Anasayfa , Dünya , “Yüzyılın anlaşması” kisvesi altında Filistin’i tasfiye etme planı!…

“Yüzyılın anlaşması” kisvesi altında Filistin’i tasfiye etme planı!…

Haber Merkezi | 06.02.2020 | 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası uluslararası alanda gündeme gelen Filistin sorunu sonrasında gündemden hiç düşmemiştir. Ortadoğu’nun mazlum ve mağdur Filistin ulusu üzerindeki katmerli baskı ve tahakküm, günümüzde en üst boyutlara tırmandırılmıştır. Öyle ki bir dönem kendi topraklarında nüfusun çoğunluğunu oluşturan bu ulus, saldırı ve işgaller sonucu azınlık durumuna düşürülmüş ve oluşturulan Siyonist İsrail devleti tarafından yurtları ve zenginlikleri gasp edilmiştir. 1947’den günümüze emperyalist devletlerin plan ve yönlendirmeleri sonucu oluşturulan İsrail devleti, Filistin toprakları üzerinde günümüzde iyice hakim hale getirilmiştir.

2. Paylaşım Savaşı ile İngiltere tarafından işgal edilen ve mandası durumuna getirilen Filistin toprakları üzerinde, II. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası 1947’de Siyonist İsrail devleti kurulması gündeme getirildi. Bu süre içerisinde Siyonist proje kapsamında dünyanın dört bir tarafından yüz binlerce Yahudi göç ettirilir. 1947’ye gelindiğinde Filistin’de Yahudiler nüfusun üçte birini, yaşadıkları Filistin topraklarında kapladıkları alan ise yüzölçümün yüzde 6’sını oluşturuyordu. Bu durum bölgede Arap-Siyonist sorunu oluşturmuştu. İngiltere, sorunu 1947’de Birleşmiş Milletler’e götürmüş ve soruna resmiyet kazandırmıştır. II. Paylaşım Savaşı’nda 6 milyon Yahudi’nin öldürülmesi gerekçe gösterilerek Filistin’in ikiye bölünmesi gündeme getirilmişti. Hazırlanan paylaşım planına göre Filistin’in yüzde 56.47’si oluşturulacak Yahudi devletine verilecek, yüzde 43.53’ü de Filistin Araplarına devredilecekti. Yahudiler, Müslümanlar, Hristiyanlar için kutsal bir şehir olan Kudüs de üç dini temsilen uluslararası bir idareye bırakılacaktı. Başta İngiltere ve sonrasında ABD’nin de aktif desteğiyle gündeme getirilen plan, 29 Kasım 1947’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda onaylanır ve 14 Mayıs 1948’de yürürlüğe konularak İsrail Devleti kurulur. Ama Filistin devleti kurulmaz. Kurulmadığı gibi, devamlı İsrail’in işgali ve baskı ve tahakkümü altında tutulur.

2. Paylaşım Savaşı sonrası dünyaya hakim olan ABD emperyalizmi, Siyonist devletin kurulması ve desteklenmesinde giderek öne çıkar. Ve ABD İsrail’in jeo-politik ve jeo-stratejik arenada baş müttefiki olur. O günden bu yana ABD’nin Ortadoğu politikası, ABD’nin çıkarları doğrultusunda İsrail’in daha sağlamlaştırılması ve Arap devletlerin ABD’ye bağımlı kılınması üzerine yürütülür.

ABD’nin desteğinde Filistin topraklarında Siyonizm tahakkümü

Filistin toprakları, Siyonist İsrail tarafından giderek daha çok ilhak altına alınmıştır. Öyle ki, İsrail devletinin jeo-politik konumu Filistin’in ilhakı ve üzerinde kurulan tahakküm üzerinden oluşmuştur. Bunun üzerine askeri, siyasi, ekonomik alanları ellerinde tutan İsrail devleti, yaptığı baskıları her geçen dönem daha üst boyutlara tırmandırmıştır. Hedef, gasp ettiği Filistin topraklarında egemenliğini daha geliştirmek ve Filistin’in izlerinin giderek silinmesi üzerine oluşmuştur. Zor ve tahakküm üzerinden Filistin’in demografik yapısının İsrail lehine değiştirilmesi hedeflenmiştir. Daha açık bir deyimle Siyonist devletin varlığı Filistin’in giderek gaspı, el değiştirmesi ve kökeninin kazınması üzerine oluşturulmuştur…

Ayrıca dünyanın dört bir tarafından İsrail’e Yahudi göçü yapılmış, İsrail nüfusu çoğaltılmıştır. Buna mukabil, Filistinliler Filistin dışına göçe zorlanmıştır. Böylece Filistinlilerin topraklarındaki nüfusu giderek azaltılmıştır.

