ÖZGÜR GELECEK-15-09-2015- 7 Haziran seçimlerinin ardından sinyalleri verilen saldırı furyasının geldiğimiz aşamada almış olduğu boyut ve kazandığı politik zemin ciddi tartışmaları da beraberinde getirmektedir. Eylemlerin detayı ise elbette savaşın kazandırdığı politikadır. Zira burada anlaşılması gereken savaş değil savaşla yürütülen politikadır. Savaş kanla yapılan bir politikadır. Tarihi imha, inkâr ve asimilasyonla bezenmiş TC’ye karşı gerekli olan devrimci politika da budur.
TC devletinin Kürt Ulusal Hareketi karşısında elde ettiği siyasal başarısızlığın altında kalarak başlattığı savaş, açık biçimde bir kurtarıcıya sığınmaktan ibarettir. Bu kurtarıcı ise devlet açısından şovenizmdir!
Devlet erkânının el ele tutuşup daire kurarak “şovenizm, şovenizm ” diye çağırdığı “mesih” gelinen aşamada kendini HDP binalarına dönük saldırılarla gösterdi. Ülkenin birçok yerinde HDP binalarına dönük faşist saldırılar yaşandı. Sivas katliamını hatırlatır şekilde HDP büroları yakıldı; Kürt veya Kürt olduğu tahmin edilen birçok kişi dövüldü. Faşist güruhlar tarihin mezarlığından çıkarak 6-7 Eylül ruhuyla birçok bölgeyi yağmalayarak talan ettiler. Tüm bu yaşananlar karşısında kolluk güçlerinin organizasyonlarının ise oldukça hazırlık olduğu görüldü. Tüm bu yaşananlar devletin HDP bürolarını hedef gösterdiğini ortaya koyuyor. Bu açıdan meselenin özüne baktığımızda faşist güruhlar AKP’nin 400 milletvekili alamamasını değil, KUH’un kazanımlarını hedefledi/hedefliyor.
Doğru tahlil ve politika zafere götürür
Politik dengelerin anlık değiştiği, sistem içi iktidar çatışmasında sürekli ellerin yükseltildiği, iktidarın nefes alıp verişinin ara ara kesildiği ve çokça zorlandığı bu süreçte oldukça geniş bir kesim süreci yorumlamakta ve buna uygun sloganlar üretmektedir. Devletin argümanlarının tutmadığı ve sokağa taşırarak kendini üretemeye çalıştığı yaşadığımız süreç bir sancının ifadesidir. 12 yıllık AKP hükümetinin merkezileşme ve iktidarı tekelde toplama hamlesiyle giriştiği başkanlık sistemi gelinen aşamada hem konjonktürel hem de sosyo-ekonomik yapısı gereği bir krizin içine sürüklenmiştir. Bu kriz, Türk hâkim sınıfları artık istedikleri gibi imtiyazlarını elde edemeyeceğini, etmesi durumunda ise halk muhalefeti ile sarsılacağı gerçeğini göstermiştir. Yaşananlar açıktır ve Ortadoğu’da özü itibari ile başlayan dalga Türkiye’de kendini de bir dizi krizlerle göstermektedir. Bu açıdan yaşanan gelişmeleri 400 milletvekili, başkanlık ihtirası ya da bir anlık öfke olarak yorumlamak yanlış olur.
HDP’ye dönük saldırılar elbette bir bakımdan devletin azgınlığı ve çıkış yolu olarak okunabilir. Ancak mesele değişimin sancı evresi olarak okunursa görev ve sorumluluklar tartışılabilir. Türk hâkim sınıfları bunun farkındadır ve bu yüzden saldırmaktadır. Bu yüzden yaşananları bir mağduriyet durumu ile yorumlamadan demokratik kazanımları koruma şeklinde ele almalıyız.
