DARBE GİRİŞİMİNDEN OHAL’E, KÜRT DÜŞMANLIĞINDAN CERABLUS’A:
KRİZİ KRİZLE AŞMAK!-Marco KARAKAYA
Türk hakim sınıflarının, 2011 süreciyle birlikte derinleşen siyasi krizi aralarındaki boğazlaşmanın dozunu da artırarak devam ediyor. Bu siyasi krizin iki boyutu vardır. Birincisi dış politika diğeri ise iç politikadır.
Dış politikada “Arap baharı” denen kitle hareketleriyle birlikte Ortadoğu’da tüm siyasi dengeler değişmiştir. Model ülke, Ilımlı-laik demokratik İslam, Ortadoğu’yu şekillendiren devlet olma gibi ABD emperyalizmi ile birlikte kotarılan roller söz konusudur. Bu Ortadoğu’da değişen siyasi dengeler ve Türk hakim sınıflarının Ortadoğu ve Suriye’deki aşırı hırslı ve istekli tutumu kısa sürede uzun vadeye yayılan yönelimin tıkanmasını getirmiştir. Ortadoğu’da, Sünni Arap-Türk ve Kürt kesimi üzerinde hegemonyayı amaçlayan Türk hakim sınıfları bu milliyetler arasındaki çelişkilerin içinde boğulmuştur. Cihadist hareketin Arap sünni kesimler içinde güçlü bir siyasi eğilim haline gelmesi, Kürtlerin ulusal mücadele ekseninde daha kararlı bir konumlanış içinde olması, bu siyasi hamlenin ana çıkmazları olmuştur. Cihadist hareketleri Suriye ve Irak’ta destekleyen Türk devleti, bu kesimlerin “ılımlı ve kabul edilebilir” düzeye getirilmesini başaramamıştır. Kürtlerle iç barış ve uzlaşma ekseninde inşa ettiği siyaseti “oyalama ve haklarını minumumda tutma” şeklinde belirlemiş ve bu politika bu yaklaşımdan kaynaklı çökmüştür. Türk devleti bu süreçte ABD emperyalizmine rağmen taktik düzeyde ve elini güçlendirme adına Suriye’de kendi adına iş çevirmesi ile çelişkiler daha fazla derinleşmiştir. Suriye hamlesinin yaşadığı kriz devlette derin bir siyasi krizi de dönüşmüştür.
İç politikada ise devletin geleneksel tutumunun dış politikaya uyumlu olarak düzenlenme süreci hem yeni bir siyasi iklimi hem de yeni siyasi gerginlik ve çatışmaları getirmiştir. Devletin içinde yeni sürece uyumsuz olan kesimlerinin tasfiye edilmesi sert tedbirler ile hayata geçirilmeye çalışılmıştır. AKP’nin İslamcı ideolojisinin sistemde kendine beklenenin üstünde yer açmaya çalışması ve mücadelesi bu sürece eklendiğinde, geniş toplumsal kesimlere yönelen bir baskı ve sindirme sürecini tırmandırmıştır. Bu egemen sınıflar arasında kaçınılmaz bir çatışma ve mücadeleyi beraberinde getirmiştir. Fettullah Gülen cemaatinin bürokrasi içindeki gücü ve AKP’nin siyasi alandaki gücü bu süreçte ciddi bir koalisyon oluşturmuştur. Ancak bu iki kesim arasındaki çatışma dış politikanın sorun üretmesiyle birlikte örtülü bir hal almıştır. Çok zaman geçmeden ise açık bir mücadeleye evrilmiştir. Bu süreç içinde özellikle Gezi kalkışması egemenler arasındaki çelişkiyi derinleştirdiği gibi, Türk devletinin geniş toplumsal kesimleriyle gerginliğini de arttırmıştır. Bu süreç aynı zamanda “demokratik, ılımlı” Türk devlet modelinin fiilen çökmesi anlamına da gelmiştir. Devlet aygıtı bu süreçten sonra baskı ve sindirme politikasını arttırmış, en demokratik muhalefet hareketleri baskı ve zora dayanarak susturulmaya çalışılmıştır. Egemen sınıflar arasındaki mücadelede bu süreç kullanılacak bir argümana dönüştürülmüştür. Baskı ve zor ezilen kesimlere yönelirken, egemen sınıflar bu durumu bir birini sıkıştıran dolgu malzemesine çevirmiştir. Devlet, kuruluş felsefesinde Türk-Sünni toplumsal yapısına dayanan faşist tekçi bir şekilleniş içinde olmuş, son süreçte bunun altı daha katı çizilmeye çalışılmış çok uluslu, çok mezhepli toplumsal çelişki mücadele ile kendini gösterirken, yürütülen siyaset toplumsal kırılganlıkları arttırmış ve siyasi kriz toplumsal alana daha fazla yayılmıştır.
