Anasayfa , Haberler , Sibel Özbudun – Temel Demirer : “BAHAR”(IN)DAN “KAOS”(UN)A TUNUS[*]

Sibel Özbudun – Temel Demirer : “BAHAR”(IN)DAN “KAOS”(UN)A TUNUS[*]

Sibel Özbudun – Temel Demirer | 23.10.2021 | “BAHAR”(IN)DAN “KAOS”(UN)A TUNUS[*]

Her şey değişiyor.
Emin olabileceğimiz
tek gerçek bu.”[1]

“Tunus, Türkiye’ye çok benzer,”[2] vurgusuyla, aralarında tarihi olarak birçok paralellik, giderek benzerlik olduğu “iddia” edilen Tunus’ta, yine ve yeniden çok önemli şeyler oluyor. Evveliyatıyla doğrudan bağıntılı olan son çalkantının[3] devamı da mümkün gibi görünüyor…

“Bahardan kaosa,”[4] notu düşülen güzergâhta Hüseyin Baş’ın, “Tunus nereye?”;[5] Joseph Daher’in, “Tunus’un geleceği ne olacak?”[6] soruları bir kez daha gündeme gelirken; “Arap Baharı”nın başlangıç noktası Tunus, ılımlı İslâm ile sağduyulu[7] diyalogun, “demokratik geçiş”in test edilip tutmadığı bir coğrafya olarak sırat köprüsünden geçiyor.

Denilebilir ki “Ilımlı İslâm” ve “değişim” fantezisinin cazibesine kapılarak siyasal İslâm’a destek veren liberal entelijensiya ya da egemenlerin “yararlı salakları” Tunus’ta da büyük bir düş kırıklığı yaşıyorlar…

Oysa Muhammed Buazizi ile birlikte hemen her şey, her olay, her etkinlik, “Devrimden önce”… “Devrimden sonra”… sözleriyle başlayıp bitiyordu…

Ama her şey Muhammed Buazizi’nin kendini yakmasıyla başlamamıştı… Üniversite diplomalı işsiz sebze meyve satıcısı gencin kendini ateşe vermesiyle başlayan protestolar… IMF dayatmalarına karşı halk ayaklanması… Ülkeyi 23 yıldır yöneten Bin Ali’nin sonunda tası tarağı toplayıp ülkeyi terk etmesi…

Devrimci süreçler devasa birikimlerin sonucudur. Yokluk, yoksulluk, iktidarın çalıp çırpması ve despotluk… Tunus’ta (da) hepsi fazlasıyla birikmişti.

Muhafazakâr, İslâmcı En Nahda sonrasındaki gelgitler… Protestolar sonucu iktidarın teknokratlara devredilmesi… Vb’leri, vd’leri…

Kriz giderek ağırlaşırken; “Tarihsel yaşamlarının bir noktasında sosyal sınıflar geleneksel partilerinden koparlar. Bir başka deyişle, o tikel örgütsel biçimleri içinde, onları oluşturan, temsil eden ve yöneten tikel insanlarla geleneksel partiler sınıf (ya da sınıfın bir kesiti) tarafından kendi ifadesi olarak tanınmaz olur. Bu tür krizlerde durum kırılganlaşır ve tehlikeli bir hâl alır, çünkü alan, şiddetli çözümler, karizmatik ‘kader adamları’nın temsil ettiği bilinmeyen kuvvetlerin faaliyetlerine açık hâle gelir.”

Böylelikle “Kriz kısa erimde tehlikeli durumlar yaratır, çünkü nüfusun çeşitli katmanları yönlerini aynı hızda tayin edemez ya da aynı ritimde yeniden örgütlenmeyi başaramaz. Eğitimli kadrolara sahip geleneksel yönetici sınıf, insanları ve programları değiştirir ve madun sınıflardan daha hızlı biçimde elinden kaçmakta olan denetimi yeniden sağlar. Belki fedakârlıklar yapmak, demagojik vaatlerle kendini belirsiz bir geleceğe açmak zorunda kalabilir; ama iktidarı elde tutar, onu tahkim eder ve muarızını alt etmek ve çok sayıda ve iyi eğitimli olamayan kadrolarını dağıtmak için kullanır.”[8]

Khedija Arfaoul’un, “Tunus’ta yaza dönmeyen bahar,”[9] ironisiyle betimlediği; James Petras’ın, “Arap Baharı’ndan söz etmeye devam etmek saçmalık,”[10] uyarısını dillendirdiği tabloyu ‘The Guardian’dan Rachel Shabi şöyle özetliyor: “Tunus, artık Arap Baharı’nın simgesi değil”![11]

Neden mi?

Tunus hepimize “Siyasal İslâm özgürlükçü olabilir mi?”[12] sorusuna mündemiç bir ders verirken; Aralık 2010’da bu ülkede, “bir tek birey yozlaşmış bir otokrata karşı kitlesel bir devrim başlattı… Şimdilik, devrimin bitişini zorlayan taraf daha kuvvetli gibi gözüküyor. Ancak bu kaotik dünyada, yenilenmiş devrimci güçlerin üzerine perdeyi indirmek için henüz gerçekten çok erken,”[13] diye hatırlatıyor Immanuel Wallerstein…

Şimdi; William Shakespeare’in, “Aptalların körleri yönettiği ne feci bir çağ.” “Cehennem boşaldı, bütün şeytanlar burada,” betimlemesinden malûl; Antonio Gramsci’nin, “Aklın kötümserliği, iradenin iyimserliği,” formülünden hareketle; geleceğin şimdiki zamanda yaratıldığı ve değişmeyen tek şeyin değişim olduğu gerçeğine sarılmak gerek; elbette, “Everything will be alright/ Her şey güzel olacak,” ucuzluğuna prim vermeden!

ZIRVA(LAYAN)LAR

“Arap Baharı” ve Tunus hakkında, “Zırva” demekten başka hiçbir seçeneğimizin olmadığı neler denmedi neler?

Öncelikle bunların altını çizip, ayıklamak gerek!

Mesela platonik varsayımlar; tek yanlı nafile beklentiler…

“Arap Mağrip ülkeleri Tunus ve Libya devrimlerinden, Fas’ın yaşadığı önemli dönüşümler ve Moritanya’nın yıllardır başladığı değişimlerden sonra çıkarların ve müştereklerin güçlendirilmesi, farklı şekil ve sahalardaki sorunlara toplu karşı konulması temelinde gönüllü demokratik birliğe varmaya daha yakın bir konumda görülüyor.”![14]

Tunus’ta anayasayı hazırlayacak olan Kurucu Meclis’te sosyalist, komünist, İslâmcı, merkez sol ve sağdan müteşekkil bir yelpaze yer alabilir.”![15]

“Tunus’un daha epey işi var. Ama Türkiye 1923’te kurulurken böyle konferanslardan yararlanma imkânı yoktu; şimdi Tunus’un var. Ama bu ülkenin asıl şansı nerede biliyor musunuz, Şanlı Ordusu yok. Çok şanslı ülke. Asker yok, elhamdülillah!”![16]

“Araplar, kendileri için de bir Türkiye yaratmak niyetinde. Peki En Nahda’dan yeni bir AKP, Raşid Gannûşî’den de Arap bir Erdoğan çıkar mı?”[17]Tunus’un AKP’si En Nahda, “Medeniyet İttifakı”nın farı olmaya hazırlanıyor”![18]

Tunus’ta En Nahda devrim nöbeti tutuyor”;[19] “Gannûşî ‘Mısır’a devrim ihraç ettik, oradan darbe ithal etmeye hiç niyetimiz yok’ diyerek, Tunus’ta olağanüstü başarılı bir uzlaşı siyaseti yürüttü. Aksine Arap uyanışına kaynaklık etmiş olan Tunus, muhtemelen bu çizgiden hemen sapma eğilimi gösteren Mısır ve Suriye gibi ülkeler için ortaya koyduğu müzakereci demokrasi pratiğiyle çok sağlam bir model üretmiş oldu… En Nahda ve bilge lideri Gannûşî’nin siyasi çizgisi demokrasi için de İslâmî siyaset için de referans alınacak yeni bir örneklik ortaya koyuyorlar”![20]

Tunus’ta AKP tarzı yumuşak siyasi İslâmcılığın merkez, radikallerin de çevre partiler kuracağı bir süreç başlayacak”![21]

En Nahda yöneticileri, anayasa tartışmalarında seküler çevreleri rahatlatmak için, yeni anayasanın hazırlanmasında şeriatı kaynak olarak almayacaklarını açıkladı… Yöneticiler, tabanlarına göre demokratik zihniyete daha yatkın”![22]

Gannûşî, Tunus için iyi bir başlangıç yaparak Müslüman bir toplumda çok partili demokrasinin yaşayabileceğine ilişkin yeni bir deneyimi başlatmış görünüyor”![23]

Altını çizdiğimiz hatırlatmaları ve Howard Zinn’in, “Tarihi bilmiyorsan dün doğmuşsun demektir. Dün doğmuşsan her lider sana istediği hikâyeyi anlatabilir,” uyarısı asla akıldan çıkartılmadan, bugüne geçmek için biraz da tarih bilgisine başvuralım!

TARİH BİLGİSİ

Uzun yıllar Osmanlı egemenliğindeki Tunus, Fransa tarafından, Tunuslu bir kabilenin Fransız sömürgesi Cezayir’e saldırıda bulunduğu gerekçesiyle işgal edildi. Tunus’un, 75 yıllık sömürge süreci böyle başladı.

İşgalin hemen ardından el-Hâdıra hareketini, Genç Tunus Partisi ve Düstûr Partisi’ni ezdi. Derin çalkantılar ardından Düstûr Partisi lideri Habib Burgiba, 11 yıllık hapisliğe rağmen mücadelesinden vazgeçmedi. 20 Mart 1956’da Tunus Cumhuriyeti’nin kurucu devlet başkanı oldu.

Yeni Tunus Anayasası 1959 yılında yürürlüğe girdi. 78 maddeden oluşan anayasanın birinci maddesine göre Tunus; özgür, bağımsız ve “Temsilciler Meclisi” ve “Danışma Meclisi” olmak üzere iki meclisli cumhuriyet idi.

Ancak yine otoriter bir yönetim kuruldu. Parti-devlet bütünleşmesi ve partinin devlet organlarında tekeli başladı. Komünist Parti ve muhalif oluşumlar yasaklandı.

Dahası 27 Aralık 1974’de yapılan anayasa değişikliği ile Burgiba ömür boyu Cumhurbaşkanı ilan edildi!

Sonrasında Burgiba’yı 1987’de darbeyle yıkan Başbakan Zeynel Abidin Bin Ali otoriterliği sürdürdü. 12 Temmuz 1988, 29 Haziran 1999, 1 Haziran 2002, 13 Mayıs 2003 ve 28 Temmuz 2008’de salt iktidarının devamını sağlamak üzere Anayasa değişiklikleri gerçekleştirdi. Bunlar iktidarının sonunu getirmeyi durduramadı; müthiş bir toplumsal patlama ile Bin Ali 14 Ocak 2011’de Tunus’tan kaçmak zorunda kaldı.

Evet diplomalı işsiz Muhammed Buazizi isimli genç bir seyyar satıcının bedenini ateşe vermesiyle başlayan olaylar sonrasında 14 Ocak 2011’de 23 yıllık Zeynel Abidin Bin Ali rejimi yıkıldı.

Ve bütün hikâye de bundan sonra başladı!

O ana kadar ortalıkta olmayan, kırk yıldır İngiliz istihbaratının gözetiminde Londra’yı mesken tutmuş Raşid Gannûşî adındaki İhvancı, Humeyni misali ülkeye geri döndü. Pusuda bekleyen siyasal İslâmcılar işsizliğe, yoksulluğa, otoriter yönetime karşı oluşan öfkenin üzerine konmaya başladılar.

