Anasayfa , Haberler , Kıbrıs'ın zoru ne?

Kıbrıs'ın zoru ne?

KIBRIS | 01 – 03 – 2011 | Baraka Kültür Merkezi, Kıbrıs’ın kuzeyinde, “halk olma hakkı ihlal edilmiş bir halkın hakları” için neoliberalizme karşı mücadele ediyor. Kıbrıs’taki 28 Ocak Toplumsal Var Oluş mitinginde “Ankara elini yakamızdan çek!” pankartıyla katıldı ve mitingin mesajını özetleyen bu pankart faşist saldırı girişimlerinin ve Ankara’nın hışmının hedefine oturdu.

Şimdi de 2 Mart’ta gerçekleştirilecek olan ve 28 Ocak’takinden daha etkili olması beklenen ikinci mitinge hazırlanıyorlar. Ada halkının 27 yıldır bilinçaltında bastırılmış bir şekilde tuttuğu isyanını ortaya çıkarmasına yardımcı oluyorlar. Baraka’dan Münür Rahvancıoğlu ve Hasan Yıkıcı ile son eylemlerin gerçek dinamiklerini, hedeflerini, öznelerini, Kıbrıs’ı ve Tayyip Erdoğan’ın sert çıkışının Kıbrıs’taki karşılığını konuştuk

* * *

Sendikalar, bu yasanın uygulanması halinde Kıbrıslıların yaşamasının artık imkânsız hale geleceğini, göç etmek zorunda kalacağını söylüyor. O nedenle resmi adı başka olsa da “Göç Yasası” diye anılıyor

Kıbrıs Türk halkı ne UBP’yi affedecektir ne de AKP’yi. 28 Ocak’ta 30 bin kişi vardı. 2 Mart’ta inanıyoruz ki 50 bin kişi olacak, Kıbrıs halkı yine kendi iradesini ortaya koyacaktır.

* * *

Kıbrıslıların derdi ne? Bu halk neden böylesi bir tepkiyle sokağa çıkıyor?

M.R.: Kıbrıslıların derdi ekonomik temelli. 1986’dan beri devam eden 15-20 yıllık bir sürecin sonucu. Özal’dan beri ülke ekonomisine Ankara yapımı neoliberal ekonomik paketler yön veriyor. Bugün bu politikalara karşı tepkiler artık siyasal bir söyleme dönüştü. Bu nedenle Ankara bu kadar öne çıktı. Çünkü, neoliberal politikaların kaynağında Türkiye hükümetleri var.

15-20 yıllık bir süreç ama tepki şimdi patlak verdi. Şu an gündemde neler var?

M.R.: Son bir yılda olanları anlatayım. Kıbrıs THY özelleşti. Çalışanları sokakta kaldı. Sırada ADSL hizmetleri vs. Dâhili telefon özelleştirmesi var. Elektrik üretim, iletim, faturalandırmasıyla tamamen özelleştirilecek. Kooperatif özelleştirilecek. Kooperatif bankasıyla, tohumculuk, tahıl, süt, hellim işletmeleriyle Kıbrıslı Türklere ait ciddi bir değerdir. Kıbrıslı Türklerin üretimde tek şansıdır. Bu özelleştirmeler Kıbrıs’ın bitmesi anlamına gelir.

Çalışan haklarında da gerilemeler var. Ek ödemeler, desteklemeler kaldırıldığı gibi maaşlarda da kesintilere gidiliyor. Bu arada Tayyip Erdoğan 10 bin lira maaş aldığımızdan bahsediyor ama Kıbrıs’ta en yüksek maaş bile 10 bin lira değil. En yüksek maaş cumhurbaşkanınındır o da 8 bin lira alır. Asgari ücret ise bin 300 liradır ve şu anda yeni işe başlayanlar için maaşların artık asgari ücretten verilmesi planlanıyor.

