Home , Haberler , İran’da geleceğini arayan halk hareketleri… (III) – H. Gürer

İran’da geleceğini arayan halk hareketleri… (III) – H. Gürer

Tahran’da bir araya gelen 100.000’i aşkın kadın, başörtüsü takmanın
zorunlu hale getirilmesini protesto etti. 8 Mart 1979.

 

H.GÜRER

16 Ocak 2018
 
“Tarih, tarihi bilmeyenler ve ondan
ders çıkarmayanlar yüzünden tekerrür eder…”
 
1979 İran İslam Devrimi’ni gerçekleştiren Humeyni Şah rejimini yıkarak demokratik bir ülke kuracağı vaadiyle toplumun her kesiminin desteğini almıştı. İranlı kadınların desteğini de alan Humeyni en büyük darbeyi yine İranlı kadınlara yapacaktı. Humeyni’nin referandumlarına katılıp oy kullanan kadınlar demokrasi beklerken taşlanarak recm edilme yasaları çıkınca ve recm edilmeye başlayınca gerçeği gördüler. Ama her şey için artık çok geçti. Seçme-seçilme hakkı, resmi nikah yapma vb. hakları Şah döneminde verilmiş olan İranlı kadınların tüm hakları erkeğin, imamın eline bırakılmıştı. 1979’da Humeyni’nin getirdiği olan başörtüsü takma ve dini kurallara göre giyinme zorunluluğuna karşı 8 Mart 1979’da yüz bin kadının sokaklara dökülmesine karşın durum değişmeyecekti. İranlı kadınlar şeriatla beraber kabuğuna çekildi… Bugün sosyal, siyasal ve ekonomik baskıya en çok maruz kalan İranlı kadınlar, bu cenderenin parçalanması için en önde mücadele ediyorlar…
***
Temmuz 2015 nüfus sayımlarının verilerine göre 82 milyonluk nüfusuyla, hem etnik, hem mezhepsel ve hem de dilsel zenginliğe sahip kozmopolit bir ülke olan İran’ın; %61’ini Farslar, %16’sını Azerî Türkleri, %10’unu Kürtler, 6%’sını Lurlar,  %2’sini Belûcîler, %2’sini Araplar, ve %2’sini Kaşkay Türkleri ve diğer Türkmen gruplar oluştururken, %1 Ermeniler, Aramiler/Asurlar, Yahudiler, Gürcüler ve diğer gruplar oluşturuyor. Örneğin İran’ın Pakistan sınırında Urdu dili konuşan küçük bir kesimden de bahsedilmektedir. İran’a Azerbaycan, Ermenistan, Türkmenistan, Pakistan, Afganistan, Irak ve Türkiye olmak üzere 7 komşu ülke bulunmaktadır. İran’da 77 farklı dil ve lehçe konuşuluyor. Ama tüm etnik topluluklar Farsça biliyor. Anaokulundan tutun üniversiteye kadar Farsça eğitim zorunlu. Bu kozmopolit yapısı, İran’ın anayasasının 15. maddesine[1] “mahalli dillerin öğrenimi serbestliği” ile yansıtılmış. Nüfusun yüzde 53’ü anadil olarak Farsçayı konuşuyor. Bu yüzden de Farsça İran’ın resmi dili olarak kabul edilmiş. Böylece İran da yaşamakta olan diğer ulusları bir arada tutan, yaşamın ve her şeyin paylaşılmasını sağlayan ana araç rolü oynamakta. Fakat diğer yerel dilleri de (anadilleri) okullarda (veya okul dışındaki kurumlarda) ikinci dil olarak öğrenmek, anayasasının 15. Maddesi ile güvence altına alındığından serbest.
 
