MÜNİH |16.03.2017| Münih’de Verdi sendikası Münih Komünistler davasıyla dayanışmak, özelikle de sendika üyesi Banu Büyükavcıyla dayanışmak için ortak bir panel düzenledi. Münih Verdi sendikası üyelerinin oluşturduğu ırkçılık karşıtı platform “AK Gegen Rechts” in öcülük yaptığı ve ATİK ile dayanışma komitesinin aktif destek sunduğu panel 14 mart da DGB (Alman Sendikalar Birliği) büyük salonunda gerçekleştirildi. Rote Hilfe temsilcisi, Banu Büyükavcı’nin avukatı Yunus Ziyal, ATİK-UPOTUDAK temsilcisi Süleyman Gürcan ve Verdi Nürnberg Göçmenler Meclisi başkanı Charlie Jonson panelist olarak katıldılar. 100 kişiye yakın kitlenin katıldığı panele ilgi oldukça yoğundu.
Verdi Münih temsilcisinin kısa açılış konuşması ve panelistlerin tanıtımıyla başladı. Sonrasında temsilci Banu Büyükavcının mücadeleci bir kişiliğe sahip olduğunu, onun bugün aramızda olması gerekirken cezaevinde olmasının saçmalık olduğunu vurgulayarak, bugünkü panelde onu sahiplenildiğinin göstergesi olduğuna vurgu yaptı. Ardından panelistlere söz hakkı verildi.
Tutuklanma süreci, nedeni ve gelişimi konusunda ilk önce Süleyman Gürcan’a söz hakkı verildi. Gürcan, operasyonun süreci, hangi ülkelerde yapıldığı, kaç kişinin tutuklandığı, “yabancı bir terör örgütü” olarak ortaya koyulmaya çalışılan TKP/ML’ye ilişkin kısa bir bilgilendirme yaptıktan sonra, onun paravan örgütü olarak gösterilmeye çalışılan ATİF ve ATİK’in Almanya ve sonrasında Avrupa’da kurulan göçmenlerin demokratik öz örgütleri olduğu üzerinden bir sunum yaptı. Ardından, tutuklananların kısa öz geçmişlerini sunarken, bir çoğunun Türkiye’den uzun süre tutuklu kaldıkları, ağır işkenceler gördükleri, ölüm orucu ve açlık grevlerinde kaldıklarından dolayı sağlık sorunları olduğu vede bundan dolayı da Türkiye adli tıpın cezaevinde kalamaz raporlarından dolayı serbest bırakıldıklarına vurgu yaparken, “Türkiye adli tıpın cezaevinde kalamaz diye rapor verdiği ve bunun için bırakıldılar, ama Alman devleti bu insanları burada tutuklayıp uzun süre izolasyon uygulamaktadır. İzolasyonun uluslar arası insan hakları kuruluşları tarafından işkence olarak kabul edilmesine rağmen” diyerek Alman devletinin iki yüzlülüğüne değindi.
Süleyman Gürcan konuşmasının devamında, Banu Büyükavcı’nın yaptığı siyasi savunmasında alıntılar yaparak, onun yaşamı boyunca mücadeleci bir kişiliğe sahip olduğu, bir taraftan mesleki olarak göçmenlerin sağlık sorunlarıyla ilgilenirken, diğer taraftan da kadınlar mücadelesinde aktif yer aldığını ve de sendikal çalışmaya verdiği öneme özel vurgu yaptı.
