Anasayfa , Köşe Yazıları , Gidecekler, biliyorum!- Metin Ayçiçek

Gidecekler, biliyorum!- Metin Ayçiçek

page_darbe-barisi-erdogan-kilicdaroglu-ve-bahceliye-actigi-davalari-geri-cekiyor_165880289Kaos hallerinin sürüklediği belirgin olmayan yolculukların bildik sözüdür: “Bindik bir alamete, gideriz kıyamete!” Bir anlamda, günümüz Türkiye’sinin hallerinin karakalem resmidir bu söz. Ne doların tırmanışındaki büyük hız, ne zulmün sınır tanımaz yükselişi, ne ülkenin bir sokak serserisi tarafından yönetilmeye mahkûm edilmesi ya da kadın katliamlarının gündüz gözüne yapılabiliyor olması, ya da iş kazası adlı katliamların istatiksel rekorlara ulaşması. Seçilenlerin tutuklanıp yerlerine devletin atadığı emir kullarının getirildiği bir iktidar kalıcı olamaz.
Sömürgeci devlet, doksan yıllık varlığını koruyabilmek için bütün renkleri kankırmızıda birleştirdi. Yakılarak öldürülen çocuklar zalimin korkusunun ölçüsüydü. Tarihin en büyük cellatlarından olan Beyrut Kasabı Şaron’un “Filistin direnişini yok etmek için önce çocukları yok etmek gerek” vasiyeti, Anadolu-Mezopotamya topraklarında “van-münit” soytarısının göreviydi artık.
Bu gün, hem kendi halkına karşı, hem de bölge halklarına karşı savaş ilan etmiş bir devletin yarattığı yıkım hali budur. Hayır, hiçbiri bir felaket halini anlatmak için yeterli değil. Felaketin tek tanımı, balığın değil tuzun kokması halidir. Taşların bağlanıp itlerin sokağa salınması halidir.
Oysa biz o çağrıyı Kızıldere’de de yapmıştık:
“Kaç bin yıllık hasretimin koncası, / Öyle yıkma kendini, / öyle mahzun, öyle garip…
Yürü üstüne – üstüne, / tükür yüzüne celladın,
Dayan, rüsva etme beni! / Bir umudum sende, / Anlıyor musun? ”
***
Gidecekler!
Çöken bir ülkenin enkazı altında kalarak, belki de Mussolini gibi bacaklarından asılmayı beklemeden intiharla süsleyecekler yaşamlarının finalini yoldaşları Hitler gibi. Biliyorum, gidecekler. Arkalarında kandan bir deniz bırakmayı göze alsalar da geleceği kazanmaları olanaksız. Sistemlerini de alarak bacaklarının arasına, sürünerek ulaşacaklar tarihin çöplüğüne.
Biliyorum, gidecekler!
Çünkü geleceğin üzerine çökmüş bu kapkara örtüye rağmen, bir avuç insan, sırtlarına yükledikleri göğü sonsuza dek taşımak için, Atlas’tan aldıkları sorumluluğu ölümü göze alıp sürdürüyorlar onur adına. Atlas’ın kardeşi Prometheus’dan alınan ışıkla, bu karakalem resimden renkli bir gelecek tablosu üretme peşinde koşturuyorlar yıllardır.
Devrimciliktir bir anlamda bu sorumluluğun adı. Yani insan ömrünün daracık sınırları içerisine sığmayan bir gelecek tasarımı uğruna en ağır bedelleri kabullenerek geleceğe doğru başlatılan sonsuz bir yürüyüşün adıdır bu. İçerde, dışarda, derste, sırada, Ahmet Arif’in sözünü yemin bilerek kitap ile iş ile, tırnak ile diş ile, umut ile sevda ile düş ile yürüyorlar üstüne üstüne zulmün sisteminin.
Tayyip’ten ya da onun çatırdayan iktidarından söz edeceğimi mi beklediniz benden?
Hayır ben devrimciyim. Sözüm ölen ve ölecek olanın üstüne değil, doğan ve doğacak olan gelecek üzerinedir.
Hayır, biliriz ki, hiçbir fırtına güneşin doğaya yeniden can veren ışınlarını sonsuza dek engelleyemez. Hiçbir kaya, sürekliliğini koruyan damlaların törpüleyen gücüne direnemez. Biliriz ki Matteos Sarkissian Paramaz’larla başlayıp Mustafa Suphi’lerden Mahir’lere İbo’lara, Deniz’lere ulaşan, Aynur’larla buluşan bir aydınlanma sürmektedir Anadolu-Mezopotamya topraklarında. Biliriz ki Necdet’in darağacı çatalında parıldayan ışığını söndürememiştir hiçbir zalim. Biliriz ki Mehmet Ali Kılıç’ın işkencede duran kalbi atmaktadır hâlâ bu topraklarda bugün de.
Yani sözün kıssası: Bu iktidarın ömrü kısa! Mahir’lerden ulaştı geldi Bedreddin’in selamı, ya da yaralı yüreklere umut veren bir Aziz gülücüktü dağlar, ve her zaman Eylem’di insana dair güzelliklerin toplamının adı.
Gidecekler!
Biliyorum, çünkü sadece dünü yorumlamaz, geleceği de tanımlar devrimci şair:
“Ne İskender takmışım, / ne şah ne sultan / göçüp gitmişler, gölgesiz! ” demiş ya Arif ! Gidecekler.