Anasayfa , Dünya , Alain Badiou: “Dünyadaki mevcut durum, gerçek bir alternatif yeniden inşaayı zorunlu kılıyor”

Alain Badiou: “Dünyadaki mevcut durum, gerçek bir alternatif yeniden inşaayı zorunlu kılıyor”

alain_badiouSon kitabı “Kötülüğümüz çok uzaktan geliyor, 13 Kasım katliamlarını düşünmek” adlı kitabında, felsefeci ve dram yazarı Alain Badiou  Fransa’da 2015 yılını yasa boğan olayları gözden geçiriyor. Bunalımda olan kapitalizmin eleştirisi ve onun ölümcül eğiliminin komünist varsayımın acilen değerlendirilmesi gerekliliğini ele alıyor – Jérôme Skalski

 

Kasım 2015-Ocak 2016 olaylarının çevresinde oluşan kolektif çılgınlığın tersine, “Kötülüğümüz çok uzaktan geliyor” adlı kitabınız bir anlaşılırlık gerekliliği getirmeyi amaçlıyor.

Evet , tamamen. Hatta diyebilirim ki yöntemim daha sonra başbakanımızın tuhaf açıklamasıyla doğrulandı. Ne dedi başbakan? “Anlamaya çalışmaya gerek yok. Çünkü anlamaya çalışmak özür dilemeye gider.” Bu karanlıkçı açıklama bana gerçekten, bu olay üzerinde kuşkusuz haklı görünen ve kaçınılmaz olan tutku ve heyecana yol veren ama daha ileriye gitmeyi hiç de amaçlamayan bir eğilimin sürdürüldüğünü doğruladı. O halde, bu olayda neyin söz konusu olduğunu görmeyi deneyen bir proje olarak müdahale etmem gerektiğini kendi kendime söyledim. Ne zaman ki bir anlayışsızlık vaaz edilirse bu dünyayı değiştirmemek ama onu olduğu gibi sürdürmek, korumak içindir.

Bu olayların genel durumunu ele almakla başlıyorsunuz. Nedir özellikleri?

Sinoptik bir bakış açısı ele alabiliriz. 80’li yıllardan beri yani 68’li yılların ve sonrasının gençliğinin evrensel umutlarının sonu ile aynı anda ve birlikte ortaya çıkan sosyalist devletlerin sonu ile yeni bir dönem başladı ve küresel kapitalizmin ajanları geleceğin onlara açıldığı ve hiçbir şeyin onlara karşı gelemeyeceği hissine kapıldılar. Bu ufkun hep aklımızda olması gerektiğini düşünüyorum. Hiçbir şey bu ufuktan ayrı ya da bağımsız ele alınamaz. Sonuçlarını biliyoruz. Bu korkunç bir eşitsizlik ve sürekli bir tehdittir. İstatsitikleri biliyoruz.  Dünyada 200 kişiden az insanın 3 milyar insanın sahip olduğu servete sahip olduklarını öğrendik. Bunun yanında monarşik dönemin oligarşileri devede kulaktır! Yığılmalar korkunç ve eşitsizlikler çok derindir. Bugün dünyada yaşayan 2 ila 3 milyar insanın hiçbir şeye sahip olmadıklarını, yani ne piyasaya ne de istihdama erişimleri olmadıklarını ve dünyada başıboş dolandıklarını biliyoruz. Ben bunlara “gezgin proletarya” diyorum yani proletaryayı özgün anlamında kullanarak sadece sunacakları emek gücü olanları kastediyorum.

Tüm bu olgular yoğundur, önemlidir ve ulusal, sınıfsal ya da başka türlü olsun değişik insan grupları arasındaki ilişkilerin istikrarını bozmaktadırlar. Ayrıca bir yoksunluk ve acının da sürekli kaynağındadırlar. Bugünde gördüğümüz gibi bu da ulusal rekabeti şiddetlendirmekte ve bu da istihdamın, yaşamda kalmanın korunması gibi öğelerle yeniden ortaya çıkmaktadırlar. Dolayısıyla yeniden kendini oluşturmak için her zaman bunalımlardan, gergin ve patolojik durumlardan yararlanan aşırı sağın şahlanışına neden olmaktadır. Bizi etkileyen ve Afrika ile Ortadoğu’nun kimi kesimlerinde hemen hemen her gün gerçekleşen bu kırımları ben belirti olarak kaydediyorum. Bunların doğrudan sonuçlar olduğunu  söylemiyorum. İncelenmesi gereken aracılar vardır ama patolojik olarak gördüğüm ufka bağlı olduklarını belirtiyorum. Bu noktanın üzerinde ısrarla duruyorum. Bu insanlığın normal bir şekli değildir ve bunu bize mümkün olan tek dünya olarak sunmayı denemenin patolojik düşünce olguları olduğunu düşünüyorum, yani küreselleşmiş kapitalist fırtınaya karşı ya korumacı olarak ele alınan geleneklerin büzülmesi ya da aksine bu şekilde kışkırtılan durumlara karşı mutlak bir sinizmin uygulanması.

