RÖPORTAJ | 26 – 05 – 2011 | 18 yıldır devrimci sanat perspektifiyle müzik çalışmalarını sürdüren Grup Munzur, bugün de kavga türkülerini söylemeye devam ediyor. Baba’nın Türküsü ve Tutuşturun Geceleri gibi toplam 7 albüme imza atan grup emekçileriyle, müzik ve devrimci sanatın yanısıra farklı güncel sorunlar hakkında yaptığımız söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz.
AHM: Öncelikle bize kendinizi tanıtabilirmisiniz? Grup Munzur Kimdir? Genç nesiller Grup Munzur`u nasıl anlamalı?
Grup Munzur: Grup Munzur yaklaşık 18 senedir çalışmalarını yürüten bir müzik grubu. Türkiye`de ve Türkiye Kuzey Kurdistan`ında ezilen halkarın eşitlik ve özgürlük mücadelesi için türkü söyleyen, onların yanında olan, tarihten bu güne yaşanmış olan ve yaşananmaya devam eden birçok soruna karşı halkı mücadeleye çağıran, kavga türküleri söyleyen bir grup. Kuruluşu İzmir`de, 4 kişinin biraraya gelmesiyle gerçekleşti. Daha sonra çalışmalarını daha profesyonel bir hale getirmek için İstanbul`a, Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi`ne taşındı. 1994` de çıkardığı Babanın Türküsü-Onların Kavgası, grubumuzun ilk albümüdür. Daha sonrasında Hep Birlikte, Tutuşturun Geceleri, Beklenen Uzak Değil, Bahara Çağrı, Kızıl Anka ve en son olarak Haykırış albüm çalışmaları var. Bugün hala çalışmalarına devam ediyor.
AHM: Devrim ve demokrasi mücadelesi ile müziğin etkileşimi nedir?Grup Munzur Türkiye devrim mücadelesiyle nasıl bir etkileşim içerisinde?
Grup Munzur: Grup Munzur onun için var. Ülkedeki devrim mücadelesinin büyümesi, gelişmesi, ezilen halkların kendi hakları için mücadelesi etmesi için var. Varlık gerekçemiz bu. Dolayısıyla bu varlık gerekçesi güçlendiğinde, Grup Munzur da güçleniyor ve türkülerini çok daha cesaretli, daha kavga dolu söyleyebiliyor. Toplumsal mücadele gerilediğinde doğallığında bu, grubumuza da yansıyor çağrımıza ve müziğimize de yansıyor. İçiçeyiz. Toplumsal mücadeleden ayrı bir yere koyulamayız. Grup Munzur o sayede ortaya çıkmış bir grup zaten. Dolayısıyla güçlü bir bağı var.
AHM: Son süreçte basında da ciddi gündem olan “Kaypakkaya`yı savunma suçu” sözkonusu. Pınar Sağ gibi sanatçıların yanısıra aydınlar ve yazarlar da bu suçtan ceza aldılar. Egemen güçler Kaypakkaya`dan neden korkuyorlar?