İran’ın bu ulusal armonisi, inançsal bir zenginliği de içinde barındırıyor. Nüfusunun dinî yapısının %90’ını Şiî Müslümanları oluşturuyor. (Bunlar  İslam Fıkhında, Şii mezhebi “Ehl-i Kitap” ve “Ehl-i Zimme” olarak tanımlanmış ve ilahi bir mezhep olarak tanıtılmıştır.[2]) %8’ini Sünnî Müslümanlar, kalan %2’sini ise diğer dinlere mensup insanlar Ahli-HakBahâîlerSâbiîlerHindular, Hristiyanlar (Ermeniler (İsfahan), Keldânîler,  Ortodoks Gürcüler), MusevîlerSâbiîlerYezîdîler ve Zerdüştler[3] oluşturmaktadır. Ülkenin resmi mezhebi ise Şiiliktir. İran’da dinî azınlıkların inanç “özgürlüğü” “anayasal güvence” altına alınmış ve “tanınıyor” olup Anayasa’nın 26. Maddesiyle şu şekilde tanımlar; partilerin, derneklerin, siyasi, sınıfsal ve İslami kuruluşların veya tanınmış dinî azınlıkların bağımsızlığı, hürriyeti, millî birliği, azınlık İslami ilkeleri ve İslam Cumhuriyeti esasını ihlal etmedikçe serbest olduğunu beyan eder.[4] Böylece azınlık dinlere (Ortodoks Hristiyanlık, Musevîlik ve Zerdüştlük) Meclis’te koltuk ayrılmıştır.[5] Anayasasında bu “güvencelere” yer veren İran rejimi, pratikte aynı “güvence” ve “saygıyı” gösteriyor mudur? Burasını detayları ile bilemeyeceğimiz kadar kapalı olan İran rejimi, kendisini “İslam Cumhuriyeti” olarak ve Humeyni’nin ifadesi ile; ‘İslam devleti gerçek anlamda demokratik bir devlettir’ tanımıyla ifade etse de gerçeğin böyle olmadığını tüm dünya biliyor.
 
İran rejiminin işleyişine dair bilinmesi gereken birkaç şey…
Yukarıda aktardığımız gibi diğer azınlık dinleri kağıt üzerinde tanıması ve onlara mecliste göstermelik olarak yer vermesinin hiçbir önemi yok. Çünkü İran molla rejiminde seçilmiş Parlamentonun hiçbir önemi yok! Bunun neden böyle olduğunu daha iyi anlamak için İran rejimini ve işleyişini biraz daha yakından tanımamız, temel bilgilere sahip olmamız gerekiyor.
 
İran rejiminin yönetilmesinde iki büyük yapı var. Bunlardan birincisi; İran dini liderliği olan “Velâyet-i Fakih”[6] kurulu. Yani din bilginlerinden, din ulemasından oluşan bir kurum.  “Velâyet-i Fakih” kurulu yani mollalar; orduyu, yargıyı, güvenliği, ekonomiyi, yani sistemin her noktasını kontrol edip ve yönetiyor. İran rejiminde asıl güç bu kurumdadır. Mollalar denilenler işte bu kurum aracılığıyla İran’a ve İran halklarına hükmetmektedir. Bir de kitlelerin seçimi ile gelen bir İran parlamentosu söz konusu. Bu parlamento seçim ile gelse bile asıl güç mollalarda, “Velâyet-i Fakih” grubundadır. Çünkü seçimlerin yapılıp-yapılmayacağını, kimin seçimlere girip-giremeyeceğine onlar karar verir. “Velâyet-i Fakih” grubunun bu tanrısal yetkisine karşın seçimle gelen parlamentonun arkasında halk hareketleri olduğunu görmek gerekir. Çünkü halk molla rejimine, “Velâyet-i Fakih” kurumuna karşı reform istiyor. Hatta ve hatta kukla olduğunu bildiği parlamento seçimlerine giderken, cumhurbaşkanı ve meclisi seçerken de reform yanlılarını seçiyor. Seçilmişler her ne kadar “Velâyet-i Fakih” grubuna karşı 1979’dan bu yana her hangi bir reform yapamamış olsa da seçmenler tarafından bu tutum değişmeden sürüyor. 1979 İran İslam rejiminin kurulmasından sonra, yaşamın her alanını olduğu gibi eğitim sistemini de köklü olarak değiştirmiş[7] olsalar da kitleleri istedikleri gibi şekillendiremiyorlar. Çünkü insan akıllı bir varlık. Yaşadıklarını idrak edip dersler çıkarabilen, aklı ve vicdanı aynı anda işleyen bir canlı. Dolayısıyla yaşadıkları karşısında “bir dakika” deyip düşünüyor. Karşı çıkıyor.
 
