Anasayfa , Avrupa , Londra’da Polisin Yargısız İnfazı, Halkın Tepkisini Sokaklara Taşırdı

Londra’da Polisin Yargısız İnfazı, Halkın Tepkisini Sokaklara Taşırdı

LONDRA | 11 – 08 – 2011 | Yıl 1985 Londra’nın en yoksul bölgelerinden biri Tottenham’da bir sitede bir eve akşam saatlerinde bir baskın yapılıyor ve Cynthia Jarret adında iki çocuk annesi bir kadın polisin evine yaptığı baskında korkudan kalp krizi geçirerek hayatını kaybediyor. Bunun üzerine binlerce insan yoksulluğa, işsizliğe polis baskısına ve ırkçılığa karşı ayaklanıyor… Tottenham kısa bir sürede ateşler içinde kalıyor. Bu kadın siyah bir kadın ve onun ölümüne sebep olan hiçbir polis hakkında yargılamayı bırakın soruşturma dahi olmuyor ve bu olay İngiltere tarihine polisin en ırkçı saldırılarından biri olarak geçiyor…

Yıl 2011, hala Londra’nın en yoksul bölgelerinden Tottenham’da güpegündüz 29 yaşında Mark Duggan isminde genç bir adam Afrikalı ve Karayipliler tarafından silah suçlarına bakan özel birim tarafından yapılan bir operasyonda, etkisiz hale getirilmek yerine yüzüne nişan alınarak öldürülüyor. Bunun üzerine yüzlerce insan polisin tutumunu protesto ediyor ve ayaklanma çıkıyor… Tottenham kısa bir sürede ateşler içinde kalıyor.

Broadwater Farm sitesi ayaklanması olarak tarihe geçen ırkçı saldırının üzerinden 25 yıl geçti, ancak yine aynı sitede yaşayan genç bir adamın öldürülmesiyle,  Londra’nın Kuzeyinde cumartesi akşamı yine aynı kareler tekerrür etti, çünkü 25 yıl sonra yoksulluk, işsizlik, çeteleşme sorunu ve en önemlisi ırkçılık hala devam etmekteydi.

Şüphesiz yüzeysel bakan birçok insan bir çete elemanı öldürüldü diye bu kadar gürültü neden der ve diyor. Ancak,  sorun bu kadar yüzeysel değil elbette. Sorun ‘anti- terör’ adı altında keyfi olarak insanları fişleyen, zan altında bırakan, günlerce nezarette tutabilen, hatta sırt çantasıyla metroda koşmasından kaynaklı insan öldürebilen ve ‘çeteler ve silah suçlarına karşı’ adı altında insanlara baskı klişeleri uygulayarak potansiyel suçlu damgalarıyla kriminalize ederek baskıya ve saldırıya maruz bırakabilen polis güçlerinin ırkçı ve ayrımcı uygulamalarından geliyor.

4 Ağustos Perşembe akşamı vukuu bulan operasyonun ardından yaşanan ayaklanma da aynen 25 yıl önce yaşandığı gibi ırkçı bir saldırının sonucu olarak ortaya çıktı. Devletin özellikle polis aracılığıyla sistematik bir şekilde uyguladığı ırkçı ve ayrımcı uygulamaları git gide daha da açık şekilde kendini gösteriyor. Göçmenleri gettolaştırma ve kriminalize ederek toplumdan soyutlama devlet tarafından sıkça kullanılan yöntemlerden biridir. Bu bölgelere baktığımızda buraların özellikle yoksul bırakılması, eğitimin düşüklüğü, işsizliğin yüksek oluşu ve gençlere farklı olanaklar sunulmayışı ortada açık olarak dururken, gençlerin çetelere, silah ve uyuşturucuya yönelmesi nedenlerini nerede aramamız gerektiği açıktır. Mevcut sistem devamlılığını sağlamak, sorgulamayan, sessizleştirilmiş kitleler yaratma yolunda yoksulluk, işsizlik, uyuşturucu ve şiddeti bilinçli olarak halka empoze etmekte, gençliği yoz enjektörü ile çıkmaza sürüklemektedir.

Şüphesiz ki Tottenham Metropolitan polisi Perşembe günü gerçekleştirdiği kasıtlı saldırının cumartesi günü böylesi bir ayaklanmaya dönüşeceğini hesaba katmamıştı. Zira aynen geçtiğimiz Kasım ayında gençlerin eğitim harçlarına karşı yaptıkları eylemde olduğu gibi kendi provokasyonuyla olayların patlak vermesinin ardından polisin olayı kontrol altına alması saatler sürmüştür. Pazar sabahına kadar süren çatışmalarda 42 kişi gözaltına alınırken üçü protestoculardan olmak üzere 29 kişi yaralanmıştır.

Keyfi olarak ‘stop & search’ olarak bilinen polisin herkesi istediği gibi sokakta durdurup arayabilmesi anlamına gelen uygulamanın başlıca hedefi yine siyah gençlerdir, polise tuhaf baktığı, kafasında kapüşon olduğu, şüpheli davrandığı vs gibi nedenlerle bu gençler ırkçılığın bir başka yöntemiyle daha karşı karşıyadır.

Hırsızlık olaylarının baş zanlısı olarak yine göçmenler hedef gösterilirken, çeteleşme, uyuşturucu ve silah olaylarının başlıca potansiyelleri yine yoksul ve göçmenler olarak lanse edilmektedir.

Sistematik olarak uygulanan devlet baskısı, hak ve hukuk adaletsizliği ve gittikçe körüklenen ırkçılık, kapitalist ekonomik krizle birlikte daha açıktan ve saldırganca devamlılığını sürdürmektedir. Bizler de İngiltere’de yaşayan göçmen ve işçi kurumları olarak tüm bu uygulanan ırkçı ve adaletsiz uygulamalara karşı yerimizi almak ve bu sorunların sadece polisin bir tutumu olmadığını, bunun sistem sorunu olduğunu kitlelere anlatmak ve onları bu noktada bilinçlendirme görevi ile karşı karşıyayız. (ATIK-Londra)