Tamam, Erdoğan doğru söylememiş ama bu da yüksek bir maaş değil mi? Türkiye’ye kıyasla bin 300 lira asgari ücret iyi bir rakam.

M.R.: Ama Kıbrıs ve Türkiye’de fiyatlar çok farklı. Benzin ve mazot dışında her şey Türkiye’dekinin birkaç katı fiyatınadır. Ortalama iki katı diyelim. Benzin ve mazotun ucuza olması da aslında Türkiye’deki gibi bir avantaj sunmuyor. Çünkü burada hiçbir toplu taşıma hizmeti yok. Taksi bile yok. Kıbrıs’ta bir yerden bir yere gitmek için özel arabanız olmalı.
Yani ne Erdoğan’ın dediği kadar yüksek bir maaş var ne de elimize geçen para Türkiye’deki kıymetinde. Şimdi hem ek ödemeler kaldırılıp hem de kesintilere gidilince mevcut durum daha da kötüleşiyor ve halk da buna karşı çıkıyor.

“Göç Yasası” diye bir yasa var. Buna karşı Kıbrıs tarihinde pek çok ilkin yaşandığı mücadeleler verildi. Polis ilk kez bu gösterilerde gaz bombası kullandı. Ne yapıyor bu yasa. Kamuya yeni girenlerin maaşı yarı yarıya düşürülüyor, asgari ücret seviyesine geliyor.
Sendikal haklarda da gerileme var. Toplu sözleşme hakkı “Göç Yasası” ile imkansız hale getiriliyor. Yasada çalışana çıplak ücret dışında bir şey verilmeyeceği yazılı. Toplu sözleşmede ek haklar, desteklemeler isteyemeyecekseniz ne yapacaksınız. Toplu sözleşme sadece kuru ücret pazarlığına indirgeniyor.

Yasanın adı neden göç yasası?

M.R.: Sendikalar, bu yasanın uygulanması halinde Kıbrıslıların yaşamasının artık imkânsız hale geleceğini, göç etmek zorunda kalacağını söylüyor. O nedenle resmi adı başka olsa da “Göç Yasası” diye anılıyor.

Bu düzenlemeler şimdiki Ulusal Birlik Partisi (UBP) hükümeti dönemine mi ait? Öncesi yok mu?

M.R.: Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) döneminde paket hazırlandı. Daha doğrusu AKP hazırladı ve CTP’ye verdi. CTP’liler diyor ki, “Biz bu yasayı geçirmek istemedik, o nedenle de erken seçime gittik.” Ama seçime giderken hiç böyle bir şeyden söz etmediler. “Ekonomik kriz var, önemli tedbirler almamız gerekiyor,” dediler.
Bizce CTP erken seçime, bu yasaları geçirmeden önce onay almak için gitti. Seçilemeyince de söylem değiştirdi.

Paketler o kadar yeni değil ama değil mi? 15-20 yıllık bir süreçten söz ediyorsunuz?

M.R.: 1986’dan beri bu paketler var. O zaman bir sanayi vardı, alüminyum işletmeleri, plastik boru fabrikaları, iğne fabrikaları. Turgut Özal geldiğinde Kıbrıslılar “Biz üretmek istiyoruz” dediler. Özal da dedi ki, “Siz üretmeyin. Zaten İstanbul’un bir mahallesi kadarsınız. Biz sizin paranızı göndeririz.” Ankara bu sorunun kaynağı… Ankara’yı hedef alan sloganların nedeni de bu.

Türkiyelilerin sizin durumunuzu anlaması için gerçek Kıbrıs’ı bilmesi lazım belki de. Kıbrıs’ın kuzeyi nasıl bir yerdir? Gözümüzde canlandırabilmek için, genel bir manzara çizebilir misiniz?