“Velâyet-i Fakih” kurulunun altında üç kurum yer alıyor. Biri; “Uzmanlar” diye bilinen “İslamî Şûra Meclisi”[8] isimli bir kurum. Tüm yetki bunlarda. İkincisi; “Ayetullahlar.”[9] Bunlar dini rehberler olarak biliniyorlar. Fetva verme yetkilerine sahipler. Üçüncüsü; “İslamî Şûra Meclisi” tarafından atanan ve 12 kişiden oluşan “Anayasayı Koruyucular Konseyi”[10] var. Bu konsey tüm alanlardaki kanunların ve kuralların tamamının İslami ilkelere uyup uymadığını araştıran ve belirleyen Koruyucular Konseyi fıkıhçıları (hukukçuları) üzerinden denetler. Yani İran da bütün yetki, bütün güç bu üç kurum arasında paylaşılır. “Velâyet-i Fakih” Şii inancına göre imam mehdi gelinceye kadar devleti ve milleti yönetimde en üst mertebe sahibidir. İran’daki asıl güç sahibi olan dini baş liderin yani Ayetullah’ın ve altındaki liderlerin (Günümüzde İran‚da 1.000 civarında Ayetullah mevcut!) yani “Velâyet-i Fakih” kurumunun hiçbir siyasi sorumlulukları yoktur. Onlar katiyen dokunulmaz, kimse tarafından yargılanıp el sürülemezler, hiç kimseye hesap da vermezler. Siyasi olarak hiç kimsenin “biz sizi istemiyoruz, inin oradan” deme ve yönetimlerine, otoritelerine itiraz etme hakkı da yoktur. Çünkü seçimle gelmemişlerdir. Ancak seçimle gelen herkesin başında sopalarıyla durmaktalar ve istediklerini yaptırırlar!
 
“Velâyet-i Fakih” in altındaki “İslamî Şûra Meclisi” İran parlamentosunun almış olduğu her kararı iptal etme gücüne sahiptir. Yani İran parlamentosuna kitleler tarafından seçilerek gelen meclis üyeleri bir karar aldığında “İslamî Şûra Meclisi” o kararı reddedip yok sayabilir. Peki “İslamî Şûra Meclisi” seçilmiş midir? Hayır. İran parlamentosu seçilmiş midir? Evet. Biri gücünü halktan diğeri baskıdan alıyor. Seçilmişler reformcu, Velâyet-i Fakih ve onun atadığı İslamî Şûra Meclisi ise onun karşıtıdır. Velâyet-i Fakih değişimi reddeden,  yaşamı binlerce yıllık düşüncelerin etkisi altında tutup buzlu çekmeceye atarak dondurmaya çalışan bir misyona sahiptir. Velâyet-i Fakih, seçilmiş olan İran parlamentosuna karşı asker, polis, devrim muhafızları ve milis güçlerinin hepsini bir baskı, sindirme ve yönlendirme aracı olarak kullanıyor. Bu basit örnekten de anlaşılacağı üzere kendilerini “Cumhuriyet” ve “demokratik” ülke olarak adlandırmaları manipülasyondan öte bir şey değil. Haliyle de demokrasi vs.den söz etmek imkansız. Aksine en büyük anti-demokratik uygulamalar ve yolsuzluklar İran rejiminde mevcut. Mesela “Velâyet-i Fakih” denetlenemediği ve yargılanamadığı için, kamu yönetiminde şeffaflık da yok. Kamusal işlemler halktan gizlenir. Ki, kitleler kendi arasından uygulamaları birbiriyle mukayese yapamasın, kıyaslayamasın, adaletsiz ve hukuksuzluk ortaya çıkmasın.
 
 
***
 
İran’daki Ayetullahların yani dini liderlerin bankaları var, hava yolları var, taşımacılık şirketleri var, yani Din onların elinde olduğu gibi siyasi güç ve ekonomide onların elinde. Para onlarda. Kısacası ülke onların. Devrim muhafızları ordusu onlara bağlı. Ayrıca İran halkına en büyük korkuyu saldıkları Besic[11] adı verilen bir milis ordusuna sahipler. Bu milis ordusu her mahalleden belirlenmiş gençlerden oluşuyor. Bunları Mollalar silahlandırmış durumda. Mollalar Besic milislerine silah ve kimlik vererek rejim karşıtı olanlara, protestolara katılanlara yönelik şiddet ve cinayetler işlemesine dek göz yumulmaktadır. Bu suçlar işlendiğinde ise yargılanmamaktadırlar. 2009 protestolarında katledilen bir çok kişinin Besic üyeleri tarafından katledildiği ve bu kişilerin yargılanmadığı bilinmektedir. Her mahalle Besic milislerinden soruluyor. Bu gönüllü faşist Besic milisleri kendi düşüncelerine göre İran rejimine aykırı bir davranışta bulunduğunu düşündüğü kimselere “gel bakalım” diyorlar. Bu örgütlenme modelini Mussolini İtalya’sında ki yarı askeri faşist milis örgütlenme olan “kara gömlekliler”den, Hitler Almanya’sındaki “kahverengi gömlekliler” gibi asker ve polis güçleriyle çalışan sivil faşist milis güçlerden alıyor. Örgütlenme tarzı, ortaya çıkış nedenleri aynıdır. Bu milisler talimatları “Velâyet-i Fakih” in temsilcisi baş din adamı Hamenei’den alıyorlar. Hamenei “asın” deyince asıyorlar, “vurun” deyince vuruyorlar, “öldürün” deyince öldürüyorlar. Böylesi bir örgütlenme sizlere tanıdık geldi mi? Mesela bugün Türkiye’de oluşturulmaya çalışılan ve şu anda 7 tane eğitim kampı ortaya çıkan bu milis güçlerin model aldığı “kara gömlekliler”, “kahverengi gömlekliler” veya “Besic” yapılanmasının bir ve aynı modellerinin Türkiye versiyonu değil midir?!
***
 