İhvan’ın Tunus kolu olan Gannûşî liderliğindeki En Nahda, İngiltere ve ABD’nin desteğiyle hemen kendi gizli ajandasını hayata geçirmeye koyuldu. Dalga dalga büyüyen sokakların öfkesini çalarak, küresel efendileriyle birlikte “ılımlı İslâmcı” yeni rejim için kolları sıvadılar.

Bir tarafta uzlaşı, hoşgörüden bahsederlerken diğer tarafta olanca güçleriyle otoriter İslâmcı yeni düzen için, anayasa, yasalar, toplumsal yaşam değiştirilmeye başlandı.

Bu uğurda önüne çıkan herkesi, her şeyi ezdiler. Devletin bütün baskı mekanizmalarıyla toplum sindirilmeye çalışıldı. Toplu gözaltılar, tutuklamalar yapıldı. Yetmedi silaha da başvurdular. Laik seküler liderler suikasta uğradı. Sık sık Ankara’da da ağırlanan Gannûşî’nin neferleri pupa yelken yol alırken, kısa sürede şeriat anayasasının ilanına kalkışıldı. O güne kadarki tüm kazanımları yok ederek.

Kadın-erkek eşitliğinden sendikal kazanımlara, temel hak ve özgürlüklerden çalışma yaşamına her alanda büyük yıkım ve tahribat yarattılar. Bütün bunları yaparlarken de ülkeyi neo-liberal küresel sistemin açık bir pazarına dönüştürdüler. ABD ve İngiliz emperyalizmiyle askeri anlaşmalar yaptılar, bu güç odaklarına mavi boncuk dağıttılar.

Ancak Kartacalıların torunları pes etmedi. Yılmadan, korkmadan mücadele ettiler. Küçük ülkede milyonlarca kişiyi bulan eylemler yapıldı.[24]

TUNUS’UN “ARAP BAHARI”

Nilgün Cerrahoğlu’nun, “2011’deki ‘Yasemin Devrimi’ne kadar, ‘demokrasi’ tecrübesi hiç yok, olmamış.

Bugün Müslüman dünyasına ‘ışık tutan’ ve ‘ufuk sunan bir yol’ olarak gösteriliyor.

Tunus’un çiçeği burnunda ‘demokrasisinin sivil toplum uzlaşmasına’ Nobel ödülü verildi.

Tunus örneğinden alınacak ders çok,”[25] güzellemesiyle tezgâhlanan Tunus’un “Arap Baharı”, hemen herkese Terry Eagleton’ın, “Çok uzun sürmemek oyunun doğasının gereğidir. Sonsuza kadar tiyatroda oturacak değiliz,” saptamasını hatırlattı!

Tunus başkaldırısı elbette bir halk hareketiydi; buna şüphe yok…

Mağrip’in küçük ülkesi Tunus’ta yanan ateş yayılarak bölgenin tümünü kapsayıp, ülkelerini demir yumrukla yöneten ve acımasızca soyup talan eden despot rejimleri tarihin çöp sepetini yolladı. Her şey de bundan sonra, yani “karikatür devrim”le sınırlanmakla başladı.

Tunus isyanı; Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Cezayir, Ürdün, Yemen, Moritanya, Suudi Arabistan, Umman, Irak, Lübnan, Fas’a yayıldı. Bazı ülkelerde iktidarlar devrildi, bazı ülkelerde yönetimler reformlar yapmak zorunda kaldı. Bahreyn’de ise Suudi ordusu isyanı bastırdı. Suriye’de onlarca ülke proxy (vekalet) savaşına girdi.

Tunus’ta ise ılımlı İslâm piyonu ile halk hareketi pasifize edilip “Arap Baharı’nın sonuna doğru gidildi.”[26]

Kolay mı? 1986’da kurulan Tunus İşçileri Komünist Partisi (PCOT) (daha sonraki adıyla Tunus Emekçileri Partisi[27]) genel sekreteri Hamma Hammami’nin, “Eski rejim artıklarının temizlenmesi veya yargılanmaları bakımından bir ilerleme var mı?” sorusunu “Hayır. Eski Destur Partisi (RCD) yeniden başka isimlerle yoluna devam ediyor. Sansür geri geldi, işkenceciler yargılanmadı, politik yargılamalar yapılamadı,”[28] diye yanıtladığı tabloda Buazizi’nin 17 Aralık 2010 günü kendisini yakmasıyla başlayan hareketlilik hep gündem maddesi oldu.

Tıpkı ayaklanmanın beşinci yılında Tunus’un yeniden ayağa kalkması gibi: Tunus’un Cezayir sınırındaki Kasrin kentinde işsizlik ve yoksulluğa karşı başlatılan eylemler, ülke genelinde hükümet karşıtı protestolara dönüştü. İşsiz bir adamın protesto amaçlı belediye binası yakınlarında bir elektrik direğine çıkıp hayatını kaybetmesi olayların fitilini ateşledi. Kamuda çalışan 28 yaşındaki Ridha Yahyaoui, işten çıkarılmasını protesto etmek için elektrik direğine çıktığı sırada, elektrik akımına kapıldı. Olayın ardından şiddetini artıran protestolar, güvenlik güçleriyle halkın çatışmasına dönüşürken, salı günü bir polis öldü. Tunus İçişleri Bakanlığı, şiddet olayları nedeniyle ülke genelinde “sokağa çıkma yasağı” ilan etti. Tunus medyası olayın “Arap Baharı”yla benzerliklerini vurgularken, Al-Shuruk gazetesi “2010-2011 yılına geri döndük” yorumunda bulundu.[29]

ESKİ(MEYEN) -BİN ALİ- REJİMİ

Tunus Meclis Başkanı Bin Cafer’in, “Bin Ali’yi patlama noktasına gelen halk devirdi,”[30] diye betimlediği hâl; J. K. Rowling’in, “Tiranların zulmettikleri insanlardan ne denli korktuklarına dair bir fikriniz var mı? Hepsi, günün birinde kurbanlarından birinin kendilerine karşı ayağa kalkıp karşı darbeyi indireceğini bilir!” biçiminde formüle ettiği tabloya denk düşüyordu; ama…

Kesintisiz olmayan ya da inkitaya uğrayan her devrimci girişim bir karikatür olmaya mahkûmdu ve Tunus’ta da eski(meyen) -Bin Ali- rejimi[31] “yeni(lenen)” formatıyla mevcudiyetini sürdürdü.

Bağımsızlık günü için 20 Mart 2012’de Burgiba Bulvarı’nda toplanan kalabalık, “Tunus özgürdür, Halife’ye hayır, gericiliğe hayır” yazılı pankartlar taşırken;[32] “Tunus’ta 2011’de devrilen bin Ali diktatörlüğünün ardından İslâmcı ya da liberal eğilimlerin etrafında toplanarak iktidarını sürdürmeye çalışan burjuvazi” gerçeğine dikkat çeken Tunus Emekçileri Partisi yöneticilerinden Mortaza Labidi[33] çok önemli bir noktanın altını çiziyordu.

Örneğin Gilbert Achcar’ın, “Eski zorba cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali döneminde bir muhalif olarak Fransa’da sürgün hayatı yaşadığı zamanlardaki fikirleriyle Tunus’un geçiş dönemi cumhurbaşkanı Moncef Marzuki idi. Yaygın kanıya göre güç insanı bozar. Moncef Marzuki Tunus’un cumhurbaşkanı olduktan sonra, bir anda bu halkın reddediş ve ısrarlarını öyle nahoş buldu ki, zorbaların bildik argümanlarına başvurdu,”[34] saptamasındaki gibi…

Gerçekten de Bin Ali rejiminin her türlü muhalefeti baskı ve işkence ile bastıran İçişleri Bakanı, devrimden sonra işlenen siyasi cinayetlerin ve kötü gidişatın sorumlusu olan En Nahda hükümetinde ise danışman olan Habib Essid’in hükümeti kurmakla görevlendirilmesi UTICA gibi Tunus işveren örgütü ile ABD, Fransa, IMF ve Dünya Bankası tarafından memnuniyetle karşılanırken, diğer yandan Halk Cephesi başta olmak üzere Halk Hareketi gibi sol örgütler ve grupları hayal kırıklığına uğrattı.[35]

Evet, Tunus Emekçileri Partisi Genel Sekreteri Hamma Hammami’nin, “Bin Ali’nin devrilmesinden sonra gelen hükümetler eski yapıyı, eski ekonomik ve siyasi yapıyı sürdürmeye devam etti ve emperyalizme bağımlılığını sürdürdü. O çizgide siyaset üretmeye ve ekonomik alanda siyaset yapmaya devam etti,”[36] tesbiti gerçeğin özetiydi!

“Nasıl” mı?

Ortadoğu’daki iktidarları değiştiren ilk isyanın başladığı Tunus’ta gençler işkenceyle susturulmaya çalışılıyor. İşkence dosyalarının ortaya çıktığı ülkede işkenceye maruz kalanların yüzde 72’sinin gençlerden oluştuğu açıklandı. Tunus İşkenceyle Mücadele Örgütü, 2015’de kendilerine 250’den fazla işkence dosyasının ulaştığını ifade edildi![37]

Nida Tunus ve Müslüman Kardeşlerin Tunus kolu En Nahda’nın kurduğu koalisyon hükümetinin, “terörle mücadele” adı altında çıkardığı yasa halk ayaklanmasıyla devrilen Bin Ali rejimi yasalarını hatırlattı. Herhangi bir eleştiri suç sayılıyor![38]

En Nahda (Müslüman Kardeşler)-Nida Tunus (Tunus Çağrısı) partilerinin oluşturduğu koalisyon hükümetinin aldığı karar, emek hareketini bastırmak için 1978’de çıkartılan bir kararnameye dayandırılıyordu![39]

Özetin özeti: ‘Tunus’u Kurtarmak-Çalınan Arap Baharı’ yapıtının yazarı Lütfi Maktuf’un deyişiyle “Tunus’ta Arap Baharı diye bir şey kalmadı artık”![40]

HÂL VE GİDİŞ

Tunus’ta “Arap Baharı” ile kurulan hükümetin Dışişleri Bakanı Refik Abdüsselam, “Biz ne şeriat ne de laiklik istiyoruz. Devlet tarafsız olmalı. Ne dini ne de laikliği zorla uygulamalı. Devletin görevi vatandaşların özgürlüklerini korumaktır,”[41] dese de “2011’in tek başarı öyküsü olarak anılan Tunus’ta da artık bölgedeki diğer ülkelerde olduğu gibi demokrasi çöküşe geçti. Bir kez daha bu kargaşanın ortasında işsiz gençler yer alıyor. Tunus’ta öfke yine patlıyor,”[42] diyordu Emma Graham-Harrison…

Elizia Volkmann’a göre, “Halk sistemden bıkmış durumda”yken;[43] “Ekonomi daha da batarsa, liberal demokrasi karşıtı güçler güç kazanacak. Devrimci gençler, yine öfkeye kapılabilir,”[44] uyarısını dillendiriyordu Joseph Stiglitz…

650 binden fazla kamu çalışanının, maaşlarına zam yapılması talebiyle greve gittiği[45] tabloda Tunus Genel Emek Sendikası (UGTT) Genel Sekreteri Nureddin Tabubi, “Büyük halk desteğiyle ülkenin siyasi pusulasını yeniden ayarlayacağız”;[46] Tunus Emekçileri Partisi ise “Tunus’ta devrimi yeniden kuralım,”[47] noktasındayken; Tunus’un önde gelen muhalefet liderlerinden Şükrü Beleyid 6 Şubat 2013’de evinin önünde uğradığı silahlı saldırıyla katledildi.

Şükrü Beleyid’e düzenlenen suikastın ardından büyük çapta protesto gösterileri patlak verdi. Koalisyonun büyük ortağı İslâmcı En Nahda’nın Tunus’taki merkezi saldırıya uğradı.

