Almanya’da 23 Şubat’ta yapılacak erken genel seçimler yaklaşırken, siyasi partilerin kampanya çalışmaları da hız kazanmış durumda. Ancak, önceki seçim dönemlerinde olduğu gibi bu seçimlerde de bütün partiler ekonomik, sosyal ve siyasal sorunların nedenine ve çözümüne yönelik politikaları tartışmak yerine yine göçmenler ve mülteciler üzerinden popülist ve ırkçı söylemleri öne çıkararak oy devşirme peşine düşmüş durumdalar.
Hatta, CDU/CSU başbakan adayı Friedrich Merz daha da ileri giderek geçtiğimiz günlerde, “Mültecilerin Almanya’ya girişinin engellenmesi, kaçak girenlerin sorgusuz sualsiz sınır dışı edilmesi ve aile birleşiminin kaldırılmasına yönelik önerge sundu. Önergenin AfD’nin oylarıyla kabul edilmesi kamuoyunda büyük tartışmalara neden oldu. Merz’in bu girişimi Almanya’nın dört bir yanında yüzbinlerce insanın katıldığı demokrasi mitinglerinde, “Faşizm Asla! Bir daha asla şimdi,” sloganlarıyla protesto edildi.
Krizler, maniplasyon, ırkçılık ve adım adım örgütlenme!
2013 yılında Berlin’de kurulan Almanya için Alternatif (AfD) partisi, faşist örgütleri bünyesinde toplayan, Alexander Gauland, Björn Höcke ve Maximillian Krach, Jahn Wenzel Schmit gibi ideolojik olarak Nazi hayranlarının aktif olduğu ırkçı ve cinsiyetçi bir parti.
AfD, Almanya’nın doğu ve batı bölgeleri arasındaki refah eşitsizliğini kullanarak, doğu Almanya’da yaşayan Alman halkın batı Alman halkından maruz kaldığı ırkçılığı, başka bir ırkçılığa, göçmenlere ve mültecilere yönlendirerek, 2015 mülteci krizini siyasi bir fırsata çevirerek milliyetçilik ve ırkçılık üzerinden örgütlendi. Geçtiğimiz yıl Thüringen eyalet seçimlerinde ise %32.8 oy alarak birinci parti oldu.
Neoliberal politikaların hız kazanması, emeğin vahşice sömürülmesi, kazanılmış haklara yönelik saldırıların artması ve yoksulluğun gittikçe derinleşmesi, buna karşılık parlamento dışı sol muhalefetin zayıf kalması, umudu tükenen ve geleceğe yönelik kaygıları artan kitlelerin sağcı, ırkçı ve AfD gibi faşist hareketlerin tabanı haline gelmesine zemin hazırladı.
Ayrıca pandemi süreciyle derinleşin ekonomik ve sosyal krizler, SPD, Yeşiller ve FDP’den oluşan koalisyon hükümetinin krizlere yönelik çözüm olarak sermaye odaklı militarist politikalar izledi. Ukrayna Rusya savaşına ve savunma harcamalarına milyarlarca Euro ayrılırken, faturanın yükü emekçilere yüklendi ve sosyal alanlarda kısıtlamalara gidildi. Aschafenburg’da Afganlı bir mültecinin bıçaklı saldırısı sonucu iki kişinin hayatını kaybetmesi bütün toplumsal kesimleri üzdü ancak bu saldırı özellikle medyada mülteci düşmanlığını körüklemek için malzeme olarak kullanıldı.
AfD, yaşanan bütün bu krizler ve sorunlar üzerinden yarattığı korku iklimi ve atmosferden beslenerek, kitlelerin öfke ve isyanını maniple ederek adım adım oylarını artırıyor.