H.K.: 1974’te Türkiye askeri geldi ve bir daha dönmedi. 12 Eylül sonrasında da KKTC oluşturuldu. KKTC bağımsız bir devlet olarak sunuluyor; meclisiyle, siyasi partileriyle. Oysa kendi başına hiçbir belirleyiciliği yok. KKTC’yi Türkiye dışında tanıyan bir tek ülke de yok. TC’nin belirlediği politikaların dışına çıkamıyor. Bu mecliste de, siyasi partilerin kendi politikalarını belirlemesinde de böyledir. Bir siyasi parti etkin bir şekilde parlamentoda yer almak istiyorsa Türkiye’nin çizmiş olduğu siyasi ufuk dışına çıkamaz.

Geçmişte örneklerini gördük, bugün yaşanan da odur. En önemli örnek olarak Türkiye’de AB üyelik sürecinin ciddi bir şekilde gündeme geldiği 2000’lerin başında, bir taraftan da Kıbrıs’ta toplumsal muhalefet oluşmaktaydı. Bu muhalefet içerisinde Cumhuriyetçi Türk Partisi CTP, AKP ile yakın ilişkiler kurdu. Bir önceki hükümet partisi UBP hükümetini geri planda bırakarak artık Türkiye’de oluşmakta olan siyasi projeye göre, Kıbrıs’ın kuzeyinde de AB endeksli yeni bir siyasi proje çerçevesinde CTP geldi.

Şu an şikayet ettiğiniz politikaların da aslında CTP döneminde başladığını belirtiyorsunuz. CTP AKP ile müttefik ama merkez sol, UBP sağcı ve CHP’ye yakın… Partilerden biraz bahseder misiniz?

H.K.: CTP, yani Cumhuriyetçi Türk Partisi, Sovyetler döneminde politikaları SBKP’ye bağlı olarak belirlenen aynı zamanda güneydeki AKEL’in kuzeydeki yansıması olan bir partiydi. Bizim tabirimizle revizyonist bir partiydi. Sovyetlerin çökmesiyle birlikte CTP liberalizme kayıyor. Bu kaymanın uç noktası 2000’lerin başındaki Avrupa Birliği süreci, Annan Planı dönemiydi.

Ulusal Birlik Partisi UBP ise sağcı, faşist, Kıbrıs’ın kuzeyindeki karanlık güçleri koruyan, kollayan ve yer yer destekleyen bir partidir UBP. 1990’lar boyunca, hatta 2000’lerin başında Türkiye’deki egemen ideoloji Kemalist gericilikle iyi ilişkiler kuran bir partiydi UBP. 2000’lerin başına kadar da iktidar koltuklarındaydı. 2000’lerle birlikte AKP’nin Türkiye’de egemenliğini pekiştirmesiyle ve AB projesinin açılmasıyla UBP Türkiye’deki egemen ideolojinin çıkarlarına yanıt veremeyecek bir duruma geldi. Bundan dolayı yeni bir aktöre, yeni bir figüre ihtiyaç vardı. Bu figüran da liberalizme doğru kayan, AB’yi hedef olarak gören, Kıbrıs Türklerinin tek kurtuluşu AB’dir diye siyaset üreten CTP’ydi. 2000lerde AB sürecinde AKP için Kıbrıs bir engeldi. Çözüm de Kıbrıs’ta oluşturulan bir barış ya da barışı destekler görünmekti.

AKP CTP ile işbirliği yaptı ve 2000”lerin ortasında, Annan Planı döneminde CTP iktidara geldi. CTP böyle bir parti. Annan Planı’nın gerçekleşememesi, Kuzey’den evet, Güney’den hayır çıkması, toplumsal hareketin de zayıflamasıyla birlikte CTP hükümetten düştü ve yeniden UBP geldi. Önce hükümeti kazandılar ardından da cumhurbaşkanlığını kazandılar. Bu, AKP’ye rağmen, Türkiye’ye rağmen de kazanılmış bir şey. Her zaman Türkiye’nin ya da AKP’nin dediği olacak diye bir şey yok.

