Home , Köşe Yazıları , Kürt Ulusal Hareketi Türk Şovenizminin Beslendiği Kökleri Unutmamalı!

Kürt Ulusal Hareketi Türk Şovenizminin Beslendiği Kökleri Unutmamalı!

özgürgelecekÖZGÜR GELECEK |22-01-2014 | AKP ve Gülen Cemaati arasındaki savaşın boyutu sürekli genişliyor. Bu savaşın genişleyen boyutuna paralel olarak yeni tartışmalar da bu savaşın içinde boy veriyor. Kürt Ulusal Hareketi bu çatışmayı “paralel devlet” kavramına sarılarak okudu. Ki bu yaklaşımı henüz kavga bu noktaya gelmeden önceden güçlü şekilde ifade ediyordu. 17 Aralık’la çatışma kristalize hale gelip Tayyip ve tayfası, sorunu bu kavram ekseninde sert bir mücadeleye çevirince, “öngörülü” ve “haklı” çıkmanın motivasyonuyla gelişmeleri bu zaviyeden okumakta daha ısrarlı ve kararlı bir pozisyon aldığını görüyoruz. Kuşkusuz bu, tarafı olduğu “çözüm sürecine” ivme katmak, AKP’yi bu doğrultuda sıkıştırmak gibi erekleri olan bir politik yaklaşımı da içeriyor. Bu tutumun olası sıkıntılarına dair düşüncelerimizi ifade ettik daha öncesinden.

Kürt Ulusal Hareketi “paralel devlet” teorisini Cemaat’le sınırlı tutmakla yetinmedi. Bir dizi “paralel devlet” olduğunu, bunların devlet içinde öbeklendiğini işlevine ve gelişmelere göre bunların devreye gireceğini genel bir çerçeve çizerek, henüz 17 Aralık’ın sıcak günlerinde Duran Kalkan ifade etti. Bu paralel yapılanmaları ise ABD’nin maşaları olarak tanımladı.

Bu genel çerçevenin kısa süre sonra KCK yetkililerinin peş peşe açıklamalarıyla altı dolduruldu. Bu yapılanmaların adı konuldu, amaçları açıklandı! KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Bese Hozat, “Türkiye’de resmi devletin dışında bir de oluşan paralel devletler vardır. Mesela Gülen cemaati paralel bir devlettir. İsrail lobisi, yine milliyetçi Ermeni ve Rum lobileri paralel birer devlettir. Paralel devletlerin birbiriyle ortaklaştığı ciddi bir çıkar ilişkisi vardır” dedi. Bu ifadelerin yanlış ifade edildiği yönlü bir tekzip beklenirken hemen arkasından KCK yürütme konseyi üyesi Rıza Altun, Bese Hozat’ı onaylayıp bahsi geçen lobilerin (paralel yapıların) “Bu lobiler Kürt sorununun bu şekliyle çözülmesini kendi politik çıkarları için çok uygun görmüyorlar” diyerek politik amacını da izah etti!

Bu açıklamalar Kürt Hareketi için bir talihsizlik olduğu kadar, riskli bir sahaya geçiş yaparak ve bin defa düşünülüp kullanılması gereken argümanlara başvurarak politika yapmasına da işaret ediyor. Hemen belirtelim ki Kürt Hareketi “lobiler” üzerinden bir süreç okuması yaparken doğru bir temel ve denklem kurmuyor.

Zira ABD’de Yahudi, Rum ve Ermeni lobilerinin bu ülkenin Türkiye politikasını etkilemeye yönlendirmeye çalıştığı tespiti yapılsa bir yere kadar anlayışla karşılanıp, gerçeklik bağlamında hakkı teslim edilebilir. Ancak söylenen bu değildir. Bizzat bu lobilerin devlet içinde yuvalandığı iddia edilmektedir.