Yaşanan çatışma süreci, karşı devrimci kitle akımının sokaklara serpiştirilmesi ile toplumsal muhalefetin kanallarını tıkama hedeflidir. Toplumsal nabzın şovenizmden etkileneceği gerçeği ile asker ölümlerine sarılan TC; çatışmasızlık istemesine rağmen HDP’yi hedef göstererek toplumsal muhalefetin siyasal arenada yenilgiye uğratılmasını hedeflemiştir. Türkiyelileşme hamlesi ile atağa kalkan HDP’nin toplumsal kanalları, mevcut çatışma ve bayrak eylemleri ile kesilmeye çalışılmaktadır. Bu planın ucu bir şekilde 1 Kasım seçimlerine dayanmaktadır. Ancak esas dayandığı nokta başından itibaren söylediğimiz gibi KUH’nin imtiyazlarını baltalama hedeflidir. Yani 1 Kasım geçse dahi bu imtiyazlara dönük saldırı farklı şekillerde seyredecektir.
Sistem içi entegrasyonda tavan, reformizmde doktora
Yaşanan çatışma süreci kapsamında HDP’nin hedef gösterilerek saldırıların yoğunlaştırılması aslında devlet erkânının yıllardır yapmış olduğu bir politikayı akıllara getiriyor. Bu noktada oldukça tecrübeli bir klik olarak AKP kutuplaştırma siyasetini bugün de hayata geçirmektedir. Türk, Kürt ve çeşitli milliyetlerden Türkiye halkını parçalama siyaseti olarak şovenizm, bugün bayrak eylemleri ile sokaklara dökülmektedir.
Türk devletinin saldırganlığına paralel olarak başlayan öz savunma ve öz yönetim süreci bu savaş politikasıdır. Liberal ve reformistlerin algılarından uzak olan bu mücadele biçimi, bugün Türkiye Kürdistanı’nda zafer sloganlarıyla can buluyor.
Ancak devrim ve devrim mücadelesinden uzak kesimlerin bu süreçte yaptıkları açıklama ve yorumlar sisteme entegrasyonda tavan yapıp, reformizmde doktora tezi oluşturmaktadır.
Askeri eylemlerin anlaşılmadığı, ezilen ulus milliyetçiliğinin demokratik yanının çarpıtıldığı, tam hak eşitliği talebinin ayaklar altına alınarak “barış ve kardeşlik” naralarının atıldığı, bu süreçte reformist cenah “PKK eylemleriyle, Sarayın bu stratejisine güç taşıyor. Bu eylemler, Kürt hareketini bir bütün olarak ülke bütününden kopartan, bir arada yaşam zeminlerini ve iradesini zayıflatan sonuçlar üretiyor. Savaş ve savaşın üzerinde bindirilmiş faşist dalgayla iç içe geçen gelişen bu şiddet sarmalı, özellikle de Batı’da savaşın geri dönülmez noktalara ulaşmasına neden olacak bir birikim ortaya çıkartıyor.”(muhalefet.org 9 Eylül 2015) açıklamalarıyla tarihsel misyonunu oynuyor.
Halk kitlelerinin mücadelesinden bir şey anlamayan, devrimci deneyimlerin yanından bile geçmeyen bu kesimlerin Türk hakim sınıflarının değirmenine su taşıdığı açık bir gerçektir.
Öte yandan süreçte ön plana çıkan en önemli argüman Kürt ulusu ile PKK’nin ayrıştırılması amacıdır. Şovenizm kuşkusuz sokaklara saldırı ve katliamlarla çıkmamaktadır. Kardeşlik adı altında Türk bayraklarına iliştirilen “Türk, Kürt, Arap, Çerkes, Laz” ifadeleri imha ve inkâra gül suyu serpiştirilmektedir. Bu da açık biçimde Kürt ulusal hareketinin kitle kanalını kesmeyi hedeflemektedir. Ancak bunu barış adı altında kendi denetiminde bir Kürt gericiliği yaratmak için yapmaktadır. “Bu, hakim millet şovenizminin ta kendisi değil midir? Sözde milliyetlerin eşitliğinden yana görünüp, gerçekte devlet kurma imtiyazını sadece Türklere tanıyarak, Kürtlerin devlet kurma hakkını ‘ulusal birlik’, ‘toprak bütünlüğü’ gibi demagojik burjuva sloganları ile ortadan kaldırmak en adi tarzda milliyetler arasındaki eşitsizliğin ve Türk burjuvazisinin imtiyazlarının savunuculuğunu yapmak değil midir?”(İbrahim Kaypakkaya, Seçme yazılar/ Umut yayımcılık/Syf 124/2012)