Kürt meselesinde ise uzlaşma ve barış yolu ile sorunun çözülmesi esas yönelim olurken, bu süreç çatışma ve savaşla iç içe geçmiştir. Kürt meselesi sürekliliği sağlanmış bir siyasi kriz alanı olarak varlığını korumuştur. Özellikle burada şunu ifade etmek gerekir: sorun sadece içerde yaşanan Kürt meselesi ile bağlanmamıştır. Özellikle Suriye’de Rojava’da elde edilen kazanımlar Kürt sorununu belirleyecek derecede etkili bir faktör olmuştur. Son süreçte ise Rojava’nın durumu Kürt Hareketi ile TC arasındaki çelişkiyi esasta belirleyen etken konumundadır.
Egemen Sınıfların Boğazlaşmasında En Sert Raund!
Bu genel tablo içinde egemen sınıfların Hakim kliği içerisinde ki egemenlik savaşı devlet içinde mücadelesini kesintisiz sürdürmüştür. 2016 15 Temmuz’unda var olan siyasi krize, Kürtlere yaşanan kapsamlı savaşın etkisine, AKP’ye yönelik toplumun bir kesiminin tepki ve öfkesine, Ortadoğu’da ABD emperyalizminin istediği düzeyde şekillenemeyen devlet gerçeğine dayanarak bir Darbe Girişimi yaşanmıştır. Geniş toplumsal kesimlere AKP eliyle dozu artarak uygulanan baskı, Kürt illerinde sivil halkı da kapsayan acımasız katliamlar sürecinde bu darbe girişimi gerçekleşmiştir. Ancak gerek emperyalist güçlerden yeterli destek alınamaması, gerekse de devlet içinde yeterli destek gücün oluşturulamaması ve toplumsal desteğin olmamasıyla bu girişim başarısız olmuştur.
Bu ordu içindeki bir cuntanın hiyerarşik ilişkiye dayanmaksızın gerçekleştirdiği darbe girişimi devleti tam anlamıyla yeni bir siyasi krizin içine sürüklemiştir. Bu gelişme, zayıflamış ve güçten düşmüş bir devlet ve onun en iyi ihraç ürünü olan ordu gerçekliği yaratmıştır. Egemen sınıfların önemli bir kesimi bu girişime karşı durmakla birlikte bu girişimin sonuçlarından faydalanacak ama güçten düşmüş devleti yeniden ayakları üzerine dikecek bir politika içine girmiştir. Kemalist, ulusalcı, liberal ve İslamcı kesimler bu süreçte geçici ve taktik bir ittifak oluşturmuştur. Bu süreci karşılama yöntemi olarak ise Olağan Üstü Hal (OHAL) ilan edilmiştir.
OHAL: Taktik Hedef Fetö, Stratejik Hedef Devrimci-Demokratik-Yurtsever Güçler!
Bu ittifakın ve olağan dışı durumun ilk hamlesi devlet içinde ciddi bir güç olan Gülen (FETÖ) hareketini tasfiyeye yönelmiştir. Bu cemaatin yargıdaki, polisteki, ordudaki ve tüm bürokrasideki bilinen, fişlenen güçleri tutuklanmış ya da görevden alınmıştır. Yine bu kesimle ilişkisi olan gazeteci, iş adamı, futbolcu vs tüm kesimler polis operasyonlarına tabi tutulmuştur. Yaklaşık 20 bin kişi tutuklanmıştır. On binlerce memur görevinden uzaklaştırılmış, onlarca gazete ve TV kapatılmış, binlerce okul ve iş yerine el konulmuştur.