CTP’nin hükümeti döneminde yaratılan muhafazakar, gerici siyasi hava, olumsuzluk, hayal kırıklığı UBP’nin işine yaradı. UBP bu hayal kırıklığını çok iyi kullanarak iktidara geldi. Halk UBP’yi destekledi fakat desteklemesinin ana nedeni UBP’nin kendi politikaları değil, CTP dönemindeki hayal kırıklığının ve siyasi alternatifsizliğin insanları UBP’yi seçmeye itmesidir.

Bir şeyi vurgulamakta yarar var. Annan Planı’nın öncesinde çok geniş bir toplumsal muhalefet oluşmaya başlamıştı. Bir taraftan Afrika gazetesi yazarlarının düzmece davalarla tutuklanmaları, yargılanmaları… Diğer taraftan bankaların batması ve o dönemdeki ekonomik krizin Kıbrıs’taki yansımaları çok ciddi bir halk hareketine neden olmuştu. Ondan sonraki süreçte ekonomik ve sınıfsal temelden kayarak daha çok barış endeksli ve Annan Planı endeksli bir hareketlilik oluşmaya başladı. Bunu CTP’nin egemenliğinde olan platform yürütüyordu. CTP’nin yaptığı en tarihi hata halk hareketini boğması, durdurmasıydı. Hareketin CTP tarafından bilinçli bir şekilde gericileştirilmesi, diğer taraftan da CTP’nin uyguladığı politikaların çıkmaza doğru gitmesi bir hayal kırıklığı yarattı

Bir de Demokrat Parti var.

H.K.: Demokrat Parti, UBP ile farkları olmayan, Rauf Denktaş’ın kurdurttuğu ve başında da oğlu Serdar Denktaş’ın odluğu bir partidir. UBP’den tek farkları, dönem dönem yaşanan Denktaş’la yaşanan kişisel husumetlerden dolayı kurulmuş bir partidir. Fakat bugün muhalefette olmalarından dolayı UBP’yi, AKP’yi eleştiriyorlar. Kendileri iktidarda olsaydı onlardan farklı bir tavır almayacaklardı.

Bir de Toplumcu Demokrasi Partisi var. Bunlar barış ve demokrasi olarak hatta ondan önce toplumsal kurtuluş partisi olan merkezin solunda görünen CTP’ye göre daha solda duran fakat özünde çok da farkı olmayan biraz daha dürüst olmaya çalışan sosyal demokrat bir parti. Fakat TDP gibi parlamentarizm rüyası gören bir parti. Çok da samimi gelmemektedir.
Şu anda iki milletvekili var, iktidar deneyimi yok.

Peki toplumsal muhalefete, sokağa kimler hakim?

H.K.: UBP dışında herkes var. Bir de Özgürlük ve Reform Partisi var. O da AKP’nin kuklası, onunla ilgili konuşmaya bile gerek yok.

Toplumsal muhalefete gelirsek. Bu saydığım partiler hareketin içerisinde aslında. Fakat şöyle bir şeyi ortaya koymak lazım. Hareketin liderliği, önderliği açık bir şekilde sendikalar ve birtakım demokratik kitle örgütleridir. Tarihsel olarak yaşattıkları hayal kırıklıklarından ve samimi olmamalarından dolayı Kıbrıs Türk halkının siyasi partilere güveni kalmadı. Bugün CTP belki ön planda görünebilir. Fakat Kıbrıs Türk halkının seçimi CTP değildir. Veya TDP, toplumsal muhalefetin bileşeni olabilir fakat yine aynı şekilde Kıbrıs Türk halkının alternatifi seçeneği değildir. DP hiç değildir. Hareketin içerisinde siyasi partilere dair muazzam bir güvensizlik var. Bu da bize şunu işaret ediyor: Siyasi bir alternatifsizlik mevcut Kıbrıs’ın kuzeyinde.