Grup Munzur: Türkiye Devrimci Hareketi`nin tarihine baktığımızda, aslında bunu anlamak pek de zor olmasa gerek. Türkiye`de ulusal sorun noktasında Kaypakkaya`nın öne sürdüğü tezler, T.C. devletinin kurulduğu temeller, bu temellerin nelerden beslendiği ve Türkiye`deki diğer halklara nasıl baktığı konularında ortaya koyduğu tezlerden kaynaklı, Kaypakkaya diğer devrimci önderlerden daha farklı olmuştur. Kaypakkaya`ya ve Kaypakkaya hareketine devlet tarafından da daha farklı yaklaşılmıştır. Kürt sorunu hakkında ortaya koyduğu tezler, ulusal konu ve Kemalizm`e bakış açısıyla Kemalizm`in faşist yönünü teşhir ettiği için, O`nu savunanlar bugün devlet tarafından suçlu olarak görülüyor. Özellikle Kemalizm`in faşist diktatörlük olduğu tespiti, o ülkenin egemen sınıfı tarafından büyük bir tehlike olarak görülüyor. Dolayısıyla kendi varlığını tehtid eden en büyük tehlike ve oluşumla mücadele etmeye çalışıyor devlet. “Yılanın başını ezmeye” çalışıyor. Kaypakkaya harketinin gücü, doğruluğu ve bilimsel yönü, o ülke egemenleri için ciddi bir tehlike. Bu nedenle elbette onu susturmaya çalışacaktır. Diğer devrimci önderlerin isimleri popüler alanlarda kullanılmaya çalışılıyor. Onların aslında ne kadar iyi niyetli insanlar olduğu, kimseyi öldürmek istemediği propagandası yapılıyor. Sınıf mücadelesini es geçen, onları sistem içi hale getirmeye çalışan bir yaklaşım var devlet tarafından. Ama dikkat ederseniz Kaypakkaya`ya karşı kullanabilecekleri birşey yok, çünkü Kaypakkaya devletle direk cepheden savaşmıştır. Devletin zor yoluyla yıkılacağını sözlemiştir. Dolayısıyla bir an önce susturulması gereken, mümkün olduğunca kitlelerle buluşturulmaması gereken bir fikir. Kaypakkaya`yı savunanlar, onun türkülerini söyleyenler, onun mirasını sahiplenenler elbette susturulmaya çalışılacaktır. Kaypakkaya`nın adı her daim bastırılıp hasır altı edilmek istenir. Tüm bu sebeplerden kaynaklı sahnede olanlar, sanatçılarımız, aydınlarımız Kaypakkayayı ağızlarına aldıklarından kaynaklı cezalarla karşılaşıyorlar.`
AHM: Siz Kaypakkaya geleneğini ilke edinmiş bir grup olarak ne denli baskılarlar karşılaştınız?
Grup Munzur: Alternatif, devrimci bir müzik grubu olduğumuz için sürekli bir baskıyla karşı karşıyayız, çünkü faşizmin hükmettiği bir ülkede yaşıyoruz. Bırakın ideolojik bir fikir savunmayı, bunun için mücadele edip faaliyet yürütmeyi, türkü söylemek dahi suç o ülkede. Ezilenlerin yanında olmak suç. Siz türkü söylersiniz,örgüt propagandası yapmak bahanesiyle ceza alırsınız. Konuşma yaparsınız, konuşmanıza müdahale edilir. Repertuarınızda “İbrahim Yoldaş” ezgisi vardır ama bunu okuyamazsınız, yoksa burayı dağıtırım diye tehtid alırsınız. Bütün bunlar yaşanan şeyler. Grup Munzur kurulduğundan beri, özellikle toplumsal muhalefetin yükseldiği dönemlerde egemenlerin hem Grup Munzur`a hem de diğer devrimci gruplara baskı ve saldırısı daha da artıyor. Tüm bunlardan bugün de hala nasibimizi alıyoruz. Devlet bir taraftan Kürt açılımı adı altında belirli iyileştirmeler yaptığını söylüyor, ama öte taraftan da Kürtçe okuyanlara cezalar yağdırıyor. Biz de Kürtçe türkü okuduğumuz için 1 sene hapis cezası aldık. Ertelenmiyor ve para cezasına da çevrilemiyor. Karara itiraz ettik, şu anda dava yargıtayda. Eğer Türkiye`de ezilenlerin türkülerini söylüyorsanız, onlardan yanasanız her zaman baskıyla, şiddetle, zorla karşı karşıya kalacağınızı bilmeniz gerekiyor. Dönemsel olarak bazı değişiklikler olabilir. Ülkenin dünya ölçeğinde emperyalizme uyum sağlaması vesilesiyle belirli