Bu saldırılar sadece bu kesimlerle sınırlı değildir kuşkusuz. Bu süreç özellikle Kürtlere karşı savaşı tırmandırma ve yükseltme şeklinde bir yönelimin kesintiye uğramasına vesile olmamıştır. Tam tersine dozu arttırılmıştır. Ama bu durum Kürt meselesinde uzlaşmaya dayanan yol ve yöntemin kapılarını aralayan bir zeminde oluşturmaktadır. Bakanlar kuruluna verilen kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi temel hak ve özgürlüklere karşı bir saldırıyı içerecek şekilde uygulanmaktadır. FETÖ’cülerle mücadele adı altında tüm muhalif kesimleri baskı altına alacak yasal düzenlemeler hayata geçirilmektedir. Seyahat özgürlüğü, gösteri ve toplantı yürüyüşleri yapma hakkı, sendikal haklar, memurların kazanılmış sosyal hakları ilk elden saldırılan haklardır.
Bu eksende özellikle “demokrasiyi koruma” adı altında tüm faşist partilerin kaynaşarak oluşturduğu geçici ama gerici-karşı devrimci bir ittifak söz konusudur. Bu ittifak ortak kitle mitingleri, ortak yasal düzenlemeler ve ortaklaşılmış bir Kürt düşmanlığı odaklı Türk şovenizmini yükseltme politikası güdüyor. Bunu en geniş toplumsal kesimlere yayan bir ideolojik saldırı ve manipülasyon söz konusudur.
Krizin Panzehiri, Yeni Kriz Alanı Olarak Cerablus Saldırısı: İŞİD’i gösterip Kürt Düşmanlığı!
Türk hakim sınıfları bir yandan da Ortadoğu’da kendi çıkarlarını gerçekleştirme, emperyalizmin gözdesi olma ve Kürt karşıtlığına oturan bir savaş siyasetini de hayata geçirmekten geri durmuyor. İsrail ve Rusya ile olan gerginlikleri azaltan, İran ve Suriye ile Kürt karşıtlığında buluşmaya çalışan bir siyasi çizgiyi de hayata geçirmeye çalışmaktadır.
Türk devleti içinden geçtiği siyasi krizi dışarda askeri saldırganlıkla aşmayı benimsemiştir. Bir bütün Türk egemen sınıflarının tam desteği ve güçlü ittifakı ile Suriye’nin Cerablus bölgesine bir askeri işgal girişimine 23 Ağustos’ta başlamıştır. İŞİD ile zımni (örtülü) bir anlaşma ile Cerablus’un kendine daha yakın ve ABD’nin kabul ettiği muhaliflere bir çatışma yaşanmaksızın geçmesini sağlamıştır. Özellikle bu operasyonun Kürt güçleri YPG’ye karşı yapıldığı Türk egemen sınıfları tarafından açık bir dille ifade edilmektedir. YPG’nin Minbiç zaferinden sonra İŞİD’in daha zayıf olduğu bu alanın ele geçirilmesi işten bile değildi. Rojava kantonlarının Suriye federasyonuna zemin hazırlayacak şekilde birleştirilmesinin önünde bu şekilde engel olmayı amaçlamıştır. Bu hamle Rojava’nın tam göbeğinde bir hançer olarak kullanılmaya çalışılacaktır. Türk devleti bu operasyona meşruiyet katmak için Gaziantep’te Kürtlerin yaşadığı mahallede bir düğüne yönelik bombalı saldırıyı da gerekçe yapmıştır. Bu saldırının MİT eliyle kotarılma ihtimali yüksektir. En azından MİT’in maniple edip yönlendirdiği, bu şekilde hem Kürtlere bir mesaj hem de Cerablus operasyonuna meşruiyet aradığını söylemek abartılı olmayacaktır. Türk devletinin geleneklerinde ve yapısında bu vardır. Bu saldırıda onlarca çocuk katledilmiş, Kürt halkının mutluluğu, halayı, türküleri hedef haline getirilmiştir. Bu şekilde Kürtlerin gözü korkutulmaya çalışılmış, yine Kürt katliamı ile Suriye’deki Kürt ulusal kazanımlarına saldırı gerekçesi yapılmıştır.
