Home , Köşe Yazıları , 12 Eylül 2010 Sonrası[1]

12 Eylül 2010 Sonrası[1]

SİBEL ÖZBUDUN | 19 – 10 – 2010 |

“Bugün kanıtlanmış olan,

bir zamanlar

yalnızca hayal edilmişti.”[2]

Referandum sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Şaşırtıcı mı, yoksa tahminlerinize denk düşen bir tablo mu?

Sibel Özbudun (SÖ): Doğrusunu isterseniz buna yakın bir sonuç bekliyordum. Bu bakımdan, kişisel olarak şaşırdığımı söyleyemem.

Ama yine de, sonuçları açısından Türkiye’de önemli değişimlere (ya da, daha doğru bir deyişle, “başkalaşımlara”) ve onların öngörülmesi zor sonuçlarına yol açacak bir tablo bu.

Öncelikle, referandum, AKP açısından bir net bir “güvenoyu” anlamına geliyor. Kaldı ki, ortalama seçmen de bunu böyle algıladı. Oy verenlerin büyük bölümünün “neyi” oyladığını bilmeden, “Recep Tayyip’e yandaş” ve “Recep Tayyip’e karşı” oy kullandığı, sandık başlarında yapılan sondajlarda da ortaya çıkıyor.

Eğer durum böyleyse, evet, hayır ve boykot oylarının yerleştiği harita, bir parçalanmışlığı gözler önüne sermekte: Mevcut tanımıyla laiklik yandaşı “Hayır”cılar (ki bunlar arasında CHP oylarının arttığı, MHP’nin ise gerilemede olduğu anlaşılıyor), Anadolu maneviyatçılığı/muhafazakârlığını temsil eden “Evet”çiler… ve farklı oranlarda da olsa, “Boykot” çağrısına tepki veren Kürt coğrafyası…

Referandum “zaferi”nin AKP’ye sağladığı yargı üzerinde manevra kabiliyeti de göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu parçalı manzarayla eski yöntemlerle başa çıkamayacağı daha da açıklık kazanıyor. “Birlik ve beraberliği” asgarî hasarla sağlamak, artık her şeyden çok, bu üç parçanın “konsensüsü”nü gerektiriyor – ki bu da bana bir hayli kuşkulu gözüküyor…

Kürt illerindeki sonuçları baz alırsak; nasıl bir durum analizi yaparsınız? Kürt illerindeki boykot oranını nasıl karşılıyorsunuz?

SÖ: Ahmet Kardam’ın, seçimin hemen ertesinde Kürt illeri ve boykota ilişkin bir değerlendirmeyi elektronik ortamda inceleme fırsatım oldu. Kardam Kürt coğrafyasını “çekirdek”, “çeper” ve “göç alan” olmak üzere üç kategoride ele alıyor ve boykot oranının “çekirdek iller”de (Ağrı, Diyarbakır, Dersim Hakkari, Mardin, Urfa, Van, vb.) yüzde 52’yi [tabii, Hakkâri, Diyarbakır, Şırnak ve Batman’ın bu çekirdek içerisinde bir “çelik çekirdek” oluşturduğunu göz ardı etmemek gerek…] bulduğunu, “çeper” illerde (Adıyaman, Antep, Elazığ, Erzurum, Hatay, Malatya vb.) ise yüzde 21.8 dolaylarında olduğunu vurguluyor.

Bu ayırımın akla yakın olduğu kanısındayım, kanımca BDP’nin çağrısının daha etkin olduğu “çelik çekirdek” dışında, bu oranlar AKP’nin (ya da Fethullah Gülen’in mi demeli) bölgede hiç de azımsanmaması gereken bir etkiye sahip olduğunu göstermekte.

AKP, bu referandumla birlikte, Türkiye’nin merkezî gücü olmaya talip olduğunu ilan etmiş oldu. “Kürt sorunu”nun ise önündeki en çetrefilli sorunlardan birini, hatta birincisini oluşturduğu, malum. Bölgeden aldığı “evet” oyları, önümüzdeki günlerde AKP’nin Kürt coğrafyasına müdahalesinin zeminini oluşturacak.

Kürt halkı, referandumu anayasa değişikliği biçiminde görmekten ziyade; demokratik özerklik tartışmalarını esas alarak, oylamada boykot tercihini kullandı fakat bir yanıyla da özerkliğe ‘evet’ demiş oldu; hem statükocu hem de gerici ilan ettiği çevrelerden sıyrılarak. Bu hususta, Kürtlerin demokratik özerkliğe ciddi bir düzeyde destek çıkması, önümüzdeki süreçte Türk devletinin ne gibi adımlarda bulunmasını gerektirir?

SÖ: Sorunuzu fazla “iyimser” ve fazlasıyla “yönlendirici” bulduğumu belirtmeme izin verin. Malum, “özerklik” tartışmasının Kürt coğrafyasında dolaşıma girmesi bir hayli yeni. Kürt halkının “özerklik” için oy kullandığı söylemine ikna olmak, şimdilik “zor”. Ancak, şunu diyebiliriz: Kürt halkı çekirdekte çoğunluk itibariyle, çeper illerde ise daha düşük oranlarda BDP’ye desteğini sürdürmekte ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne itiraz etmektedir.