İki günlük genel greve karşı güvenlik önlemleri arttırılırken Beleyid’in ailesinin cinayetten sorumlu tuttuğu En Nahda’da çatlaklar belirdi. Başbakan Hamadi Cebali 6 Şubat 2013’de koalisyon hükümetini dağıtacağını açıklasa da En Nahda içerisinde dirençle karşılaştı. Çalışmalarını Fransa’da sürdüren Tunuslu sosyolog Choukri Hmed, Beleyid için şunları diyordu:

“Bin Ali döneminde önemli bir muhalifti. Arap milliyetçiliğini savunan solun liderlerinden biri olarak rejimin baskısına karşı mücadele veriyordu. Bin Ali’yi deviren gösterilerde sendikaları yönlendirmişti. Devrimden sonra ise aşırı solu temsil etti. Partisi Demokratik Vatanseverler Birliği’nin oy oranı yüksek olmasa da o karizmasıyla etkiliydi. İslâmcılara karşı çıkıyordu. Son zamanlarda daha geniş katılımlı bir muhalefet kurulması için yapılan tartışmaların içindeydi. Çok kritik bir dönemdeyiz. İki taraflı bir tehlikeyle karşı karşıyayız. Birincisi, iktidarın içerisindeki bölünmüşlük su yüzüne çıktı.”[48]

ŞÜKRÜ BELEYİD[49]

1964

Tunus’un Cebel Cellud köyünde doğdu. Bir avukat olarak Bin Ali dönemindeki insan hakları ihlâllerine karşı mücadele verdi. 2008’de maden işçilerinin ayaklanmasının bastırılmasına karşı çıktı.

2011

23 yıllık Bin Ali’yi deviren gösterilerde sendikal hareketleri Beleyid örgütledi. Mart 2011’de Demokratik Vatanseverler Partisi yasallaştı. Sosyal sorunlar nedeniyle patlak veren gösterileri desteklediği için İçişleri Bakanı Ali Larayedh tarafından “ortalığı karıştırmakla” suçlandı.

Kurucu meclis seçimlerinde partisi Demokratik Vatanseverler Partisi fazla sandalye elde edemese de laik ve özgürlükçü solun sesini duyurmada etkili oldu. Tunus’un en önemli laik siyasetçilerinden biri olarak hükümeti sertçe eleştirdi.

2012

Arap milliyetçileri ve solcu muhalif grupları aynı siyasi çatı altında toplayan Halk Cephesi’ni kurdu.

2013

Tunus’ta aşırı İslâmcı Selefîlerin yarattığı şiddet ortamına karşı sık sık uyarıda bulundu. “Tunus devriminin savunduğu şeyleri tamamlamayı” umut eden Beleyid, 6 Şubat 2013 günü siyasi bir suikasta kurban gitti.

Beleyid’in katliyle; giderek ağırlaşan ekonomik zeminde[50] toplumsal hareketlilik yükseldi…

Ülkeyi sarsan gösterilerde polis güçleri, Tunus ve Tabarba gibi kentlerde sokağa dökülen kitleye karşı biber gazı kullandı. Kayrevan, Nabil, Susa, Kasrine gibi diğer vilayetlerde de polis ve göstericiler çatıştı, bazı kentlerde yine yağma olayları yaşandı. Tunus yönetimi, şimdiye kadar 50 polisin yaralandığı gösterilerde 237 protestocunun gözaltına alındığını açıkladı. 55 yaşındaki bir erkek göstericinin yaşamını yitirdiği Tabarba’da polis ekipleri bazı evlere baskınlar düzenledi ve yeni gözaltılar var. Ülkede önceki gün bir Yahudi okuluna molotofkokteylleri atılmıştı.[51]

Evet Tunus’ta 1984 ekmek isyanlarının 34. , Arap isyanlarını başlatan 2011 “devrimin” 7. yılında, “İsyan etmek için… Daha ne bekliyoruz!” sloganıyla kitlesel protesto dalgası yükseldi.

L’Economist Maghrebin’de yayımlanan bir yoruma göre, “Özgürlükler alanında elde edilenleri, ekonomik alandaki başarılar izleyemedi. Tam aksine bugün ekonomi 2011’den daha kötü bir durumda”. Kitlesel gösterilerin düzenleyicilerinden Halk Cephesi’nin (Front Populaire) sözcüsü, Hamma Hamami de “Hayat daha pahalı, insanların alım gücü düştü, orta sınıf yoksullaştı”… “hükümettekiler durumun farkında değil” diyor.

Gerçekten de ekonomik büyüme OECD’ye göre 2016’da yüzde 1 oldu, 2017’de de yüzde 2 dolayındaydı. Tunus’un dış borçları ve cari açık sırasıyla GSMH’nin, yüzde 70 ve yüzde 10.2 düzeyine ulaşmıştı. Bankaların batık alacaklarının da toplam kredilere oranı yüzde 15.4. Enflasyon yüzde 5.6. Dinar 2011’den sonra sürekli değer kaybediyordu. Resmi verilere göre yüzde 15 dolayında olan işsizlik, ‘Radio France International’in aktardığına göre üniversite mezunları arasında yüzde 30 düzeyindeydi.

İktidarda, 2011’de devrilen Bin Ali yönetiminin devamı sayılabilecek Nidaa Tounis partisi ile, seçimleri kazandıktan sonra dinci (totaliter, bağnaz) politikalara yönelince, kadınların ve sendikaların protestolarının baskısıyla hükümeti bırakmak zorunda kalan, Müslüman Kardeşler’in Tunus kanadı En Nahda partisi arasında zar zor kurulmuş bir koalisyon var. Bu koalisyon IMF’nin dayattığı neo-liberal Finans Paketini, halk sınıflarının üzerindeki olası etkilerine aldırmadan kabul etmiş. Son protestolar bu paketi, 2018 Finans Yasasını hedef alıyor.

Henda Çennavi, “Ben bu hareketi 2011 devrimin devamı olarak görüyorum. Genel seçimlerin özgürce yapılmasına olanak veren bir siyasi dönüşüm oldu. Şimdi, başından beri talep ettiğimiz ekonomik dönüşümleri… Devrimin toplumsal adalet talebinin artık gerçekleşmesini bekliyoruz”. İktidardakilere “baskı yaparak güçler dengesini tersine çevirmeliyiz” diyordu.[52]

Nihayet süreç içinde Tunus’ta işsizlik ve yoksulluğa karşı öfke, hükümetin istifası talebiyle yapılan gece eylemlerine dönüştü. Sokaklarda olan eylemcilerden gözaltına alınanların sayısı bini aştı. Ülkede 12 sol parti eylemlerin desteklenmesi yönünde ortak karar aldı.[53]

GÜLERYÜZLÜ” GANNÛŞÎ’NİN CEMAZİYÜLEVVELİ

Her ne kadar Hayrettin Karaman, “Gannûşî’yi doğru anlamak”[54] dersleri vermeye kalkışsa da; başlarda “yumuşak bir görünüm” veren En Nahda’lı İslâmcılar giderek sertleştiler, baskı ve şiddet eylemlerine yöneldiler.

Cumhurbaşkanı Marzuki “Enşar Şeriya” adındaki terör örgütünün temsilcilerini kabul ederken; dönüm noktası Halk Cephesi lideri Şükrü Belaid’in 6 Şubat 2013’de evinin önünde katledilmesi oldu. Belaid’in katlini Ekim 2013’de Nasırcı hareketin liderlerinden Brahimi cinayeti izledi.

Oysa partisinin dini ve siyasi faaliyetlerini birbirinden ayıracağını söyleyen Müslüman Kardeşler bağlantılı En Nahda Hareketi’nin (Uyanış Hareketi) lideri Reşid Gannûşî, ‘Le Monde’ röportajında, “Arap Baharı sonrası Tunus’ta siyasal İslâm’a yer yok. Tunus artık bir demokrasi,” deyip;[55] “Siyasal İslâm’dan vazgeçtiklerini”[56] duyurmuştu.

“Modernite ile İslâm arasında bir denge kurmak mümkün,” deyip;[57] “Din devleti değil, demokratik devlet inşa edeceğiz,”[58] vurgusuyla “Ilımlı İslâm modeline” sadık kalma sözü vermişti.[59]

Gannûşî, Tunus’ta artık İslâmcı politikaya gerek kalmadığını, partinin Müslüman ve modern uygarlıkların değerlerine dayalı bir siyasi çizgi izleyeceğini açıklayıp; devlet sekülerizmi zor yoluyla dayatmadığına göre, dini siyasi etkinliğin merkezine koymak gerekli değilmiş; İslâmcı – seküler tartışması da artık geride kalmış. En Nahda siyasi İslâm’ı terk edecek, Demokratik İslâm’ı benimseyecek,”[60] demişti.

 “En Nahda lideri Gannûşî de ‘Arap Baharı’na Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının Türkiye’deki deneyimini kopyalayan bir model sunabilir. Bu durum, Arap dünyasında yıkılan diktatör rejimlerin enkazı üzerine demokratik uygulamalara sahip İslâmî rejimler kurmak isteyen dünya ülkeleri için oldukça önemli,”[61] türünde spekülasyonlar çoğalırken; Ayşe Böhürler, “Şeyh Raşid Gannûşî güleryüzlü ve eşitlikçi lider,”[62] yalanına sarılsa da “AKP’yi model aldığını” söyleyen En Nahda, bir yandan da kendisini eleştiren kesimleri susturup, terörize ediyordu.

Örneğin iktidara geldiğinde ifade özgürlüğünü korumaya söz veren En Nahda Partisi “kutsal değerlere hakaret”e 4 yıla hapis öngören bir yasayı meclise sunuvermişti.[63]

Yine Abdurrahman El Raşid’in, “Gannûşî’nin partisinin Tunus’ta iktidara gelmesi hâlinde, içkiye ve kadınların bikini giymesine izin verecek derecede hoşgörülü olacaklarını ifade etme cesareti göstermesi sürpriz olmadı. Kadının saçının görünmesine dahi karşı çıkarken, kamusal alanda kadının bedeninin çıplak kalmasını kabul ederler mi? Gannûşî’nin böyle özgürlükçü bir açıklamayı Arap basınında yaptığını duymadık. Bu açıklama, Batılılara yönelik siyasi söylemin ötesine geçmeyebilir,”[64] uyarısına rağmen Gannûşî’nin İngiliz eğitim sistemiyle yetişen sözcüsü durumundaki kızı İntisar Gannûşî, “Değerlerimizin kaynağı tabii ki İslâm. Ancak modern dünyanın da bir parçasıyız. Biz dinî değil, siyasî bir partiyiz, tıpkı Almanya’daki Hıristiyan Demokratlar gibi,”[65] dese de; Olfa Khalil Arem, En Nahda’nın şeriatı anayasanın temeli yapmak istediğini vurgusuyla ekliyordu: “Amaçları diktatörlük”![66]

Kolay mı?

Bin Ali’nin devrilmesinden sonra yapılan seçimlerde iktidara gelen İslâmcı En Nahda Partisi lideri Raşid Gannûşî’nin bir video kaydı ortaya çıktı. İçki yasağı isteyen, sanat galerilerini talan eden radikal İslâmcı Selefîlerin liderlerini “takıyye yapmaya” çağıran Gannûşî, “Azınlıkta olsalar da laikler medyayı ve ekonomiyi kontrol ediyorlar. Genç Selefî dostlarıma diyorum ki, sabredin. Ordu ve polisten henüz emin değiliz. Neden acele ediyorsunuz ki? Bugün artık sadece bir camimiz yok. Din İşleri Bakanlığımız var. Sadece bir dükkânımız yok. Bir devletimiz var. Fakat ekonomi hâlâ onların elinde” ifadelerini kullanıyordu![67]

Ayrıca “En Nahda, çoğulcu, demokratik bir sistem propagandası yaparken, Tunus Devletinin dini İslâm’ dır maddesini hazırlanan Anayasa’ya yazdı.”[68]

Bu kadar da değil!

