Bu yazı Yeni Demokrat Kadın dergisinin 7. sayısında Tutsak kadın Hiyem Çoban tarafından kaleme alınan bir yazı. Yazı YDK dergisinin 6. sayısında Ozan Uğur`un yazısına cevaben yazılmıştır.
ATİK Haber Merkezi olarak 3 Mart Dünya Seks İşçileri Günü ile ilintili olarak yazının güncelliğinden kaynaklı aynen yayınlıyoruz.
Yeni Demokrat Kadın’nın 6. Sayısında Ozan, „tartışmaktan kaçtığımız onca meseleyi artık tartışmaya başlamak için“, „sansürlü yanımız: seks işçiliği“ başlıklı davetkar bir yazı yazdı. İlk okunduğu andan bu davete ilgi duyan sayısı hiç az değil. Gözlemleyebildiğim kadarıyla bu ilginin birden fazla nedeni var. Bunlardan ilki kendilerini politik bir biçimde tanımlayan seks işçilerinin artık daha görünür olması. Son yıllarda özellikle kadın ve LGBTİ örgütlerinin birçok eyleminde yer almaları, saldırıları göğüslemek için en önde durmaları birçokları açısından şaşırtıcı olmuştur. Bununla birlikte 17-25 Aralık’tan sonra „Yollular Yolsuzları Yenecek“ sloganıyla yürümeleri gibi sisteme muhalif siyasi gösterilerde yer alma veya kendilerini örgütleme oranı gözle görülür şekilde artmaya başladı. İkinci olarak, Marksizm’de fahişelerin bilimsel olarak bulundukları sınıfın tanımlanması epey tartışılan bir konu durumunda. Ev içi hizmet tartışmaları yetmezmiş gibi bir de „seks hizmeti“ konusu çıkmış oldu başımıza(!) Bu iki nedenin, Ozan’ın yazısına duyulan ilgiyi açıklamış olduğunu düşünüyorum. Hep dosya konusu arayıp duran YDK Yayın Kurulu’na önerim bu konulara dair çalışmalar yapılabilir!
Konunun ikinci maddede saydığım boyutu, meselenin bilimselliği gerektiren yanıdır. Yani kişiden kişiye, örgütten örgüte, niyetlere göre vs. tanımlanamayacakolan, öznel değil nesnel bir gerçekliğin ifadesidir.Dergimizin sayfa sınırlılığı uzun uzadıya bir yazı yazmaya izin vermiyor. Bu nedenle hiç tartışmaya yer vermeyecek bir şekilde belirtmeli ki bu yazı „seks işçiliği“ tanımlamasını Marksizm’e uygun buluyor. Fakat bu, Ozan’ın belirttiği gibi Marksizm’in artı değer çözümlemesinin mevcut haliyle „seks hizmetini“ kapsamadığı, Marksizm’e buna göre ek yapılmasıyla kapsaması gerektiği üzerinden yapılan bir savunma değil. Ozan’ın bu konuda eksik bilgiye sahip olduğu çok açık. Bu yazının konusu olmadığı için, „Marks’ın şu sözü yol gösterici olsun“ diyerek konunun başka boyutlarına gireceğim:
„Bir kuş gibi şarkı söyleyen şarkıcı, üretken olmayan bir işçidir. Ama şarkısını para için sattığı orandabir ücretli emekçi ya da tüccar olur. Ancak aynı şarkıcı ona para kazanmak için şarkı söyleten bir girişimcinin yanında çalışırsa o zaman üretken bir işçi olur; çünkü o doğrudan doğruya sermaye üretir.“
Yani Kalküta’da 1997’de kaleme alınmış olan „Seks İşçileri Manifestosu‘ndaki „Hikayelerimiz özünde, insanların koşulduğu arabaları çeken Biharlı emekçilerinkinden ya da Bombay’daki bir fabrikada yarı zamanlı çalışan Kalkütalı işçilerden farklı değil“ ifadeleri yalın ve çıplak bir gerçeği ifade ediyor. Bu yazıda da bahsi geçen „yalın ve çıplak gerçeklik“ en baştan bir ön kabul olarak ele alınacak.
Politik bir kadın hareketi olarak bu konuyla ilgilenmemiz elbetteki entellektüel bilgi amaçlı değildir. Her çeşit şiddet türü altında, güvencesiz ve zor koşullarda, Ozan’ın da vurguladığı ve hepimizin bildiği gibi, ölümü göze alarak yapılan bir iş ve işçiler söz konusu. Fakat öyle bir iş ki, modern çağlara yaklaştıkça hemen hemen tüm toplumlarda en hafif ifadelerle „onursuzluk“, „namussuzluk“, „yozlaştırıcı“ kelimeleri olmadan anılmıyor. Tüm bu aşağılamalara rağmen, „bu işin ahlak kavramı bazılarının anladığı gibi soyut bir kavram olsaydı, dünya üzerinden kalkalı binlerce yıl olmalıydı.