Siyasi bir öznenin, kurucu siyasi bir iradenin olmaması söz konusu. Bu bir yandan olumlu, bir yandan da olumsuz olarak değerlendirebiliriz bu durumu. Çünkü Kıbrıs Türk halkı tarihsel olarak yaşadıklarından ders çıkartabiliyor. Bundan dolayı samimi olmayan aslında esas kaygısını Kıbrıs Türk halkının geleceği değil de Ankara politikalarıyla çelişkiye düşmemek olan siyasi partileri defterden silmiş olduğunun göstergesidir. Fakat diğer taraftan bu hareketlerin siyasi bir birliğe dayanmaması, siyasi bir özne olmaması hareketin geleceğiyle ilgili soru işaretleri doğuruyor. Çünkü tüm kitle hareketlerinin, toplumsal hareketlerin siyasi bir birliğe dayanması gerekmektedir. Sendikaların ve demokratik kitle örgütlerinin, derneklerin ve sol örgütlerin motor gücü olduğu bir hareketliliktir bu. Özellikle söylem ve sol politikaların yaratılması anlamında. Diğer taraftan da neoliberal politikalara karşı, özelleştirmelere karşı, Ankara’nın Kıbrıs’ın kuzeyindeki varlığına karşı bir mücadeledir. Bu hareket, kaçınılmaz bir şekilde Kıbrıs Türk halkının kendi kurucu siyasi seçeneğini de yaratmak durumunda.

Bu eylemlerden sonra, katılan örgütler açısından bir başka ilişki biçiminin oluşumundan söz edebilir miyiz?

H.K.: Şimdi bundan bir önceki platform kalıcı bir platform olmamıştı. CTP’nin iktidara taşınmasıyla birlikte misyonunu doldurmuştu ve doğallığında sönmüş gitmişti. Kimse de güçlü bir şekilde çıkıp sorgulamadı. Şimdi Toplumsal Varoluş Platformu var. Bu platformda siyasi partiler var, sendikalar var. Şimdi şöyle bir risk var. Geçmiş dönemde yaşandığı gibi Toplumsal Varoluş Platformu bir koalisyon biçiminde hükümete mi taşınacak? Kıbrıs Türk halkı bunu kesinlikle kabul etmiyor. Fakat bunun dışında somutta alternatif bir yakınlaşma yok.

Neyi görüyoruz? Kıbrıs Türk halkının radikalleştiğini görüyoruz ve bu radikalleşme ve öfke Kıbrıs halkını yeni oluşumlar yaratmaya itecektir. Yarın bir parti kurulacak anlamında değil. İttifaklar kurulabilir, sol örgütlerin veya sendikaların içine dahil olabileceği oluşumlar, platformlar daha uzun süreli olabilir. Ama platformda da önemli olan bunların seçime endeksli olmamasıdır. Önemli olan sınıfsal kaygılarla aşağıdan yukarıya bir halk hareketini örmektir. Şu an Kıbrıs’ın üzerinde toplumsal muhalefet anlamında olmayan da budur. Şu an sendikalar önde, dernekler önde, sendikalar belirliyorlar. Siyasi partiler kürsüye çıktığında artık insanların dinleyesi bile yok. Bu bir yandan olumlu bir yandan da hareketin geleceği ve siyasallaşması açısından soru işaretleri barındırıyor.

Tabandan bir başka sandık eksenli olmayan siyaset anladığımız kadarıyla Baraka’nın yaklaşımı bu. Baraka dışında aynı amacı güden sendika, parti, örgüt, benzer örnekler var mı?

H.K.: Baraka, seçimleri ve parlamentoyu bir araç olarak görür, hiçbir zaman amaç olarak görmez. Bu anlamda Baraka, bu kaygılarla hareket eden bir örgütlenmedir, halkı aşağıdan örgütlemeye çalışan bir örgütlenmedir. Diğer taraftan Yeni Kıbrıs Partisi var. YKP seçimler konusunda boykot politikasını uyguladı. Şu ana kadar onlarla ilgili bir şey söyleyemem ama bunu yapabilecek bir alternatif onlardır. Aramızda ciddi bir mutabakat yok ama olumlu bir örnek olarak YKP’yi gösterebiliriz bu konuda.