Her durumda, yukarıda sözünü ettiğim parçalı tablo nedeniyledir ki, işler Türk devleti açısından eskisinden çok daha zorlu olacak. Geleneksel monolitik (tekçi) yapıyı sürdürmek, hem Kürt talepleri artık geriye dönüşsüz bir noktaya geldiğinden, hem de monolitizm söylemini fazlaca “iplemeyen” yeni bir fraksiyon, Anadolu burjuvazisinin temsilcisi AKP devlet yönetiminde merkezî bir konum kazandığı için…

Türk devleti, referandum sonuçlarını boykotu da hesaba katarak iyi okumazsa, 20 Eylül’ün ardından eylemsizlik de son bulmuş oluyor. Bu kapsamda, önümüzdeki sürece ilişkin değerlendirme ve beklentileriniz nedir?

SÖ: Ben AKP’nin bir yandan Avrupa Birliği Muktesebatı temelinde, (yani “bireysel haklar” bazında) bir çözüme daha yatkın bir “pazarlığı” sürdürmeye yönelik çabaları derinleştirirken, bir yandan da Güney Kürdistan yönetimi ile müzakereler ve en çok da son 5-10 yılda yaratmayı başardığı “Beyaz Kürtler” aracılığıyla Kürt ulusal hareketini kuşatma, yalıtlamaya ağırlık vereceğini düşünüyorum. Ancak Kürtlere yönelik her attığı adım, aynı tabanı paylaştığı statükocu güçler (özellikle de MHP) tarafından büyük yaygarayla karşılanacağı ve seçmen tabanını riske atacağı da unutulmamalı. Bir başka deyişle, AKP’nin “pazarlık” gücü sınırlı… Burada önemli olan, Kürt ulusal hareketinin ve onun siyasal temsilcisi BDP’nin duruşu. AKP ile “müzakere”ye dayalı bir reel-politiker duruşun, yıllardır inanması güç acılara büyük bir özveriyle katlanan Kürt halkının indinde, onları “AKP’li/Kürt politikacılar”dan farksız kılacağını düşünüyorum.

-Kürt illerinde ‘evet’ oyunun yoğun olarak çıkması, biraz da boykotun etkisiyle yaşandı. BDP’ye yönelik bazı kesimlerden bu kapsamda eleştiriler geliyor. Ancak sonuçta Kürtlerin ille de belirli güçlere (AKP, veya CHP-MHP) yedeklenmesini beklemek, haksızlık değil mi? Siz, bu eleştirileri yerinde buluyor musunuz?

SÖ: Türkiye’de eli kalem tutan kesim ya da politikacılar arasında -en çok da liberal (sahte-) “dost”ların katkısıyla, bir tavır oluştu – herkes Kürtlerin nasıl davranması, ne yapması gerektiği konusunda ahkam keserken, kimsenin aklına -birkaç medyatik “Beyaz Kürt”: Altan Tan, Muhsin Kızılkaya, Mehmet Metiner, vb. dışında- Kürtlerin fikrini sormak gelmiyor.

Bu, tipik bir sömürgeci veya oryantalist tavrı! Tabii ki, Kürtlerin oy verme ya da vermeme, ya da, daha genel anlamıyla nasıl yaşamak istedikleri, kaderlerini tayin konusunda hak ve yetkileri, yalnızca kendilerine aittir. Bu eleştirileri ciddiye almamak gerekir bence…

-Eklemek istedikleriniz…

SÖ: Biliyorsunuz, referandumda boykot, sosyalist solun bir kesiminin de tavrıydı. Onlar, egemen blokun iki fraksiyonu arasındaki kayıkçı kavgasına “Taraf” olmayı reddederek hem liberal, hem de “ulusal” sol ile sınırlarını bir kez daha teyit ettiler. Suyun Batı yakasında “boykot”, (anaakım medya tarafından göz ardı edilen) önemli bir ahlâksal duruşa denk düşmekteydi. Ve, aslına bakılırsa, ister ne tarafa oy vereceğini kestiremediği, ister ortada oylanmaya değer bir şey olmadığını düşündüğü için oy kullanmaya gerek duymayan (bunları “boykotçular” olarak nitelemenin zorlama olduğu kanısındayım) yüzde 20’den iri bir kesimin varlığı, “boykot”un iyi izah edilememiş, ama nesnel bir dayanağı olduğunu gözler önüne sermekte. Suyun batı yakasında yüzde 20’lik bir “yabancılaşmışlar” kitlesi ile referandumdan çıkacak “Evet”in hükümetin neo-liberal girişimlerini dizginsiz bırakacağı kaygısıyla “Hayır” oyu kullananların varlığı, bu “ahlâksal duruş”u “siyasal bir duruş”a tercüme edilebilir kılmaktadır.

Bu ülkede hem statüko güçlerine hem de neo-liberal (Fethullahçı) İslâmcılara meydan okuyan bir sosyalist hareket ile Kürt ulusal Hareketinin elele vermesi, hepimizin özlemini çektiği kökten değişimlerin ebesinin bedenlenmesi anlamına gelir…

14 Eylül 2010 17:48:33, Ankara.

N O T L A R

[1] Yeni Özgür Politika, 25 Eylül 2010… Kaldıraç, No:114, Ekim 2010…

[2] William Blake.