ABD desteğiyle İsrail devletinin baskıları giderek artmıştır. Sınırlarını genişletmek için Filistinlilere yönelik saldırı furyası yürütülmüştür. Bu saldırılar sonucu 1967’de Arap-İsrail savaşı olur. İsrail ile Mısır, Ürdün, Suriye arasında başlayan savaşa; Irak, Suudi Arabistan, Sudan, Tunus, Cezayir, Fas da silah yardımı yapmışlardır. Altı gün süren savaşı İsrail kazanır. ABD’nin askeri, politik ve ekonomik desteğiyle savaşı kazanan İsrail devleti, Siyonist projesini daha katmerli boyutlara tırmandırır. Batı Şeria, Gazze şeridi, Golan Tepeleri işgal edilir. Ayrıca kutsal şehir Kudüs’de işgal edilir ve Batı Kudüs İsrail sınırlarına dahil edilir. Böylece İsrail’in toprakları 1967 sonrasında daha genişletilir.

Ayrıca 1973 yılında İsrail’in Yom Kippur (Kefaret Günü) dini bayramında Mısır ve Suriye, İsrail’e savaş açarlar. Ancak Arap devletleri, 1967’de kaybettikleri toprakları geri alamadıkları gibi, İsrail Golan Tepeleri’ni aşarak Suriye’nin daha iç kısımlarına kadar ilerler. Daha sonra İsrail bu topraklardan geri çekilir. Mısır’da İsrail güçleri toprak kazanır ve Süveyş Kanalı’nın batı yakasına geçerler. Ancak ABD ve Sovyetler Birliği, sorunu Birleşmiş Milletlere götürerek savaşı sonlandırırlar.

Görüldüğü gibi İsrail Siyonizmi ABD ve İngiltere, Fransa, Almanya gibi emperyalist devletlerin askeri, mali ve politik destekleriyle devamlı topraklarını genişletmiştir.

“Özerk Filistin!”

1967 sonrasında Batı Kudüs İsrail’in sınırlarında kalır, Doğu Kudüs de Filistin’in başkentidir. İsrail’in baskı ve saldırılarına karşın devrimci Filistin ulusal örgütleri de oluşur. 1964 yılında kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve 1967 yılının sonlarında kurulan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) gibi hareketler İsrail Siyonizmine karşı silahlı mücadele yürütürler. Verdikleri mücadele haklı ve meşrudur. Dünya çapında kamuoyunun desteğini da kazanırlar. Filistin sorunu bu minvalde daha öne çıkar.

Bunun üzerine devreye giren ABD, sorunu kendi kontrolüne almak ister. Bunun sonucu ABD, FKÖ’yü tanıdığını beyan eder. Ve Arafat önderliğinde FKÖ ile İsrail yöneticileri 1993’ün ocak ayında Oslo’da bir araya gelirler. Karşılıklı görüşme ve tartışmalar sonrası ABD “İki Devletli Çözüm” önerisini kabul ettirir. Buna göre İsrail devleti adım adım geri çekilecek, İsrail devleti tanınacak ve “iki devletli çözüm”e gidilecektir. Bunun sonucu 13 Eylül 1993 Oslo Anlaşması ile Gazze ve Batı Şeria’da özerk bölge öngörülür. 4 Mayıs 1994’te “Özerk Filistin Yönetimi” kurulur. İsrail yönetimi Gazze Şeridi’nin önemli bir bölümünü ve Batı Şeria’da Eriha kentini Filistinlilere bırakır. Görüldüğü gibi ilk başlarda belli haklar elde edilir.

Ancak burada İsrail’in ve Amerika’nın amacı silahlı mücadele veren devrimci ulusal Filistin hareketlerini bu görüşmeler üzerinden pasifize etmek, düzen sınırları içerisine çekmek, silahlı ve devrimci mücadeleden alıkoymak ve kendi etki alanlarına alarak etkisiz hale getirmekti. Böylece Filistin sorununu kendi kontrolleri altına almaktı. Bunun sonucu 1994’te kurulan 5 yıllık geçici Filistin hükümeti üzerinden ABD yanlısı vassal (biat eden) bir yönetim oluşturulması hedeflenmiştir. Nitekim ulusal karakter taşıyan FKÖ’nün uzlaşmacı yanı giderek öne çıkar ve ABD ve İsrail devletinin manyetik alanında hareket eden yapıya dönüşür. Öyle ki, Filistin halkının da tepkisini çeken hareket olur. Nitekim İsrail devleti geri çekildiği Gazze, Batı Şeria gibi bölgelere tekrar saldırır, işgal hareketlerine girişir. Bunun üzerine Filistin halkı intifada eylemlerine girişir. 2004 yılında uzlaşmacı hatta kayan Yaser Arafat’ın şaibeli ölümü sonrası FKÖ Hareketi daha uzlaşmacı ve daha reformist yapı halini alır.