Buraya kadar İran rejimin işleyişindeki püf noktaları ana hatlarıyla anladık sanırız. Anlamamız son derece önemli ki, İran’daki isyanları, halk hareketlerini, protestoların kaynağını da doğru kavrayabilelim. İran’daki bu yapısal gerçeklik İran’ı yolsuzluk için ideal bir ülke haline getiriyor. Yukarıda da değindiğimiz gibi kamu işleyişinde, iradesinde denetim yok, hesap verebilirlik yok, şeffaflık yok. Yargı bağımsız değil, mahkemeler mollaya bağlı, mollaların tayin ettiği hakim-savcılar mahkemelerde “adaleti” İslamî kurallara göre yönetiyor. Böylece mollanın taraftarlarını ve adamlarını yargıl(a)yamıyor. İslamî kurallara göre ‘adalet’ bu şekilde sağlanıyor! İran’da yolsuzluk, açlık, sefalet bu yüzden de başını almış gitmiştir. Çünkü yolsuzluktan hesap sorabilecek bir yargı, bir adalet ve bir bağımsız güç yok. Aksine bu gücü olanlar kendisi yolsuzluğu yapıyor. İran’daki yolsuzluğa küçük bir örnek olması açısından vermek gerekirse; Reza Zarrab’ın İran’daki iş ortağı ve ülkenin ünlü milyarderi Babek Zencani’nin mahkemede söyledikleri ve medyaya yansıyan yolsuzluklardaki astronomik miktarları hepimiz biliyoruz. Mesela Zencani “İran’a ait 8,5 milyar dolarlık bir miktarı ben ortağım Zarrab’la birlikte Türkiye’de rüşvet olarak dağıttım” diyordu. İşte bu ifadeler bugün İran’ın sokaklarını dolduran yoksuların elindeki pankartlarda “Yolsuzluk ve hırsızlık yapanlar Türkiye’ye!” sloganlarıyla dile getiriliyorlar. 8,5 milyar dolar İran halkının refahı için kullanılmış olsaydı durum farklı olabilirdi. Bu da İran’daki yolsuzluğun Türkiye’deki ile birbirlerine nasılda atbaşı gittiğini gösteriyor. Peki Türkiye’de dağıtılan bu 8,5 milyar doları kim aldı? Kimin aldığını ABD’de yargılanan Reza Zarrab’ın ifadelerinden tüm dünya biliyor. Ama Türkiye cephesinde buna karşı bir hukuksal girişim-soruşturma mevcut mu? Hayır. Neden? Çünkü Molla rejiminin dokunulmazlığı ve ayrıcalıklı konumu gibi Türkiye’de de saray ve “sarayın elit” kesimi aynı ayrıcalığa sahip! Yargı, adalet, hukuk, devlet bürokrasi vs. yolsuzluk yapanların bileşeninden oluşunca, o ülkede yolsuzluktan hesap soracak kimseler olmaz! Ancak, o ülkede dürüst davranıp yolsuzluk yapanlardan hesap soracak kesimler yargılanabilir ancak!..
 