Olfa Riahi adlı blog yazarının, aynı zamanda damadı olan Tunus Dışişleri Bakanı Refik Bin Abdüsselam’ı, devlet imkânlarıyla Sheraton Otel’de oda tutup, evli olmadığı bir kadınla birlikte olmakla suçlaması Gannûşî’yi kızdırdı. Gannûşî, münafıklıkla suçladığı Riahi için, “Şeriat yasalarınca yargılanmalı; 80 kırbaç cezasına çarptırılmalı” dedi ve söylenti yayan kişiler için “münafıklar” ifadesini kullandı![69]

İşte “güleryüzlü” Gannûşî’nin İslâmcı hareketinin cemaziyülevveli!

İSLÂMCILARIN TERÖRÜ

2014 tarihli ‘ABD State Department’in raporuna göre, yaklaşık 7 bin genç IŞİD’e katılmak için Suriye, Irak ve Libya’ya giderken;[70] IŞİD’e en çok katılım Tunus’tandı.[71]

İçişleri Bakanı Lütfi bin Cido’nun meclis kürsüsünden “Tunuslu kızlar 20, 30, 100 isyancı arasında dolaştırılıyor ve seks cihadı adına kurdukları ilişkilerin meyvelerini taşıyarak geri geliyorlar,” diyerek ülkesindeki kadınların “seks cihadı” için Suriye’ye gittiğini, orada İslâmcı savaşçılarla ilişkiye girdiğini ve hamile kalarak Tunus’a geri döndüğünü söylediği;[72] ve Tunuslu âlim Şeyh Ferid El Baci’nin de kızları bazı fetvalar ya da dini tebliğlere uyarak “seks cihadı”na katılmış, Çambi dağlarına ya da Suriye’ye gitmiş aileler tanıdığını ifade ettiğinin[73] altını çizerek ilerlersek: “Arap Baharı”nın Müslüman Kardeşler’e ilaveten ortaya çıkardığı önemli siyasi unsurlardan biri Selefîler oldu.

Yani “Arap Baharı” bölgede “İhvan” kuşağı yanında, daha önceden esamisi pek de okunmayan, bir Selefî kuşağı da olduğunu ortaya koydu. Selefîler Tunus’ta sıklıkla anılmaya başlandı. ‘Le Monde’ Selefîlerin Tunus’ta etkin olmaya başladıklarını 30 Ekim 2012 tarihli manşetinde “Tunus Selefî baskısını kuşatmaya çalışıyor” başlığı ile haberleştirdi.

Örneğin Tunus’ta bin Ali’nin devrilmesinin ardından sokaktaki görünürlükleri birden bire artan Selefîler, İslâmcı En Nahda iktidarını zorladı. Ensar el Şeria hareketinin Kayravan kentinde yapmayı planladığı yıllık kongrenin yasaklanması üzerine Tunus’a yürüyen Selefîlerle polis arasında 19 Mayıs 2013’de çatışmalar çıktı.[74]

Burada siyasal İslâm’ın iki özelliğini vurgulamadan ilerleyemeyiz!

Çünkü liberaller, siyasal İslâm hareketinin şu iki özelliğini anlamakta büyük zorluk çekiyorlar; kendilerine sunulan yüzeysel açıklamaları, tembelce (bir teorik çaba harcamadan), kimi zaman da kısa dönemde işlerine geldiği için kabul ediyorlar: Siyasal İslâm parlamenter demokrasiyi bir yönetim biçimi olarak değil, iktidara ulaşmanın aracı olarak görür. Onun yönetim paradigmasına, iktidardan seçimleri kaybederek gitmek esas olarak uymaz. Bu yüzden seçilmiş siyasiler, başbakan, hatta devlet başkanı bile olsalar, Mısır örneğinde gördüğümüz gibi, yasal partinin değil, hareketin yönetici kurumlarına ve karar mekanizmalarına bağımlıdırlar.

İkincisi, siyasal İslâm her zaman popülist (çok sınıflı ve akımlı) bir koalisyondur. Bu koalisyonun istikrarı, iktidara ulaşmanın, orada kalmanın olmazsa olmaz önkoşuludur. Bu yüzden “ılımlı” kanattan, radikal kanadı tasfiye etmesi beklenemez. Aksine, “ılımlı kanat” ortak ideolojik zemine dayanarak radikal kesimin muhalifleri sindirmeye, yok etmeye yönelik eylemlerine göz yumar, hatta yeşil ışık yakar.

Siyasal İslâm’ın koalisyonu, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da, Batı’ya uygun siyasi ekonomik biçimler sergileyen Müslüman Kardeşler, Kur’an’ı harfiyen uygulamaktan yana olan Selefî akım, Batı’ya karşı silahlı cihat ilan etmiş El Kaide tipi “terörist” gruplardan oluşuyor. Selefîler MK’ye ideolojik baskı uygulayarak kendi gündemlerini dayatmaya çalışıyorlar.

El Kaide tipi gruplar, bu yönetimlerin sunduğu iklimden, güvenlikli ortamdan örgüt, kadro inşa etmek, kaynak biriktirmek için yararlanıyor. Her üçü de modern, laik siyasi hareketlerin, düşüncelerin, kurumların toplumdan temizlenmesi, medyanın, sanatçıların, eğitimcilerin susturulması, kadınların burjuva kültür içinde elde ettikleri hakların yok edilmesi konularında birleşiyorlar. MK ve benzeri kanatlar, liberal kamuoyuna, Batı’ya ılımlı uyumlu, uzlaşmacı bir yüz sunarken diğer iki kanat her türlü muhalefeti imha etmek konusunda çok etkin olabiliyor.[75]

Bunlar kavranmadan En Nahda ile Selefîler ve diğerlerinin diyalektik içiçeliği anlaşılamaz.

O hâlde Tunus’ta En Nahda ile Selefîleri konuşurken; solcu milletvekili Muhammed Brahmi’nin 25 Temmuz 2013’de kurşun yağmuruna tutulmasını; Şükrü Belaid’in 6 Şubat 2013’de yine evinin önünde katliyle patlak veren protesto hareketlerine karşı İslâmcı En Nahda partisi yandaşlarını sokağa dökerek yanıtladığı[76] göz ardı edilmemelidir…

Ruze Cendeli, “Tunus İhvanı” olarak bilinen En Nahda partisinin gizli aygıtına dikkat çekerken; ortaya çıkardığı belgelerde “motosikletle adam katletme sanatı” başlığının ciddi bir şekilde tarif edildiğini ifade ederek ekledi: “Belge, suikastlarla ilgili ciddi veriler içeren 4 sayfadan oluşuyor. Belgede; Vespa marka motosiklette, sürücüde ve arkasında binen suikastçıda bulunması gereken özellikler belirtiliyor. Ayrıca motordan inme zamanı, nasıl hareket edeceği ve kendini korumak için giyeceği kask türü bile tarif ediliyor,”[77] dedi.

Bu kadar da değil; Tunus’ta Bardo Müzesi’ne giren silahlı saldırganların saldırısında 17’si turist, 21 kişinin hayatını kaybettiğini açıkladı.[78]

MUHALEFETİN MÜCADELESİ

Her şey karşın Tunus sokakları hâlâ hareketli. Çünkü Simón Cordall’ın ifadesiyle, “Geçmişte protesto gösterileri yılgınlık ve fakirleşmeden patlak verdi. Halk tekrar bunu yapacak çünkü başka bir seçeneği yok”![79]

Aslı sorulursa Arap coğrafyasındaki ayaklanmalar için başlangıç noktası olarak gösterilen Tunus ayaklanmasından çok önce madenlerde başlayan grev ve direnişler, başkaldırının anlık bir kıvılcımın sonucu olmadığını; uzun bir mücadelenin ürünü olduğunu göstermişti ve Tunus Emekçileri Partisi Genel Sekreteri Hamma Hammami deyişiyle, “Devrimin tek hedefi diktatörlük değildi.”[80] Hammami muhalefetin hükümeti devirme hedefinde birleşmesi gerektiğini söylüyordu![81]

Ve de “Tunus’taki direniş hareketi… neo-liberal ve yeni-sömürgeci saldırılara karşı kaynayan bir halk direnişi kazanı olduğunu gösteriyor”du.[82]

“Nasıl” mı?

Mesela… Tunus’un turizm merkezlerinden Cerbe adasında daha önce kapatılan çöp depolama alanının yeniden açılması halkı isyan ettirdi. Öfkeli protestocularla polis arasında çıkan çatışmada 50 polis yaralandı![83]

Mesela… Tunus’ta 17 Ocak 2016’da 28 yaşındaki üniversite mezunu Ridha Yahyaoui, başvurduğu işe alınmadığını öğrenince protesto için bir elektrik direğine tırmandı. Yahyaoui direkteki tellere dolanarak elektrik çarpmasıyla hayatını kaybetti. Yahyaoui’nin ölümü, beş yıl sonra Tunus’ta yine kitlesel bir isyan dalgasını tetikledi. Hikâyesi Yahyaoui’nin hikâyesinden farklı olmayan yüzbinlerce insan sokaklara indi, kamu kurumlarına saldırdı ve polisle sayısız çatışmaya girdi… Yeniden ortaya çıkan Tunus halk isyanının görünür nedeni, 2010’dakine benzer şekilde, aşırı enflasyon, aşırı yolsuzluk, genç nüfus arasında yüzde 40’a varan işsizlik ve benzeri ekonomik nedenler![84]

Mesela… Arap coğrafyasında, kamu emekçilerinin başlattığı ve Tunus tarihinin en büyüklerinden olan grev gündemin başköşesine oturdu… 22 Kasım 2018’de 700 bin kişinin katılımıyla tüm kamu kurumlarında grevi gerçekleştirdi![85]

Mesela… Buazizi’nin kendisini yakmasıyla başlayan eylemlerin yıldönümünde Buazizi’nin kardeşi “Mücadele devam etmeli” çağrısında bulunuyordu![86]

KADINLAR İSYANDA

Elbette sözünü ettiğimiz mücadelenin en ön safında kadınlar vardı; kadınlar ayaktaydı, isyandaydı, kazanılmış hakları yitirmemek, geri adım atmamak için savaş vermekteydiler Tunus’ta!

“Tunuslu kadınlar diktatörlüğe karşı giriştikleri mücadelede bir çok deneyim elde ettiler. Şimdilerde bu deneyimlere dayanarak mücadeleyi daha ileriye taşıyorlar,” vurgusuyla kadın mücadelesini şöyle özetliyordu -Uluslararası İnsan Hakları Derneği Başkan Yardımcısı, Tunus Demokrat Kadınlar Birliği yöneticisi ve Jeune Afrique Dergisi editörü- Sophie Bessis:

“Kadınlar bir değişim sürecindeler. Ve şu anda bulundukları konum neredeyse Arap dünyasında tek. Tunuslu kadınlar diğer Arap ülkelerindeki kadınlara oranla daha fazla haklara sahipler, örneğin Mısır’a, Fas’a göre… Fakat kadınlar anayasada bazı haklara sahip olmalarına rağmen eşit değiller. Erkeklerle eşit haklara sahip değiller. Örneğin bir erkek Tunus’ta Arap olmayan bir kadınla evlenebilirken, kadının böyle bir hakkı yok. Şu sıralarda ise Tunuslu kadınlar İslâmcı hükümetlerin dayatmalarıyla karşılaşıyorlar. İktidar, Tunus’ta kadınların bu zamana kadar kazandığı hakları İslâmî kurallara göre evirmeye çalışıyor… Kadınlar şimdilerde anayasada gerçek bir eşitliğin sağlanması için mücadele ediyorlar. Bu zamana kadar elde ettikleri kazanımlar kadınlara olanak sağlıyor. Kadınlar eski mücadele deneyimlerine yaslanarak, eşitlik mücadelesi veriyorlar.”[87]

Gerçekten de “Arap Baharı”nın ilk kıvılcım noktası Tunus’ta binlerce kişi kadın hakları için sokaklara dökülerek İslâmcı hükümeti protesto etti. Ülkede kadın kuruluşları başta olmak üzere birçok kesim, geçen yılki halk ayaklanmasıyla Bin Ali yönetimimin devrilmesinin ardından iktidara gelen En Nahda’nın anayasa çalışmaları çerçevesinde kadın haklarını tırpanlayacak yasalar geçirmesine karşı çıkıyorlar ve kadınların haklarına darbe vurmasından endişe ediyordu.[88]

Kolay mı?

