Home , Köşe Yazıları , Ne “Şer” Ne De “Ehven-İ Şer”!

Ne “Şer” Ne De “Ehven-İ Şer”!

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER | 18 – 07 – 2010 |

“Anayasa yapmak,

hükümetin değil

halkların edimidir.”[1]

“Referandum”da “Hayır” ya da “Evet” çağrısı çıkartanların kimileri -hatırladığımız kadarıyla- önceleri dünyayı değiştirmekten yanaydılar ve “Tek yol devrim” derlerdi; kırıntılarla yetinmeyi “reformist”lik olarak mahkûm edip, dünyanın tümünü isterlerdi…

Zaman içinde onlardan bazıları Kemalist “ulusal solcu”, bazıları da AB’ci “neo-liberal”, “sivil toplumcu” oldular…

Böylesi daha “kolay” ve “maliyet”sizdi…

Günler geçti; birbirlerinin “düşman ikizleri” olan onlar, düzen içi olmakta anlaştılar; siz bakmayın birbirleriyle sözüm ona didişmelerine; onların ortak böleni sömürü düzenini mutlaklaştıran, onun değiştirilemeyeceğine iman eden düzen içiliktir…

Örneğin Ahmet Altan ile Mümtaz Soysal’ın nihai kertede birbirinden farkı yoktur; hepsi, kapitalizmin piyonlarıdırlar…

* * * * *

O hâlde ilk saptamamızı nakledelim: “12 Eylül 2010da gerçekleştirilecek olan ‘Anayasa Referandumu’ ile AKP, CHP, MHP gibi partilerin referandum tartışmalarındaki ‘farklı’ pratikleri hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusunun karşılığı, “hiçbir şey”dir; çünkü ortada “farklı pratik” filan söz konusu değildir!

Bugün referandumda, “Hayır” ya da “Evet” demek, burjuvazinin ezilenlere karşı kullandığını silahı sağ omzundan sol omzuna veya sol omzundan sağ omzuna geçirmesinden başka anlam taşımıyor…

Referandumdaki “Hayır” ile “Evet” kapışması özünde kayıkçı dövüşünden başka bir şey değildir!

Hayır, yüz bin kere hayır! Emekçiler egemen fraksiyonların düzeni düzenleme operasyonlarının gölge oyunlarındaki “Evet-Hayır Yarışması”na asla taraf değillerdir, olmamalıdırlar da!

* * * * *

Hayır; “N’ayır”lı, “N’evet”li Türk filmlerindeki oyunlara taraf olmanın hiçbir rasyonel gerekçesi yoktur!

Siz bakmayın; kendini Türkiye’de “liberal”, Avrupa’da “sosyal-demokrat” hisseden Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can’ın “Pakete ‘hayır’ demek 12 Eylül Anayasası’nı savunmak anlamına gelir,” zırvasına!

Osman Can 12 Eylül’de ne yaptı bilmeyiz ama, AKP paketine “Hayır” diyen devrimci-sosyalistler Evren darbesine karşı savaşarak 12 Eylül’e de, “Anayasa”sına da lafta değil,  pratikte “Hayır” dediler…

Ya liberaller mi? Hatırlıyoruz, siz de hatırlarsınız; onlar o günlerde “Anayasasız olmaktansa en kötü anayasaya sahip olmak hiç yoktan iyidir” ehven-i şerciliğe sarılıyorlardı…

Bugün de “Yetmez ama evet” diyerek yaptıkları aynı şeydir!

* * * * *

Devrimci-sosyalistlerin 12 Eylül Anayasası’nı savunmak gibi bir derdi yoktur; olmaz da… Bu konuda her söz abes ile iştigaldir…

Abes ile iştigal edenler; AKP “Taraf”lı liberallerdir; hani “ama”lı, “fakat”lı konuşma ve yaşamayı meslek edinerek, hep sağlarından medet uman siyasal kadavralardır! (Sahi, kaç kişidir bu “Taraf”lı liberaller? Kim(ler)i temsil ederler? İstanbul’un Beyoğlu’su dışında nere(ler)de bulunurlar? Şimdiye dek hangi taşın altına sokmuşlardır ellerini?)

