MURAT ÇAKIR | 06 – 06 – 2010 | İsrail’in, Gazze Şeridi’nin uluslararası hukuka aykırı olan ablukasını aşmak isteyen yardım filosuna yönelik korsanlığı, dünya çapında infiale yol açtı. Uluslararası sularda gerçekleştirilen saldırı, yürürlükteki bütün Deniz Hukuku maddelerine, BM Şartı’na ve daha da önemlisi insanî değerlere aykırı bir eylem.
Suçu işleyen İsrail devleti olmasaydı, bugün, kendilerini »uluslararası camia« olarak nitelendiren Batılı ülkelerin, »askerî müdahale gereklidir« tartışmalarına tanık olurduk.
Ancak söz konusu olan İsrail devleti ve şimdiye kadar defalarca olduğu gibi, dünya çapındaki »kınamaların« herhangi bir cezalandırmayla sonuçlanmayacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Buna rağmen belirli bir değişim için kapının aralandığını belirtebiliriz.
Öncelikle 2006’dan bu yana olan gelişmeleri doğru okumak gerekiyor. Evet, İsrail elindeki nükleer silahlar ve modern teçhizatı ile dünyanın en güçlü üçüncü ordusuna sahip. Onlarca kez BM Örgütü ve Güvenlik Konseyi tarafından kınanmasına rağmen, hiç bir yaptırıma uğratılmaması, İsrail egemenlerine kırılmaz bir özgüven vermekte. Bu özgüvenle 2006’da Lübnan’da, 2008/2009’da da Gazze Şeridi’nde askerî güçlerinin yıkıcılığını kanıtladılar. Ama geriye dönüp bakıldığında, İsrail’in ne Lübnan’da, ne de Gazze’de başarıya ulaşamadığı görülür. Çünkü Lübnan Hizbullah’ı ve Hamas, saldırılardan sonra yok edilemediler, aksine daha da güçlendiler. Üstüne üstlük, İsrail’in kendisi dünya kamuoyunda izole olmaya başladı.
Böylesi bir süreçten sonra gerçekleştirilen korsanlık, bardağı taşıran son damlaya benziyor. En son ABD başkanı Barack Obama dahi İsrail’i eleştirerek, »gereksiz bir trajedi yaşandığından« bahsetti. AB’nden gelen yorumlar da benzer düzeyde. Ayrıca Türkiye-İsrail ilişkilerinin zedelenmesi »yaraya tuz« misaline dönüştü.
Peki, tüm bunlar neye işaret ediyor? İsrailli politolog Gershon Baskin’ın dediği gibi »Güney Afrika apartheid rejiminin yıkılmasıyla paralellikler« mi yaşanıyor? Batılı güçler İsrail’e sırt mı dönecekler ve sahiden Gazze Şeridi özgürlüğüne mi kavuşacak?
Konuyu daha geniş bir analiz yazısında ele alacağım, ama bir köşe yazısının tanıdığı çerçeve içerisinde soruları kısaca yanıtlamaya çalışayım – tek kelime ile: Hayır! İsrail önceden de olduğu gibi ABD ve AB’nin Orta Doğu’daki en önemli mevziîsidir. Orta Doğu’nun yeniden biçimlendirilmesinde ve küresel stratejilerin uygulanmasında İsrail vazgeçilemez bir faktördür. Ancak bu gerçek, İsrail yönetiminin politikalarında değişiklik yapılması için baskı uygulanmasına engel olmayacaktır.
İkincisi, »bölgesel istikrar« küresel ihtilaflarda belirleyici rol oynamak isteyen ABD-AB işbirliğinin öngördüğü bir »zorunluluktur«. Bu aynı zamanda Kasım ayında yapılacak olan Lizbon NATO Zirvesi’nde karar altına alınması beklenen yeni NATO Strateji Konsepti’nin bir gereğidir. NATO, »küresel misyonunu« her yerde ve alanda »tek başına« yerine getiremeyeceğini, bazı (!) ülkelerin »NATO görevlerini üstlenmesi gerektiğini« ve bu ülkelerin de »siyasî istikrara« sahip olmalarının zorunluluğunu tespit etti.
Bu nedenle İsrail özelinde büyük bir olasılıkla hükümet değişikliği ile »radikal« kesimlerin marjinalize edilmelerine ve Gazze Şeridi’nin ablukasının yumuşatılmasına dair adımlar atılacaktır. Zaten İsrail Başbakanı Netanyahu Gazze’de böylesi bir adımı düşündüklerini açıklamış ve başkan Obama da bugünkü konuşmasında bunun önemine dikkat çekmişti. Bu çerçevede de »İki-Devlet-Çözümü« hedefiyle İsrail ve Filistin arasındaki »Barış Görüşmeleri«nin reaktive edilmesi söz konusu. Görüldüğü kadarıyla ABD ve AB, İsrail yönetimi üzerindeki baskılarını bu yönde adım atmaları için artırmaktalar. Sonuç itibariyle Gazze Şeridi’nin statükosunda bir değişim olmayacak, ancak bazı »insanî yardım olanakları« yaratılacaktır. Ki, bunlar da sonrasında Hamas’a yönelik yeni baskı malzemelerine temel oluşturacaktır.
Türkiye karar vericilerinin oynadığı role gelince: tam bir ikiyüzlülük! İsrail’e »devlet terörü« suçlamasına yapma hakkına sahip olan en son hükümet herhalde Türkiye hükümetidir. Gazze’de 1.400 insanın yaşamına mal olan saldırı hâlâ hafızalarda. Buna rağmen Türkiye-İsrail işbirliği zedelenmedi de, şimdi mi zedelenecek? Peki, »Kahrolsun İsrail!« sloganı atanlar, yarın Türkiye ve İsrail savaş gemileri karşı karşıya geldiğinde kimlerin politikalarına eklemlendiklerinin farkına varabilecekler mi?
Sorulacak çok soru var, ama yerim kalmadı…