda.

Bir süre sonra Paris’te karşılaştığımızda beni evine davet etti. Töre kasetinin hazırlığı içindeydi ve kayda aldıklarını dinletip fikrimi sorunca “çok az saz sesi var” dedim. Yüzüme baktı ve her halinden cevabımdan hayal kırıklığına uğradığı belli olan Garip, “tamam, biz, en iyisi rakı içelim” dedi. Tabi bundan sonraki bütün sorulara itinalı cevap versemde artık diline düşmüştüm. Bıyık altından gülüyor, beni kızdırıyordu. Bir ara kasetin kapağı için yaptığı resme gözü ilişti ama bir şey sormadı. Kaseti görenler bilir, kapak resminde İbrahim Kaypakkaya’nın resmi var ve kafasından ateş yükselir, bedeninden de lav gibi akar. Bu sefer muziplik sırası bendeydi; “Sanki İbo’nun beynini yakmışsın da eriyip akıyor” dedim. Bunu üzerine ciddileşti ve uzun uzun sanatsal anlayışımız ve faaliyetlerimiz üzerine eleştirel bir sohbet ettik.

Onun uzun bir süredir hastalık illetiyle savaştığını duymuştum. Ama onun inadını ve kararlığını biliyordum, öyle azraile papuç bırakacak biri değildi hani, hem daha çok işi vardı zaten, kitaplarını çıkaracak, şiirlerini ve türkülerini yoldaşlarıyla paylaşacaktı.
6 Mayıs günü saat 16 civarında genç bir yoldaşımdan gelen mesajda ”Garip Şahin bugün vefat etti” diye yazıyordu. Elimde herhangi bir nesne olsa tutabilmem mümkün değildi, kollarım önüme düştü, boş gözlerle doğaya baktım bir süre. Nasıl olur? Nasıl yapar böyle bir şeyi? Ne 6 Mayısmış böyle, lanet olsun… Ama o inadına 6 Mayıs demiş olmalı ki Azraili bile ters köşeye yatırmış, Deniz’lerin türküsünü seslendirir gibi koyulmuştu yola.

Garip Şahin buydu.! Güle güle yoldaşım, güle güle… Hatıran önünde saygı ile eğiliyorum.

Stuttgart’tan bir yoldaşın