Rus emperyalizminin izni ve ABD emperyalizminin desteğiyle gerçekleşen bu operasyon esas olarak Kürt meselesi açısından yeni siyasi dengelerin ve gelişmelerin habercisidir. ABD emperyalizminin Kürt Ulusal hareketiyle uzlaşma ve pazarlık masasında TC’nin elini güçlendirmek için bu operasyona destek verdiği açıktır. Ancak Suriye içindeki dengeleri değiştirme ve Türk devletinin istediği gibi burayı şekillendirmesine, ne ABD ne de Rusya’nın müsaade etmeyeceği açıktır. Zira Suriye içindeki çelişki ve var olan dengelerin, yakalanmış ittifakların dağılmasını-bozulmasını sağlayacak yeni hamlelerin Türk saldırganlığıyla bozulmasına müsaade edilmeyecektir. Emperyalist güçlerin Türk egemen sınıflarını bu noktada Suriye’de var olan güçleri kendine daha fazla mahkum kılmak için kullanmaya çalıştığı, bunun sınırlarını belirlediği görülmektedir. Özellikle Kürtlerin alanda güç kazanması ve emperyalistler arası çelişkiye dayanarak kendi siyasi pozisyonunu güçlendirmesi gerek emperyalist güçler gerekse de İran ve Suriye gibi devletler açısından tehlike barındırmaktadır. Bu yolla Kürt güçlerinin siyasi alanda sıkıştırılıp bu çelişkiye dayanmasını engelleme çabası olarak görmek mümkündür. Rusya, Esat konusunda taviz koparırken karşılığında hava sahası tehdidini kaldırmıştır. Onun dışında TC’nin bunun karşılığında neleri feda ettiği süreç içinde daha net anlaşılacaktır. ABD açısından özel olarak Rusya’nın kazanımlarına karşı “uyumlu cihadistlerin” alanını genişletme ve Esad karşıtı güçlerin varlığını sürdürme olanağı anlamına da gelmektedir.
Bu askeri saldırganlığın Türkiye iç siyasetinde kahramanlık hikayeleriyle ordunun Darbe girişiminde kaybolan itibarını düzeltmeye, faşist ve şovenist duyguların kabartılmasına, kitlelerin gerici savaş politikasına eklemlenmesine ve devlet içindeki siyasi krize karşı oluşan toplumsal memnuniyetsizliğe karşı bir siyasi-ideolojik argümana dönüşmesi de söz konusudur. Bu yolla geniş kitleler edilgen kılınmak istenmektedir. Askeri saldırganlıkla gericilik yeniden üretilmekte, geniş kitleler şovenizmle zehirlenmektedir. Bu yolla siyasi krizin hafifletilmesi ve sürecin yönetilmesi kolaylaştırılmaya çalışılıyor.
Ancak bu askeri saldırganlık Türk devleti için yeni belaların başına üşüşmesi anlamına gelmektedir. Suriye içine askeri sefer yeni siyasi sonuçlara neden olacaktır. Bu durum içerde baskı ve zora dayalı yöntemlerin artması anlamına geleceği gibi, muhalif kesimlere yönelik psikolojik savaşın ve ideolojik saldırılarında dozu arttırılacaktır. Sahte bir vatan sevgisi ile savaş politikasının altı doldurulmaya, bizzat devletin parmağı olan katliamlarla “halkın güvenliğinin sağlanması amacı” gibi yalanlarla bu saldırganlığa meşruiyet sağlanmaya çalışılacaktır.
Devrimci-demokratik görev Türk devletinin içerde OHAL adı altında, “darbeye karşı demokrasiyi koruma” yalanıyla halka yönelttiği saldırılara karşı etkin mücadele etmekken, Ortadoğu’da her türlü askeri saldırganlığına ve savaş politikasına karşı durmaktır. Emperyalizmle oluşturulan bu gerici planlara ve saldırganlığa karşı devrimin safında durmak, Kürt ulusal haklarının kavgasına tutuşmak, her türlü gericiliğe ve şovenizme karşı devrimci savaşı yükseltmek asli görev olmalıdır.