Anasayfa , Avrupa , Önemini Tekrar Kazanmak İsteyen Terör Örgütü; NATO

Önemini Tekrar Kazanmak İsteyen Terör Örgütü; NATO

HABER MERKEZİ|02.07.2022|Bundan iki yıl önce 2019 Kasım ayında, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Economist dergisine verdiği röportajda, ABD’nin NATO’ya danışmadan Suriye’den askerlerini çekmesini eleştirerek, “ABD ile NATO müttefikleri arasında stratejik karar alma süreçlerinde hiçbir şekilde koordinasyon yok. Hiç. Aynı zamanda bir diğer NATO üyesi Türkiye’nin, çıkarlarımızın söz konusu olduğu bir bölgede, koordinasyonsuz saldırgan eylemleri var” diyerek eklemişti, “Şu anda yaşadığımız NATO’nun beyin ölümüdür”. Aradan geçen iki yılda dikkat çeken en önemli olay, NATO üyesi olma konusunda sürekli telkinde bulunulan ve para/asker yardımı yapılan Ukrayna’nın üyelik sürecini başlatmak istemesiydi.

Rusya ile yaşadıkları krizlere rağmen bu istekte bulunması, NATO’nun hala önemli bir örgüt olduğu algısını güçlendirmek ve Rusya’nın giderek güçlenen mali yapısını, alan hakimiyetini ve Şengay bloğunun içindeki rolünü zayıflatmak olarak anlamak gerekmektedir. Macron’un 2019 yılında yaptığı bu çıkışa NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, “ABD Avrupa’daki yatırımlarını daha fazla asker ve tatbikatla artırıyor. Gerçek şu ki birlikte çalışıyoruz. Ortak savunmamızı güçlendirdik. Bizi Kuzey Amerika’da uzaklaştıracak her teşebbüs, İttifak’ı, transatlantik bağı, zayıflatma riskini taşımakla kalmıyor, Avrupa’yı bölme riskini de taşıyor.” diyerek cevap vermişti. Suriye’de desteklenen DAİŞ çeteleri, Türkiye üzerinden kontrol edilen tüm cihatçı gruplar, Esad’ı yıkma planları Putin’in Esad rejimini desteklemesi nedeniyle başarıya ulaşmamış, ABD’nin askerlerini çekmesi NATO üyesi ülkeler arasında tartışmalara yol açmış, NATO’nun “gerekliliği” üzerine açıklamalar yapılmaya başlamıştı.  Bu andan itibaren yapılması gereken, NATO’nun hala gerekli olduğunu “kanıtlamaya” kalmıştı. Avrupa’nın göbeğinde yaşanacak bir “saldırı”, “işgal” ya da “savaş” AB’yi NATO içinde tutmaya devam edecekti. En uygun olanı da iktidarı Rusya yanlısı olmaktan çıkan, milliyetçi bir karaktere sahip olan iktidarı ile Ukrayna’ydı.

Ukrayna’nın bu oyuna dahil edilmesi yine Macron’un aynı röportajda verdiği demecinde gizliydi. ABD, bu açıklamayı dikkate alarak Macron’a ve aynı zamanda AB’ye gerekli mesajı vermeye karar vermişti. Macron şöyle diyordu, NATO’nun Sovyetler Birliği’ne karşı kurulduğunu hatırlatarak, NATO’nun Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra rolünü yeniden ele almadığını kaydetti ve bu nedenle “dile getirilmese de düşmanın halen Rusya olduğu varsayımına dayandığını” söyledi. ABD tam da bu noktada “düşmanın” hala Rusya olduğunu göstermeye karar vermişti. Ukrayna’nın olası bir NATO üyeliği istemi bunun için yeterli olacaktı.

Türkiye’nin Durumu/Duruşu

Tam da aynı günlerde Türkiye’nin NATO’da olmasına rağmen, “hareket tarzı” ve “istemlerinin” NATO ülkelerinin çıkarları ile ters düşmeside tartışılıyordu. Rusya ile ilişkileride cabasıydı. ABD bu anlamda Türkiye’yi de tekrar NATO’nun politikalarına dahil etmeyide amaçlıyordu. Röportajda Türkiye ile ilgili sorulan, “Türkiye uzun vadede NATO’da olmayacak mı?” sorusuna Macron, “Bunu söyleyemem. Türkiye’yi NATO’dan dışlamak çıkarımıza değil ama belki de NATO’yu yeniden gözden geçirmeliyiz” diyerek her NATO ülkesinin esas olarak ortak çıkarların dışında kendisine yarar sağlayacak ilişkiler geliştirdiğini ima ediyordu. Devamında, “Stratejik ve siyasi olarak bir sorunumuz olduğunu kabullenmemiz lazım”, Avrupa ülkelerinin NATO’yu savunmak için artık ABD’ye güvenemeyeceğini belirterek, “askeri özerkliğini” kazanması gerektiğini savunmuştu.