Şunu da belirteyim. Mesela CTP, TDP hala hükümet kaygısı güttükleri için, bir yerden AKP ile bağları olduğu için perde arkasında halkın alanlarda seslendirdiği “Ankara elimi yakandan çek” sloganını söyleyemiyor. Fakat birçok CTP’li hatta yüzde 70’inden fazlası bu sloganı benimsiyor. CTP yönetimi hala meclis rüyası gördüğü için ve geleneksel Türkiye ile arasındaki bağı kopartamadığı için bu sloganı atamıyor. Bu anlamda önümüzdeki dönemde iç siyasette ciddi kırılmalar ihtimaldir.

Birçok merkez sol partide benzer çelişkiler olur. Taban bir şeyi dillendirir, tavan bunu dillendiremiyordur ama taban bunu mazur görür. Siyaset de böyle yapılıyor, reel politik böyle diye.

H.K.: Yüksek siyasetin dili hakim olabilir ama ne olduysa reel politikten dolayı geldi Kıbrıslıların başına. Kıbrıslılar bunun farkında. Bu anlamda bir kırılma var.

Ordunun durumu nedir peki?

Kıbrıs’ta Türkiye ordusu da var, KKTC’nin kendi ordusu da. Fakat bunların generalleri, komutanları Türkiye’den atanır. Merkez Bankası var. Aynı şekilde Türkiye’den atanır. Pek çok resmi kurumun başkanları Türkiye tarafından atanır. TC yardım heyeti var. TC yardım heyeti Türkiye’den gelen paranın nereye harcanacağını belirleyen bir kurumdur. Aslında siyaset TC yardım heyeti ile TC elçiliğini çizdiği politikalarla şekilleniyor.

M.R.: Yasalar Türkiye yasalarının kopyası. Türkiye’deki bir yasa alınır, Türkiye kelimesinin yerine Kıbrıs yazılır. Bu tabii bazı saçmalıklara da yol açıyor. Mesela bir maden yasası çıktı. Türkiye’deki maden yasasından kopyalanmış. Ama Kıbrıs’ın kuzeyinde maden yok.

Kıbrıs’ın nüfus yapısı da tartışmalı. Bu konuda gerçek durum nedir?

H.K.: Geçen yıl Tayyip Erdoğan Kıbrıs’a geldiğinde UBP’li Başbakan İrsen Küçük’e soruyor: “Sizin nüfus ne kadar?” Küçük, bir cevap veremiyor, “kalabalık” diyor. Bu trajik bir şey. Kıbrıs’ın kuzeyinde 300-350 bin Kıbrıslı vatandaş olduğu söyleniyor. Fakat bunların kaçta kaçı yerlidir, kaçta kaçı göçmendir, tam olarak bilinmiyor. Vatandaş olmayan nüfus da tam bilinmiyor. Sürekli bir sirkülasyon var. Yurtdışından giriş çıkışlar, konaklamalar, çalışma izinleri vs. takip edildiğinde Kıbrıs’ın kuzeyinde 500 binden fazla insanın yaşadığı söyleniyor. Bu 500 binden fazla insanın ancak üçte birinin Kıbrıslı yerli Türkleri kapsadığını söyleyebiliriz. Bu anlamda Türkiye’den aktarılan nüfusun Kıbrıslı Türkleri katladığı bir gerçektir. Bunun siyasi, kültürel ve sınıfsal yansımaları var. 1974’ten hemen sonra gelenler adaya belli bir uyum sağladı ve Kıbrıslıların bir kısmı bunu kabullendi ancak 2000’lerde gelenler için aynı şey söylenemez.