yasalarla belirli düzenlemeler yapılmış olabilir. Bu o ülkede faşizmin olmadığı ya da demokratikleşmenin olduğu anlamına gelmiyor. Aksine faşizm yasalarla karşımıza çıkıyor. Eskiden işkence ediyordu, öldürüyordu, yargısız infazlar gerçekleştiriyordu, bugün yasalarıyla tecrit ediyor ya da marjinalleştiriyor, toplumdan uzaklaştırıyor, terörist ilan ediyor. Bunun yanısıra burjuva medya müthiş bir şekilde saldırabiliyor. Onlarla aynı dili konuşmadığınız taktirde tamamen marjinal olabiliyorsunuz. Grup Munzur da bütün bu baskıların içerisinde kültür sanat alanında nasibini alanlardan. Bir örnek verecek olursak, Dersim Festivali`nde biz sahne alırken Kaypakkaya posterleri açıldı ve bunun üzerine Hozat Alay Komutanı sahneye çıkarak solist arkadaşımızın elinden mikrofonu aldı, “indirin onları yoksa burayı dağıtırım” diye halkı tehtid etti. Bu durumun iki yönü var. Bir, Grup Munzur Kaypakkaya düşüncesini temsil ettiğinden kaynaklı sahnede müziklerimizin dinlenilmesine müsade etmiyor, iki, Kaypakkaya`yı sahiplendiği için halkı tehtid ediyor. Bir müzik grubunun sahnesine müdahale edip direk bir şekilde halkı tehtid etmek dünyada pek de eşine rastlayamayacağımız bir şeydir. Baskı konusunda yaşadığımız örnekleri çoğaltabiliriz.
AHM: Birçok devrimci kurumun da destek verdiği ‚Kaypakkayayı savunmak suç değildir‘ kampanyası da ciddi yankı buldu son süreçte. Bu yıl Kaypakkaya`nın Türkiye`nin birçok ilinde daha kitlesel anılmasını gözlemliyoruz. Sizce bunda bu kampanyanın bir etkisi var mı?
Grup Munzur: Bir olgunun sahiplenilmesi ne kadar yaygın ve geniş olursa,o kadar yapılan eylemin ve hareketin ciddiye alınmasına sebep olacaktır ve egemenlere de o denli geri adım attıracaktır. Özellikle popüler alandaki sanatçıların Onu ısrarla savunması düşüncelerimizin daha geniş kitlelere ulaşmasında bir etken. Örneğin Pınar Sağ`ın bizim hitap ettiğimiz kitleden daha farklı bir kitleye hitap etmesi ve ısrarla fikrilerinin arkasında olması Kaypakkaya isminin daha fazla tanınmasına ve gündemleşmesine vesile olmuştur. Bu anlamda aydınlarımızın, sanatçılarımızın kendi bulundukları alanda gösterdikleri ısrar ve kararlılık sayesinde görüşlerimiz kitlelere daha yakın taşınmıştır. Belki bir devrimci aylarca yıllarca propaganda yapar, ama bir sanatçı sahneden söylediği bir cümleyle çok geniş kitlelere ulaşabilir. Bu nedenle Kaypakkaya bu süreçte daha fazla tanınmaya, daha fazla bilinmeye, daha fazla anılmaya başlandı. Bunu yok sayamayız. Gerek sanatçıların gerekse de halkın, Kaypakkaya`yı ve onun devrimci düşüncelerini sevdiklerini ve bunu O`nu ikonlaştırarak yapmadıklarını ortaya koymaları gerekiyor. Ayrıca egemenlerin devrimci önderlerin içini boşaltarak yansıtmaya çalıştıkları bir süreçte, bizim onları her zamankinden daha fazla sahiplenmemiz gerekiyor. Ki Kaypakkaya isminin bastırılması sebebiyle ve tanınmasının önüne geçilmiş olması sebebiyle bizim Onu daha çok anlatmamız gerekiyor. Deniz Gezmiş`i, Mahir Çayan`ı bilen insanların Kaypakkaya`yı ve onun görüşlerini de tanıyor olabilmesi gerekiyor. Bu noktada değerlerimizi sahiplenerek sanatçılarımızın yanında olmamız gerekiyor. Özellikle egemenlerin devrimcilere ve devrimci önderlere pervasızca saldırdığı bu tarz süreçlerde birliklerin de önemi gitgide artıyor. Hele ki ideolojik anlamda birbirine yakın yapılar, aynı devrimci önderi benimsemiş örgütlerin biraraya gelmesi hem halka çok ciddi bir moral olacaktır, hem de Kaypakkaya`yı sahiplenen sanatçılara ve aydınlara çok ciddi moral ve destek olacaktır.
