TÜRKİYE | 20 – 01 – 2010 | Katledilişinin 3. yılında Hrant Dink’i anmak, onun savunduğu düşüncelerin de farkında olmaktan geçiyor. Yaptığı konuşmanın birisinde Dink, Aydın kişiliğin olması gerektiği biçimi geniş bir şekilde ele almıştı.
Özgür Düşün Dergisi tarafından düzenlenen Aydınlık Sorgular Sempozyumu’nda Dink’in yaptığı konuşma, günümüze ışık tutabilecek değerde. Konuşmanın tümü şöyle:
Teşekkürler! Son toplantıya katıldığımda bugün en büyük üzüntüm niye sabahtan katılmadığım oldu. Çünkü hakikaten aydın kavramı üzerinde dönen tartışmaların zengin tartışmalar olduğunu düşünüyorum. Aslında biraz daha katılsaydım onlar üzerinden bir şeyler söyleyebilirdim diye şimdi kendi kendime hayıflanıyorum. Ama aydın kavramının bu kadar ciddi bir kavram olduğunu düşünmüyorum; her şeyden önce bunu söyleyeyim size. Çünkü kendi kendime biraz önce şunu da dedim: Aydının karşılığı nedir? Aydın olmayan yurttaş hangisi? Aydınlar var da aydın olmayan kim? Çok bilen mi aydın, çok cesur olan mı aydın? Çok iyi analiz, sentez yapabilen mi aydın? Çok iyi aydın olmanın sınavı, ölçütü nedir? Hakikaten felsefi anlamda çok tartışabilirsiniz. Ama pratik anlamda bunun karşılığına istediğiniz an burun kıvırabilirsiniz, dudak bükebilirsiniz. Çünkü bazen çok cesur olabilirsiniz. Bu sizi bir aydın olarak gösterebilir o kadar; ama karanlık şeyler söylüyorsunuzdur ki toplumun canına okuyorsunuzdur. Çok cesursunuzdur; ama değilsiniz.
Sartre’ı okudum “aydın çağından sorumludur” diyor. Peki, Türkiye’de ki aydınların durumlarına bakarsak, biz çağımızdan sorumluyuz noktasında kalarak aydın olabilir miyiz? Yoksa gerçek sorumsuzluğumuzu yani çağımız ve çağımızdan önceki sürece ilişkin üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmediğimiz için aydın sayılabiliriz miyiz ortaya çıkar. Bence aydının bir tek doğru, dürüst, bir sınavı vardır. Türkiye de aydın ve tarih ilişkisine baktığımız zaman boşa gitmeyecek şeyler çok söylenebilir. Biraz önce işçi sınıfından bahsettik. işçi sınıfının felsefesinden, işçi olmanın aydın olmanın ne olduğundan bahsettik. Ama şunu söyleyebilirim; Türkiye’de aydın olmayan asıl aydınlar Türkiye solu içerisindeki aydınlar olmuştur. Tarih sınavını ele alırsak eğer, Fikret Başkaya’lara kadar, ismail Beşikçilere kadar Türk Solu içerisinde aydın olma vasfına haiz -tabi bazıların tenzih ediyorum- özellikle bir dönemin TiKKO’ su içerisinde tarihi gerçek anlamda analiz edebilen sağlam insanlar çıkmıştır. Ama Türk Solu içerisinde itiraf etmeliyiz ki aydın olmanın o sınavından büyük çoğunluğu geçmemiştir. Tabi tarih dediğimizde, beni gördüğünüzde tarih sadece Ermeni tarihinden müteşekkil bir tarih değildir. Ben sadece Ermeni tarihinden müteşekkil bir sınav sorusu sormayacağım. Ve sınavı da sadece buradan yapmayacağım. Ama sınav sorularından bir tanesini eğer benim soruma ayırırsak; Türk solu ve Türk aydınları bu sınavdan, bu sorudan bütünüyle çakmışlardır. Biraz önce sevgili Ercan’ın verdiği Nazım Hikmet de çakmıştır. Bakınız ben size bir şey söyleyeyim: Nazım Kurtuluş Savaşı üzerine destanlar yazdı. Kuva-i Milliye üzerine destanlar yazdı. Nazım’ın TKP içerisinde en yakın arkadaşları Ermeni yoldaşlarıydı. Hatta Moskova’da Ermenistan’dan gelen yoldaşlarıylaydı. Vedat ağabeyle de bir gün oturup konuştuk. Üaşırdık. Nazım 1915 döneminde, Kurtuluş Savaşı döneminde olanları bilmiyor muydu? Milli Kurtuluş savaşı denilen olgunun aslında bu ülkede yaşayan halklara karşı verilmiş bir savaş olduğunu bilmiyor muydu? Bir tek satıra rastlayamazsınız. Onca külliyesinin içerisinde sadece bir yerinde – tarihten değil o da- bir şiirinde, Bakkal Karabela’dan bahseder. Sadece bir yerinde olmuş bitmiş. Peki, TKP ‘ye baktığımız zaman TKP’nin en üst seviyelerinde merkez komitelerinde yer almış insanların arkadaşları, yoldaşları Ermeni sorununa vakıf değiller miydi? Niye bu konular; yani tarih konuşulmadı, niye o dönemler de iki çift laf edilmedi, yazılmadı? Aydın ve tarih denildiği zaman ben size Türkiye’nin pratiğinden başka bir şey anlatamam. Bu pratik, bu kadar açık bir pratik. Onu konuşalım.