Özellikle bu insanların tutuklanmadan önce aktif takibe uğradıklarını anlatan Gürcan, sürekli Türk devletinde konuya ilişkin bilgi aldıklarına dağinerek, Alman ve Türk istihbaratının takibat sürecinde birlikte çalıştıklarına özel değindi. Sol Parti’den Ulla Jelpke’nin 26. 10.2015 tarihinde verdiği bir soru önergesine verilen cevabı sundu. Verilen cevapta “TKP/ML’ye yönelik son on yılda defalarca Türkiye emniyet güçleriyle yapılan görüşmelerde, Alman kriminal dairesi onun Türkiye’deki partneriyle yapılan görüşmelerde dile gelmiştir. TKP/ML üyelerine ve yöneticilerine yönelik başlatılan takibat kararından sonra, Türkiye ve Almanya’nın o alana ilişkin birimlerinin diğer gündemlerle birlikte bu da gündeminde yer almaktaydı. Son olarak 13/14 Mayıs 2014 tarihinde Koningswinter’de yapılan toplantıda özel gündeme alındı” alıntısını yaparak bu süreçte Alman devletinin Türk devletiyle yoğun bilgi alış verişinde bulunduğunu ortaya koydu. Türkiye’de diktatörlüğün hakim olduğu, kuruluşundan günümüze sürekli Komünistlere, Devrimcilere, Kürtlere, Alevilere ve diğer azınlıklara yönelik katliamlar gerçekleştirdiği, cezaevlerinde yoğun işkenceler yapıldığı ve verilen raporların bundan dolayı bir güvenirliği olmadığını vurguladıktan sonra, bu raporları hazırlayanların kendileri bugün, belgeler üzerinde tarifat yapmaktan, sahte belge hazırlamaktan dolayı tutuklu olduğunu vurguladı.
Gürcan konuşmasını, Banu’nın siyasi savunmasında ortaya koyduğu, mücadelelerinin haklılığına dair bir alıntısıyla konuşmasını bitirdi.
Daha sonra panelistlerden Rote Hilfe temsilcisi söz hakkı aldı. Temsilci Rote Hilfe’yi kısaca tanıttıktan sonra şunlara değindi. Rote Hilfe temsilcisi “129 paragrafının tarihi eskiye dayanmaktadır. Geçmişte devrimci örgütlere karşı kullanılan bu paragraf, sonrasında RAF ve diğer örgütlere karşı kullanıldı. İnsanlar devrimci düşüncelerinden dolayı yıllara dayanan cezalara çarptırılmaktadırlar.
Bu paragraf 80 lerden sonra göçmen devrimci örgütlere karşı kullanılmaya başladı. Kürtlere yönelik kullanılan bu paragraf, sonrasında PKK’nin yasağıyla beraber eklenmeler yapılarak, bugünkü 129 b halini aldı.
Tutuklananlara karşı izolasyon uygulanmaktadır. Aile ve arkadaş görüşleri, avukat görüşleri cam arasında yapılmakta, mektuplaşmalar kontrol hakimi tarafından kontrol edilmektedir. Avukatlarıyla yazışmaları bile kontrol edilmekte ve savunma haklarına engeller getirilmektedir.
İzolasyon konusuna değinmek gerekiyor. İnsanlar küçük bir odada tutulmakta, her tarafı beyaza boyanmış, kimseyle görüştürülmemektedir. Bu uluslar arası insan hakları kuruluşları tarafından işkence olarak sayılmaktadır.
129 b den dolayı haklarında takibat sürdürülen örgütlere yönelik; telefonları dinlenmekte, fiziki takip edilmekte, evleri dinlenmekte, arabaları dinlenmektedir. TKP/ML’ye yönelik yapılan takibatta görüldüğü gibi bu konuda çok yoğun bir takibat yapılarak bir kriminalizasyon gerçekleştirilmektedir.
Takibatın yapılışı politik bir karardır. Adalet bakanı kimin takip edileceğinin kararını kendisi vermektedir ve bu sadece 129 b de yapılmaktadır. Yani hangi örgütün takip edileceğini adalet bakın karar vermekte, bu kararı federal savcılığa bildirmekte ve federal savcılıkta takibatı başlatmaktadır. Bundan dolayı bu kararın politik bir karar olduğunun göstergesidir” belirlemelerinde bulundu.