Yine Macron 28-30 Haziran’da Madrid’de yapılan NATO zirvesi öncesinde NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ile Elysee Sarayı’nda bir görüşme gerçekleştirdi. Burada Türkiye’nin konumuna ilişkin, Elysee’den yapılan yazılı açıklamada, “Cumhurbaşkanı’nın 2019 yılı Aralık ayındaki Londra Zirvesi’nde sunduğu taleplerin ardından, Madrid Zirvesi, Avrupa Stratejik Pusulası’nın yeni İttifak konseptine entegrasyonunu ele almak için bir fırsat olacaktır. Cumhurbaşkanı ayrıca Türkiye’den duruşuna ilişkin netlik getirmesini istediğini söyledi” ifadesine yer verildi. 28 Haziran tarihinde, 32. NATO Zirvesi öncesi Faşist TC’nin cumhurbaşkanı Erdoğan ile NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinisto ve İsveç Başbakanı Magdalena Andersson  bir görüşme yaparak, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelik talebi ile ilgili pazarlıklar gerçekleştirdiler.

NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, “Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılmasının yolunu açan bir anlaşmaya vardığımızı duyurmaktan mutluluk duyuyorum” diyerek açıkladığı sonuca göre, “terörizme” karşı ortak mücadelede anlaştıklarını belirtmiş oldu. İsveç ve Finlandiya’nın Türkiye’ye karşı silah ambargosunun olmayacağınında altı çizildi. NATO üyesi olmasından kaynaklı, yeni üyelik başvurularını veto etme hakkı olan faşist TC bunu bir pazarlık aracı olarak kullanırken, kendisine yönelik eleştirilerinde önüne geçmeye çalışmaktadır.

Dış politikada tutarsızlık üzerine kurulu bir politika izleyen, günlük çıkarlar üzerinden strateji belirlemeye çalışan faşist TC, uşaklık yapma konusunda hem NATO’ya hem de ŞİÖ (Şangay İşbirliği Örgütü)’ne bağlılığını bildirmektende geri durmamaktadır. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik emperyalist işgal girişiminde takındığı, etkisiz/pasif tutumda tam da bununla açıklanacak bir durumdur. Rusya’ya olan bağımlılıklarından kaynaklı NATO’nun uyguladığı yaptırımlara katılmayan, yaz aylarında gelecek turistlerden mahrum kalmamak, enerji ve banka sektörlerindeki yatırımlara olan bağımlılık tavır alamamasının sebepleridir. Sözüm ona arabuluculuk rolleri ise anlık gözboyamalardan başka bir anlam ifade etmemektedir. Esas olarak emperyalist devletlerin çıkarları için verilen roller dışında bir etki alanı olmayan faşist TC, iç politikada bu hamlelerini büyük bir başarı olarak yansıtmaya ve kullanmaya çalışmaktadır.

İsveç ve Finlandiya ile yapılan pazarlıklar, AB içinde türkiyeli ve kürdistanlı devrimci, yurtseverler için yeni bir sürecin başlangıcı olarak görülebilir. Burjuva basında boy boy görüşmelerde elde edilen “zafer”den bahsedilmekte. NATO sekreteri Stoltenberg, “Türkiye, Finlandiya ve İsveç hükümetleri, terörle mücadelede işbirliğini arttırma konusunda mutabakata vardı. NATO müttefikleri olarak İsveç ve Finlandiya, ulusal güvenlik endişelerine karşı Türkiye’ye tam destek vermeyi taahhüt etti. Bu, iç yasalarla birlikte PKK aktivitelerine son vermek ve Türkiye ile suçlu iadesi konusunda anlaşmayı da içermektedir” dedi. Özellikle suçlu iadesi olarak belirtilen olgu, TC’nin yıllardır İnterpol üzerinden AB ülkelerinden istediği devrimci, demokrat, yurtsever kişilerin iadesi anlamına geliyor. Bununla birlikte, “terör örgütlerinin” paravan kurumları denilerek hedef tahtasına Türkiyeli ve Kürdistanlıların demokratik kitle örgütleri konmaktadır. Bu saldırıların boyutlanacağı, kirli pazarlıkların sonucunda devrimci-demokrat-yurtsever kişi ve kurumların baskı altına alınacağı süreci yaşayacağımız açıktır. Buna göre konumlanmak, mücadeleyi örgütlemek bu kurum ve kişilerin görevi olarak önümüzde durmaktadır.

 

NATO ve ŞİÖ Terör Örgütleridir!