‘Aydın Sadece Çağından Sorumlu Değildir; Tarihinden Sorumludur’
Aydın tarihinden sorumludur. Sadece çağından sorumlu değildir. Hele hele böyle bir ülkede yaşıyorsak! TC tamamen yeni bir birey, yeni bir tarih, yeni bir kültür ve o tarih ve kültürün harmanladığı yeni bir zihniyet ve hatta üniforma tek bir forma, tek bir kıyafet tek bir kimlik yaratamaya çalıştı. Bir teklik ve onun toplamında Türklük diye bir kimliği aldı ve bütün yurttaşlarına dayattı. Türkiye solu bu teklik içerinde “Ne gereği var canım ayrılıklarımızın, bizim bir tane sorunumuz var; işçi sınıfının sorunu. Biz bu sorunu bitirirsek zaten başka sorunlar kalmayacak” diye tarihine bakmamayı bir maske ile perdelemiş ise o zaman Türkiye aydınları kendi tarihlerini ne kadar doğru sorguladılar? Sorgulamadılar. Ve bunun aydın olmanın en önemli sınavı olduğunu izin verin ben belirteyim. Beşikçiye ve Başkaya’ya teşekkür ediyorum. Türkiye de ilk kez sorun Kürt sorunu olmaktan çıktı. Gerçek anlamda Beşikçi ve Paradigmanın iflasın’da da Başkaya, Ermeni Sorununu bu ülkenin inşa edilmiş o büyük binasının temelinde yattığını gösterdi, gün yüzüne çıkardı. Arkasından bugün artık en azından sorgulanmaya, konuşulmaya başlandı.
Biraz önceki oturumdaki konuşmalarda bahsedilen aydın olmak; solcu olmak ve işçi sınıfına ait olmaktır gibi saptamaların ve kavramların içi dolmadıkça inanın hiçbir anlamları kalmaz. Bunu da hayat ve pratik çok net gösterir. Ben bunu alkışlanması için ya da solu kenara atmak içinde söylemiyorum. Sonuçta ben solun içerisinden gelen birisiyim. Ama isterseniz itiraf edebilirim bunu size. Bize kimliklerimin ne kadar boş şeyler olduğunu, öğreten ve dayatan da solun sekter zihniyetinin kendisidir. Bize aynılığı sol dayattı, sekter sol dayattı. Oysa keşke aydın olabilseydik ve “hayır farklı olmak daha iyi bir şey” diyebilseydik. Niye aynı olacağız diyebilseydik. Hayır diyemedik. Ben TiKKO içine girerken arkadaşlarıma -Allah rahmet eylesin, toprağı bol olsun- Orhan BAKIR ve Stephan’la beraber adlarımızı değiştirdik. Orhan Bakır’ın adı Armenak’tı, Murat’ın adı Stephan’dı. Ben Hrant’tım. Ama TiKKO’ya girerken rahat çalışabilelim, arkadaşlarımıza uyum gösterebilelim ve başımıza bir şey gelirse Ermeni toplumunun başına bir şey gelmesin isimlerimizi değiştirdik. Armenak Orhan oldu, ben Fırat oldum, Stephan Murat oldu. Düşünün ne kadar yüce bir dava için, ideal için, ne kadar önemli bir şey için kendimizi, aidiyetimizi bir kenara itebiliyorduk. Unutabiliyorduk! Ve biz bunu yaparken bunu bize aslında birileri dayatıyordu. Sol dayatıyordu. Düşünün farklılık içerisinde biz rahat olabilseydik, farklı yani devletin bize dayatmış olduğu teklik kimliği içerisinde hapsolmamış olsaydık ve bu teklik içerisinde sınıf mücadelesini sınırlı tutmamış olsaydık; bence Türkiye bugün çoktan sınıf mücadelesinde daha ileri noktalara taşınmış olurdu diyorum. Ve size açıkça şunu söylüyorum: Türkiye’de sınıf mücadelesi yenilgiye uğradıysa kimlik mücadelesini bir kenara ötelediği için uğramıştır. Bunu açıkça itiraf ediyorum!
