Anasayfa , Köşe Yazıları , Öcalan, pratik-politik değeri olmayan görüşmelerden çekilmeli

Öcalan, pratik-politik değeri olmayan görüşmelerden çekilmeli

mustafa-peközDr. Mustafa Peköz |15-10-2013 | Öcalan, sürecin dışında kalacağını ve çekileceğini deklare etmelidir. Bundan sonraki sürecin muhatabı, hareketin politik ve örgütsel önderliğini yapan KCK Başkanlık Konseyi olmalıdır. Bu olmadan, devlet çözüme dair adımlar atmaz. Bu tarz bir politik karar, Öcalan’ın gücü ve inisiyatifini çok daha artıracaktır

AKP iktidarının ve İslamcılaşan devletin Kürt sorununa ilişkin temel yaklaşımının, Kemalist sistemin izlemiş olduğu politikalardan pek bir farkının olmadığını bilmeyen yok. Bugün atılmak zorunda kalınan bazı ‘küçük’ adımları, sistemin hangi politik kliği olursa olsun atacaktı. Kürt sorununun hepten yok sayan MHP de hükümet olsa, bazı adımlar atmak zorunda kalacaktır. Bu partilerin değil, devletin izlediği stratejiyle ilişkilidir. Sistemi bazı adımlara zorlayan da Kürt halkının büyük bedeller ödeyerek yarattığı mücadeledir.

Türk devletinin politik kimliği ve onu var eden temel ilkeleri, asmilasyon ve tasfiye stratejisi üzerinde şekilleniyor. Bu bakımdan devletin stratejik politikası değişmeden Kürterin ve diğer etnik grupların/halkların temel taleplerinin karşılanması son derece zordur. Bugünkü bölgesel ve iç politik dengelerin değişimi sağlanmadığı sürece AKP’nin izlemiş olduğu ve esasen çözümsüzlüğü esas alan politikasında temelde bir değişiklik olmayacağı da unutulmamadır.

Kürt Hareketi uzun yıllardır, sorunun müzakarelerle ve sistem içerisinde demokratikleşme süreci içinde çözümlenebileceğini belirtiyor. Barış eksenli bir politik dönüşümü esas alarak çözümün geliştirebileceğini sık sık vurguladı/vurguluyor. KCK’nin yayımlamış olduğu yeni deklarasyonda da bunu görmek mümkün.

Barış ve çözümde ısrar zafiyet olarak algılanıyor

Kürt Hareketinin barışta ve demokratik çözümde ısrarı, Türk devleti tarafından çok açık olarak ‘zayıf bir halka’ olarak görülüyor. Bu nedenle çözüme dair stratejik bir dönüşüme yönelmiyor. Geçmişten beri hükümetlerin Kürt Hareketiyle sürekli kapalı kapılar ardında yaptığı görüşmeler, araya konulan arabulucular ya da Oslo sürecinden beri doğrudan yapılan görüşmelerde  ortaya çıkan sonuç şu: Devlet, kendi stratejik planlarını uygulamak, özellikle Ortadoğu gibi bir ortamda, içerisinde bulunduğu bölgesel ve iç politik krizleri aşmak için Kürt hareketini oyalamayı ve kandırmayı esas aldı. Bu konuda hem ciddi bir tercübe edindikleri, hem de son derece başarılı oldukları anlaşılıyor.

Kürt Hareketi ise tersine, devletin izlediği politikalar çevresinde dönüp durdu, kendi stratejisini uygulamak yerine, devletin politik ve stratejik hiçbir sonuç vermeyen politikalarından sonuç alıcı çözümler bekledi. Öyle ki, devletin oyun oynadığı ve çözüm yerine tasfiyeyi dayattığı çok net olarak görülmesine rağmen, Kürt hareketi, belki bu kez ‘iyi şeyler olur, çözüm gelebilir’ gibi oldukaç iyi niyetli yönelimlere girdi. Her defasında sonuç tasfiyenin derinleşmesi olarak Kürtlerin karşısına çıktı.

Devletin bu konuda ciddi olmadığı, çözümden çok tasfiyeye yöneldiği, bunu da zamana yayarak yapmak istediği anlaşılıyor. Bu konudaki politik yönelimleri çok açık ve net. Devleti var eden stratejik yönelimlerinden zerrece geri adım atmak istemiyor. KCK’nin ileri sürdüğü ‘Anadilde Eğitim Hakkı, Anayasal Güvence ve Demokratik Özerklik’ gibi üç stratejik halkada devletin adım atmayacağını bilmeyen var mı? Yok. Devlet, kendisini var eden temel ilkelerden vazgeçtiğinde dağılma sürecine gireceğini de biliyor. Türk egemen sınıfları buna izin vermez. İster Kemalist, ister İslamcı olsun, egemenlerin politik stratejisi esasen aynıdır: Sömürgeci sistemi korumak, kollamak ve yaşatmak. Bu sistemin tıkanma noktalarını aşmak için de, bir kısım biçimsel adımlar atmak zorunda kaldılar ve kalacaklardır. Söz konusu bazı adımların atılması dahi, onların istediği bir durum değil, esasen özellikle Kürtlerin verdiği büyük toplumsal mücadelenin bir sonucudur.