Ekonomiden sağlığa, eğitimden konut krizine, pahalılıktan işsizliğe, kadına şiddetten kimlik sorunlarına kadar her alanda yaşanan krizlerin sorumlusu olarak göçmenleri ve mültecileri gösteriyor. Mültecilere sağlanan sosyal yardımlar nedeniyle Alman halkının refah seviyesinin düştüğünü, yoksullaştığını ve işsizliğin yükseldiğini iddia ediyor. Ne yazık ki, bu propaganda yalnızca Alman halkı arasında değil, bazı göçmen gruplar arasında da karşılık buluyor.
Bu ırkçı yaklaşım, bir yandan yaşanan sorunların esas kaynağı olan kapitalist sistemin sorgulanmasını engellerken, diğer yandan ezilenlerin bir araya gelerek ortak bir mücadele geliştirmesini ve örgütlü bir güce dönüşmesini engelliyor. AfD’nin kutuplaştırıcı ve manüplatif politikalarıyla tabanını genişletmesi, kapitalist sermayenin ve egemenlerin işine geliyor.
Göçmenler kime oy veriyor?
“Almanya Göç ve Siyasi Katılım” araştırmasına göre, Almanya’da yedi milyondan fazla göçmen kökenli seçmen bulunmaktadır. AfD’ye oy veren seçmenler arasında birinci sırada eski Sovyetler Birliğinden gelen Alman kökenli göçmenler olduğu bilinmektedir.
Türkiyeli göçmenlerin seçmen sayısı 700 bin, ancak sandığa gitme oranı diğer göçmenlere kıyasla daha düşük. Türkiyeli seçmenlerin oy tercihlerine baktığımızda sırasıyla SPD, Yeşiller, Sol Parti, BSW ve CDU/CSU’yu tercih ettiğini görüyoruz. Fakat son kamuoyu yoklamasına göre AfD’ye oy vereceklerin sayısının %10’lara ulaştığı ortaya çıkmıştır.
Göçmenlerin AfD’yi tercih etmelerinin başında ekonomik kaygılar öne çıkmaktadır. Uzun yıllardır Almanya’da yaşayan göçmenler, yeni gelen göçmen ve mültecilerin iş veren tarafından ucuz işgücü olarak tercih edilmesi nedeniyle iş piyasasında rekabet baskısı hissetmekte. Bunun yanı sıra, Alman toplumuna entegre olduklarını düşünen bazı göçmenler, yeni gelen mültecilerin yaşam alanlarını daralttığını ve uyum sorunu olduğunu düşünüyor. Hatta, bazı göçmenler, Suriyeli ve Afgan mültecilerin sergilediği “taşkın” davranışların ırkçılığı tetiklediğini ve bu nedenle kendilerinin de ırkçılığa maruz kaldıklarını iddia ediyorlar.
Bu ırkçı söylemlerin göçmenler içinde karşılık bulması, kendi göçmen topluluklarına ve mültecilere karşı nasıl yabancılaştığını ve düşmanlaştığını gözler önüne seriyor.
Oysa unutmayalım ki, Afrika, Ortadoğu ve Asya topraklarında ki zenginlikleri sömüren, refah içinde yaşayan Avrupa’nın yaşadığı bu refahı, yoksullaştırdığı, savaşlara neden olduğu ülkelerin halklarıyla paylaşmaması ve antidemokratik rejimleri desteklemesi nedeniyle insanlar kendi topraklarından kaçmak ve başka ülkelere iltica etmek zorunda kalıyor…
AfD’nin ekonomide çözüm(süzlük) politikaları
AfD, Alman kapitalizminin çıkarları doğrultusunda politikalar izleyen ve sosyal devlet anlayışına karşı konumlanan bir partidir. “Her şey Almanya için,” diyen Hitler’in bu sloganına paralel, “Alice Almanya için,” dikkat çekici.
Özellikle ekonomik politikalarda, işçi haklarına ve sosyal yardımlara karşı tutumuyla öne çıkan bu parti, asgari ücrete, güvenceli iş sözleşmelerine, emeklilik ve işsizlik aylıklarının yükselmesine karşı. Aynı zamanda gaz, elektrik ve kira ödentilerinin düşürülmesini istemiyor. FDP gibi zenginlik vergisine karşı olduğu gibi, miras vergisinin kaldırılmasını istiyor.