Bu korku temeli ücretlerin bastırılması önlemlerinin ve aynı anda, toplumsal hareketlerin özgürlüğünün kıstlanması ve bastırılmasının genelleştirilmesinin bir bahanesi olabilir mi?

Kesinlikle. Bugünkü koşullarda, devlet yetkesinin önemli ölçüde giderek güçlenmesi gerekliliğinin yerleştiğini düşünüyorum. İşsizliğin yüzde 10 düzeyinde tutulması, sürekli bir iyi niyetle, toplumsal özellikte korumacı önlemlerin giderek parçalanması, küresel düzeyde ulusal rekabetlerin hızlanması alıştığımız serbest oyunun artık yerinin olmadığı bir konjonktür söz konusu. Sözünü ettiğimiz belirtilerin araçsallaştırıldığına inanıyorum. Bu yönde giden mümkün olduğu kadar yasa çıkarmak için bunların araçsallaştırıldığına inanıyorum. Bu korku yararına, polisiye ve  önlemler olan amaçlara hizmet etmek için korkunun bilinen bir baskı aracı olarak kullanılması ve tümüyle parçalanmasını sonuna kadar götürmek için tüm bunların hızlandırılmasına girişebileceği sanılıyor. Bunlar gözlerimizin önünde gerçekleşiyor. Kimse bunu inkar edemez. Dış tehdit, savaş tehdidine karşı insanları korumak adına, fakirlere, yoksullara, azınlıklara ve sonuçta bildiğimiz işgücüne savaş açılıyor.

Modern toplumların benzersiz üç öznelliğini ayırt ederek sorunsalınızı ortaya koyuyorsunuz. Bu kavramı açıklayabilirmisiniz?

Modern dünya tarafından yaratıldığını düşündüğüm öznelliklere ilgi duyuyorum. Tabii ki başka öznellikler de vardır. Bunlar kurulmalı ve geliştirilmelidir. Yoksunlarda dahil olmak üzere önemli ölçüde yığınları ilgilendiren “batı arzusu” dediğim öznellik var. Bugünkü sığınmacıların büyük hareketinin bir kısmını aydınlatır. Sonra, “nihilist öznellik” var. Özünde tatmin olmamış, bastırılmış batı arzusunu dillendiren yoksun, “acı öznellik” var.  Bu tüm bu insanların öznelliğidir; istikrarlı simgesel çizgilerini kaybetmiş gençler dahil olmak üzere ki bu gençler öç almanın kör arzusunu beslemektedirler. Bir yönden gençlere tek dünyanın bu dünya olduğu söylenmekte, diğer yönden de bu dünyada yerleri olmadıkları söylenmektedir. Bu yaşanılması çok zor bir çelişkidir. Dolayısıyla tüm öznel patolojilere açıktırlar. Bu konuda ısrar ediyorum, çünkü İslam’ın bu olgunun nedeni olduğunu söylemek tümüyle hatalıdır. İslam’ın olduğu bölgelerde yaşayan milyonlarca insan var ve sonuçta öldürenler sadece küçük bir azınlıktır. Neden olan İslam değildir. Neden bu uygulanamaz kapanmadır. Bu patalojik öznellikler yaratır. Bunları başka dönemlerdede gördük. Örneğin İspanya İç Savaşı’nda Franco döneminde faşistleşme süreçleriyle dinsel düzenlemeler arasındaki bağlantılarda.

Kitabınızın başlığı Racine’in Phedre’nin bir açımlaması. Acı çektiğimiz bu “kötülüğün” kökeninde yaralanmış bir aşk var. Bu komünizmin aşkımı? 