Erdoğan’ın miadının dolduğu görülmeli

Bütün bunlar sıkça tekrarlanan gerçeklerdir. Ancak meselenin esası bunun çok ilerisinde olup, bugün ortaya çıkan bölgesel ve iç politik denklem içinde belirlenecek politikaların ve stratejilerin ne olması gerektiğidir. Bugün, güçlü görünen AKP iktidarının ve esasen devletin, görüntünün tersine ciddi bir kriz içinde olduğu ve tıkanmaya başladığı artık çok net olarak analiz edilmelidir. Uluslararası alanda giderek yalnızlaşan bir AKP var, öyle ki uluslararası güçlerin, Erdoğan’ın yerine birini bulabilmek için yeni bir süreç başlattıkları anlaşılıyor. Ayrıca Ortadoğu’da tam bir sefalet içine düşen bir dış politika ve Davutoğlu gerçeği bulunuyor. Bu dış politika, Türkiye’yi bölgesel krizin merkezi haline getirebilir. Buna dair önemli veriler bulunuyor. Suriye politikası ve özellikle Kürtlere karşı El Nusra gibi radikal İslamcı hareketleri desteklemesi, yarın onun başına bela olacaktır. Ayrıca içteki toplumsal dinamikler çok daha hızlı bir şekilde gelişiyor. İç politik krizin aşılmadığı ve esasen derinleşme eğiliminin daha güçlü olduğuna dair çok sayıda veri bulunuyor.

Böylesi karmaşık bir denklem içinde, Öcalan ile devlet arasında başlayan görüşmelerin ortaya çıkardığı sonuç, bölgesel ilişkilerin geleceği bakımından önemli sonuçlar çıkartacak nitelikte olması bekleniyordu. Dahası devletin bu süreci doğru okuyarak bölge hakları için daha olumlu politikalara dönüştürebileceğine dair oldukça iyimser bir hava hakim oldu. Ancak devletin çözüm politikası olmadığı, pratiğinde görüldüğü gibi oyalama taktiğiyle süreci aşmak istediği ortaya çıktı. Bu sürecin olumlu gelişeceğine dair Öcalan’ın da beklentileri oldukça yüksekti. Öyle ki, kendisi dahil KCK tutsaklarının bir süre sonra serbest kalacağını söyleyebildi. Devletin, bu süreci doğru okuyup çok daha ciddi adımların atılacağını birçok kez dile getirmişti. Görüşmelerin ciddi yürüdüğünü ve sonuç alınacağına inandığını birçok kez deklare etti. Öcalan’ın yapmış olduğu bu tür açıklamalar kamuoyunda da çözüme dair önemli bir iyimserlik yarattı. Öyle ki Öcalan’ın 21 Mart Newoz mesaji, çözüme dair umutları oldukça yükseltti

Ancak ortaya çıkan tablo ise tersi oldu. Kamuoyuna sunulabilecek hiçbir yazılı belgesi olmayan, sadece heyetlerin sözlü konuşmalarına dayanan görüşmelerde bahsi geçen taleplerin hiçbiri karşılanmış değil. Tersine, AKP, Kürtleri hiçbir şekilde ciddiye almadan, bir muhatap görmeden kendisine göre belirlediği politikayı başarılı bir şekilde uyguluyor. Bunu yaparken de devletin stratejik yönelimlerini güçlendirecek adımlar atarak ilerliyor. AKP’nin veya devletin bunu yapması çok doğal, çünkü varlık nedeni budur. AKP neden yapmıyor? Devlet neden adım atmıyor? Soruları sorulmuş da olsa, pek bir önemi yok. Çünkü sistem kendisini böyle kurumsallaştırmıştır. Elinden geldiğince bu strateji üzerinde yürüyecek. Sistem kendi politik dengelerini, ancak kendisini yenileyebilecek tarzda değiştirir, geliştirir.

Türkiye’nin toplumsal-politik yapısını stratejik olarak değiştirebilecek olanlar, Kürt Hareketi ve sisteme muhalif toplumsal güçlerdir. Türkiye’nin bugünkü toplumsal-politik yapısı dikkate alındığında, devleti stratejik değişime zorlayacak en önemli güç Kürt Hareketidir. Bugün devletin ‘küçük’ adımlar atmak zorunda kalması, Kürt Özgürlük Hareketinin vermiş olduğu mücadeledendir. Bu bakımdan Kürt Hareketinin alacağı politik tutum sürecin belirlenmesi bakımından önemlidir.