Ukrayna ve Rusya savaşına ilişkin diplomatik çözüm dese de, savaşa ve silahlanmaya karşı değil. Tam tersine SPD, Yeşiller ve FDP hükümetinin, savaşa ve savunmaya ayrılan bütçenin artırılması yönündeki oylamalarda evet oyu vererek, savaş ekonomisini desteklediler.
Çevre politikalarında ise, bilimsel verileri yok sayarak iklim krizi olmadığını iddia ederek alınacak önlemlere karşı çıkmaktadır. Rüzgar enerjisini Almanya’nın “utancı” olarak tanımlayan bu parti, doğadaki tüm canlıların yaşamını tehlikeye sokan nükleer santrallerin ve kömür madenlerinin yeniden faaliyete geçirilmesini savunmaktadır.
AfD yaşanan bütün sorunların temel kaynağı olarak göçmen ve mültecileri göstererek, çözüm(süzlük) politikalarını ise sınır dışı edilmeleri üzerinden geliştirmektedir. Almanya’da doğan çocuklara doğrudan Alman kimliği verilmesini sağlayan yasal düzenlemeyi kaldırmayı vaat etmektedir. Özetle mevcut eşitsizlikleri derinleştiren, emekçileri yoksullaştıran ve kutuplaştıran bir düzlem üzerinden politika izliyor.
AfD; Eşitliğe de, Eşit Haklara da Karşı!
Toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik tutumlarıyla dikkat çeken bu parti, kadınlar ve erkeklerin asla eşit olamayacağını savunmakta ve eşit işe eşit ücret taleplerine karşı çıkmaktadır. Almanya’da erkeklerle aynı işi yapan kadınlara daha düşük ücret verildiğini gösteren istatistiklere rağmen, kadınlar düşük ücretli işlerde çalıştıkları için erkeklerden daha az maaş aldığını iddia ederek gerçekleri çarpıtmaktadır.
AfD, kreşleri ve ana okullarını hedef alan politikalarıyla öne çıkmaktadır. Kreşe ayrılan bütçe tasarılarına ret oyu kullanıyor. Tıpkı Nazi döneminde olduğu gibi, kadınlara “çocuk doğurun, Alman ulusunu çoğaltın, çocukları kreşe göndermeyin kendiniz bakın,” çağrıları yapmaktadır. Bu politikalarla amaç kadınların cinselliğini ve doğurganlığını denetlemek, sistemin ideolojik yeniden üretimini sağlanmak ve toplumsal yeniden üretimi sağlayan kadın emeğinin sınırsızca sömürülmesini sağlamak.
Ayrıca Üniversitelerde toplumsal cinsiyet derslerinin okutulmasına karşı çıkarken, okullarda partnerlik, aile kuralları ev yönetimi, çocuk yetiştirme gibi konuların işlenmesini istemektedir.
Diğer muhafazakar ve faşist partiler gibi kürtaj hakkına, kadın kotasına ve toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı bir duruş sergilemektedir. Kadın özgürlük mücadelesine, feminizme, LGBTI + bireylere, göçmen ve mültecilerin temel insan haklarına, düşmandır.
Tehlikenin ayak sesleri!
AfD ile koalisyon kurulması halinde seçmenlerin zamanla bu partinin gerçek yüzünü görmesini sağlayacağı, hatta bu partiyi ılımlaştıracağı yönündeki tartışmalar son derece tehlikelidir.
Dünya tarihi, faşist partilerin iktidara geldiklerinde kapitalist sermayenin ve egemenlerin çıkarlarını koruyarak nasıl otoriter rejimler inşa ettiğinin ve demokrasinin en küçük kazanımlarını bile ortadan kaldırmak için nasıl acımasız bir şiddet ve baskı rejimine dönüştüğünün örnekleriyle dolu. Macaristan, Polonya, Türkiye bunlardan sadece bir kaçı.