AHM: Grup Munzur kurumsallaşma ve varlığını uzun vadede koruma adına ne gibi adımlar atıyor? Grup Munzur devrimci sanat insanı eğiten bir okuldur diyebilirmiyiz? 10 yıl sonra nasıl bir Grup Munzur göreceğiz?
Grup Munzur: Grubumuz uzun vadeli varlığını korusun diye çalışmalarımız var elbet. Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi`nin Halk Korosu içerisinde Grup Munzur`un ilgilendiği, yetiştirdiği kişiler var. Böyle bi çalışma geçmişte de olmuş ama istikrarlı bi şekilde yürütülememiş. Bu denli oluşan eksiklikten kaynaklı dönem dönem sıkıntılar da yaşıyoruz grup olarak. Ama bu eksikliğin farkına vararak doğru adımlar attığımız sürece bu eksikliğimizi gidereceğimizi düşünüyoruz. Bu yüzden 2 yıldır devam eden bir koro çalılşmamız var. Grup Munzur 10 yıl sonra nasıl olacak? Elbette yine ezilenlerin, işçilerin, emekçilerin dertlerini anlıyarak onları anlatan türküler söyleyecek. Tabii ki verdiği mesajlar ve söylediği sözler değişmese de, müzikal olarak birşeyler değişebilir elbette. Çağ değişiyor ve müzikal anlamda kullanılan enstrümanların çeşitliliği değişiyor. Teknolojinin bu değişime çok büyük bi katkısı var. Tüm bunları düşündüğümüzde aslında Grup Munzurun ilk çıkış süreciyle bugünkü süreci arasında bir fark olacağı açıktır. Bu farklılık 10 yıl sonra da olacaktır ki olması da gereklidir. Belki grubumuz içindeki kişiler değişecektir ki bu bizim gibi grupların yaşadığı en büyük sıkıntı. Elemanlar ve müzikal noktalarda değişimler olabilir ama Grup Munzur çıkışından beri neleri dile getirdi ve anlatmaya çalıştıysa aynen o şekilde yoluna devam edecektir.
AHM: Grup Yorum`un “Cemo”su, Grup Munzur`un “Sono”su dinleyici kİtleleriyle çok büyük bir bütünlük oluşturuyo. Bu gruplar özgülünde adeta sembolleşmiş parçalar. Yeni ürettiğiniz eserler için de bu bütünleşme geçerli mi?Bazı kesimlerin “Yorum eski Yorum değil”, “Munzur eski Munzur değil” söylemi gerçekçi mi, subjektif mi?
Grup Munzur: Türkiye`deki toplumsal mücadelenin güçlendiği süreçlerde o şarkılar o inançla, o motivasyonla, o acıyla, o toplumsal mücadelenin verdiği kararlılıkla ortaya çıkıyor. Örneğin Sono`nun yazıldığı süreçlere bakın. Kürdistan`da çok ciddi katliamların yaşandığı, köylerden göçlerin, sürgünlerin yaşandığı bir dönem. Bir sanatçının bunlardan etkilenmeden bir eser ortaya çıkarması mümkün değil. Cemonun ortaya çıktığı dönem, toplumsal mücadelenin çok yükseklerde olduğu bir dönem. Sistemle barışmayan, düzeniçileşmeyen bir süreçte ortaya çıkan bir şarkıdır Cemo. Bunun toplumsal ve nesnel bir zemini var. Bunu dinleyen kitlenin de bu durumdan etkilenmiş bir tarafı var. Etki-tepki meselesi aslında. Bugün devrimcilerin profili değişti, gençliğin profili değişti. Emperyalizm artık didik didik hayatımıza girdi ve ciddi bir ideolojik saldırı var. Bu durumda devrimciler güçsüz, eskisine oranla daha zayıf, kitlelerle güçlü bağları yok ve bu bağlardan kaynaklı sanatının da güçlü bağları yok. Çünkü devrimci sanat, diğer gruplara göre daha politik ve daha marjinal kalıyor. Bu koşullarda ürettiğiniz ne kadar değerli olursa olsun, onu hissettirecek toplumsal bir mekanizma, bir mücadele, bir zemin yoksa, karşılığını bulamayabiliyor. Bu başarısızlık anlamına gelmiyor bizim gibi gruplar açısından. “Grup Yorum eski Grup Yorum değil” ya da “Grup Munzur eski Grup Munzur değil” e gelince: Evet değil. Türkiye de 20 yıl önceki Türkiye değil. Dünya 20 sene önceki dünya değil. Dolayısıyla dünyadaki ve ülkemizdeki değişimler gruplara da yansıyor. Bir defa üreten insanlar aynı insanlar değil. 