Her devletin tarihsel, sosyal, siyasal, sınıfsal ve ideolojik temeli vardır. Bu temel o devlet içindeki güç paylaşımını, dengeleri belirler. Kuşkusuz devletin içindeki bu güç dengeleri ve güç ilişkilerinin birde toplumsal tabanı olması gerekir. Bu toplumsal taban olgusu gözetmeksizin devlet içindeki güçleri tanımlamak gerçekçi olmak bir yana, gülünç olmaya vardırır. Türk devletinin kuruluş sürecine, paradigmasına ve bugünkü oluşmuş toplumsal yapıya baktığımızda dahi devletin kendi içinde hangi klikleri, güçleri barındırmayacağını, bunlara hiçbir şekilde fırsat tanımayacağını sayamayacak kimse yoktur. Başta Ermeniler, Rumlar, Süryaniler vs. bir çırpıda sıralanacak kesimlerdir. Zira bu topluluklar Osmanlı’dan başlayarak ve TC’nin de sahiplenip devam ettirerek “bire kadar kırılan” ve kökü bu topraklardan kazınan topluluklardır. Mevcut devlet milliyetçi, şovenist ideolojik temelini bu ulusal topluluklara düşmanlık temelinde atmıştır. Bu şekilleniş, bu kimliğe sahip olan ve bugün sayıları binlerle ifade edilen kesimlerin devlette bekçi olmasına dahi müsaade etmemektedir. Ki bu devletin milyonlarca nüfusa sahip Kürt ulusuna ve Alevi inancına dahi küçük memurluklar dışında esasta kapısı kapalıdır. Kimliklerini gizleyenler ya da ret edenler ancak devlet bürokrasisi içinde yükselebilir. Yani devlet içinde bu kesimlerin dahi etkili unsurlar haline gelmesine her türlü engel ve barikat konulur.

Bu siyasal, sosyal gerçeklik içinde dahi Kürt ulusal hareketinin devlet içindeki Ermeni, Rum, Yahudi lobilerinin bulunduğu tespiti gerçeklikten ne kadar kopulduğuna işarettir.

ERMENİ, RUM, SÜRYANİ SOYKIRIMI TÜRK ŞOVENİZMİNİN TEMELİDİR!

Bu lobilerin dış unsurlar olarak, çakışan belli çıkarlar ekseninde devlet içindeki güç odaklarıyla ittifak kurduğu tespiti kast edilmiş olsa dahi bunun politik alana tahvil ediliş biçimi sorunludur, arızalıdır. Ki ifadeler bunun dış unsurlar değil iç unsurlar olduğunu net ifade ediyor. Yani tevil edilemeyecek kadar sarih konuluyor.

Kürt Hareketi, devletin bu topraklarda yaşayan ve soykırım, katliamlarla kadar kırdığı Ermeni, Rum, Süryani, Yahudi vs. topluluklara tarihsel ve güncel düşmanlığına bihaber olamaz. Türk şovenizminin ve milliyetçiliğinin bu uluslara düşmanlık üzerinden şekillendiğini ve yeniden üretildiğini unutacak kadar tarihten ve güncelden kopmuş olamaz. Peki, bu gerçekliğe rağmen ve üstelik bu gerici, faşist şovenizm ve milliyetçilik Kürt ulusunu da zulme, katliama, asimilasyona tabi tutmuşken ve hala en amansız şekilde devam ettirirken, bu gerici şovenizme objektif olarak malzeme taşımanın, yeni manüplasyonlarla bu düşmanlığı, şovenizmi yeniden üretmesini sağlayacak zemin neden sağlanır?

Bu zemin sağlanıyor. Çünkü her sorunun arkasında dış güç aramak devlet geleneğidir. Bu dış gücün Ermeni, Rum vs biçiminde şekillenmesi ise bu devletin faşist tutumunu yeniden üretmesi için en ideal argümandır. Topluma en kolay benimseteceği ve gerici şoven milliyetçiliği kolaylıkla yeniden üreteceği bir tarihsel arka planı vardır. Kuşkusuz bu gericiliğin kendini yeniden üretmesinde yine en büyük mağduriyeti de Kürtler çekecektir.

Kürt Hareketi, devletin faşist paradigmasının tarihsel, sosyal, toplumsal temeline dair tarihsel okumasını doğru yapamadığı için böylesine rahat bir politik argüman geliştirmektedir. Üzerindeki Türk egemen ulus baskısının köklerini doğru okuduğu noktada, Kürt ulusunun inkarına yönelik yaklaşıma da köklü müdahalede buluna bilecektir.