Bunun sonucu baskı ve işgal devam eder. İsrail devleti geçici olarak geri çekildiği Filistin topraklarına daha saldırgan bir şekilde girer. Katliamlarını katbekat artırır. Doğu Kudüs ve Batı Şeria topraklarını yasadışı işgal eder, Filistinlileri göçe zorlar. Boşalan alanlara Yahudi nüfus yerleştirilir. Demografik yapı durmadan değişime uğratılır. Filistinlilerin nüfusu hızla azaltılırken, Yahudilerin nüfusu hızla artırılır. Öyle ki 5 milyon Filistinli topraklarından zorla göçe zorlanmışlardır. Bu işgal, tehcir, soykırım Birleşmiş Milletler’e göre bile yasadışıdır…

Tüm bu uygulamalar gerçek bir “özerk Filistin”’in oluşturulmadığının göstergesidir. Aksine Filistin ulusunun nasıl tehcire, katliama, soykırıma tabi tutulduğunun kanıtıdır…

“Yüzyılın Projesi” Filistin’i Tümden Tasfiye Etme Planıdır!

ABD ve İsrail tarafından Amerika’da açıklanan “yüzyılın projesi” Filistin’i tümden yok etmeyi hedeflemektedir. 1947’den beri zaten giderek küçültülen Filistin topraklarının dar bir alana sabitlenmesi, Siyonizm tarafından yasadışı şekilde işgal edilmiş ve yerleşim yeri haline getirilmiş toprakların işgal ve ilhakının kabul ettirilmesi hedeflenmektedir. ABD ve Siyonist devlet öne sürdükleri “proje” ile gerçekte Filistin’i haritadan silmeyi amaçlamaktadırlar. Nitekim sorunun asıl muhatabı olan Filistinliler dikkate bile alınmadan, onlar adına sözde “karar” alınması, emperyalist-faşist zihniyetin ürünüdür. Alınan kararlar sorunun asıl muhatabı olan Filistin toplumunun iradesine danışılmadan alınmıştır. Bu “proje” uluslararası hiçbir resmi kurumda (Birleşmiş Milletler gibi gerici kurumda dahil) gündeme getirilmeden ortaya atılmış, faşist-emperyalist zihniyetin aldığı gayri resmi bir karar, bir “proje”dir. Trump ve Netanyahu’nun Filistin’in geleceğini belirleme hakları yoktur. Bir toplum hakkında karar alma hakkına sahip değillerdir. Dolayısıyla bu karar meşru değildir. Bu, gerici burjuva normlara bile ters düşen bir karardır. Dolayısıyla Filistin’i tümden haritadan silen bu karara karşı tavır alınmalıdır.

ABD ve İsrail tarafından Amerika’da açıklanan “yüzyılın projesi” Filistin’i tümden yok etmeyi hedeflemektedir. 1947’den beri zaten giderek küçültülen Filistin topraklarının dar bir alana sabitlenmesi, Siyonizm tarafından yasadışı şekilde işgal edilmiş ve yerleşim yeri haline getirilmiş toprakların işgal ve ilhakının kabul ettirilmesi hedeflenmektedir. ABD ve Siyonist devlet öne sürdükleri “proje” ile gerçekte Filistin’i haritadan silmeyi amaçlamaktadırlar. Nitekim sorunun asıl muhatabı olan Filistinliler dikkate bile alınmadan, onlar adına sözde “karar” alınması, emperyalist-faşist zihniyetin ürünüdür. Alınan kararlar sorunun asıl muhatabı olan Filistin toplumunun iradesine danışılmadan alınmıştır. Bu “proje” uluslararası hiçbir resmi kurumda (Birleşmiş Milletler gibi gerici kurumda dahil) gündeme getirilmeden ortaya atılmış, faşist-emperyalist zihniyetin aldığı gayri resmi bir karar, bir “proje”dir. Trump ve Netanyahu’nun Filistin’in geleceğini belirleme hakları yoktur. Bir toplum hakkında karar alma hakkına sahip değillerdir. Dolayısıyla bu karar meşru değildir. Bu, gerici burjuva normlara bile ters düşen bir karardır. Dolayısıyla Filistin’i tümden haritadan silen bu karara karşı tavır alınmalıdır.