Tunus’ta 1956 Anayasası, kadınlarla erkeklere eşit haklar tanımış, erkeğin dört kadınla evlenmesi yasaklanmış, resmi evlilik, resmi boşanmayı yürürlüğe koymuştu. En Handa’nın anayasasındaki 28. madde bardağı taşıran damla oldu.

Söz konusu madde kadınları “aile içinde erkeklerin tamamlayıcısı/ bütünleyicisi” olarak tanımlıyordu. Yani aile dışında zaten kadın yok; kadın olmayınca herhangi bir hakkı da yok. Bekâr anneleri, evlilik dışı beraber yaşayanları, aile kurmamayı seçen kadınları yok sayan, onları aile içinde ise eşit haklara değil ancak “tamamlayıcı” rolüyle, erkeğe, çocuğuna, anne babasına tabi olan ve ancak o zaman hak sahibi olabilecek varlıklar olarak gören bir maddeydi bu![89]

Ayrıca Tunus Meclisi’nde kürsüye çıkan sağcı El Karama koalisyonu milletvekili Muhammed el Affas’ın “Evlilik dışı çocuk sahibi olan kadınlar” diye bir konu açarak hakarete varan ifadeler kullanması ve buna tepki gösteren kadın parlamenterleri darp etmesi de işim cabasıydı![90]

NAFİLE SEÇİM(SİZLİK)LER

Tunus’ta 2011’de Bin Ali diktatörlüğünün devrilmesinden 10 ay sonra seçime ilişkin, “13 Ocak gecesi Bin Ali’ye ‘Git’ diye meydana çıkanlardanım. Özgürlükten mutluyum ama yeni döneme ilişkin umudum giderek azalıyor. Sanki tüm partiler ve siyasetçiler birbirinin aynı gibi,”[91] diyen 25 yaşındaki Rania’nın umutları ta o günden yitmişti.

Ardından yapılan seçim(sizlik)lerde oyların yüzde 40’ını alan En Nahda hareketinin gücünün ortaya çıkmasıyla birlikte laikler seçimlerde şiddetli biçimde sarsıldı.”[92]

Seçimleri, İslâmcı En Nahda partisi kazandı. Gannûşî’nin liderliğindeki partinin seçim stratejileri ve kampanyasında AKP’nin kampanyalarını düzenleyen Erol Olçak, “Gönüllü hizmet verdim. En Nahda’yı geleceğe hazırladık,”[93] derken; 23 Ekim 2011’deki Ulusal Kurucu Meclis seçimlerinin ardından Tunus İşçileri Komünist Partisi, “Seçim sürecinde yapılan usulsüzlüklerin seçimlerin şeffaflığına gölge düşürdüğü”nü dile getirdi.[94]

Böylelikle Müslüman Kardeşler hareketinin Tunus uzantısı En Nahda Partisi, Ekim 2011’deki Kurucu Meclis seçimlerinden birinci parti olarak çıktı. İki merkez partisinin desteğini sağlayarak Başbakanlığı üstlendi. Önceki dönemde Bin Ali rejimi ile içli-dışlı olan Fransa ve ABD, “ılımlı İslâmcı” En Nahda’yı, halk ayaklanmasının özlemlerini frenleyecek seçenek olarak gördü ve desteklemeyi kararlaştırdı.

Ne var ki, En Nahda’nın ılımlı İslâmcılığı, çok daha radikal bir programın sadece dış görüntüsü idi. Giderek açığa çıkan bir işbölümü söz konusu idi: En Nahda, Anayasa görüşmelerine, kamu yönetimine hükmedecekti. Cihatçı köktendinciler ise “Tunus toplumunu yeniden İslâmîleştirme” işlevini üstlenecekti. “Devrimi Koruma Komiteleri” diye adlandırılan milis güçler, demokratik kitle örgütlerini yeniden biçimlendirmeye kalkıştı; film, resim, müzik, giyim-kuşam, eğitim, basın-yayın, ibadet alanlarında “İslâm’ın değerleriyle uzlaşmayan” sembollere, ürünlere, mekânlara, kişilere karşı ağır baskılar, giderek şiddet uyguladı.

Demokratik kitle örgütleri Bin Ali döneminde ayakta kalmıştı. Birleşik, güçlü, bağımsız niteliğini koruyabilmiş sendika hareketi (CGTT), İslâmcı sızmaları frenledi; parçalama girişimini etkisiz bıraktı. Marksist ve Nasır’cı köklerden gelen sosyalist, ilerici akımlar canlandı; önemli bir bölümü bir “Halk Cephesi” içinde örgütlendi.

Daha sonraki seçimlerde “İki ana düşünce akımı ya da ideoloji yarıştı. Laikler ve siyasal İslâmcılar. Seçimi kazanan Nida Tunus (Tunus’un Çağrısı ya da Sesi) laikliği; iktidardaki En Nahda Hareketi de siyasal İslâmcı görüşü savunuyordu.”[95] Bu elbette düzen-içi bir dikotomiydi!

26 Ekim 2014’de parlamento seçimleri yapılmış, En Nahda hükümeti yenilirken “laik”, ancak devrik diktatör bin Ali’nin eski yol arkadaşlarını da içeren Nida Tunus sandıktan birinci parti çıkmıştı.[96]

“İslâm’la demokrasiyi birleştirme” iddiasıyla AKP’yi örnek alıp, seçim kampanyasında AKP’nin reklamlarını kopyalayan En Nahda 6 puan ve 21 vekil civarında kaybederek ikinci oldu.[97]

Sosyalistlerden oluşan Halk Cephesi ise yüzde 5.52 oy oranıyla kayda değer bir başarı elde ederken;[98] seçimden sandalye sayısını dörde katlayarak çıkan Halk Cephesi Halk Cephesi sözcülerinden Mounir Kachouk, “Cephe hem İslâmcı En Nahda’yla hem de mecliste çoğunluğu kazanan seküler sağ ile mücadele edecek,”[99] diyordu. Kuruluşundan iki buçuk yıl sonra, Nida Tunus (Tunus’un Sesi) Partisi parlamento seçimlerinde oyların çoğunluğunu alarak iktidara geldi. Eski rejimin unsurlarını içinde barındırsa da, halkın beklentilerine seslenen laik parti oyların yüzde 38.24’ünü toplamıştı.

Cumhurbaşkanlığı seçimini Nida Tunus’un adayı -laik ve liberallerin yanı sıra devrik Bin Ali taraftarlarınca da desteklenen- Baci Kaid Sibsi[100] kazandı.[101]

Tüm bunlarla birlikte ezilenler için hiçbir şey değişmezken; CNN’e göre, “Tunus seçimleri Arap demokrasisi için umutları küresel çapta artırdı”. Lübnan’da çıkan liberal ‘The Daily Star’ gazetesinde Rami Khouri’nin yorumuna bakılırsa, Tunus seçimleri “Arap dünyasının modern tarihindeki en önemli olaydı.”

‘The New York Times’ın başyazısına göre, “Müslüman dünyasının Tunus’tan öğreneceği çok şey var”dı…[102] Fareed Zakaria, Huntington’un “Eğer bir ülkede iktidar, barışçı biçimde, üst üste iki genel seçimle iki kez değişebiliyorsa, demokrasi orada konsolide olmuştur” ölçütünden hareketle, Mısır’ın aksine, “Tunus’ta demokrasinin artık kök saldığını” savunuyordu![103]

Bir ‘The Daily Signal’daki yoruma göre, “Tunus Amerika’nın Arap dünyasındaki tek, gerçekten demokratik müttefiki olabilir”ken; ‘The Economist’, seçim sonuçları için “Seküler güçler kazandı”, “İslâmcılığın, cihatçı terörün, iç savaşların elindeki bir bölgede istisnai bir gelişme,” diyordu.

Tunus gazeteleri de iyimserdi! ‘Realité’nin bir yorumuna göre, “İkinci Cumhuriyet doğdu”; ‘Tunis Times’, “Arap dünyasında demokrasi güçlendi”; ‘L’Economist Maghrébin’, “Bir Tunus mucizesi” derlerken; ‘Asharq Al Awsat’ gibi Suudi yanlısı, ‘Al Ahram’ gibi Mısır gazeteleri de ‘Müslüman Kardeşler’in Tunus ayağının seçimleri kazanamamış olmasının keyfini çıkarıyorlar…

Ancak bu “mükemmele yakın”(?) “demokratikleşme”(!) resminin aslında çok kırılgan bir temeli vardı;[104] ve sonrası da kaçınılmazdı…

Yani Michel Chossudovski’nin, “Çağımız kapitalizminde demokrasi ilüzyonu ile kitleler yönetilir. Yerleşik toplumsal düzeni tehdit etmediği sürece ‘muhalefet’, egemen elitlerin çıkarınadır. Amaç muhalefeti bastırmak değil muhalefetin sınırlarını belirlemek, muhalif hareketi şekillendirmek ve kalıba sokmaktır,” diye betimlediği “oyun”un Tunus’ta da bir “sonu” vardı, oldu da!

DARBE: “NE SAİD NE EN NAHDA”

Buse Zengin’in, “Siyasal İslâmcılığın demokrasi adı altında zehirlediği Arap Baharı’nın ilk vurduğu ülke olan Tunus, panzehirini buldu. Tunus’ta, AKP’yi model olarak aldığını söyleyen, iktidardaki İslâmcı Nahda partisine karşı, laik Nida hareketi bir seçim zaferi elde etti,”[105] kolaycılığını tarihin yerle yeksan ettiği koordinatlarda Bedri Baykam’ın da, “Tunus, dinci siyaseti nasıl alt etti?”[106] sorusuna verdiği “yanıt(sızlık)lar”ın kıymet-i harbiyesi yoktur! Çünkü…

Sibsi’nin Temmuz 2019’da ölmesi, egemenler arası dengeleri bir kez daha değiştirecekti. Ekim 2019’daki seçimleri, En Nahda’nın desteklediği, yolsuzluklara karşı mücadele ve seçim sistemini iyileştirme vaadlerine dayalı seçim kampanyasıyla dikkatleri çeken muhafazakâr bağımsız aday Kays Said, oyların yüzde 72.71’ini alarak yeni devlet başkanı oldu.

Ancak efendilerin özlediği istikrar, bir türlü sağlanamıyordu. Uzun süredir siyasal/ toplumsal istikrarsızlığın kollarında sarsılan Tunus’ta açlık, yoksulluk ve Covid-19’un yol açtığı öfke selinin altında kalmaktan korkan egemenler, 2021’de Cumhurbaşkanı Kays Said’in darbesine yeşil ışık yaktı.

Başbakan görevden alındı, parlamentonun yetkileri donduruldu, milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı. En Nahda “parlamento darbesi”ni kendisine doğru yontsa da aslında orduyu arkasına alan muhafazakâr Said, halkın biriken öfkesine “darbe” vurdu, kitlelerin önüne set çekti.

Said, 25 Temmuz 2021’de “parlamentoyu bekleme odasına” aldı. Bunu yaparken; “Ulusun kurumlarını ve ülkenin güvenliğini ve bağımsızlığını tehdit eden, kamu kurumlarının düzenli işleyişini bozan açık bir tehlike durumunda, Cumhurbaşkanı, bu istisnai durumun gerekli kıldığı önlemleri, (…) alabilir. Bu önlemler, kamu kurumlarının düzenli işleyişine en kısa sürede dönüşü güvence altına alan amaçlara yönelik olmalıdır. Bu süre boyunca halkın temsilcileri Meclisi, sürekli toplantı hâlinde olur…” (md.80) maddesini usul ve esas bakımından ihlâl etti![107]

Ekonomik kriz, işsizlik, Covid-19 pandemisi ve hükümetteki yolsuzluk delilleri nedeniyle aylardır belli aralıklarla protestoların düzenlendiği Tunus’ta, Said’in ordu desteğiyle hükümeti dağıtması ile ülkede yeni bir siyasi dönem açmış oldu!