Daha sonra söz hakkını Banu Büyükavcı’nın avukat Yunuz Ziyal aldı. Yunus Ziyal “129 b paragrafı, yurt dışında bulunan bir örgüte yönelik yapılmaktadır. Bu örnekte de; TKP/ML diye bir örgüt var Türkiye’de. Bu örgütün TİKKO diye bir askeri örgütlenmesi var, bunlar Türk devletine karşı silahlı mücadele yürütmektedir. Bayraklarında devrim hedefi olan bu örgüt faaliyetlerini Türkiye’de sürdürmektedir. Türkiye’de devlet güçlerine ve işbirlikçilerine karşı sürdürmektedir.
Burada yargılananlara yönelik iddiada TKP/ML üyesi olmak, Türkiye’deki mücadeleyi desteklemek suçlarıyla suçlanmaktadır. 15 Nisan operasyondan sonra dosyayı incelediğimizde 15 bin sayfayı aşan bir dosya söz konusuydu. Bu insanlar; evlerin dinlenmesi, arabalara dinleyici yerleştirilerek takip edilmesi, telefonların dinlenmesi, fiziki takip vb şekilde aktif takip edilmiştir.
Bu takibat kararını veren adalet bakanlığının takibatının kaldırılması için bir çok defa dilekçe verdik. Çünkü bu örgütlerin terör örgütü değil, direniş hareketleri olduğunu söylemekteyiz. Örneğin Alman devleti Özgür Suriye Ordusu’nu terör örgütü değerlendirmemekte ve onları desteklemektedir. Fakat aynı durumda olan örgütler burada terör örgütü olarak değerlendirilmekte ve cezalandırılmaktadır.
Bizler tutuklu arkadaşlarımızı ziyarete gidince camın arkasında görüşmekteyiz. Kendisiyle merhabalaşmak, kucaklaşmak istesekte bunu yapamıyoruz. Savunmayı hazırlarken bile, bire bir görüşemedik.
Bu süreçte birçok olayda yaşanmaktadır. Mehmet Yeşilçalı, bir duruşmada hasta olduğundan dolayı erken duruşma bitirildi. Mehmet rahatsılığını anlatmaya çalışırken (kendisi sadece Fransızca ve Türkçe biliyor) onu anlama yerine, tercüman getirme yerine, onu çıplak soyarak, 24 saat yalnız bir odaya atılmakta ve bu arada kendisine şiddet de uygulanmaktadır. Kendisine bakan doktoru gelince, durumu ortaya çıkarılmış ve kendi hücresine götürülmüştür.
Davanın başladığı gün, ilk defa bir yıl sonra birbirini gördüler tutuklananlar. Mahkeme başladığı gün mahkemenin önü doluydu, içerisi doluydu ve dakikalarca sloganlar atılıyordu. Burada mücadele dolu ve kararlılık vardır. Tutuklular da içeri girdiğinde yumrukları havada, sloganlar atarak girmeleri kararlılığı yükseltmiştir. Sonrasında da bu dayanışma ATİK tarafından ve arkadaşları tarafından sürdürülmüştür.
Dava başladığında, tutuklular politik açıklamalarını yaptılar. Ama benim dikkatimi çeken Bayern’in merkezi mahkemesine getirilen çevirmenlerin beceriksiz olmalarıdır. Çevirilerde yoğun sorunlar yaşandı. Buna itirazlar yapıldı. Gene duruşmalar sürecinde Türkiye’deki gelişmelere ilişkin sürekli dilekçeler verildi. Özellikle de Türkiye’nin güvenilir ülke olmadığını, oradan gelen bilgelerine dayanılarak insanların yargılanamayacağının dilekçeleri verildi.
Davanın başladığından beri bir çok belge okundu. TKP/ML’nin tüzüğü, gençlik örgütünün tüzüğü vs bir çok şey okundu. Ama yapılan eylemlere yönelik yazılar, Türk devletinin verdiği bilgiler gibi önemli belgeleri salonda okuma yerine, her kes kendisi okuyacak ve ona göre savunma hazırlanması isteniyor. Böylesi bir davada yapılan bu uygulama davanın demokratik yürümediğini göstermektedir” şeklinde belirlemede bulunarak, herkesi davayı izlemeye, tutukluları desteklemeye çağırdı.