Nitekim alınan kararın içeriği gerici zihniyeti açıkça göstermektedir. Kudüs tümden İsrail’in başkenti ilan edilmektedir. İlk başlarda üç dini temsil eden kutsal bir şehir olan uluslararası idareye bırakılan Kudüs, bu “proje” ile tümden Siyonist İsrail’e mal ediliyor. Filistin topraklarını gasp etme üzerine oluşan İsrail devleti ve ABD’nin bu kararı da aynı doğrultudadır. Filistinlilerin yaşadığı Doğu Kudüs, Filistinlilerden koparılmakta ve resmi olarak da İsrail’in sınırları içine dahil edilmektedir. Ayrıca Filistin toplumunun ulusal değer yargıları çiğnenmekte, bir kez daha hor görülmekte, aşağılanmaktadır. Onları bu karar karşısında biat etmeye zorlamaktadır. Böylesi bir karar Filistin’in kökten reddini içeren ırkçı “proje”dir. Geçmişten günümüze alınan ırkçı-ilhakçı-faşist kararların devamından başka bir şey değildir…

Ayrıca bu karar 1993’te –içinde birçok yanlış içerse de– alınan resmi Oslo Anlaşması kararlarına da ters düşmektedir. Bu anlaşmaya aykırı olarak Doğu Kudüs ve Batı Şeria’ya yerleştirilen Yahudilerin işgali yasallaşacaktır. Böylece bu kritik şehirlerde Yahudi nüfus resmen artırılacaktır. Ki bu karar Birleşmiş Milletler’e göre bile ters düşmektedir.

Ekonomik olarak zaten gasp edilen Filistin topraklarındaki zenginliklere “Yüzyılın Anlaşması” ile daha çok el konulması hedeflenmektedir. Filistin halkına ait olan deniz sahasındaki geniş doğal gaz kaynakları siyonistlere veriliyor. Filistinlilerin Gazze tarafında tarım alanları ile yetineceği belirtiliyor. Böylece sömürü mekanizmasının daha artırılması planlanıyor. Oysa Filistin halkı iyice yoksullaşmıştır. İşsizlik yüzde 50’yi geçiyor. Büyüme oranı yüzde sıfırdır. Ve hiçbir sosyal hakları da yoktur. Ve Filistin halkının önemli bölümü Batı Şeria ve Gazze’de kamplarda kalıyor. Ödenen yardımlar da kesilmiştir.

50 milyar dolar verileceği söylenmiştir. Ki bu paranın anlaşmaya destek veren Arap ülkelerinden finanse edileceği belirtilmektedir. 28 Milyar doların Gazze ve Batı Şeria’ya yatırılacağı, geri kalan paranın Mısır, Ürdün, Lübnan Filistinlilerine harcanacağı belirtilmiştir. Ve Trump bu “plan”ın uygulanmasında Mısır, Ürdün, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman’ın rol oynayacağını söylüyor. Kaldı ki, bu paranın verilmesi Filistin’in tümden tasfiyesini ve planlanan tecridin, ilhakın gerçekleştirilmesini haklı ve meşru kılmaz. Tersine planlanan gerici zihniyeti sözde kamufle etmek için söylenen mali yardım vaatleri onların gerçek yüzlerini bir kez daha deşifre etmektedir…

Filistin İstatistik Kurumu’nun Mart 2015 verilerine göre İsrail, 27 bin Kilometrekarelik Filistin topraklarının yüzde 85’ini gasp etmiştir. Filistinlilerin yer aldığı ve kullandığı toprakların yüzdesi ise yüzde 15’dir. Ve bu topraklar da üretimin düşük olduğu çorak topraklardır. Son alınan kararlarla Filistinlilerin elinde kalan son çorak toprakların da gaspı ve tasfiyesi hedeflenmektedir. “Yüzyılın Projesi” lansesiyle pratikte hedeflenen, yapılacak gasp, tasfiye ve tehcir ile Filistin toplumunun kökten yok edilmesi planlanmaktadır.