Gannûşî’nin başkanı olduğu Meclis’i 30 gün boyunca feshederek parlamento üyelerinin dokunulmazlıklarını askıya aldı. Başbakan Hişam el Meşişi’yi de görevden aldı. Gannûşî ile diğer 64 meclis üyesi hakkında da yurtdışına çıkma yasağı konuldu.

Gannûşî darbeye sessiz kalmadı. Said’in açıklamaları sonrasında taraftarlarını sokağa çağırıp, “Cumhurbaşkanının yasal bir dayanağı olmayan kararları bir darbedir, anayasayla yorumlamak yanlıştır. Halkı demokrasiyi yeniden tesis etmek için barışçıl mücadeleye çağırıyoruz,” dedi.

Gannûşî açıklamalarla yetinmeyip, gecenin ilerleyen saatlerinde Meclis’e gitti. Ancak Said’in talimatıyla ordu güçleri, Gannûşî ve beraberindeki heyetin içeri girmesini engelledi.

Hükümetin feshedilmesi kararı Tunus sokaklarında genel olarak “kutlama havasına” dönüşürken, bazı En Nahda binalarının da hedef alındığı görüntüler kamuoyuna yansıdı.

Munastır, Sfaks, El Kâf ve Susa gibi kentlerde sokağa çıkan eylemcilerin En Nahda binalarını bastığı ve baskın girişiminde bulunduğu belirtilirken, Tuzer kentinde ise En Nahda’nın bölge merkezinin ateşe verildiği görüntüler sosyal medyada paylaşıldı.

Öte yandan ülkede Emekçiler Hareketi, Demokrat Yurtseverler Partisi, Devrimci Sosyalist Parti, İşçi Bayrağı Hareketi ve Devrimci Marksistler’in aralarında bulunduğu 12 sol parti, sokak protestolarını ortak olarak destekleme kararı alarak “Tunus’un Kalbi ve En Nahda Hareketi’nin oluşturduğu koalisyon hükümeti halkın taleplerine cevap vermiyor. Mevcut yönetim değişene kadar halkı protestoları sürdürmeye çağırıyoruz,” açıklaması yaptı.[108]

Said, 2011’de “Arap Baharı”na yol açan gelişmeler öncesinde de yolsuzluk ve kaçakçılıkla suçlanan yaklaşık 450 üst düzey yetkilinin dosyasını gündeme getirmişti. Bu kişilerin en az 5 milyar dolar kaçakçılıkta bulunduğu öngörülüyordu.

Vatandaşın satın alım gücünü göz önünde bulundurarak tüccarlardan gıda fiyatlarını düşürmelerini de talep eden Said, 2011’den bu yana devlet bütçesinin dövizle finanse edildiği ülkedeki nadir doğal kaynaklardan olan fosfat üretiminin yeniden başlatılması çağrısı yaptı. Aynı zamanda üretimin durdurulması dosyasında yolsuzluk şüphelerinin çevrelediği, “dokunulmazlıktan yararlanan milletvekillerine,” değindi.[109]

İyi de neden ve darbeci Said kimdi?

Haırlayın önce Mısır’da ABD tezgâhı darbe oldu; İhvan “ezildi”.

Şimdi de Tunus darbesi ile En Nahda “eziliyor”.

Yıllardır sola, ulusal hareketlere karşı “ılımlı” İslâmî hareketleri kullanan emperyalizm, şimdi kullanım tarihi geçenleri hedefine koydu.

“Örneğin… Rachida Ennaifer, ‘darbeci’ Cumhurbaşkanı Kays Said’in başkanlık ofisindeki iletişim başkanı bir gazeteci… Tunus’ta yayın yapan günlük Fransızca La Presse gazetesinin yöneticisi idi. Gazete, İhvan’a karşı kontr-terör mücadelesinden dolayı ABD’den fonlandı. (Gazete, Tunuslu ve Fransız Yahudi doktor Henri Smadja tarafından 1934’de kurulmuştu. Kardeş gazetesi Arapça Assahafah.)

Tunus’ta halkın ayaklanmasıyla gerçekleşen ‘Yasemin Devrimi’nin ardından başkan Zeynel Abidin Bin Ali’nin ülkeden kaçmasıyla birlikte ABD bu ülkeye bol keseden para akıtmaya başladı. 2011’de toplam para desteği 7.20 milyon dolar iken 2016’da bu rakam 134.4 milyon dolara ulaştı…

ABD’nin Tunus kurumlarına yaptığı parasal yardımlar 517 sayfa tutuyor. Bilgiler gizli değil; www.foreignassistance.gov adresinden öğrenebilirsiniz.

Para yardımlarının gerekçesini şöyle açıklıyorlar:

i) ‘2014 ve 2015 ABD-Tunus Stratejik Diyalogları’ndan sonra başlatılan kritik programlara dayanmaktadır. ABD yardımı şunları amaçlamaktadır:

ii) Demokratik süreçleri, iyi yönetişimi, şeffaflığı ve kapsayıcı katılımı kurumsallaştırmak…

iii) Tunus polisi, jandarması ve ordusunun Tunus halkının güvenliğini sağlama ve bölgesel güvenliğe katkıda bulunma becerisini desteklemek…

iv) Artan rekabet gücü, kapsayıcı fırsatlar ve iyileştirilmiş ekonomik yönelim temelinde sürdürülebilir ekonomik büyüme…’

Fonların büyük çoğunluğunun güvenlik/terörle mücadele alanında verildiği görülüyor. Başka alanlara da veriyor. Örneğin: ABD ilk parasal yardımı 48 bin 129 dolar ile hukukun üstünlüğünü savunan kurumlara dağıttı. Benzeri fonların 159 bin 130 dolar vs. listesi uzayıp gidiyor. Hemen her sayfada ‘hukuk yardımları’ olması dikkat çekici. Çünkü: Nahda’ya karşı darbe yapan Cumhurbaşkanı Kays Said, hukukçu eski öğretim üyesi. 1995’den 2019 yılına kadar Tunus Anayasa Hukuku Derneği başkanlığını yaptı. Tunus anayasasını yazan ekipteydi.

Peki, bu fonlama bilgisi Kays Said’in ‘darbeciliği’ konusunda bize yeterli bilgi sağlar mı?”[110]

Elbette; ancak bu noktada ABD palavralarına da itibar etmemekte fayda var!

“Nasıl” mı?

“Tunus’taki darbeye… Beyaz Saray’ın ilk tepkisi Basın Sekreteri Jen Psaki tarafından dillendirildi. Biden yönetiminin, “Tunus’taki gelişmelerden endişe duyduğu”, “durum hakkında daha fazla bilgi edinmeyi amaçladığı”, ve tüm taraflara sükûnet ve “demokratik ilkeler doğrultusunda ilerleme” çağrısında bulunduğu ifade edildi,”[111] manipülasyonundaki gibi…

El özet: Kim ne derse, desin “Tunus’ta darbe halkın taleplerine yöneliktir.”[112]

Bu noktada yapılması gereken: “Ne darbe, ne En Nahda, çözüm halk demokrasisi için mücadele”dir…

Bilindiği gibi Tunus solu, “Ne Said ne En Nahda” diyerek çözümün ilerici güçlerin ortak mücadelesinden geçtiğini vurguladı sistemin bütününün değişmesi gerektiğini söyledi.

Tunus Emekçileri Partisi açıklamasında da “Ne darbe ne En Nahda, çözüm halk demokrasisi için mücadele” denildi. Said’in müdahalesini darbe olarak nitelediği, En Nahda hareketiyle bir ittifakın da reddedilmesi gerektiğinin altının çizildiği açıklamada, “Cumhurbaşkanı kendisinden bekleneni yaptı. İstisnai anti-demokratik önlemler, Said’in uzun süredir yürütme, yasama ve yargının yani tüm yetkileri tekeline alma çabasını somutlaştırmaktadır. Mutlak otokrasi sistemini yeniden kurmaya yönelik adımlar atıyor” denildi.[113]

YENİ DALGA

Tunus’ta tarihin gündem maddesine şimdi “Ne Said/Darbe ne En Nahda/İslâmcılık” diyen yeni bir dalga ihtiyacı damgasını vurmaktadır; tıpkı. Martin Luther King Jr.’un, “Özgürlüğün hiçbir zaman egemen tarafından gönüllüce verilmediğini, ezilenlerce talep edilmesi gerektiğini acılı deneyimler sonucu öğrendik,” haykırışındaki üzere…

2010’da yüzde 12 olan işsizliğin, 2015’te yüzde 15’in üzerine çıktığı Tunus’ta, işsizlerin en az üçte birini üniversite mezunları oluştururken;[114] emekçilerin ve gençlerin hiçbir temel sorunu çözülememişken; işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, pahalılık, geleceksizlik, despot yönetim devredeyken her şey mümkündür.

Mevcut sistemin hangi versiyonuyla olursa olsun köklü toplumsal sorunları çözmeleri mümkün değildir.

Evet, 14 Ocak 2011’de Bin Ali diktası yıkmasına yıkmıştı; ama burjuva üretim ilişkilerine dokunmadan aslî soru(n)lar asla çözülemezdi ve çözülemedi de. İşte Tunus tarihinin gündeminde “devrimi tamamlamak” var. 23 yıllık diktatör Bin Ali’nin kaçmasıyla ilk siyasi zaferini elde edilse de; yarım kalan başkaldırı ya tamamlanacak veya darbeci karikatürün sınırları devre dışı kalacaktır.

Sözünü ettiğimiz yönelime, kimileri -özellikle de liberaller- şüpheyle bakabilirler!

Ancak Raymond Aron’un, “Şüphecilik, devrim dilini konuşsa da devrimci olamaz,” uyarısı eşliğinde; V. İ. Lenin’in, “Gerçeklik her türlü kuramdan daha sinsidir,” saptaması kulaklara küpe edilmelidir.

Ayrıca hayat, onu yaşayarak yaratıp, değiştirebildiğimiz kadardır; ötesi ya beklentidir.

Mesele umutla yapmak, yaratmak, değiştirmektir. Bunlar olduğunda bir yol bulunur. Ancak belirtmeden geçmeyelim: Bedel ödemeden, hiç bir şey elde edilemezken; başarılar fedakârlıklarla, cesaretle elde edilir.

“Cesaret” dedik; o korkmamak değil, korkuya, tehditlere rağmen cürete edebilmektir.

Zaten sözünü ettiğimiz cüreti değerli kılan, yerküre mutsuzluk içinde kendilerini yiyip bitiren insanlarla doluyken; bunlara aldırmadan gerçeğe ulaşmak için göze alabildiği ısrardır/ vazgeçilemezdir.

Malum; “Hayata değer vermeyen onu hak etmemiştir,” der Leonardo da Vinci…

O hâlde Turgut Uyar’ın, “Bir ihtimalken bile güzelsin,” diyen umuduyla; George Orwell’in, “Geleceğin resmini istiyorsan, insan yüzü üzerinde sonsuza dek tepinen bir çizme düşle,”[115] tespitine itibar etmeyenler olarak diyeceklerimizi noktalarsak:

Emek eksenli insan(lık) hareketi ya da kolektif proletarya hayal ettiği her şeyi yaratabilir.

Federico García Lorca’nın, “Yeryüzünde attığımız her adım bizi yeni bir dünyaya ulaştırır,” diye formüle ettiği bu güzergâhta kapitalist kötülüğün/ düzensizliğin tedavisi, daha fazla özgürlüktür. Çünkü emeğin özgürlüğünden daha önemli bir şey yoktur.

23 Eylül 2021, 19:11:45, Çeşme Köyü.

N O T L A R

[*] Kaldıraç, No:243, Ekim 2021…

[1] Doris Lessing.

[2] Hüsnü Mahalli, “Tunus Dersleri”, Yurt, 29 Ekim 2014, s.8.