İran dünyanın en büyük petrol üreticilerinden biri ancak petrol fiyatları durmadan yükselen ülkelerden biri aynı zamanda. İranlılar bu durumu anlayamıyor! Aklı almıyor. Gıda el yakıyor. Yaşam pahalı, iş ve gelir yok. Kamu kaynakları belli bir elit kesim için harcanır hale gelmiş. Ülkenin tüm gelir kaynakları mollaların yandaşları tarafından parsellenmiş, tüm kaynaklar tutuluyor. Halkın özgürlüğü elinden alındığı yetmezmiş gibi; bir de açlığa, fakirliğe ve sefalete sürüklenmiş. Yasaklar kitleleri canından bezdirmiş, baskı ve yasaklar altında demir yumrukla yönetilmekten bıktırmış durumda.
 
1979 yılından bu yana şeriat rejimiyle yönetilen İran’da pek çok şey yasak. Bunların en başında da rejim aleyhinde konuşmak geliyor! Ancak İranlılar yasakların arkasından dolanıyor. Sokaklarda kadın ve erkeğin el-ele dolaşması, kafelerde yan-yana oturması yasak. İnternette kısıtlı erişim söz konusu. Youtube, Facebook, Twitter, Gmail, Wikipedia: özgür ansiklopedi gibi sayfalar yasak. (Bunların kimileri bizim ülkemizde de zaman-zaman yasaklanmakta! Aynı dereden suyunu içip ideolojik olarak beslenen zihniyetlerin hiç de farklı olmadığını bu basit örneklerde de görmek mümkün.) Bu yüzden Türkiye İran’ı yasaklarından kaynaklı kıskanmıyor değil! Gündelik yaşamda son derece insani olan basit şeyler İran’da bugün yasak. Mesela; Uydu anteni, alkol, dar pantolon veya şort giyinmek, kravat takmak, dövme yaptırmak, kısacası aklınıza gelmeyecek bin bir türlü şey var bu yasaklar içinde. Düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü, medya vs. gibi bizim ülkemizde de yasak olan şeylere zaten değinmeye lüzum yok!
 
Peki ama bu yasaklar neden? Bunun nedeni şu; bir rejim ne kadar otoriterleşir ve ne kadar baskıcı hale gelirse; o oranda kitlelerin gerçek bilgiye erişimini engeller, sosyal yaşamına kısıtlamalar getirerek yasaklayıp cezalara çarptırır. Kitlelere yayılacak ve manipüle edecek gerçek olmayan bilgi kanallarını/yandaş kanallarını aktif bir şekilde kullanır. Kitlelerin doğru bilgilenmesi, gerçeğe ulaşması bu tür iktidarların ancak sonu olur. O halde İran’ın ve İslamcı şeriat kanunlarını esas alan tüm rejimlerin bunca yasaklarının “günah-Allaha karşı gelmek” olarak propagandasını yaptıkları, kitleleri kendi koydukları yasalarla, idari tedbirlerle baskı altına alması yetmediği gibi “Allah korkusunu” da yüreğine düşürerek otokontrol oluşturmaya çalıştığı şeylerin arkasında, kitlelerin kendi köhne sistemlerinin sonunu getirme korkusudur. Zira, gerçek bilgi yeniyi, yanlış bilgi köhneyi beslediğini en iyi bu iktidarlar bilir… Bu bilinçle de çok yoğun olarak kirli bilgiler yayarlar. Her ülkenin devrimcilerinin görevi doğru ve gerçek bilgiyi kitlelere en yaygın ve en etkili şekilde taşımak olmalıdır.
 
***
İran’ın kitleler üzerinde ki baskı mekanizması; legal-illegal silahlı güçler…
Yukarıda aktarabildiğimiz yasaklar, baskılar, adaletsizlikler ve yolsuzluklar İran’da ki gerçekliğin yalnızca mikro kısmını oluşturduğunu bilmek gerekir. İran ekonomisinin bunalım yaşamasının bir çok yapısal/rejimsel nedeni var. Burada sayabileceğimiz bir çok neden söz konusu sanayi devrimini yapmamış olması gibi… Ancak tüm bunların dışında İran ekonomisinin bunalmasının başka bir nedeni de şu; İran’da resmi ordunun dışında, fakir İran halkının beslediği çok sayıda silahlı güç ve ordu var! Molla rejimi kendisini yasak, korku ve baskıya dayalı ayakta tutuyor. Kitlelerin başında sopayı eksik etmemek için de resmi ve gayri resmi ordulara para yatırıyor. İran’da doğrudan Mollalara bağlı devrim muhafızları var. Bu Devrim muhafızlarının özellikle yurtdışında silahlı operasyonlar yapan elit bir gücü var; Kudüs gücü. Bu İran Devrim Muhafızları Ordusu’na bağlı özel kuvvetlerdir. Yurt dışı operasyonları için doğrudan Ayetullah Ali Hamanei’den emir almaktadır.
 