1994` de Babanın Türküsü nü yapan arkadaş bugün grupta yok. Ya da o süreçteki arkadaşlarımız yok. Siz isteseniz de istemeseniz de sanatsal üretimde bireylerin etkisi büyüktür. Bir insan, bir gerillanın ölümünden çok büyük acı duyarak bir ağıt yakabilir, ama diğer bir birey o gerillanın ölümünde onun sınıfsal mücadeleye katkısını düşünerel çok büyük bir coşku hisseder ve bir marş ortaya çıkarbailir. Dolayısıyla hem toplumsal mücadelenin, hem dünyadaki değişimin, hem ülkemizdeki değişimin, hem de bu değişimin bireyler üzerindeki etkisinin rolü büyük. Dün ile bugün arasında böyle bir fark var. Yoksa grupların hedeflerinde, amaçlarında, söylemlerinde, ürettikleri şarkıların içeriğinde hiçbir değişiklik yok. Bunu Grup Yorum için de söyleyebiliriz. Onlar adına konuşmak değil bu. Onların da bugün sözlemlerinde, devrim iddialarında ve devrim hayallerinde bir değişiklik yok, Grup Munzur`un da yok. Devrimci ozanlar için de aynı şeyi söyeleyebiliriz aslında. Bir dönem devrimci ozanların çok yoğun olduğu ve devrimci hareket içerisinde köy köy gezdiğini biliyoruz. Onların süreç içerisinde yarattıkları türküleri dinliyoruz ve bu etkileşimin ne denli ciddi olduğunu görebiliyoruz. Bu bağlamda, bu ozanlara baktığımızda da devrimci gruplarda olduğu gibi, devrimci mücadeleyle ne denli paralel bir şekilde ilerlediklerini görebiliyoruz. Bir diğer nokta da bir eserin, ya da daha genel olarak sanatsal birşeyin ortaya çıkmasında, her ne kadar sanatçının kendi duyguları önemliyse de, sanatçıyı yaşadığı toplumdan ve kişilerden ayrı düşünemeyiz. Sanatçı da toplumsal koşullardan ve toplumun genel halinden ister istemez etkilenir. Sanatçı bu şekilde üretir. Toplumsal hareketin geliştiği süreçlerde bu üretim daha geniş sahiplenilebiliniyor. Bazı dönemlerde ise, eğer bu duygular toplumun genel duygularını yansıtmıyorsa, toplum devrimci hareketlere eskisine göre uzaksa, üretilen eser geniş kitleler arasında yayılamıyabiliyor. Ayrıca toplumsal muhalefetin yüksel olduğu zamanlarda ortaya çıkan eserlerin şöyle bir değeri var: bu eserler öyle güçlü duygularla ortaya çıkıyor ki, çok uzun zaman dinlenilebiliyor, gerçekleri anlatabiliyor ve kalıcı olabiliyor. Bugün Emekçi`yi gençler ne kadar dinliyor? Geçmiş gelenekten kültür edinen, bir şekilde devmcilerle tanışmış ve kendini onlara yakın hisseden gençlik dinliyor. Onun dışındakilerin Emekçi`den haberi yok. Hatta devrimci ailelerimizin çocukları dahi dinlemiyor. Ama bir şekilde hala o geçmişle bağını koparmayan, hala ailesinde ya da çevresinde o devrimci kültürü yaşatmaya çalışanlar, yine o duygularla o coşkuyla Emekçiyi dinleyebiliyor.