“Yetmez ama…” mı diyorsunuz! 12 Eylül’ün izlerini silmek mi istiyorsunuz? Çok kolay: 12 Eylül’ün ebeb-i hikmetinin karşısına dikilirsiniz!

Bunu AKP’siz (Fethullah’sız) yapmaya; niyet ve cüretiniz var mı?

Varsa işte o zaman otoriterliğe karşı çıktığınızı söylemeye hakkınız olur; yoksa susun!

“Yetmez…” deyip, ardından “Evet” diyen “aymazlık”; “Ne”yin, “Neden” yetmez olduğunun “Niçin”i konusunda niye dut yemiş bülbüle dönüyor?

Neden “şer” söylemini öne çıkarıp, ardından da “ehven-i şer” ilan ettiğine itibar edilmesini istiyor!

* * * * *

Tuzu kuru liberaller; biz ne “şer”den, ne de “ehven-i şer”den yana değiliz…

Bu noktada tam da “Anayasa yapmak, hükümetin değil halkların edimidir,” diye haykıran Tom Paine gibi düşünüyoruz…

Hayır; hayır! DSİP’li Doğan Tarkan’ın, “Küçük bir kazanım ama bizi sivil bir anayasaya götürecek,” yollu “platonik” beklentilerine; yani anayasanın ve “sivil”liğin bu denli “ucuz” olacağına ikna olmamız mümkün değildir!

Ayrıca kimse bizden; “Siyasal ve toplumsal alanda mücadelenin sürdürülmesinin, sınırlı da olsa, olanağının var olduğu ortamda, demokrasi ilkesini benimseyerek şiddete başvurmak, meşru olamaz. Direnme hakkı, silahlı direnme hakkına indirgenemez,” diyen Ahmet İnsel’in devlet diliyle konuşmamızı da istemesin!

En büyük şiddet aygıtı bizatihi devlet iken; bu şiddeti yeni bir biçimde formüle etmekten yana olan 12 Eylül 2010 referandumu ile emekçilere “demokratikleşme” adı altında “kırk katır mı, kırk satır mı?” tercihi dayatılıyor. Ya da “ölümü” gösterip, sıtmaya razı etmek isteniyor!

Biz bu oyuna “Evet” demeyiz!

Çünkü bu tür bir düzen içi konuma “mahkûm değiliz”!

* * * * *

Bunun için “Evet’e de Hayır… Hayır’a da Hayır…” diyerek referandumu boykot etmek gerekiyor!

Boykot = boşa çıkarmadır; boykot egemen siyasetin illüzyonlarını deşifre edip, başka bir şeyin mümkün olduğunun propaganda ve eyleminin örgütlenmesidir; bağımsız emekçi çizgisinin ortaya çıkartılmasıdır!

Kimse göz ardı edemez ve etmemelidir de; AKP’nin anayasa değişikliği taslağı “kendi iktidarını ve sermaye iktidarını tahkim girişimi”dir.

Yani AKP’nin anayasa değişikliği ve “demokratikleşme” adıyla yaptığı iş, neo-liberalizmin tahkimatıdır.

Bu koordinatlarda “İşçiler, köylüler, gençler ve diğer ezilen kesimler açısından Anayasa Referandumu’nda takınılması gereken tutum ne” mi?

* * * * *

Buraya dek anlattıklarımız bunun “yanıtı”; ancak devam edelim:

Mihail A. Bakunin’in, “Başkaldırı, hayatın doğal eğilimidir,” Aristoteles’in, “Kullar eşit olabilmek için başkaldırırlar,” sözlerinin çok daha fazla anımsanması gereken verili tabloda “Ne 12 Eylül Anayasası, ne AKP Aldatmacası” derken duraksamadan eklemeliyiz: Çözüm halktır; halkın özgür iradesi ve örgütlülüğüdür!