Bugün dünyanın durumu bugünkü dünyaya almaşık politik, ideolojik ve stratejik düzeyde  yeniden bir inşayı gerektiriyor. Acele etmek gerek. Çünkü özgür kalmış, karşılığı, almaşığı olmayan kapitalizm savaşı getirir. Bir şekilde, komünizm bugün Phedre (1) aşkı gibi incelenir. Yaşlı Thésée sevimli bir kişi değildir. Phedre’in onunla mutlu olmak gibi iyi nedenleri yoktur. Hippolyte ile tanışır ama aşkı suçlulukla cezalandırılır. Bugünde komünizm genel bir suçlulukla cezalandırılır. Hemen hemen bir suçla özdeşleştirilir. Egemen içsel yasasında dünya komünizmi sona ermiş, köhne, kullanımdan düşmüş bir şey olarak ele alır ve ikinci olarak da, kanıtlanmış bir şey olarak ele alır yani kaynakları kolektif hale getirmiş her girişim, şeylerin ortak kullanımı, her düzeyde özel mülkiyetin zincirinden kopmuş yasası olmayan girişim kan ve suçla sonuçlanır. Ben aksini destekliyorum. Gerçek sosyalizmin bir bilançosunun yapılması gerekir. Bir şeylerin iyi gitmediği ciddi ve önemli şekilde saptandı. Ama komünist varsayımın terk edilmesi, başka bir dünya düzeni düşüncesinin terk edilmesinin önemli sonuçları olmuştur. İşte bu sonuçlar bugün tehlikelidir ve suç belirtileri taşımaktadır. Komünizm çöktü ama onun yerine gelen istikrarsız, tehdit edici, suç belirtileri taşıyan bir dünyadır ve bu dünyada insanlığın büyük bir kısmı yok sayılmaktadır. Durum böyle.

Ama bu “komünizm aşkı” komünizmin demokrasiyle yeniden bağ kurmasını içermiyormu? “Reel sosyalizm” denilen tarihde kopan birleşmeyi?

Önemli olarak, komünizmin yeniden icat edilmesi gerçek modern bir demokrasinin de icat edilmesi olması konusunda inançlıyım. Ama yine de esaslara dönmek gerekir. Eğer özel mülkiyete ciddi kısıtlamalar getirilmezse bir şeye sahip olamayacağımızı bilmemiz gerekir.  Özel mülkiyeti sessize almak ve demokrasinin gerçekleşmesini öne çıkarmak  iktidara gelindiğinde önemli sıkıntılar yaratır. Bu açıdan SYRIZA örneği bizi aydınlatabilir. Yunanlıları sıkıntıya sokmak için söylemiyorum. Çok öğreticidir, çünkü sonuçta, iktidarın gerçeklerinin iktidarın gerçekleri olduğunu gösterir ve eğer bunlara temelinde dokunmazsanız çok sınırlı bir manevra alanıyla karşı karşıya kalacaksınız demektir. Kurtuluş döneminde CNR’in(2) çok reformist olan ve özlemle anılan bir başvuru programı olarak  gösterilen  toplumsal programı bile önemli millileştirmeler ve fransız ekonomisinin ve bankaların önemli ölçüde kolektif olarak ele geçirilmesini içermekteydi. Bugün kimse bu tür şeyler önermiyor. Mitterand’ın denemeleri acı anılar bıraktı çünkü geri çekilme çok hızlı şekilde gerçekleşti. Dünyanın bugünkü dağılımının, düzeninin liberal bir dünya olduğunu görmemiz gerekir diye düşünüyorum. Eğer bunlara dokunmazsanız, sonuçta, dünya görüşünüzü gerçek bir almaşık dünyaya kalıcı şekilde dönüştüremezsiniz.

*

(1) Phedre Jean Racine’in beş bölümlük bir trajesidir. 1677 yılında yazmıştır. Esas başlığı Phedre ve Hippolyte’dir.

(2) 15 Mart 1944 yılında Fransa’da Direniş Ulusal Konseyi tarafından kabul edilen Direniş Ulusal Konseyi programı. İki bölüm içerir: Birinci bölüm tasfiye  ile ilgili önlemleri, ikinci bölüm ise uzun vadeli programları (seçme ve seçilme haklarının yeniden oluşturulması, millileştirme, sağlık sigortası gibi) içerir.

[L’Humanité gazetesindeki Fransızca orijinalinden İsmail Kılınç tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]