Anasayfa , Haberler , İBO’NUN ÇALIŞMA TARZI- Muzaffer Oruçoğlu
İbrahim Kaypakkaya
İbrahim Kaypakkaya

İBO’NUN ÇALIŞMA TARZI- Muzaffer Oruçoğlu

ibrahimkaypakkayaBir konuda ciddi bir yazı kaleme almadan önce, konuyla ilgili ön araştırmaya giriyordu. Diğer dağları, olanca haşmetiyle görebilmek için haşmetli bir dağa tırmanmak olarak görüyordu ön araştırmayı. Bulduğu kitapları, dökümanları okuyor, yakın arkadaşlarının görüşlerini alıyor, gerekirse tartışıyordu. Bu onun vazgeçilmez yöntemiydi. Gerçeği, hareket yasaları ve bağlantıları içinde, asli ve envaiçeşit dinamikleri, sancıları, olasılıkları ile birlikte kavramak, ne tür bir sistemin içinde yer aldığını bilince çıkarmak, sonra oturup yalın bir dille yazmak.

Derin değiştirmek istiyorsan o şeyi derin bileceksin.
Birincil ile ikincil, esas ile tali, acil ile acil olmayan, öncelik ile sonralık ayrımlarını yapmayı alışkanlık haline getirmişti. Konunun doğasına ve kendini kolayca ele verme özelliklerine bağlı olarak bazen parçadan bütüne, bazen de bütünden parçaya doğru yürüme tarzını izliyordu. Gerçeğe açılan kapı hangi noktadaydı ve hangi tarzla daha kolay aralanabilirdi bu kapı? Farklı ve oldukça ateşli bir arzuya, geleceğin çelişkilerini, günün çelişkileri içinde görme arzusuna sahipti.
Ders kitaplarını tümüyle okumazdı. Ben, ön söz dahil, kitabı tümüyle okurdum. O, okuyacağı kitabın asıl istinat noktalarını okurdu. Kitabı belirleyen ana tema veya kilit sorun üzerinde yoğunlaşırdı. Bunlara bağlı diğer tüm tali sorunlara, ana temanın veya kilit sorunun esaslı bir şekilde kavranmasından sonra yönelirdi. “Bu kitabı dokuz formül belirliyor,” derdi. “Dokuz formülü de üç formül belirliyor. Bu üç formülün en önemlisi şudur.”
muzaffer_orucoglu_2Edebiyat dergilerinde ben öncelikle metinleri okurdum. O, şiirleri; şiirler içinde de öncelikle ilgisini en çok çeken (İkinci Yeni) şairlerin şiirlerini okur, kalemle altlarını çizer, işaretler kor, notlar düşerdi. Okuduğu dergilerin boş sayfalarına, o anda içine doğan dizeleri yazdığı da olurdu. Bazen, çinili kütüphanede benim masama gelir, işaretlediği bir şiiri göstererek, “Şunu oku bakalım,” derdi. Okur, “Bir şey anlamadım,” derdim. “Peki sende ne gibi duygular ve çağrışımlar yarattı? Şiirin iç sesini duydun mu?” derdi. “Vala bende bir bok yaratmadı, ses mes de duymadım,” derdim. Güler, bir başka şiiri okuturdu. Ona göre bir okuyucu, şiiri anlasa da anlamasa da, şiirin duygusunu, iç sesini, iç zenginliğini, ister istemez kendi duygusuna ve diline katar, farkında olmadan değişime uğrardı.
İstanbul’da, Demirdöküm gibi önemli fabrikaların bulunduğu Alibeyköy işçi semtinde çalıştığı bir dönemdi. “Şehirlerdeki çalışmalarda, işçi sınıfı arasındaki çalışma esastır,” diyordu. “İşçi sınıfı arasındaki çalışmalarda fabrikalar, fabrikalar içinde büyük fabrikalar esastır. İleri işçilere dayanıp, geri işçileri kazanmak; işçilik geçmişi uzun olan, pratikte sınanmış, ileri bilinçli, kişilikli işçilerle partiyi inşa etmek.” İşçiye, çok iyi bildiği kendi sorunlarını anlatmaya karşıydı. Dolambaçsız, doğrudan sosyalizmi ve komünizmi anlatmayı yeğliyordu.
Herhangi bir çalışma bölgesinde güç haline gelebilmek için öncelikle bölgeyi tanımak gerektiğine inanıyordu. Bunun için bölgenin sosyo-ekonomik yapısının, yakın tarihinin ve kültürünün tesbitini, tahlilini zorunlu görüyordu. Belli başlı çelişkileri, temel çelişkiyi, baş çelişkiyi isabetli bir tarzda tesbit etmek için böylesi bir tahlil zorunluydu. Her sınıfın temel ve acil sorunu nedir? Güvenilir dostlar, kararsız dostlar, orta unsurlar kimlerdir? Düşmanlar kimlerdir? Baş düşman kimdir? Düşmanlar arasındaki çelişkilerin mahiyeti nedir? Araştırma ve tesbitler, eksiksiz ve esasa ilişkin olmalıydı. Baş düşmana yönelirken, diğer düşmanları gözden kaçırmamayı, onların niteliklerini, yakın ve uzun vadeli amaçlarını halka ısrarla anlatmayı, onlar hakkında hayal yaymamayı özellikle önemsiyordu.
İhtiyatı, zaman zaman elden bırakıyordu. Ama genelde, kuyusunu iki ucu sivri iğne ile kazmayı tercih eden bir insandı. Barındığı, çalıştığı yeri, temiz ve derli toplu tutuyordu. Alçakgönüllü ve yalındı. İyimserlik, sevinç, şaka, oyun ve müzik, yaşamının vazgeçilmez ögeleriydi. Tartışmalarda inatçıydı. Komünizmin büyük ustalarının, kararlı ve ortodoks bir izleyicisiydi. Söz konusu ustalara, kuşkucu, esnek ve eleştirel bir iklimle yaklaşma eğilimleri göstermiyordu. Bu noktada katıydı. Ama aynı katılığı, kendisi söz konusu olduğunda göstermiyordu. Hatalarını farkettiği anda söylemeyi ve “hataları kavramazsak, hatalar bizi kavrar,” hattında yürümeyi sınıf mücadelesinin bir tarzı olarak benimsemişti.
Teoriyi pratik içinde inşa etmek, temel tarzıydı İbo’nun. Komünist devrimciliğin, ideal bir yaşam tarzı olduğunu söylüyordu. İster cezaevinde, isterse dışarda, en ağır baskı altında olsun, sistemle bağlarını koparan, sisteme baş kaldıran her komünistin özgür olduğu kanısındaydı. İyimserliği, yaşam sevinci, geleceğe olan güveni, önemli ölçüde bu anlayıştan kaynaklanıyordu.