Buna bağlı olarak planlanan soykırımın bir parçasını da Filistinlilerin askeri örgütlenmeden muaf tutulması oluşturmaktadır. Filistin’in ordusu olmayacak. Filistin topraklarına İsrail askerleri yerleştirilecek. Böylece tümden İsrail’in denetimine tabi kılınacaklar. Filistin siyasi olarak da muaf tutulacak. Kendi inisiyatifiyle siyasi hareketler oluşturamayacak, İsrail’in güdümünde vassal yönetimlerde yer alacak…

Ayrıca bu plana göre topraklarından zoraki göçe zorlanan 5 milyon Filistinli artık topraklarına dönemeyecek. Bu Filistinliler yapılan baskı ve soykırım sonucu tehcire zorlanarak ülkelerini terk etmişlerdir. Ve bu “proje” onlara tümden ülkelerinin kapısını kapatmaktadır. Böylece Yahudi nüfusunun sayısının daha artırılması hedeflenmektedir. Zaten yukarıdaki Filistin topraklarının 1947’den günümüze kadar ki görselleri, Filistinlilerin devamlı katliamlarla, tehcirlerle nasıl azınlık durumuna düşürüldüklerinin acıklı görüntüleridir. Buna rağmen bu tasfiyeyle yetinmeyen İsrail ve ABD yeni planlarıyla Filistin nüfusunu tümden yok ederek, son kalan topraklarını ele geçirmeyi hedefliyorlar.

Bu planın uygulanmasında Trump Mısır, Ürdün, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman gibi ülkelerin yer alacağını belirtmiştir. Kamuoyuna açıklanmadan önce bu plan üzerinde, bu devletler Trump ile görüşmüşlerdir. Nitekim yapılan “Yüzyılın Anlaşması” açıklamasına Bahreyn, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri Büyükelçileri katılmışlardır. Ve açıklamayı tasvip etmişlerdir. Trump’ın ve Netanyahu’nun açıklamalarından sonra Arap ve Müslüman kamuoyunun tepkisinden çekindikleri için bu sefer Arap Birliği’ni toplamışlar ve “Barış Planı”nı “reddetmişlerdir”. Bilindiği gibi R.T.Erdoğan da “reddetmiştir”. Zaten hep böyle oluyor. Daha başından onayladıkları kararları karşıymış gibi gözükerek, kitlelerin tepkisini bertaraf etmeyi amaçlıyorlar. Nitekim Arap Birliği açıklaması da bu doğrultudadır…

“Barış Planı” kisvesi altındaki bu açıklama belirttiğimiz gibi Filistin halkının hedef alınmasıdır. Bu karara Filistin halkıyla beraber tüm devrimci ve demokratik güçler karşı çıkmalı ve tavır almalıdırlar. Siyonizme ve emperyalizme ve tüm gerici kesimlere karşı tavır ve mücadele perspektifi ile hareket edilmelidir.

Elbette ki burada hedeflerden birini oluşturan Siyonist İsrail devletidir. Ama bu durum İsrail halkının gerici hakim sınıfların devletiyle aynı mertebeye konulması anlamına gelmemelidir. Kaldı ki, o devletin çatısı altında yer alan Yahudilerin çoğunluğunu oluşturan emekçilerin de İsrail burjuvazisinin sömürüsü ve sınıfsal ve siyasal baskısı altında olduğu unutulmamalıdır. İsrail devletinin aynı zamanda İsrail burjuvazisinin sınıfsal ve siyasal baskı aygıtı olduğu görülmelidir. Dolayısıyla soruna bu minvalde yaklaşılmalıdır. İsrail devletinin kurulması tarihi bir haksızlıktır. Ve bu tarihi haksızlık sonucu oluşturulan Siyonist devletin, Filistin halkı üzerinde sınıfsal baskı ve sömürüyle birlikte, yukarıda değinmeye çalıştığımız gibi katmerli ulusal baskı, katliam ve zoraki tehciri vardır. Kaldı ki, ulusal baskı ve tahakküm sınıf çelişkisinden kopuk değildir. Gerici emeller doğrultusunda oluşturulan bir devletin çatısı altına bilinçsizce yerleştirilen Yahudi emekçileri, sosyalistleri, demokratları Filistin halkıyla birlikte mücadele vermelidir. Elbette ki bu konunun geniş ve derin muhtevası yapılmalıdır. Filistin’de ortak iktidar perspektifiyle mi, ayrı iktidar perspektifiyle mi hareket edilmelidir sorusunun yanıtı ne olursa olsun; sosyal pratik birlikte mücadeleyi reddetmemektedir. Ayrıca Filistin ulusunun kendi kaderini tayin hakkı kayıtsız şartsız savunulmalıdır. Bu hakka sahip çıkılmalıdır.

Filistin’i tümden tasfiye etmeyi planlayan güçlere, İsrail devletine ve ABD emperyalizmine karşı kararlı ve net tavır alınmalı, bu doğrultuda mücadele verilmelidir.

Özgür Gelecek