Bırakalım varlığını sürdürmekte zorlanmasını daha yaygın yapılan bir iş haline gelmesini artık bütün bu yaftalamalardan bağımsız olarak sorgulamak/ele almak gerektiğini, seks işçilerine vebalı muamelesi yapanlar göremiyorlar. Hatta belki de en çok bu muameleyi yapanlar gidip „seks hizmeti“ alıyordur. Hayır, illa ki seks işçilerinden alınan „hizmetten“ bahsetmiyoruz. Engels’in de belirttiği gibi, evlilikle (sevgililik vesaire de denebilir) bir seferinde köle gibi satılan „hizmetten“ de bahsediyoruz. Ataerkil anlayışta bunun „namuslu“, „onurlu“ yaşandığını neye göre iddia edeceğiz ki? Neyse konuyu dağıtmayayım. Evet, bir ölçüde aşağılık görünen bir iş ile politik olarak ilişkilenilir mi? Yoksa, bilimsel tanımlayı yapıp geri mi çekilmeliyiz?… Sorular uzatılabilinir. Bizim bu yazıdaki derdimiz, „onur-onuruszluk“, „namus-namussuzluk“ ikileminin aşılması ve politik olarak daha güçlü ilişkilenebilmenin zemini üzrinde durmaktır.
Egemenlerin Düşüncelerinden Kopuşabilmek
Sanırım ki, üzerinde ilk durulması gereken, ortaklaşılması icap eden mevzu; lugatımızdaki tüm kavramlar gibi „ahlak, onur, namus…“ gibi kavramların da soyut olduğudur. Somut, tarihsel ve andaki durum ortaya konmadan salt soyutluk üzerinden yapılan tüm değerlendirmeler bizi yanlış yöne çekecektir.
Cinselliğin de, ailenin dedolayısıyla bunlara bağlı olarak oluşajn her kavramın da „bir tarihi vardır“. Maddi yaşamla bağlantılı olarak ortaya çıkan bir tarih! Kapitalist sisteme de uygun olan tek eşli ailenin tam da bu sistem tarafından kutsanmış olmasından hareketle fuhuşa veya fahişelere onur-onuruszluk… vb. tanımlamalardan bakmak, politik olarak ezenlerin yarattığı ayrıştırmaya boyun eğenlerin işi olabilir. Ailenin yapısına, mirasa, özel mülkiyete, fuhuşa, devlete, birincisi birbirinden kopuk olarak, ikincisi ahlak zabıtası şeklinde konumlanarak bakmaya devam ettikçe bu olguların doğru anlaşılıp yorumlanması imkansız hale gelir.
Cinselliğin yaşanış biçimleri devlet de dahil (ve en çok devlet) bazı toplum kurumları tarafından teşvik edilir, kutsanır ve ödüllendirilirken, bazı biçimleri şiddetli şekilde cezalandırılmıştır. Kısa birkaç örnek, ne demek istediğimizi sayfalar dolusu teorik yazıdan daha fazla anlatır. Mısır’da M.Ö. 1570-1397 yılları arasında, hem alt hem de üst tabakalarda öz veya üvey kız kardeşlerle ve kızlarıyla evlenmek yaygındır. Roma’nın işgalinden sonra bu geleneklerin çeşitli yasak ve baskılarla azaltılabilmesi 300 yılı bulmuştur. Persler de, kendi çocukları ile evlenenlerin tüm günahlarının silineceğine ve cennete gideceklerine inanıyorlardı. Trakyalılardan Keltlere, Malezyalılara dünyanın farklı coğrafyalarındaki farklı toplumlarda „genç kızlar evlenene kadar en büyük cinsel özgürlükten yararlanırlardı“ (Engels)
(Engels’in <cinsel özgürlük> dediği bu durumun şimdiki adı ne?) Lidyalılarda ise genç kızlar, çeyizlerini bu cinsel özgürlüğün getirdiği parayla oluşturuyorlardı. Çok açıktır ki, bu genç kızlar günümüzde yaşasaydı en ağır ve aşağılayıcı ifadelerden kurtulamayacaklardı. Veya tersi, günümüzden onların yaşadığı döneme genç kızlar ışınlansaydı benzer uygulamalara maruz kalabilirlerdi. Yani dememiz odur ki, tüm bu kavramlar toplumsal olarak, maddi yaşamla bağlantılı olarak oluşuyor, değişiyor, gelişiyor. Bu kavramların hiç birinin kendi başına tarihi yoktur, gelişmesi yoktur ve kendi başlarına mevcut anda da anlaşılamazlar.