Ayrıca, AfD’nin tabanını kazanma derdiyle diğer bütün burjuva partilerinin göçmen ve mülteciler üzerinden sürdürdükleri bütün politikalar, bu partinin söylemlerini meşrulaştırarak iktidara giden yolu açılmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
AfD tıpkı Hitler’in ideolojisinde olduğu gibi Almanya’yı diğer ırklardan, uluslardan ve kimliklerden arındırarak “saf” bir Alman ulusu yaratma hayalindedir.
Bu doğrultuda 2023’te Postam’da göçmenleri toplu sınır dışı etmek için planların tartışıldığı gizli toplantı, Hitler döneminde insanların toplama kamplarına gönderilmesi için kullanılan biletlerden esinlenerek hazırlanan ve göçmenlerin posta kutularına atılan “tersine göç” biletleri, AfD’nin NSDAP çizgisinden ilerlediğini somut kanıtı değilse nedir?
Almanya’da tarihsel olarak köklü bir ırkçılık olduğu inkâr edilemez. Möln, Rostock, Sollingen, Hanau, NSU…gibi saldırılar ırkçı ve faşist katliamlardan sadece bir kaçıdır. 2024 yılında Almanya’da 20 bine yakın ırkçı, faşist motifli saldırılar kayıtlara geçmiştir. Bu rakamlar buzdağının görünen yüzü. Peki kamuoyunda bu saldırılar hiç tartışılıyor mu? Hayır!
AfD’nin ırkçı ideolojisi ve bünyesindeki Nazi unsurlar ve demokratik değerlere yönelik tehdidi bile başlı başına bu partiye neden oy verilmemesi gerektiğini açıkça gösteriyor!
AfD’ye oy vermek insanlık tarihini karanlığa götürecek olan faşizme oy vermek demektir!
Geçmişin hatalarını tekrarlamamak için tarihten ders çıkararak sağcı, ırkçı, faşist politikaların toplumda kök salmasına izin vermemek için demokratik kazanımları korumak ve özgürlüklerimizi savunmak için; İnsanlık onuruna sahip çıkmanın, faşizm asla demenin ve anti faşist mücadeleyi yükseltmenin şimdi tam zamanı!
Münih’te Saldırı: Kime hizmet ediyor?
Bu satırları yazarken, Münih’te Ver.di Birleşik Hizmet Sendikası tarafından düzenlenen mitinge yönelik gerçekleşen saldırı haberiyle sarsıldık.
Hakları ve özgürlükleri için meydana çıkan emekçilerin üzerine aracını süren Afganistanlı bir mültecinin gerçekleştirdiği bu saldırı sonucu, aralarında çocukların da bulunduğu 28 kişi yaralandı. Bu vahşi saldırıyı kınıyor, yaralılara acil şifalar diliyorum.
Almanya’da seçim sürecine girildiği ve Münih’te Cumartesi günü yapılacak olan NATO zirvesi öncesi böyle bir saldırının yapılmış olması ne anlama geliyor?
Bu saldırı, bireysel ve münferit bir olay mı, yoksa birilerinin desteğiyle organize edilmiş bir saldırı mı? Bu tür saldırılar kime yarıyor, bundan kimler besleniyor?
Özellikle Almanya’da ırkçılığın yükselişe geçtiği, göçmen karşıtı söylemlerin yaygınlaştığı ve aşırı sağın güç kazandığı bir dönemde, bu ve benzeri saldırılar, ırkçılığın daha da artmasına ve toplumun kutuplaştırılmasına zemin hazırlıyor.
Bu tür saldırılara ve ırkçılığa karşı verilecek en güçlü yanıt, ırkçı ve nefret diline karşı durmak, çok kültürlü, barış içinde bir yaşamı savunmak ve emekçilerin ortak mücadelesini, anti-faşist mücadeleyi yükseltmektir.
Kaynak: Avrupa Demokrat