AHM: Son yıllarda Türkiye`de Halk müziği ve Özgün müzikte Batı müziğinin etkisi gitgide daha belirgin bir hal aldı. Siz bu entegrasyonun neresindesiniz? Müzikal değişimden anlamamız gereken bu mudur?
Grup Munzur: Müzikal değişimden kast ettiğimiz tarz anlamında bir değişiklik değildir. Tarzımızda bir değişiklik olmayacaktır. Ama örneğin bağlamanın kullanılış tarzı değişebilir. Ya da önceki albümlerde kullanmadığımız enstrümanlar kullanılabilir. Zaten bizim dünya müziğine bakış açımız da böyle. Biz müziği çok özel, yetenekli, farklı, elit insanların yaptığı bir uğraş olarak görmüyoruz. Bu anlamda piyano nasıl malikhanelerden çıkıp Grup Munzur´un albümünde kullanılabiliniyorsa, gitar da ispanyol çalgısı olmasının yanısıra Grup Munzur´un albümünde kullanılabilinir, orkestra enstrümanı olan yan flüt de Grup Munzur´un albümündeki türkülere eşlik edebilir. Dar bakmıyoruz bu olgulara. Tabii ki bu toprakların enstrümanları kesinlikle çalışmalarımızda yer almalı. Bağlamanın, neyin, zurnanın sesi mutlaka olmalı, ki dinleyicilerimiz de bizden zaten onu bekliyorlar. Değişimden kastettiğimiz özellikle de teknik ve elektronik alanlardan faydalanmak.
AHM: Avrupa`ya konserleriniz için sık sık geliyorsunuz. Elde ettiğiniz izlenimlerden yola çıkarsanız, Avrupa`daki göçmen gençliğin özgün müzikle ve halk müziğiyle olan bağını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Grup Munzur: Avrupa`ya geldiğimizde sanat ve müzik çalışmalarıyla ilgili sudan çıkmış balığa dönüyoruz. Özellikle sahnede. Çünkü Türkiye`deki konserlerimiz çok büyük ilgiyle ve coşkuyla karşılanırken, Avrupa`da, herhalde vatandan uzaklaşmanın, sürgünlüğün, o kültürden uzaklaşmanın ve başka bir hayata adapte olmanın getirdiği bir motivasyon problemi olduğunu düşünüyoruz. Bir taraftan yaşama uyum problemi varken, diğer taraftan yabancılaşma var. Bunu kabul etseler de etmeseler de bu böyle. Yabancılaşıyorlar. Çünkü savaşın içerisinde değiller, ciddi sınıf çelişkileri yaşamıyorlar belki burda. Ama biz o ülkenin türkülerini gelip burda söylüyoruz. Anlamayabiliyor gençler bizi burda. Hoşlanmayabiliyor. Hip Hop ya da rock söylememizi istiyorlar örneğin. Müzik tarzımızı değiştirmemizi isteyenler oluyor. Özellikle gençlerden böyle bir istek ve talep geliyor. Yurtdışı başka bir dünya. Yurtdışında konser vermek başka bir iş, zor bir iş. Burda sürgün olan, burda yaşayan dostları anlamak da zor. Çünkü biz de burda yaşamıyoruz. Buranın toplumsal koşullarını bilmiyoruz çok fazla. İlk etapta bir uyum sorunu olsa da, sonradan alışıyoruz. Türkiye`yle çok fark var. Gençlik Türkiye`de yaşadığı toplumsal koşullardan kaynaklı daha politik. Elbette orda da politik olmayan, politikanın çok uzağında olan yığınla genç var. Ama burdaki kadar değil.
AHM: Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Çalışmalarınızda başarılar dileriz.
Grup Munzur: Biz de size teşekkür ederiz.