[3] Bkz: Temel Demirer, “Tunus’tan Mısır’a İsyanın Öğrettiği”, Newroz, Yıl:4, No:162, 9 Şubat 2011; Newroz, Yıl:4, No:163, 16 Şubat 2011; Newroz, Yıl:5, No:164, 23 Şubat 2011… Temel Demirer, “İkinci Perde: Tunus ile Mısır’dan Libya ile Suriye’ye”, Newroz, Yıl:5, No:195, 8 Aralık 2011; Newroz, Yıl:5, No:196, 15 Aralık 2011; Newroz, Yıl:5, No:197, 22 Aralık 2011; Newroz, Yıl:5, No:198, 30 Aralık 2011; Newroz, Yıl:6, No:199, 12 Ocak 2012; Newroz, Yıl:6, No:200, 19 Ocak 2012…

[4] “Bahardan Kaosa…”, Cumhuriyet, 27 Temmuz 2013, s.12.

[5] Hüseyin Baş, “Tunus Nereye?”, Cumhuriyet, 12 Mart 2012, s.8.

[6] Joseph Daher, “Tunus’un Geleceği Ne Olacak?”, Gündem, 4 Kasım 2011, s.12.

[7] “Sağduyu dağınık kavramların kaotik bir toplamıdır, kişi burada işine gelen her şeyi bulabilir.” (Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri (Felsefe ve Politika Sorunları Seçmeler), çev: Adnan Cemgil, Belge Yay., 1986.)

[8] Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri (Felsefe ve Politika Sorunları Seçmeler), çev: Adnan Cemgil, Belge Yay., 1986.

[9] Alev Yıldırım, “Khedija Arfaoul: Tunus’ta Yaza Dönmeyen Bahar”, Evrensel, 16 Temmuz 2012, s.8.

[10] Murat Selenoğlu-Evrim Kepenek, “Tunus’ta İslâmcılar Kazandı Denemez”, Evrensel, 12 Kasım 2011, s.8.

[11] Rachel Shabi, “Tunus, Artık Arap Baharı’nın Simgesi Değil”, Radikal, 12 Şubat 2013, s.17.

[12] Orhan Bursalı, “Tunus Ders Veriyor: Siyasal İslâm Özgürlükçü Olabilir mi?”, Cumhuriyet, 7 Nisan 2015, s.6.

[13] Immanuel Wallerstein, “Tunus ve Mısır’daki Çalkantılar Devrimlerin Başlangıcı mı, Sonu mu?”, Gündem, 26 Şubat 2013, s.11.

[14] Ureyb Errentavi, “Marzuki ve Birlik Yolunda ‘Beş Özgürlük’…”, Zaman, 17 Şubat 2012, s.24.

[15] Serge Halimi, “Tunus’ta Demokrasinin İlk Adımları Atılıyor”, Counter Punch, 9 Ekim 2011.

[16] Baskın Oran, “Dertli Ama Şanslı: Tunus”, Radikal İki, 26 Haziran 2011, s.12.

[17] Abdurrahman Er Raşid, “Tunus Arapların Türkiye’si Olur mu?”, Şark ül Evsat, 28 Ekim 2011.

[18] Nilgün Cerrahoğlu, “Ennahda’dan Laiklik Dersi”, Cumhuriyet, 21 Mayıs 2016, s.7.

[19] Yasin Aktay, “Tunus’ta Nahda’nın Devrim Nöbeti”, Yeni Şafak, 14 Kasım 2013, s.10.

[20] Yasin Aktay, “Devrim İhraç Eden Tunus Darbe İthal Etmiyor”, Yeni Şafak, 10 Şubat 2014, s.8.

[21] Koray Çalışkan, “Tunus’un Gözü AKP’de”, Radikal, 28 Ekim 2011, s.16.

[22] Yüksel Taşkın, “Tunus-Türkiye Benzerliği”, Radikal, 1 Mayıs 2012, s.18.

[23] Murat Yetkin, “Bravo Gannûşî, Yaşasın Cumhuriyet”, Radikal, 29 Ekim 2011, s.12.

[24] İbrahim Varlı, “Siyasal İslâm’a Karşı Tunus Dersleri”, Birgün, 15 Ocak 2019, s.4.

[25] Nilgün Cerrahoğlu, “Tunus Kadar Olamamak”, Cumhuriyet, 17 Ekim 2015, s.10.

[26] Hüseyin Hayatsever, “Hüseyin Pazarcı: Arap Baharı’nın Sonuna Doğru Gidiliyor”, Cumhuriyet, 28 Temmuz 2021, s.8.

[27] Tunus İşçileri Komünist Partisi (PCOT) bünyesinde bir süredir devam eden isim değişikliği tartışması sonuçlandı. Parti, yoluna Tunus Emekçileri Partisi olarak devam edecek. Partinin Genel Sekreteri Hamma Hammami bunun, daha geniş kitlelere ulaşabilmek için taktik bir hamle olduğunu söyledi. Hammami, komünizmin din düşmanlığıyla özdeş tutulmasının da bu kararı almalarında etkili olduğunu ifade etti.

Hammami, partinin adındaki değişikliğin politik çizgide değişiklik anlamına gelmediğini, Tunus Emekçileri Partisinin Marksist Leninist bir parti olarak mücadeleye devam edeceğini ifade etti. Partinin program ve tüzüğünde ise herhangi bir değişiklik yapılmadı. Hammami, “Taktik bir seçim yapmak zorundaydık; ya İslâmcıların komünizm ‘din karşıtlığıdır’ şeklindeki propagandasının doğru olmadığını anlatmak için zaman harcayacaktık ya da gücümüzü, halkın parti programı etrafında birleşmesi için kullanacak ve böylece işçileri, gençleri, diğer kesimleri sosyalizm için mücadeleye kazanabilecektik” dedi. (“PCOT İsmini Değiştirdi”, Evrensel, 31 Temmuz 2012, s.8.)

[28] Rıza Saygılı-Mehmet Özer, “Ekmek, Özgürlük ve Ulusal Onur”, Evrensel Hayat, 31 Temmuz 2011, s.9.

[29] “Tunus, Arap Baharı Günlerine Döndü”, Milliyet, 23 Ocak 2016, s.21.

[30] Nur Batur, “Devrimi Zaten Bekliyorduk”, Sabah, 28 Ocak 2012, s.17.

[31] Zeynel Abidin Bin Ali’nin kirli çamaşırları da birer birer dökülüyor. Bin Ali, uyuşturucu ve silah bulundurmaktan 15 yıl hapse mahkûm edildi. Halk ayaklanmasından sonra eşiyle birlikte Suudi Arabistan’ın yolunu tutan Bin Ali’nin evlerinde ve saraylarında yapılan aramalarda uyuşturucu ve silahın dışında 23 milyon dolar nakit para da bulunmuştu. (“Bin Ali’nin Kirli Çamaşırları Dökülüyor”, www.sendika.org, 5 Temmuz 2011.)

Tunus’un devrik lideri Zeynel Abidin bin Ali ve eşi Leyla Trabelsi’nin gıyabında yargılandıkları davada 35’er yıl hapis cezasına çarptırıldıkları bildirildi. Tunus’ta görülen davada Bin Ali çifti zimmetlerine para geçirmekten suçlu bulundu. Mahkeme hapis cezasının yanı sıra, Bin Ali’yi 50 milyon Dinar (25 milyon Avro) ve eşini de 41 milyon Dinar (20.5 milyon Avro) para cezası ödemeye mahkûm etti. Bin Ali’ye karşı aynı zamanda, cinayet, yetkinin kötüye kullanılması, arkeolojik eser kaçakçılığı ve para aklanması şüpheleriyle inceleme başlatılmış durumda. (“Tunus’un Devrik Liderine 35 Yıl Hapis”, Cumhuriyet, 22 Haziran 2011, s.10.)

Bin Ali’nin ailesine ait araba, halı, ayakkabı ve mücevherler dâhil olmak üzere tahmini değeri 10 milyon euroluk (13 milyon dolar) 12 bin parça eşya başkent Tunus’taki lüks Kleopatra Oteli’nde bir ay boyunca görülebilecek. Halkın da 30 dinarlık (yaklaşık 20 dolar) biletle görebileceği müzayedede, nadide saatler, rokoko mobilyalar ve altın kaplama şahinler de var. Eski first lady Leyla Bin Ali’ye ait ayakkabı veya çantaları da satılık. Tunus Maliye Bakanlığı tarafından gerçekleştirilen müzayede için Fransızca www.confiscation.tn adlı internet sitesi de hazırlandı. Dün Tunus Başbakanı Hamadi Cebali tarafından açılan müzayededen 20 milyon dinar veya yaklaşık 13 milyon dolar (23 milyon 140 bin TL) gelir bekleniyor.

Müzayedede 300’den fazla gümüş veya altın mücevher, çini eşyalar, porselen ev eşyaları, çok sayıda yerel ve yabancı sanat eseri, binlerce kıyafet, 2 Lamborghini Gallardo, bir Bentley Continental spor araba, bir zırhlı Cadillac, bir Maybach 62 ve bir Aston Martin Vanquish dâhil olmak üzere 39 lüks otomobil satılacak. 23 yıl ülkesini yöneten Bin Ali’nin takım elbiselerinin dörder bin euroya, eşine ait paltoların da dörder bin euroya satılması bekleniyor. Çantalar üçer bin euro, ayakkabılar ise 100 ila 300’er eurodan satışa çıkarılacak. Maliye Bakanı Slim Besbes, 5 bin eurodan az değeri olan eşyaların doğrudan satılacağını, daha pahalılarının da açık artırmaya çıkarılacağını söyledi. (“Diktatör Müzayedesi”, Sabah, 23 Aralık 2012, s.25.)

[32] “Tunus’ta ‘Gericiliğe Hayır’…”, Cumhuriyet, 22 Mart 2012, s.13.

[33] Elif Görgü-Deniz Uztopal, “Mortaza Labidi: Burjuvaziye Karşı Halk İttifakı Tercih Değil Zorunluluktur”, Evrensel, 21 Kasım 2014, s.9.

[34] Gilbert Achcar, “Oportünistler ve Devrim Ana”, Gündem, 8 Şubat 2012, s.11.

[35] Hüseyin Saygılı, “Tunus’ta Eski Tas Yeni Hükümet”, Evrensel, 9 Ocak 2015, s.11.

[36] Rüya Yüksel, “Hamma Hammami: Devrim Yeni Bir Aşamaya Girebilir”, Birgün, 30 Ekim 2012, s.10.

[37] “Tunus’un İşkence Dosyası Kabarık”, Gündem, 9 Mayıs 2016, s.13.

[38] “Tunus’ta Bin Ali’yi Hatırlatan Yasa Taslağı”, Evrensel, 8 Mayıs 2015, s.10.

[39] “Tunus Emekçileri Partisi’nden OHAL’e Tepki Bildirisi”, Evrensel, 13 Temmuz 2015, s.11.

[40] Sami Kohen, “Devrimden Üç Yıl Sonra Tunus”, Milliyet, 17 Aralık 2013, s.12.

[41] Nur Batur, “Model Türkiye Ama Yeni Anayasa Laik Olmayacak”, Sabah, 29 Ocak 2012, s.19.

[42] Emma Graham-Harrison, “Tunus’ta Öfke Yine Patlıyor”, Birgün, 22 Ocak 2018, s.5.

[43] Elizia Volkmann, “Halk Sistemden Bıkmış Durumda”, Birgün, 29 Temmuz 2021, s.5.

[44] Joseph Stiglitz, “Sağlıklı Demokrasi İçin Tunus’a Yardım Eli Uzatın”, The Financial Times, 25 Mayıs 2011.

[45] “Tunus’ta 650 Bin Emekçi Hayatı Durdurdu”, Birgün, 18 Ocak 2019, s.4.

[46] “Genel Grev Hazırlığı: Tunus’un Pusulasını Yeniden Ayarlayacağız”, Evrensel, 9 Ocak 2019, s.9.