TC, İttihat Terakki zihniyetinin bir ürünüdür. Onun faşist devlet karakterini şekillendiren ve ona en güçlü harcı veren şey ise 1915 Ermeni Soykırımı’dır. Türk şovenizmi bu büyük soykırım ve katliamla pazularını geliştirmiştir. Daha sonra Rum-Pontus, Süryani katliamlarıyla temellerini kuvvetlendirmiştir. Bu uluslara ve topluluklara yönelik düşmanlık ise kalıcı ve sürekli olmuştur. Bu temel kavranmaksızın Kürtlere yönelik katliam, inkar ve yok sayma anlaşılamaz. Zira buradan beslenerek, güçlenerek Kürt ulusuna yönelik baskı, zulüm ve yok etme politikası geliştirile bilmiştir. Bugünkü devletin temellerini bu ulusal topluluklara yapılan temizlikle oluşturmuştur.

Ki çok uzağa gitmeyelim; henüz 2007 sürecinde devletin kendini yeniden restorasyona giriştiği süreç dahi bir Ermeni gazetecinin katledilmesi üzerinden gerçekleştirilmiştir. Devletin bir kliğinin örgütlediği, diğerinin yol verdiği organizasyonla Hrant Dink katledilmiştir. Bu katliam üzerinden egemen sınıf klikleri pazarlığa tutuşmuş (ünlü, Yaşar Büyükanıt ve Tayyip Erdoğan’ın  Dolmabahçe görüşmesi ve mutabakatı) ve cinayetin uzanacağı noktaların karartılması ve devletin yumuşak bir geçişle dönüşümünün-restorasyonunun sağlanmasına yol verilmiştir. Bu katliamın hemen ardından Ergenekon operasyonları start almıştır. Yani devlet kendini yenilerken dahi bir Ermeni’nin kanı üzerinden bunu gerçekleştirecek ve kendi bekasını ve sürekliliğini sağlayacak bir yaklaşıma sahiptir. Bu mesele, Türk şovenizmi ve devletin kuruluş ideolojisinde ve kendini yeniden üretmesinde bu kadar köklü bir yere ve düğüm noktasına sahiptir.

Kürt Ulusal Hareketi, Kürt ulusuna yönelik resmi devlet şovenizminin ve düşmanlığının tarihsel köklerine ve şekillendiği esas noktalara doğru bir tarihsel okumayla bakıp, bu şovenizmi darmadağın edecek düğümün nerde atıldığını göremediği takdirde; “demokratik ulus”, “bir arada yaşama”, “demokratik devlet” paradigmaları da, gerçek anlamda çeşitli milliyetlerdeki halkların kardeşliği projeleri de yerini “ilkel” bir Kürt milliyetçiliğine bırakacaktır.

Türk devletinin bu topraklardaki farklı ulus ve milliyetlere yönelik düşmanlığının temel düğüm noktalarını kavramak elzemdir. Hem karşı devrimci saldırılara karşı donanımlı olmak hem de gerçek anlamda demokratik ve devrimci görevleri belirlemek açısından böyledir. Seyit Rıza ömrünün son anlarında, Türk devlet gerçekliğinin ve reflekslerinin nasıl şekillendiğine dair yaşanan bir gelişmeye dair yaklaşımı adeta ders gibidir. Henüz devletin Dersim operasyonu için hazırlık yaptığı dönemde bir Ermeni kilisesi devletin askerleri tarafından basılır. Papaz öldürülür. Seyit Rıza’nın olaya dair yorumu ise öğretici ve kulaklara küpe olacak türdendir. Seyit Rıza mealen “eğer devlet bu Ermeni papazını böyle öldürdüyse, sıra bize gelmiştir. Artık bu devleti durduramayız” diyerek bir tarihsel kavrayışa ve derse işaret etmiştir.

Kürt Ulusal Hareketi, bugün mücadele ve savaşım içinde olduğu devletin ırkçı, şovenist, inkarcı, asimilasyoncu çizgisinin tarihsel düğüm noktalarını kavrayamadığı noktada, onun bu çizgisine kan taşıyacak çözümlemelerden ve yaklaşımlardan da kurtulamaz. Son açıklamalar kuşkusuz bu eksik ve hatalı tutumdan beslenmektedir. Esasında devletin, yönelmesi ve savaş açması gereken noktalarına talihsiz bir şekilde ona hizmet eden bir duruma kendini düşürmektedir.