Burada şu noktaya dikkatleri çekmekte yarar var: Rıza Zarrab’ın iddianamesinde, Zarrap Türkiye’deki şemayı kullanarak İran’ın bu vurucu istihbari gücü olan Kudüs gücünü ve Hizbullah’ı İran hava yoları “Mahan Air” aracılığıyla[12] taşımak ve finanse etmekle suçlanıyordu.[13] Bu durumda Zarrab’ın Türkiye’nin bakanlarından, başbakan ve cumhurbaşkanına dek olan ilişkisi, Türkiye’nin uluslararası alanda uluslararası terörizmi finanse etmesinin bağlantılarından yalnızca biri olarak görülme durumu söz konusudur.
 
Kudüs Gücü’nün dışında İran, milis gücü olarak kurduğu Besic’i besliyor. Büyük paralar veriyor. Irak’da savaşan Haşdi-şabiyi besliyor. Yemende Suudi Arabistan’a karşı savaşan Husileri besliyor. Husiler Yemen’de faaliyet gösteren Zeydi bir grup. 2004 yılından beri İran tarafından mali ve askeri destek almaktadır. Örgütün 7000-30.000 arası silahlı militanı, 450.000 kadar sivil destekçisi mevcut.[14]
 
Sıralayacaklarımız bunlardan ibaret değil. Mesela “Fetihin Tugayları” yada diğer adlarıyla “güçlü hayaletler”, “65.Tugay” denen özel başka askeri bir birim mevcuttur. İranlı General Alirıza Sencabi ölümünden önce bu askeri birimin oluşumunu şöyle ifade eder; “Devrimden önce bu tugay eğitimlerinin çoğunu İngiliz SAS komandolarıyla ortak operasyonlar şeklinde yaptı.”[15] Yine İran Kara Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Ahmet Rıza Pürdestan geçen yıl İran-Irak sınırına asker konuşlandırıldığını ve sınırın öteki tarafına topçu ateşi açıldığını belirtmişti. Ayrıca “bir acil müdahale birimi ve keskin nişancı yetiştiren özel okullar kurulduğunu” belirten Pürdestan, bu birliklere her türlü tehlikeye karşı korunabilmeleri için gelişkin teçhizatlar sağlandığını duyurmuştu.[16] Bunun dışında İran, Suriye de Esad’ın ordusuna destek veren “İranlı gönüllüler ordusu” olarak tanımlanan Afganlı milisleri de besliyor. Bu milislerin ölmesi halinde tıpkı İran ordusunda ki ölümler gibi “şehitlik” veriliyor ve aileleri şehit ailelerine tanına haklardan faydalanıyorlar. Lübnan’da da Hizbullahı besliyor. 2016 yılının Ağustos ayında Mashreghnews sitesi tarafından yayınlanan Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) komutanlarından Muhammed Ali Felekî ile yapılan röportajda yapılan açıklamada ise “Şii kurtuluş ordusu” kurulduğunu[17] açıklamışlardı. Sözü geçen bu askeri gücün çeşitli İslam ülkelerinde faaliyet gösterdiği biliniyor. Ayrıca Irak’ta savaşan 42 guruptan 28’nin İran’ın emrinde olduğu da biliniyor. Tüm bunlar İran tarafından Suudi Arabistan öncülüğünde “teröre karşı” kurulduğu ilan edilen “İslam Ordusu”na bir cevap veya alternatif olarak düşünülmüş olması[18] muhtemel. Dikkatinizi çekelim bu kadar silahlı güç ve operasyonu vergileriyle fakir İran halkı besliyor! İran halkı giderek şiddetlenen ekonomik sorunlardan, baskı ve korkularından yorulmuş durumda. Bu iç dinamikler İran halkının isyan etmesi ve molla rejimine karşı çıkması için yeterli nedenler. Tüm bu durumlar, İran’da gelecekte de yeni toplumsal ayaklanmaların ortaya çıkacağının, toplumsal-siyasal-politik hareketlere dönüşeceğinin de bir ifadesidir.
 