[47] Ali Karataş-Yusuf Ertaş, “Tunus, Sudan, Lübnan: Yeni Halk Hareketine Doğru”, Evrensel, 21 Ocak 2019, s.9.

[48] Gülsin Harman, “Choukri Hmed: Ordu Darbe Yapabilir”, Milliyet, 8 Şubat 2013, s.25.

[49] “Beleyid’in Cenazesinde Çatışma”, Cumhuriyet, 9 Şubat 2013, s.12.

[50] Bir Tunus Dinarı’nın karşılığı 2 TL idi… Bizde doların sürekli yükselişte olması bu oranları da etkiler mi, bilmiyorum. Sonraki günlerde aylık asgari ücretin 360, ortalama ücretin 700 dinar olduğunu, öğretim üyelerinin maaşlarının en az 1200 en çok 2 bin 200 olduğunu öğrenecektim. Başkentte ortalama ev kirası 700-800 dinar. Bu rakam bana maaş ve ücretlere göre yüksek göründü. Meyve-sebze fiyatları bizdekiyle aynı düzeylerde. Buna karşılık, örneğin ev hizmeti gören bir gündelikçinin ücretinin 15-20 dinar (demek ki yaklaşık 50 TL) olduğunu öğrenince şaşırdım. (Ataol Behramoğlu, “Şair Gözüyle Tunus-2”, Cumhuriyet, 5 Mayıs 2020, s.8.)

[51] “Tunus’ta Gösteriler Hız Kesmedi”, Birgün, 12 Ocak 2018, s.4.

[52] Ergin Yıldızoğlu, “Daha Ne Bekliyoruz!”, Cumhuriyet, 15 Ocak 2018, s.9.

[53] “Dipten Gelen Dalga”, Birgün, 23 Ocak 2021, s.5.

[54] Hayrettin Karaman, “Gannûşî’yi Doğru Anlamak”, Yeni Şafak, 29 Temmuz 2012, s.2.

[55] “Dinin Siyasette Yeri Yok”, Hürriyet, 20 Mayıs 2016, s.16.

[56] Ceyda Karan, “Tek Adam Olmadılar… Seküler Damarın Zaferi”, Cumhuriyet, 21 Mayıs 2016, s.7.

[57] “Dünyanın Merak Ettiği Adam”, Hürriyet, 27 Ekim 2011, s.11.

[58] Nihal Bengisu Karaca, “Türkler Olmasaydı Bugünkü Gibi Bir Müslümanlık Olmayabilirdi”, Habertürk, 22 Ekim 2012.

[59] “Arap Baharı Yeşillendi”, Hürriyet, 25 Ekim 2011, s.14.

[60] Le Monde, 19 Mayıs 2016, Foreign Affaires’in Eylül/ Ekim 2016.

[61] Racih Elhuri, “Nahda’nın Tunus’u Nasıl Olur?”, Nehar, 29 Ekim 2011.

[62] Ayşe Böhürler, “Güleryüzlü ve Eşitlikçi Lider”, Yeni Şafak, 3 Mart 2013, s.17.

[63] “Tunus’un İslâmcıları Liberalleri Kandırdı mı?”, Milliyet, 3 Ağustos 2012, s.21.

[64] Abdurrahman El Raşid, “Gannûşî’nin Vaatleri Gerçek mi?”, Şark ül Evsat, 18 Temmuz 2011.

[65] Cumali Önal, “Tunus, Devrimden Sonra Bölgede Demokrasinin de Öncüsü Olmak İstiyor”, Zaman, 27 Ekim 2011, s.21.

[66] Leyla Tavşanoğlu, “Olfa Khalil Arem: Amacı Diktatörlük”, Cumhuriyet, 30 Temmuz 2012, s.6.

[67] Mehmet Y. Yılmaz, “Gannûşî de Dişini, Yumruğunu Sıkıp Bekliyormuş!”, Hürriyet, 16 Ekim 2012, s.21.

[68] Kamil Tekin Sürek, “Tunus’un AKP’si”, Evrensel, 27 Ekim 2012, s.2.

[69] “80 Kırbaç Yesin”, Hürriyet, 31 Aralık 2012, s.17.

[70] Ergin Yıldızoğlu, “Müzede Katliam”, Cumhuriyet, 23 Mart 2015, s.9.

[71] Mustafa K. Erdemol, “Tunus Halkı Farkını Gösterdi”, Birgün, 12 Ocak 2017, s.4.

[72] “Tunus İçişleri Bakanı’ndan ‘Cihad El Nikah’ Açıklaması”, Hürriyet, 20 Eylül 2013… http://www.hurriyet.com.tr/planet/24752382.asp

[73] “Aileler ‘Seks Cihadı Yalan’ Diyor Ama…”, Radikal, 30 Ekim 2013, s.25.

[74] “Tunuslu Selefîler İslâmcı İktidara Meydan Okuyor”, Radikal, 20 Mayıs 2013, s.20.

[75] Ergin Yıldızoğlu, “Tunus’ta ‘Kırmızı Pazartesi’…”, Cumhuriyet, 11 Şubat 2013, s.11.

[76] “Tunus’ta Bu Sefer İslâmcılar Sokakta”, Milliyet, 10 Şubat 2013, s.27

[77] Ali Karataş, “Tunus’ta Hükümet Krizi ve İhvan’ın İnfaz Timleri”, Evrensel, 15 Ekim 2018, s.10.

[78] “Tunus’ta Müzeye Kanlı Baskın: 21 Ölü”, Cumhuriyet, 19 Mart 2015, s.17.

[79] Ekin Akyaz, “Tunus’ta Sokaktan Başka Seçenek Yok”, Birgün, 14 Ocak 2019, s.4.

[80] Hüseyin Saygılı, “Hamma Hammami: Devrimin Tek Hedefi Diktatörlük Değildi”, Evrensel, 3 Ocak 2013, s.11.

[81] Yeşim Turan, “Tunus Solundan Birleşme Çağrısı”, Birgün, 5 Ocak 2019, s.4.

[82] Hamza Hamouchene, “Tunus: Kemer Sıkma Karşıtı Protesto ve Egemenlik Talebi”, 2 Mart 2018… http://sendika62.org/2018/03/tunus-kemer-sikma-karsiti-protesto-ve-egemenlik-talebi-hamza-hamouchene-478024/

[83] “Tunus’ta Çöp İsyanı”, Cumhuriyet, 8 Ekim 2012, s.9.

[84] Soner Torlak, “Tunus: Bir Bahar Denemesi, Yeniden!”, 19 Şubat 2016… http://sendika9.org/2016/02/tunus-bir-bahar-denemesi-yeniden-soner-torlak/

[85] “Tunus’ta Genel Grevler Zamanı”, Evrensel, 26 Kasım 2018, s.10.

[86] Selin Asker, “Tunus Halkı İsyanda: Çaldığınız Devrimi Geri Verin”, Birgün, 18 Aralık 2020, s.4.

[87] Özlem Temena, “Kadınlar Gerçek Bir Eşitlik İçin Mücadele Ediyor”, Evrensel, 2 Haziran 2013, s.2.

[88] “Tunus’ta Kadınların İsyanı”, Cumhuriyet, 15 Ağustos 2012, s.12.

[89] Zeynep Oral, “Arap Baharı – Kadınların Sonbaharı…”, Cumhuriyet, 16 Ağustos 2012, s.17.

[90] “Gericiliğe ve Saldırılara Karşı Kadın Vekiller Açlık Grevinde”, Birgün, 15 Ocak 2021, s.5.

[91] Utku Çakırözer, “Tunus ‘Demokrasi’ Arıyor”, Cumhuriyet, 24 Ekim 2011, s.8.

[92] Bater Muhammed Verdem, “AKP’nin Arap Modeli: Nahda”, Düstur, 27 Ekim 2011.

[93] Utku Çakırözer, “Ennahda’ya Gönüllü Destek”, Cumhuriyet, 25 Ekim 2011, s.12.

[94] “Seçimler Adil Değildi”, Evrensel, 5 Kasım 2011, s.8.

[95] Yakup Kepenek, “Tunus Sayıları”, Cumhuriyet, 3 Kasım 2014, s.11.

[96] Hüseyin Saygılı, “Tunus’ta Koalisyon Pazarlıkları Başladı”, Evrensel, 6 Kasım 2014, s.11.

[97] “AKP Kampanyası Ters Tepti”, Cumhuriyet, 28 Ekim 2014, s.15.

[98] Noureddine Baltayeb, “Tunus’ta İslâmcılar Neden Kaybetti?”, 8 Kasım 2014… http://www.sendika.org/2014/11/tunusta-İslâmcilar-neden-kaybetti-noureddine-baltayeb/

[99] Onur Erem, “Tunus Halk Cephesi: Mücadele Şimdi Başlıyor”, Birgün, 6 Kasım 2014, s.13.

[100] Paris’te hukuk eğitimi almış olan Sibsi, Tunus’un bağımsızlıktan sonraki ilk cumhurbaşkanının zamanında içişleri bakanı, Bin Ali döneminde meclis başkanı, “Arap Baharı” sonrası geçici başbakan olmuş deneyimli biri. 1963-1965 kesitindeMilli İstihbarat Başkanlığı da yapan Sibsi, diktatörlük dönemindeki siyasi kariyeri yüzünden “ülkeyi eskiye döndürecek suçlamaları”yla karşılaştı.

Sibsi, seçim kampanyalarında Merzuki’nin Yasemin Devrimi’nin Arap Baharı’nın yarattığı fırsatları mahvettiğini, ülkeyi İslâmcılara teslim ettiğini iddia etti. Korku faktörünü devreye soktu. “Terörü azaltacağım, istikrar sağlayacağım,” söylemiyle popüler oldu. Ekonomik reform, İslâmcı militanların yarattığı tehdidi azaltma sözü verdi. Zengin kıyı bölgelerinde, başkentin büyük çoğunluğunda laik eğilimli zenginlerin, orta sınıfın oylarını aldı. Güçlü sendikalar da onu destekledi. (“Cumhurbaşkanlığı da Laiklerin”, Hürriyet, 23 Aralık 2014, s.19.)

[101] İbrahim Varlı, “Tunus’un Seçimi”, Birgün, 23 Aralık 2014, s.11.

[102] The New York Times, 30 Ekim 2014.

[103] The Washington Post, 30 Ekim 2014.

[104] Ergin Yıldızoğlu, “Yeni ‘Model’ Ülke”, Cumhuriyet, 3 Kasım 2014, s.11.

[105] Buse Zengin, “AKP’nin Kopyası Tunus’ta Kaybetti”, Yurt, 29 Ekim 2014, s.8.

[106] Bedri Baykam, “Tunus, Dinci Siyaseti Nasıl Alt Etti?”, Cumhuriyet, 6 Ocak 2015, s.13.

[107] İbrahim Ö. Kaboğlu, “AKP, Anayasa Darbesi, Ennahdha”, Birgün, 12 Ağustos 2021, s.9.

[108] “Kılıçlar Çekildi”, Birgün, 27 Temmuz 2021, s.4.

[109] “Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said, Ekonomik Çıkış Arayışında”, Cumhuriyet, 31 Temmuz 2021, s.13.

[110] Soner Yalçın, “Tunus’un Fonlanması”, Sözcü, 28 Temmuz 2021, s.12.

[111] Nader Hashemi, “Tunus’a Karşı Biden’ın Umursamazlığı”, Birgün, 4 Ağustos 2021, s.5.

[112] “Tunus’ta Halkın Taleplerine Darbe”, Atılım, Yıl:1, No:22, 30 Temmuz 2021, s.21.

[113] “Ne Said Ne Nahda Çare Halkın İktidarı”, Birgün, 28 Temmuz 2021, s.4.

[114] “Tunus’ta Yeniden Başlayan İsyan, Tüm Ülkeye Yayılıyor”, Cumhuriyet, 24 Ocak 2016, s.8.

[115] George Orwell, 1984, çev: Celal Üster, Can Yay., 2000.