AKP Öcalan’ı kandırdı

Adına ‘barış’ denen sürece liderlik yapan AKP, Öcalan’ı oyalamaya devam ediyor. Dahası bir kez daha kandırdı. Bu kaçıncı kardırma oldu bilmiyorum ama Oslo da olduğu gibi bu kez de Öcalan, devlet tarafından boşa çıkartıldı. Böyle olmasında bir süpriz yok. Çünkü devletlerle olan görüşmelerin içeriği, yapısı ve yönteminin nasıl olacağına dair, uluslararası alanda belirlenmiş kurallar ve ilkeler bulunuyor. Ayrıca dünyada sayısız ‘barış görüşmeleri’ deneyimleri ve örnekleri bulunuyor. Öcalan ile devlet yetkilileri arasında yapılan görüşmeler ise kendi orjinalitesi içerisinde yürüyor. Sonuç olarak bakıldığında, Kürt tarafının görüşmelerde olduğuna dair, kamuoyuna sunulmuş hiçbir belge yok. AKP de Kürt Hareketini muhatap almadan yol aldıklarını, kendi politik kararlarına uygun olarak süreci götürdüklerini belirtiyor. KCK’nin üst düzey yöneticileri de süreci bilmediklerini, kendilerine hiçbir bilginin ve belgenin gelmediğini birçok defa açıkladılar. Özellikle Kandil’in sürecin dışında tutulmasına özen gösterildi.

Ortaya çıkan veriler gösteriyor ki, barış süreci denen bir görüşme yok. Tek taraflı ilerleyen bir süreç bulunuyor. Kürtlerin ne önerileri ne de stratejik talepleri dikkate alındı. Erdoğan’ın açıkladığı son paketin özü, tasfiyenin yeni metotlarla devam edeceğini gösteriyor. KCK yönetimi, devletin temel yöneliminin tasfiye olduğunu gördü ve bu nedenle de gerillanın geri çekilmesini durdurdu. Mesele şu; KCK bundan sonra nasıl bir politika belirleyecek. Henüz buna dair somut bir açıklama ve alınmış politik bir karar bulunmuyor.

AKP askeri saldırı hazırlığında

AKP’nin kurduğu ‘Akil Adamlar’ topluluğu dahi, devletin çözüm politikalarını derinleştirip geliştirmeyeceğini belirtiyor. Tersine önümüzdeki süreçte saldırılar için çok daha kapsamlı hesaplar yapılıyor. Askeri operasyonlar esas olmak üzere, politik ve ekonomik saldırılara yönelecek. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın. ABD ile aralarındaki en temel sorunlardan biri insansız saldırı uçaklarının satın alınmasıdır. Yani ABD’nin Pakistan’da, Afganistan’da, Somali’de El Kaide yöneticilerine yönelik yaptığı saldırıların aynısını, Türkiye KCK yöneticilerine ve gerillalarına yönelik yapmak istiyor. Bu tarz askeri saldırı uçakları satın almak istiyor. Ayırıca Genelkurmay Başkanlığının da askeri saldırılar için çok yönlü hazırlıklar yaptığını biliyoruz. Önümüzdeki süreçte bunlar çok daha belirginleşecek.

KCK’nin bütün bu saldırıları hesapladığı ve gerekli önlemleri aldığı, alacağı söylenebilir. Ancak sorun bunların çok ötesindedir. KCK ve Öcalan, hiçbir politik işlevi olmayan ve tamamen AKP’nin politikalarına göre işleyen ve esasen önümüzdeki seçimlere göre planlanan bu sürece karşı nasıl politik ve askeri bir tutum alacaklardır. Bu süreci tersine çevirecek ve AKP’nin Kürtlere yönelik komplolarını boşa çıkartacak ne gibi hamleler yapılacak?

Öcalan çekilmeli

Kürtlerin politik tutumu ve kararlılığı süreci tersine çevirir. Bu realiteyi, neoliberal politik eğilimler de görüyor. Devletin Kürt Hareketinin politik kararlığından çok net emin olması gerekir. Bu bakımdan olması gereken şudur: Birincisi, KCK’nin ideolojik önderliğini yapan Öcalan süreçten çekilmeli ve artık muhatabın Kandil olduğunu açıklamalıdır. Devletin Habur ve Osla süreçleri biliniyor ve bugün de aynı politika izleniyor. AKP, o zaman da Öcalan’ı kandırdı ve oyaladı. Şimdi de aynısını yapıyor. Bu bakımdan Öcalan’ın alacağı tutum son derece önemlidir. İkincisi, müzakere somut bir plana bağlanmadan, resmi politik heyet görüşmelerine geçilmeden, heyetlerde kimlerin yer alacağı kamuoyuna önceden deklare edilmeden, Öcalan, sürecin dışında kalacağını ve çekileceğini deklare etmelidir. Üçüncüsü, bundan sonraki sürecin muhatabı, hareketin politik ve örgütsel önderliğini yapan KCK Başkanlık Konseyi olmalıdır. KCK de politik ve askeri yönelimini buna göre belirlemelidir. Bu olmadan, devlet çözüme dair adımlar atmaz. Bu tarz bir politik karar, Öcalan’ın gücü ve inisiyatifini çok daha artıracaktır.

Biliyoruz ki, belirsiz ve sadece dengeleyici açıklamalar, çözümü değil, çözümsüzlüğü derinleştirir. Bu bakımdan Öcalan’ın 15 Ekim’da yapacağı açıklama son derece önemlidir.