Peki İran bu kadar askeri gücü ne için besliyor?
Birincisi; kendi rejimini korkuya ve baskıya dayalı olarak yaşattığından, kendi halkına karşı. İkincisi; İran bölgeyi “İslamileştirme” hedefindedir. İran’ın bugün yürütmekte olduğu saha savaşlarını incelediğimizde; söylemde “İsrail’e karşı” olduğu propagandası yapılsa da, hâlihazırda Sünni-İslam coğrafyasını hedef aldığı ve buralarda güçlü bir varlık göstererek bölge üzerinde jeopolitik üstünlük peşinde olduğu söylenebilir. Bunu söylemek yalnızca politik bir analizden ibaret değildir. İran İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki hedeflerinden birinin de; İran’ı resmî sınırların dışına taşıyarak dünyada İslam ümmeti birliğinin kurulmasını rejimin en önemli hedeflerinden biri olarak tanımlamasıdır. Dolayısıyla, kamu yönetiminin ilkelerini açıklaya­cak olan yasama, Kur’an ve sünnet yörüngesinde dönmektedir.[19] Ancak, İslam Dünyası’nın içinde Şii Müslümanlarının %10-15’lik bir nüfusu oluşturduğu gerçekliğini gördüğümüzde, İran’ın bu hamleleri söz konusu İslam Dünyası’nda mezhep çatışmalarını da kaçınılmaz kılacağa benziyor.
Devam edecek…

 