Tayyip Erdoğan’ın “besleme” söylemi hakkında ne düşünüyorsunuz?

H.K.: Türkiye Kıbrıslı Türkleri besliyor ya da Kıbrıslı Türklerin yanındadır diye bir şey yok. Besleme tabiri de kesinlikle kabul edilemez, gerçekliği çarpıtan bir şey.

Para geliyor ama…

H.K.: Para geliyor. Ama Recep Tayyip Erdoğan’dan tutun, Cemil Çiçek’e kadar, Egemen Bağış’a kadar tüm taraflar bir taraftan Kıbrıslılara hakaretler yağdırırken diğer taraftan da “bizim Kıbrıs’ta çok önemli vazgeçilemez stratejik çıkarlarımız var” diyorlar. Aslında düğüm burada. Para akıtılıyorsa bu Kıbrıslı Türklerin kara kaşına değil. Aktarılan para aslında Türkiye’nin, esas olarak da taşeronluğunu yaptığı NATO ve emperyalizmin stratejik çıkarları çerçevesinde 1974’ten itibaren yaratılan yapının sürdürülmesine hizmet eden bir paradır. Bu, Kıbrıslı Türkleri üretimden koparma ve geleceksizleştirme amacıyla yürütülen bir politikaydı. Bir tür bağımlılaştırma, asalak bir yapı oluşturma politikasıydı aslında. Bir halk ürettiği zaman kendini var edebilir, kendi geleceğine dair iradesini koyabilir. Kıbrıslı Türklerin geleceklerini kendi iradeleriyle belirlemesi, Doğu Akdeniz’de emperyalist çıkarlara sahip olanları ve Türkiye egemenlerini korkutmuştur.

M.R.: Erdoğan bir itirafta bulundu. “Yunanistan Kıbrıs’ta ne için varsa biz de onun için oradayız” dedi. Yunanistan Kıbrıs’ta ABD için, NATO için üsler kurulsun, Ortadoğu’da emperyalizmin denetim olanakları artsın diye var. Tabii ki bal tutan parmağını yalıyor ve Türkiye ile Yunanistan’ın Kıbrıs’ta kendi çıkarları da var ama asıl olarak emperyalizme hizmet için buradalar.

H.K.: 1974’ten sonra oluşturulan yapı sayesinde kumarhanelerin ve gece kulüplerinin yoğun bir şekilde var olduğu bir coğrafyaya dönüştü Kıbrıs. Kumarhanelerde, fuhuş yuvalarında, gece kulüplerinde aklanan para Türkiye’nin KKTC’ye gönderdiğinin kat be kat üstünde bir para. Bir taraftan Türkiye’den KKTC’ye para akıyor gibi görünür ama kara para aklamayla, çetelerin faaliyetleriyle Kıbrıs’tan Türkiye’ye aktarılan para Türkiye’den KKTC’ye ödenenin kat kat üstündedir. Bu Türkiye’nin kendi topraklarında yürütemediği kontrgerilla, mafya faaliyetlerinin Kıbrıs’a kaydırılmasıdır. Esas besleme varsa bu Türkiye’nin mafyası, otel sermayesi, kara para sahipleridir.

Ada halkı ile bu yapılar arasında bir gerilim var mı?

H.K.: Ada halkı zaten bu kumarhanelere gitmiyor. Vatandaşlara yasak zaten. Sadece yurtdışından gelenler gidebiliyor. Böyle bir yapı var. Mesela bir otel kuruluyor, otelin daha inşaatı bitmeden kumarhanesi açılıyor.

Kontrgerillanın ada halkına karşı bir eylemi var mı?

