Home , Köşe Yazıları , Başbakanın gözyaşları

Başbakanın gözyaşları

37KEMAL BÜLBÜL |28-08-2013 |“Mısır’da katledilen Esma’nın babasının yazdığı mektubu dinleyen Erdoğan canlı yayında hüngür hüngür ağladı!“ Çok demiştik yine diyelim; Ağlamak ve gülmek insani duygudur. Elbet de Başbakanlar da bir insanın katledilmesi durumunda üzülür ve ağlar. Lakin başbakanın ağlamak için Mısır’a kadar uzanması hiç de inandırıcı gelmiyor. Gezi eylemleri karşısında öfke nöbetlerine tutulan Başbakan, Eskişehir’de polislerce dövülerek katledilen Ali İsmail Korkmaz için neden ağlamadı? Başbakan, Ankara Kızılay Meydanı’nda polis kurşunu ile katledilen yoksul emekçi Ethem Sarısülük için de ağlamadı! Lice’de karakol yapımına karşı çıkan ve asker kurşunu ile katledilen Medeni Yıldırım’ı hiç umursamadı! Roboskî’de hava bombardımanı ile parçalanan gençler için ağlamadı! Madımak katliamı davası için verilen „Zaman aşımı kararı“ başbakanı hiç üzmedi! Bırakın üzülmeyi başbakan „Bu karar Türkiye’ye hayırlı uğurlu olsun!“ diyecek kadar sevindi!

Başbakanın lügatinde Mısır’da katledilen „Esma şehit“ ama Türkiye’de katledilen Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Medeni Yıldırım, Eşkıya… Sergerde… Sapkın… Zındık… Baldırı çıplak… Çapulcu… Terörist… Bölücü… Yıkıcı… Ayyaş… Tinerci… vb. vb. vb…!!! Görülüyor ki başbakan aklında, duygusunda bir tanım yapmış. Sadece bu tanıma uyanlara ağlıyor. Başbakanın ağlaması insani değil, siyasidir. Başbakanın siyaseti, aklı, gözü, kulağı ve duygu dünyası Türkiye’de devlet güçleri tarafından katledilen insanlara kapalı! Açık olsa zaten bu katliamlar yaşanmazdı.
Başbakanın bu durumu devlet adamı olma hastalığıdır. Devlet adamları ağlamaz. Ağlasa da devletin yüce menfaatleri için ağlar. Başbakanın ağladığı katliama kurban giden masum Mısırlı Esma değildir. Mısırlı Esma’nın katliamı karşısında yaşadığı acizliktir. AKP’nin kilitlenen, iflas eden, çözümsüz kalan Mısır politikası başbakanı ağlatmıştır.
Suriye’de Kürtlere ve Alevilere karşı yürütülen katliam insan aklı ile izah edilecek türden değil! Peki bu vahşet ötesi katliamı yapan insanlık düşmanlarının AKP yetkilileri ile ortaklığını, samimiyetini bilmeyen kaldı mı? Gövdesi parçalanmış çocuklar, tecavüze uğrayan başı kesilmiş kadınlar…!!! Suriye’de insanların göğsünü parçalanarak iç organları yiyen kan tüccarlarını destekleyen AKP değil mi??? Suriye devletini „Kimyasal silah kullanmakla“ suçlayan yüce devletimiz Kazan Vadisi’nde ve bir çok yerde aynı silahı kullanmadı mı?
„Mağduriyet“ politikası ile iktidar olan ve on yılı aşkındır aynı politika ile iktidarını ayakta tutan Başbakan bir zamanlar İETT’de çalışıyordu. „Recep Tayyip Erdoğan, 24 Temmuz 1974’te geçici olarak işe alınan 16 kişiden biriydi. Altıntepe binasının temizlik ve aksayan hizmetlerini yürüteceklerdi. 15 Ekim 1975’te 9 kadro için açılan ve Türkiye’nin komşuları, yönler, aritmetikten oluşan üç soruluk imtihanı kazanarak daimi işçi oldu. İETT’deki kayıtlara göre Kaptanpaşa Mahallesi Birlik Sokak Numara 13/A adresinde oturuyordu. 1 Ekim 1976 tarihinde ise Altıntepe Daire Müdürlüğü’ndeki görevinden Spor ve Tesisler Müdürlüğü’ne nakledildi. Artık hem çalışıyor hem de top koşturuyordu. Sorumluluğunu yürüttüğü İETT’nin Şişli Garajı’ndaki kantinde takım arkadaşları Serdar Şahin ve Dursun Kara ile birlikte çalışıyordu. Fırtına gibi esen Erdoğan’ın, kaptanı olduğu İETT futbol takımı 1978 yılında İstanbul 1. Amatör Ligi Şampiyonu oldu. İETT’de yedi yıl futbol oynayan Erdoğan 18 Haziran 1981’de istifa etti. Gerekçesi „Özel sektörden almış olduğu uygun iş“ti.“
„Özel sektörde aldığı iş“ başbakana geçmişte yoksul bir işçi olduğunu unutturdu ve buralara kadar getirdi! Hikaye bu kadar basit ve yalın değil elbette. Başbakanın hikayesini belirleyen faktör yoksulluktan gelmek değil, yoksul olduğu halde kendi gerçekliğine yabancılaşan politik tercihtir. Bu günün Türkiye’sinde başbakan olmak için geçmişini unutmak veya hoş bir nostalji olarak anımsamak yeterlidir.
Bu günün Türkiye’sinde başbakan olmanın ölçüsü „Eşkıya… Sergerde… Sapkın… Zındık… Baldırı çıplak… Çapulcu… Terörist… Bölücü… Yıkıcı… Ayyaş… Tinerci“ tanımına uyanlara ağlamamaktır. Günümüz Türkiye’sinin siyaset literatüründe bu tanıma uyanlar „Zaten ölümü hak etmiştir.“ Bir zamanlar devletin zihniyeti „Asmayalım da besleyelim mi?“ idi. Sonra devlet yargılama, hapsetme zahmetinden kurtulmak için „Faili meçhuller“ dönemini başlattı. Devlet mekanizması adeta bir ölüm canavarına dönüştü. Canavar ölüme doymaz oldu. Bu canavarca mekanizma içine bulunanlarda insani duygu, merhamet ve acıma diye bir his kalmadı. Ağlayanlar da acıma, üzülme, merhamet hissinden ağlamadı. Acizliklerinden dolayı ağladılar.