Yunus Ziyal’in konuşmasında sonra Verdi Nürnberg Göçmenler Meclisi başkanı Charlie Jonson söz hakkı aldı. Charlie Jonson “Bugün burada olmaktan çok mutluyum. Banuyu Nürnberg göçmenler konferansında tanıdım. O çok neşeli ve hemen ortak iş yapmaya hevesli olan bir insandır. Biz oradan tanıştıktan sonra hemen Verdi’ye üye oldu ve sonrasında da göçmenler yönetim kuruluna seçildi. Tutuklanana kadar bu görevini yerine getirdi.
Banu aktif politik bir insandı, göçmenler konusunda ve özellikle de kadınlar hareketinde çok aktifti. Burada bize düşen önemli bir görev var, bu görevde aktif bir şekilde eylemler yapılarak, Banu’nun serbest bırakılmasını sağlamaktır.
Bizler burada bulunmamız ve DGB de böylesi bir eylem yapmamız çok önemlidir. Dayanışmayı, mahkemeye giderek, yapılan eylemlere katılarak destek sunmalıyız” diyerek, herkesi sahiplenmeye çağırdı.
Panelistlerin görüşlerini sunmalarından sonra kısa bir ara verildi. Aradan sonra dinlemeye gelen kitlenin soruları ve düşünceleri alındı. Katılanların bir çoğu başta Verdi olmak üzere çeşitli sendikalardan üyeler olduğu ve Verdi sendikasının aktif bir üyesinin tutuklanmasına ve hakkında dava görülmesine rağmen hiç bir şekilde sahiplenilmemesi, basınında yer verilmemesi eleştirildi. Özellikle tüm üyelerin bu konuda Verdi sendikasına yazılar yazması ve sendikanın özellikle de göçmenler meclisinin Banu’yu sahiplenmesi için gerekil girişimlerden bulunulacağının üzerinde duruldu. Gene katılımcılar özellikle kamuoyunda, basında Türk devletinin ve onun cumhur başkanı Erdoğan’ın diktatörlüğüne ilişkin bir çok tartışmalar olmasına rağmen oradan gelen belgelerle buradaki ilericilerin yargılanması ve hatta içinde Alman vatandaşlarının o belgelere dayanılarak yargılanması eleştirildi ve bunun Alman devletinin iki yüzlülüğünün göstergesi olduğu vurgulandı.
Katılımcıların düşüncelerinden dikkati çeken diğer önemli bir nokta ise, bu tutuklama saldırılarının giderek geliştiği, son olarak PKK yasağının kapsamının geliştirilmesi, PYD’nin de yasaklanma tehlikesi olduğunun vurgulanmasıydı. Gene bu saldırının şimdilik esas yanını göçmen ilerici örgütlerine yönelik olsa da, tüm herkesi kapladığını, gelecekte bu yasalarla yola çıkılarak bir çok yerli örgüt, kurum ve kişilerinde yargılanabilmesinin önün açıldığına vurgu yapıldı.
Etkinliğin sonucunda, ortak bir sonuç bildirgesi hazırlandı ve katılanların oy birliğiyle onaylandı. Hazırlanan bu bildirge Banu’ya ve basına gönderilecek. Ayrıca 1 Mayıs yürüyüşünde merkezi mitinkte okunması için DGB’ye sunulacaktır.
Münin’de davanın başlamasından bugüne kadar yerli ve göçmen devrimci, ilerici örgüt ve bireylerin gösterdiği olumlu dayanışma örneğine bu panelle yeni bir olumluluk eklendi. Dayanışmanın pratik karşılığının bir göstergesi olan panel, tüm alanlar için örnek olması gerekiyor.