H.K.: 1996’da Kutlu Adalı cinayeti gerçekleşmişti. Askerin tarihi eser kaçakçılığı ile ilgili bazı gerçekleri açığa çıkardığı için öldürülmüştü. Failleri hala meçhul. Önceki yıllarda Avrupa gazetesine (Şimdiki Afrika gazetesinin öncülü) çeşitli bombalamalar ve baskılar söz konusuydu. Yeni Kıbrıs Partisi’nin kapısının önünde bomba patlatıldı. Bunlar ne zaman oldu. Toplumsal muhalefetin yükselmesiyle birlikte. Fakat son dönemlerde buna benzer faaliyetler yok.

Bir de size dönük faşist, provokatif bir eylem gerçekleşti. Kontrgerilla şimdi de boş durmuyor herhalde. Neler yaşandı?

M.R.: Bize dönük saldırı mitingden 3 gün sonra gerçekleşti. Faşistler “Ankara elini yakamızdan çek!” pankartını bahane ederek küfürlü bir eylem yaptılar. (Genç Mücahitler Derneği isminde bir derneğin birkaç üyesi Baraka’yı protesto etmek amacıyla 31 Ocak 2011 tarihinde bir “ziyaret” düzenledi. “Or…. Çocukları” gibi “yaratıcı” bir pankart açan bu şahıslar, basın açıklaması yaptı. “Kıbrıs Türktür Türk kalacak!” diye slogan attıktan sonra, tekbir getirerek Baraka’dan ayrıldılar.) Bizim tepki göstermemizi sağlamak ve tepkimizle birlikte gerginlik yaratıp eylemleri gölgelemek istediler. Ama istedikleri gibi olmadı. O konu kapandı. Esas sorun ortada artık.

28 Ocak eyleminin ardından ne yaşandı, ne değişti? 2 Mart’tan hedefiniz, beklentiniz ne?

H.K.: İki eylem arasındaki yaklaşık bir aylık süreçte Kıbrıslı Türk halkı daha da bir sertleşti, kenetlendi. “Ankara elini yakamızdan çek” sloganının ne kadar kaçınılmaz olduğunu bir kez idrak etmiştir. Burada tabii ki Erdoğan’ın ve AKP kurmaylarının çok önemli katkıları var. Eylemden sonra Kıbrıs halkını aşağıladılar. Kıbrıs halkı bunu hazmedemezdi etmedi. UBP ise hazmedebildi ve Erdoğan’la cıvık bir tavırla el sıkıştı. Kıbrıs Türk halkı ne UBP’yi affedecektir ne de AKP’yi.

28 Ocak’ta 30 bin kişi vardı. 2 Mart’ta inanıyoruz ki 50 bin kişi olacak, Kıbrıs halkı yine kendi iradesini ortaya koyacaktır.

Sokağa çıkan Kıbrıs halkı Türkiyelileri nerede görmek istiyor ve mücadelenin neresine oturtuyor?

H.K.: Kıbrıslı Türklerin ilerici devrimci unsurları her zaman Türkiye’deki toplumsal muhalefetin yanında var olmuştur. Aynı zamanda Türkiye halkının da kendi mücadelesinde yanında olmasının beklentisi içindedir. Bir şeyin altını çizmekte fayda var. Kıbrıs bağımsızlığına kavuşacaksa bu hiçbir koşulda Türkiye ve Yunanistan’daki toplumsal hareketlerden, sınıf mücadelesinden bağımsız düşünülemez. Tekel direnişinin olduğu dönemde, Baraka’nın da içinde bulunduğu sendikalar ve birçok örgüt bir dayanışma eylemi yaparak TC elçiliğinin önüne yürümüştük. Öğrenci muhalefeti açısından da hala süren bir dayanışma ilişkisi var. Baraka Kültür Merkezi’nin Türkiye’de Halkevleri’yle ciddi dayanışma ilişkileri var. Geçtiğimiz haftalarda ÖDP Başkanı Alper Taş geldi, çeşitli görüşmelerde bulundu. Kıbrıslıların beklentisi Türkiye’deki ilerici devrimci hareketlerin bu Kıbrıs’taki hareketle dayanışmasıdır. (Sendika.Org)