Hepimizin sıklıkla başvurduğu Engels’in „Ailenin, Devletin ve Özel Mülkiyetin“ kökeni kitabında netlikle ortaya koyduğu gibi kutsanan tek eşlilik, hiçbir zaman „bireysel cinsel aşkın“ gelişmesi sonucu olmadı. „Karı koca evliliği“, özel mülkiyetin çıkışı ve sınıf baskısına paralel bir şekilde dişi cinsin erkek cins tarafından baskı altına alınmasıyla ortaya çıkmıştır. „Tarihsel ilerlemeciliğin bakış açısıyla karı-koca evliliği, büyük ve sahiplenilmesi gereken bir ilerlemedir. Oysa bu büyük tarihsel ilerleme, kölelik ve özel mülkiyetle birlikte gelişmiş ve onun ürünü olarak kadın cinsini, ekonomik-politik-ideolojik-cinsel her türlü
kölelikten başlayarak „ahlaklı“, „namuslu“ bir şekilde sömürmenin aracı durumundadır. Birçok devrimcinin de konumlanarak fuhuşa baktığı yer, tamda bu sömürü aracının kutsandığı yerdir. Gözardı edilen diğer bir „önemsiz mevzu“ da , bu tek eşliliğin sadece erkekler için kutsandığıdır!
Ataerkil toplumda da, çok mühim değil bu tarz yanılgılar, değil mi? Bizler, burada Marks’ın en çok bilinen sözlerinden birini tekrarlamakla yetineceğiz: „Egemen sınıfların düşünceleri bütün çağlarda egemen düşüncelerdir.“ Bu yüzden, egemen, hakim olan düşünceleri normal, olağan, ahlaklı vs. olarak karşımıza koyanlar, aman dikkat! Ezen sınıfların ağzından konuşuyorsunuz! Bunu da biz kabul etmiyoruz!
„Yaratıcı Bir Strateji, Yürek İsteyen Bir İş…“
İlkel dönemlerde görülen grup halinde evlilikler ve kadınların kısıtlanmamış cinselliği birden bire ortadan kalkmamıştır. Evlenip bir erkeğin esaretine girene kadar cinselliğini istediği gibi yaşamaktan tapınaklarda dinsel görüntü altında yaşanan cinsel birlikteliklere kadar kadınlar erkeğin esaretindeki ev kafeslerine girmemek için direndiler. Evet, bu aşamada „direnmek“ kelimesini özellikle kullandım. Sümer destanlarından Yunan mitolojisine sayısız örnek, ana yanlı toplumdan ataerkil topluma geçişe karşı kadınların mücadele ettiğini gösterir. Kölelik düzeniyle birlikte ücretliliğin de ortaya çıkışıyla birlikte, „bununla zorunlu bir biçimde bağlı olarak, köle kadının kendini verme zorunluluğunun yanı sıra, özgür kadınların profesyonel fuhşu da görüldü“ (Engels, 2005, 79)
Tek eşli özel mülkiyetin korunması ve kendi soyundan kişilere miras için ortaya çıkmıştır. Aynı dönemlerde „ücretlilik“ortaya çıkmıştır. Bu bir madalyonun iki yüzü gibi, tek eşlilikle beraber fuhuş „profesyonel“ ve „ücretli“ hale geliyor. Hepimizin çok yaygın bildiği karşılaştırmalar tam olarak burada daha anlaşılır hale geliyor. „Eğer evli kadın alelade orospudan ayrılıyorsa bunun tek nedeni, vücudunu, bir ücretli işçi gibi parça başına kiralamayıp bir köle gibi, tek seferde tamamen satmasıdır.“ (age: 84)
Sınıflı toplumların aile biçimi haline gelen ve kutsanan tek eşlilik ve bunun karşısında aşağılanan fuhuşun arasındaki tek fark budur. Burada Mısırlı fahişe Firdevs’in gerçek yaşamının anlatıldığı „Sıfır Noktasındaki Kadın“ isimli kitapta, 1973 yılında söylediklerigeliyor aklımıza:
„Onurumu ve itibarımı diğer kızlardan üstün tutuyorum sanmayın ama fiyatım onlardan çok daha yüksektir.“ (El Saddavi, 1987, 89)
Fuhuş yapan kadınları, transları onursuzlukla suçlayıp mekansal ve sosyal olarak onları yalıtma isteğinin kökeninde kadına zorunlu bir görev olarak yüklenen cinselliğin bu daha yüksek fiyatı olabilir mi?
