AVUSTURYA|27.03.2025| ZKW Lichtsysteme, Ardo Austria Frost, Lieferando Lieferservice ve son olarak özel otobüs şoförleri… Yakın geçmişte en çok ses getiren örneklerden yalnızca birkaçını saymak gerekirse, Avusturya’da grev hakkına yönelik saldırılar giderek daha da sertleşiyor. Endüstriyel eylemlerin kısmen artan yoğunluğuna paralel olarak bu baskılar da tırmanıyor.
Avusturya’da grevlere katılım anayasal olarak korunmaktadır ve grev konusunda yasal bir özgürlük mevcuttur. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 11. maddesi, sendika kurma ve taleplerini dile getirmek için eylem yapma hakkını güvence altına alır. Nitekim Yüksek Mahkeme, 1991 yılında verdiği bir kararda, herhangi bir çıkar grubunun (elbette sendikalar da dahil) „silah kullanımını gerektirebilecek“ olası uyuşmazlıklara karşı hazırlıklı olmasının, bu grupların temel özelliklerinden biri olduğuna hükmetmiştir. Aksi takdirde sendika politikası büyük ölçüde bir “toplu dilenciliğe” indirgenmiş olurdu. Buna ek olarak, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 8. maddesi de grev hakkını açıkça güvence altına almaktadır.
Ancak Avusturya’da toplumsal koşulların giderek kötüleşmesiyle birlikte, sendikal mücadele biçimlerine ve özellikle greve yönelik tutum sertleşmektedir. Grev özgürlüğüne karşı yalnızca yasal boşluklar kullanılmakla kalmıyor, aynı zamanda Avusturya grev hukukuna ilişkin ciddi yanlış yorumlar da yaygınlaştırılıyor.
Örneğin, Avusturya’da grevlerin, Almanya’daki gibi belirli biçimsel ön koşullara tabi olduğu yönündeki yanlış inanış oldukça yaygındır. Hatta sendikal çevrelerde dahi bazen, grevin yasal olabilmesi için Avusturya Sendikalar Federasyonu’nun (ÖGB) onayının gerektiği gibi hatalı varsayımlar ileri sürülmektedir. Bu, yanıltıcı bir şekilde „grev onayı“ olarak adlandırılmaktadır. Bunun yanı sıra, grev kararının tüm işçilerin katılacağı bir oylamayla alınması gerektiği veya işyerinde “barış yükümlülüğü” bulunduğu gibi asılsız iddialar da dillendirilmektedir. Oysa Avusturya hukukunda bu tür gereklilikler yoktur.
Bir diğer yanlış varsayım ise mahkemelerin, „orantısız“ bulduğu grevleri yasaklayabileceğidir. Ancak Avusturya’da grev hakkına yönelik böyle bir yasal kısıtlama bulunmamaktadır.
ÖGB’nin “grev fonu serbest bırakma” uygulamasının en büyük avantajı, sendikal siyasi gücün yoğunlaşmasının yanı sıra, işverenin ücret kesintisi yapması durumunda üyelerin mali grev desteğine güvenebilmesidir. Ancak, bu “serbest bırakma” iş bırakma eylemi için resmi bir ön koşul değildir; yalnızca pratik açıdan önem taşımaktadır.
Son dönemde verilen yargı kararları, iş toplantıları ile grev eylemleri arasındaki prosedürel farkların netleşmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Grev kararı, işyeri toplantısında değil, ayrı bir grev toplantısında alınmalıdır. Ancak bu toplantı, işyeri toplantısının hemen ardından gerçekleştirilebilir.
Peki, işverenler, “orantısız” olduğu gerekçesiyle bir greve karşı dava açabilir mi? Elbette deneyebilirler. Ancak başarı şansları son derece düşüktür. Avusturya’da grev için resmi bir kriter bulunmadığından, bir grevin orantılı olup olmadığını belirlemek de oldukça zordur. Grevi engelleyecek herhangi bir yasal düzenleme mevcut değildir. Bu nedenle, işverenler, sanayi örgütleri, burjuva medyası ve işçi hareketinin siyasi muhalifleri giderek daha fazla dezenformasyon, tehdit ve yasal baskıya başvurmaktadır.
ADİF olarak çağrımız şudur:
Bu saldırılara hep birlikte ve kararlılıkla karşı koymalı, Avusturya’da grev özgürlüğünü en güçlü şekilde savunmalıyız!