[1] İran Anayasası’nın 15.maddesi şöyle der: „İran’ın resmî dili… Farsçadır… ve Farsçaya ek olarak yerel ve aşiret dillerinin basında ve kitle iletişim araçlarında ve okullarda çocukların edebiyatlarını öğrenmeleri için okullarda öğretilmesine izin verilmiştir.
[2] http://tebaren.org/?p=534
[3] Kaynak: CIA World Factbook. 13 Ağustos 2016 tarihinde yayınlanan şu linkten https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/ir.html aktarılmıştır. Erişim tarihi: 03.01.2018.
[4] http://tebaren.org/?p=534
[5] Bakınız: “İran’ın dini ve mezhebi azınlıkları_Taberen.01.09.2016. Kaynak: http://tebaren.org/?p=534 Ayrıca İran İslam Cumhuriyeti Anayasası’nın 64. maddesi, her bir dinî azınlıkla ilgili İslami Şura Meclisi milletvekili sayısını da belirtmektedir. “…Zerdüşti ve Museviler birer temsilci, Asuri ve Keldani Hristiyanlar birlikte bir temsilci ve güney ve kuzeydeki Ermeni Hrıstiyanlar da birer temsilci seçebilir. Seçim bölgelerindeki seçmen sayısı ile temsilci sayısını kanun belirler.” (Anayasa, V. Bölüm, 64. Madde). Anayasa’nın 67. maddesinde, milletvekillerinin yemini ve İslami Şura Meclisinde milletvekillerinin nasıl yemin edecekleri konusu yazılmış ve son kısmında ise dinî azınlıklarına mensup milletvekillerinin nasıl yemin edeceklerine dair bilgi yer almıştır: “…Dinî azınlıkları temsil eden milletvekilleri bu andı kendi semavi kitaplarını anarak yerine getirecekler.” (Anayasa, V. Bölüm, 67. Madde)
[6] Velayet-i fakih” din hukuku bilgini anlamına gelen fakihin vesayet ve yönetim yetkisi anlamına gelmektedir. Şii siyasal düşüncesinde dini ve siyasi otorite İslam Peygamberi Muhammed’in damadı Ali’nin soyundan gelen „İmam“lara aittir.
[7] İran Devriminden bir süre sonra Humeyni, iktidara gelir gelmez Şah zamanındaki eğitim sistemini değiştirme girişimlerinde bulunarak genel bir eğitim sistemi ortaya koymak istemiştir. İlk önce ilkokula başlama yaşını 7’den 6’ya düşürmüştür. Daha sonra okullardaki ders kitaplarını değiştirerek İslam inancına dayalı konulara yer vermiştir. İslam dininin ahlakı, sosyal yapısı ve geleneği ile bağdaşmayan ve çelişen tüm konuları eğitim sisteminden çıkarmıştır. Humeyni, aynı uygulamayı yüksek okullarda da hayata geçirmiştir. Humeyni, İran’ın eğitim sistemindeki değişikliği yaptıktan sonra söz konusu yeni sistemle ilgili dini konularda ihtisas almak üzere eğitimcilerin hazırlanması için harekete geçmiştir. Bu süreçte Darwin’in “Evrim Teorisi” gibi Batı kaynaklı teorileri müfredatlardan kaldırıp yerine İslam dinini temel alan bir müfredat hazırlanmasını sağlamıştır. Humeyni bunu gerçekleştirebilmek için Nisan 1980’de “Kültürel Devrim Konseyi”ni meydana getirmiştir. Bu konseyin temel görevi, bütün eğitim programı ve eğitimle ilgili sorunları incelemek, İslam esaslarına dayalı eğitim politikası ve stratejilerinin taslağını oluşturmak, eğitimin tüm dallarını İran toplumunun isteği ve ihtiyacına göre hazırlamak ve devrime sadık eğitimciler yetiştirmektir. Kaynak için bakınız: http://www.bilgesam.org/incele/1138/-iran-egitim-sistemi-ve-turkiye-iran-egitim-isbirligine-etkileri/#.Wl1OmSP3CWY
[8] “İslamî Şûra Meclisi” İran İslam Cumhuriyeti’nin tek meclisli yasama organıdır. Meclis yasama faaliyetini yürütür. Uluslararası antlaşmaları değerlendirir ve bütçeyi onaylar. Tüm meclis üyeleri ve meclisteki tüm yasama çalışmaları, Anayasa Koruma Konseyi tarafından onaylandığı zaman yürürlüğe girer. Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/İslamî_Şûra_Meclisi
[9] Ayetullahlar: Şiîlik‚te özellikle Câferîliğinin başlıca ekolü olan Usulî kolunda kullanılan bir unvandır. Şiîlik‚te kullanılan bir makamdır. İran‚da dini bir makam olarak da bilinir. Ayetullah unvanına sahip insanların fetva verme yetkisi vardır. Ayetullah unvanı, Ulema topluluğunun fikir birliğine dayanarak hocası tarafından verilir. Ayetullah unvanı kazananlar Kur’an, Sünnet, İcma ve Akıl (Sünnilerdeki Kıyas) başta olmak üzere Fıkıh usulünden hareket ederek içtihad etme hakkına sahiplerdir. Uzmanlık alanında havza ilmiye (houze-ye ilmi)’de öğretmenliği yapabilir ve istiftalara karşı fetva verebilir. Günümüzde İran‚da 1.000 civarında ayetullah vardır. Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Ayetullah
[10] “Anayasayı Koruyucular Konseyi” İran İslam Cumhuriyeti’nde Anayasanın uygulanmasını denetleyen, gücünü ve etkisini sürdürülebilir kılan Anayasal olarak atanmış 12 üyeye sahip kurum. Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Anayasa_Koruma_Konseyi
[11] Besic: Ayetullah Humeyni tarafından Kasım 1979’da İran‚da kurulan, gönüllü milis teşkilatı. Örgütün resmi adı ‘Besic Direniş Gücü‚dür. 2009 yılında Mahmut Ahmedinejadın cumhurbaşkanlığı seçimini kazandığını ilan etmesini takiben çıkan olaylarda Besic ana baskı kolunu oluşturmuş resmi bir makam olmadıkları için işledikleri cinayetlerin sorumluluğu hiçbir organ tarafından kabul edilmemiştir. Besicin hiçbir üniformasının bulunmadığına istinaden ülkede onlara takılan lakap „sivil kıyafetliler“ olmuştur. yıllardan beri camileri kendileri karargâh olarak seçen Besic güçleri camilerin bodrum katlarında tutukladıkları rejim muhaliflerine işkence uyguluyor ve gayri resmi Devrim Muhafızları hapishanelerine gönderiyor. Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Besic
 
[12] Kaynak: BBC. Bakınız: http://www.dokuzeylulgazetesi.com/haber/savci-preet-bharara-reza-zarrab-dosyasini-yeniden-duzenledi-36034.html
[13] http://www.hurriyet.com.tr/zarrab-davasinda-kritik-durusmaya-saatler-kaldi-40659450
[14] http://www.economist.com/node/14920092
[15] http://www.al-monitor.com/pulse/tr/originals/2016/04/iran-army-brigade-65-green-berets-syria-deployment.html#ixzz54JKAw2yI
[16] http://www.al-monitor.com/pulse/tr/originals/2016/04/iran-army-brigade-65-green-berets-syria-deployment.html#ixzz54JKAw2yI
[17] https://iramcenter.org/iran-in-yeni-hamlesi-sii-kurtulus-ordusu/
[18] https://iramcenter.org/iran-in-yeni-hamlesi-sii-kurtulus-ordusu/
[19] http://tebaren.org/?p=534