Referandumu boykotumuzun tek ve aslî gerekçesi; çözümün halkın özgür iradesi ve örgütlülüğünün eseri olacağına ilişkin tutumumuzdur; bunun içinde halkın üzerindeki egemenliğin ve her türlü vesayetin ilgası gerekli ve “olmazsa olmaz”dır!

Söylediklerimiz yüreği ve beyni ihtiyarlamışlara “sol çocukluk” gibi gelebilir; varsın gelsin; biz hâlâ “Anne bak kral çıplak” diye haykıran çocuk cüretine hayranlık duyan bir ahlâkın insanlarıyız; bundan da asla beis duymadığımız için “Ne hayır ne de evet, alayına isyan” diyoruz!

Biliyoruz ki, ezilenler, sömürülenler, yani halklar, egemenleri bertaraf edip kendi eşitlikçi-özgürlükçü Anayasası’nı baştan aşağıya, tabandan yazmaya muktedirdir; tıpkı Evo Morales’le birlikte Bolivya’da yaptığı gibi.[2]

Onun için Bülent Arınç, referandumda CHP, MHP ve BDP’nin işbirliği içinde olduğunu savunadursun; Hüseyin Çakır, “Rejime karşı olmakla, hükümete karşı olmayı aynı gören ‘sol’un sol çocukluk hastalığı”na itiraz ederek AKP’nin politik sözcülüğünü yaptığı “yeni statüko”yu savunmak aymazlığını sürdürsün; YARSAV Başkan Yardımcısı Nuh Hüseyin Köse, “Anayasa değişikliklerine hayır?” diyerek CHP’nin sözcülüğünü yaptığı 12 Eylül Anayasası’nın yılmaz bekçiliğini yapan “kadim devlet güçleri”nin sözcülüğüne soyunsun; bunlar bizi ilgilendirmez!

Sizin gölge oyununuzla ilgilenmiyoruz! Çünkü, biz “eski(meyen)” ve “yeni(lenmeyen)” statüko oyununa taraf olarak parsa toplamak yanlısı değiliz!

Söz konusu ikileme taraf olmak devrimci olmaktan vazgeçmektir!

* * * * *

Devrimci olmayan hiçbir şey dünyayı ya da mağduru olduğumuz lanetli düzeni değiştirmez!

“Hayır”cıların da, “Evet”cilerin de unuttuğu; göz ardı ettiği/ettirdiği tam da budur!

AKP “düzenlemesi”ne bel bağlayanlar; ondan medet umanlar; siz(ler), “Osmanlı Devleti’nin dış baskıyla hazırlanan ilk anayasası 1876 Kanun-i Esasî”nin[3] mantık(sızlığı)ından malûlsünüz…

Ya ulaşılan noktadaki “Hayır”cı; “12 Eylül’de, 12 Eylül değişikliklerinin bir uzantısı olarak gördüğümüz bu anayasa değişikliklerine ‘hayır’ diyeceğiz. ‘Hayır’da hayır vardır” açıklamasını yapan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu mu? Veya DİSK ve TÜSİAD’ın birlikte, AKP’nin hazırladığı anayasa paketinin yetersiz kaldığını “kardeş kardeş” açıklamaları mı? Sizler de düzenin sadık bekçileri olarak anılmayı, nitelenmeyi hak ediyorsunuz!

Geçerken anımsatalım: Edward Gibbon, “Yasama erki yürütme erki tarafından atanırsa, özgür bir anayasanın ilkeleri bir daha geri alınamaz biçimde yitirilir,” derken; Johann Wolfgang von Goethe de ekler: “En iyi yönetim, bize kendi kendimizi yönetmeyi öğreten yönetimdir”…

Ki bu nedenle toplumsal sözleşme niteliği olan anayasanın, parlamentoda yeter sayıyı elde eden tek parti tarafından, anayasada “yazmadığı için” uzlaşma aramaksızın yapılması ve yine “anayasa aksini emretmediği için” halk oylamasına bir paket olarak sunulması da sözünü ettiğimiz çarpıklığın net bir göstergesidir!