Daha yakın zamanlara gelelim. İngiliz Fahişeler Kolektifi‘nden Selma James’in, „Çağdaş Sanatlara“ (Evet, „sanat“) dair bir paneldeki konuşmalarına gidelim. Selma James’in tanımıyla fahişelik, „bazı kadınların ekonomik bağımlılık, yoksulluk ve sömürü karşısında yaratıcı bir strateji olarak“ çıkıyor karşımıza.
Erkeklerin karşısında eşit ücret için boşuna bekleyen, kendi başına iş kurma olanakları imkansıza yakın olan, hep bir erkeğe bağımlı olmaktan bıkıp usanan kadınların mevcut cendereyi „yürek isteyen bir iş“le aşmaları onursuzluk mudur yoksa sistemin temel birimlerinden olan „kutsanan“ „karı-koca ailesini“ sürekli kemiren, etrafındaki kutsallık halesinin sahteliğini gösteren ve tamamen kendiliğinden bir şekilde bunu yapan „yaratıcı bir strateji“ midir?
„…bu işin bu kadar yürek istemesinin nedeni, sadece sokağa düşmek değil, sokağa düşerseniz ahlaksız olduğunuzu düşünen toplumu ve sizi yasadışı ilan eden kanunu karşınıza almasıdır… Bence fuhuşla ilgili yasaların altındaki saiklerden biri, fahişcilik yapanlarımızı ve ekonomik sorunları bizi ahlaksız kıldığı varsayılan yollarla çözenlerimizi kesinlikle yıldırmak… Bizi men ettikleri şeyleri yaparak hayatta kalabilmemiz, iktidar sahiplerini çileden çıkarıyor.“ (age, 112)
Tek eşli evliliğin ve fuhuşun ortaya çıkışlarını ve birbirleriyle bağlarını kurabilmek „ahlak-ahlaksızlık“ normunu ortadan kaldırıyor. Fuhuş da tek eşli evlilik gibi toplumsal bir kurum olarak ortaya çıkmış oluyor. Her toplumsal kurum gibi, içinde varolduğu sistemin tüm özelliklerini taşıyor. Kadınların her türlü ezilmesine ve sömürülmesine karşı kendiliğinden nitelikten kurtulup sosyalist bir itiraza dönüşmedikçe, sadece sistemin herşeyi metalaştırma döngüsünün bir parçası haline gelebiliyor ve yine itiraz ettiği ataerkiye, sisteme bir „hizmet“e dönüşüyor. Bu yazı ekseninde konumuz olmadığı için girmeyeceğiz ama „seks sektörü“ olarak tanımlanan ve seks işçiliği yapanların hiç bir sektörde görülmeyecek oranda sömürüldüğü bir gerçeklik de var karşımızda.
Seks işçileriyle politik olarak ilişkilenmek demek bu toplumsal kurumun Selma James’in tanımıyla „yaratıcı“ yanını ve „yürek isteyen“ özelliğini işleyerek; kadınları aileden başlayarak cinsel köle haline getiren bu sisteme ve tüm türevlerine karşı bir savaşa dönüştürebilmek demektir. Tek eşlilik ve fuhuş „birbirine karşıt şeyler ama birbirinden ayrılmaz karşıt şeyler, aynı toplumsal durumun iki kutbu“ (Engels, 2005, 90) olarak ele alınmadıkça, fuhuşun tek eşliliği uçuruma sürükleyecek yapısı kavranmadıkça egemenlerin, ataerkinin düşünme düzleminden kopuşamayarak, „ahlak-ahlaksızlık“, „onur-onurusuzluk“ şeklindeki metafiziksel zinciri hep taşınmış olacaktır. Fakat kadınların dünyayı değiştirebilme gücüne inanan bizlerin, artık daha fazla zincirleri taşımaya tahammülü yok…
Kaynaklar:
1. El Saddavi, 1983, Sıfır Noktasındaki Kadın, Metis Yayınları
2. James, Selma; Cinsişyet, Irk, Sınıf: Kadınlardan Yeni Bir Perspektif, BGST Yayınları
3. Engels, F; Ailenin, Devletin, Özel Mülkiyetin Kökeni, Sol Yayınları
*Fuhuş, fahişe kelimelerini yazı boyunca sıkça kullandım. Okuduğumuz materyallerdeki yaygın kullanımının yanı sıra, mesela Kırmızı Şemsiye Derneği’nin seks işçiliği tercih edilsede „fuhuş“u yanlış bulmadığını belirtmesi nedeniyle kullanılabilir