Eğer Türkiye işçi sınıfı kendi içindeki kimliklere sahip çıksaydı, farklılıklarına sahip çıksaydı, bu yenilgiye uğramazdı. En azından 12 Eylül’de, 12 Mart’ta bu kadar büyük yenilgiler almazdı. Ama gelin görün ki o kadar dayatmaya, o kadar aldanmaya karşın bizim kendimizin aldanmasına karşın bize dayatılan tek kimlik, teklik tutmadı. Bu dikiş tutmadı ve sonunda patladı. Üimdi içinizden çıkacak birileri der ki; yaşanan bütün sorunların temeli sınıfsaldır. Solcu arkadaşım, tamam bunu biliyorum ve bu cümleye ben yeni bir cümle daha ekliyorum: Bugün bu ülkede yaşanan bütün sorunların etrafında dönüp dolaştığı temel sorun kimlik karmaşasıdır. Ve Türkiye’deki yurttaşlar bu kimlik sorununu çözmeden, kendi gönüldaşlıklarıyla o ortak kimliği yeniden hissetmeden hiçbir diğer sorunun çözümü mümkün olmayacaktır. Hatta sınıfsal sorunun çözümü mümkün olmayacaktır.
‘Devlet Bocalamıyor; Çünkü Devlet Tarihini Çok iyi Biliyor’
Kimlik sorunu deyince buradan çok net olarak Kürt sorununa geçebiliriz. Bugün Kürt sorununun Türkiye’de yaşamış olduğu bütün boyutlar, size çok açık söyleyeyim geçmişte Ermenilerin bu topraklarda yaşamış olduğu sorunun, sürecin ve o boyutun aynısıdır. Size Ermenice tercümeler ah yapıp getirebilsem, makaleler, gazete makaleleri…1910’lu, 8’li, 12’li, 13’lü, 15’li yıllarda makaleler yazılmış. Herkes; aydınlar soruna yeniden müdahale ediyor. “Üu şöyle olmasın, bu böyle olsun, işte birlik..” Osmanlı harekete geçiyor. Devletten hak talep ediyorlar. Devlet “evet” diyor; vermiyor. Verir gibi gözüküyor; yapmıyor. Birileri dışarıdan müdahale ediyor. Aynı şeyler yaşanıyor. Ve eğer o makaleleri tercüme etsem ve yayınlasam hiçbiriniz onların yüz sene önce yayınlanmış olduğunu anlamazsınız. O kadar her şey birbirine benziyor ki… Ama Türkiye tarihiyle gerçek anlamda hesaplaşmadığı için bugün Kürt sorunu içerisinde bunalıyor ve bocalıyor. Bocalamayan tek bir kişi var, bir tek kesim var; o da devlet. Toplum bocalıyor; çünkü toplum tarihini bilmiyor. Devlet bocalamıyor; çünkü devlet tarihini çok iyi biliyor ve geçmişte edinmiş olduğu başarının aynısını bugün devam ettirmeye çalışıyor; aynı yüklemlerle, aynı süreçlerle. Ama toplum bunun farkında değil. Çünkü tarihini bilmiyor. Eğer tarihini biliyor olsaydı, bugün bu sorunun altından kalkması onun için çok daha kolay olacaktı diye düşünüyorum.
Ne söyleyebilirim bilmiyorum! Ben buraya solu eleştirmek için inanın gelmedim. Hiç böyle bir niyetim yoktu; ama biraz önce dinlediğim konularda gördüğüm kadarıyla eğer biraz katkım olacaksa bir arkadaşımızın söylediği gibi ben de değişik bir çiçek olacaksam bu bahçede, farklı bir çiçek olacaksam, yüz çiçeği bu bahçede görmeye ve kabul etmeye hazırsanız şöyle söyleyeyim: Arkadaşlar aidiyetlerimiz; yani devletin bizden sakınmaya çalıştığı bizim gerçek kimliklerimiz çok önemli. Bir zenginliğimiz bizim. Eğer o kimliklerimizin farkına varabilir, o zenginliğimizi ortaya koyabilir ve farklılıklarımızdan eğer bir birlik oluşturabilirsek Kürt sorununu da diğer sorunları da çözeriz. Ama hala sol terminoloji bugün ulusalcıların, cumhuriyetçilerin her gördüklerinde bana söyledikleri “Ah Hrant’cığım! Aslında biz kardeşiz ya! Bizim çocukluğumuzda böyle sorunlar mı vardı ya? Biz komşuyduk; ne güzel yaşıyorduk bakkalda değil mi? Hiçbir sorunumuz yoktu. Ne var şimdi böyle ben Ermeniyim falan değil mi?”. Hayır, o günün bedelini ödüyoruz. Çok iyi yaşadığımız günlerin bedelini ödüyoruz. Çünkü o sizin “çok iyi komşular” gibi yaşadığınız.
Kaynak: ADHK