Olan biten de şundan ibarettir: AKP düzenin güçleri üzerindeki hâkimiyetini güçlendirecek aygıtları anayasa hükmüne bağlamaya, dolayısıyla da iktidarını pekiştirmeye çabalarken, muarızları AKP iktidarının elini rahatlatacak bu düzenlemelere karşı çıkıp, referandumu “Vatan elden gidiyor!” aculluğu ile güvenoylamasına dönüştürme çabasına girişmişlerdir…

Önümüze sunulan (sahte) ikilemin ne özgürleşme/sivilleşme ne de liberalizm karşıtlığıyla bir ilişkisi vardır… AKP’nin ya da epigonlarının iddia ettiği üzere bu referandum “sivilleşme” ve/veya “demokratikleşme”ye giden yolun kilometre taşları olaydı, en azından AKP taslak paketine seçim barajını düşürmeyi koymayı akıl edemez miydi? Bu konuda elini tutan mı vardı?

* * * * *

Diyeceklerimizi toparlıyoruz; şimdi “Evet” ve “Hayır” zırvası karşısında:

Behçet Aysan’ın, “aynı gökyüzü aynı keder/ değişen bir şey yok ki”…

Halil Cibran’ın, “Yalnız açığa çıkan ışığı görebiliyorsan,/ Yalnız söylenen sesi duyabiliyorsan,/ Ne görebiliyorsun,/ Ne duyabiliyorsun”…

Suat Taşer’in, “Büyür sorular güneşler/ yarınki çocuklarla belki”…

Nâzım Hikmet’in, “Onlar ki toprakta karınca,/ suda balık,/ havada kuş kadar,/ çokturlar,/ korkak,/ cesur,/ cahil,/ hâkim/ ve çocukturlar/ ve kahreden/ yaratan ki onlardır,/ destanımızda yalnız onların maceraları vardır”…

Tevfik Fikret’in, “Bir insanın ilk işi nedir?/ Cevap açık: Kendisi olmak”…

Edip Cansever’in, “Nasıl gül kokacağız birlikte/ Amansız, acımasız kokacağız/ Dayanılmaz kokacağız, nefes nefese,” dizelerini…

Ve de “Hükümet, zulüm ve zorbalık mahsulüdür. Onun tecavüzlerini hoş görmek, halkın zararına olan emirlerine itaat etmek caiz değildir,” diyen Şeyh Bedrettin ile; “Düz bir yolda yürüyor olsan, tüm ilerleme isteğine rağmen hâlâ gerisin geriye gitsen, o zaman bu ümitsiz bir durum olur; ama sen dik, senin de aşağıdan gördüğün gibi dik, bir yamacı tırmandığına göre, adımlarının geriye doğru kayması, zeminin özelliğinden ileri gelebilir, umutsuzluğa kapılmamalısın,”[4] diye ekleyen Franz Kafka’nın uyarılarını anımsayarak haykırın:

Ne “şer” ne de “ehven-i şer”!

Ne “ulusal solcu”lar ne de “neo-liberaller”, “sivil toplumcular”!

Alayına isyan!

15 Temmuz 2010 15:48:32, Çeşme Köy.

N O T L A R

[1] Tom Paine.

[2] Bolivya Anayasası konusunda bkz. Sibel Özbudun, “ ‘Eşitlik’ ile ‘Özgürlük’, ‘Sınıf’ ile ‘Kimlik’, ‘İktisat’ ile ‘Kültür’ Bağdaşabilir mi? Ya da Nasıl bir Anayasa? (Bolivya Anayasası Örneği)” Birgün, 7-8 Ekim 2009, s.10-12.

[3] Ayşe Hür, “Darbesiz Anayasa Yapmak”, Taraf, 9 Mayıs 2010, s.12.

[4] Franz Kafka, Aforizmalar, Çev: Osman Çakmakçı, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 2010.