Kuruluşundan bu yana emperyalist çıkarlar amacı dünya halklarına derin acılar çektiren, emperyalist işgal ve savaşlarda insanları katleden terör örgütü NATO, son iki yılda düşündüklerini gerçekleştirerek Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesine maddi zemin hazırlamış oldu. Böylece NATO üyesi ülkeleri “ortak” ve “ezeli/ebedi” düşman Rusya’ya karşı birleştirdi. NATO gerekli ve “düşmana” karşı dünyayı korumaya devam eden bir örgüt olmaya devam etmeliydi. Ekonomistler yıllardır dünyaya hakim olacak yeni emperyalist ülkenin Çin olacağını söylüyorlardı, Çin buna uygun hem içerde hem de dışarıda organize olmaya devam ediyordu. Dışa yönelik en önemli hamle başta Rusya olmak üzere oluşturulan ve 17 Eylül 2021 tarihi itibariyle 9 üyeye ulaşan Şangay Beşlisi (Şanghay İşbirliği Örgütü)’ydü. Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan, Pakistan, Hindistan ve İran’dan oluşan emperyalist oluşum NATO’nun karşısında bir güç olma iddiasını ete kemiğe büründürmüş oldu.

26 Nisan 1996’da Şanghay’da toplanan beş ülkenin “Sınır Bölgelerinde Askeri Güvenin Derinleştirilmesi Anlaşmasını” imzalamasıyla başlayan yolculukları, 2007 Bişkek Zirvesi’nde, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in “Tek kutuplu dünya kabul edilemez” söylemi ve NATO’ya karşı güçlü bir “birlik” olmak amacı, aynı NATO’nun söylemi gibi “terör, ayrılıkçılık ve aşırıcılıkla mücadele” görevi ile devam etmektedir. Dünya halkarının hiç bir çıkarı olmayan bu iki terör örgütü, sözüm ona dünyayı savaştan, terörden korumak, kalıcı barışı sağlamak için dünyayı parçalamaya, bölmeye ve paylaşmaya devam etmektedirler.

Bu iki kutup arasında devam eden egemenlik dalaşı, son günlerde Ukrayna işgali ile iyice ayyuka çıkmış oldu. Bir yanda Ukrayna’nın “bağımsızlığı” ve “özgürlüğü” için para, silah yardımında bulunan NATO, diğer yanda “silahlanmaya” ve “milliyetçiliğe” karşı duran ŞİÖ (Şangay İşbirliği Örgütü). Kazanan her durumda emperyalistler, kaybeden yine ve bir kez daha dünya halkları! Emperyalist savaş ve işgaller, yoksullaşma, fakirleşme koşullarında göç yollarına dökülen, dün Belarus-Polonya, Akdeniz’de hayatları son bulan mülteciler, bugün Melilla’da, ABD’de de tır kasalarında ölmeye devam ediyor. Emperyalistler sınırlarını korumanın verdiği “gururla” kolluk güçlerine teşekkür etmeye devam ediyorlar. Pazar paylaşımından dolayı bu katliamlara sebep olan emperyalistler, mültecilerin katledilmesi noktasında kusursuz bir ortaklık sergilemektedirler.

NATO Zirvesi Neyi Gösterdi?

28-30 Haziran tarihlerinde bir kez daha biraraya gelen  “NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi” NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg tarafından yapılan  “Bu zirve, Rusya ve Çin gibi otoriter ülkeler nedeniyle daha rekabet dolu ve tehlikeli bir hal alan ve uluslararası düzenin tehdit altında olduğu bir dünyada NATO’yu güçlendirmek için bir fırsat olacak. Gelecekteki güvenliğimiz için yeni NATO stratejik konseptini kabul edeceğiz. Savunma kapasitemizi daha büyük bir dinamizm ve kapasite artırımı ile güçlendireceğiz. Bu yeni güvenlik sorunlarına karşı gerekeni yapacak potansiyelimiz mevcuttur” konuşması ile başladı. Yaptığı konuşmada açık olarak, düşmana karşı savunma adı altında emperyalist saldırganlık, savaş ve işgallere devam edileceğini göstermiş oldu. İsveç ve Finlandiya’nın adaylık süreçleri, özellikle doğu ülkelerinde yeni askeri üsler ve birlikler yerleştirilmesi ve NATO’nun manevra kabiliyetinin yükseltilmesinin konuşulağı zirve ile kendisini yeniden organize eden ve hala “gerekli” olduğunu kanıtlayan bir terör şebekesi olan NATO’nun dünya halklarının başına bela olacağı yeni bir sürecin başlayacağı açıktır.

Sonuç bildirgesinde, “Enerji güvenliğimizi artıracağız, askeri kuvvetlerimiz için güvenilir enerji kaynakları sağlayacağız. Rusya’nın saldırganlığı karşısında Ukrayna’ya siyasal ve sahadaki desteğimizi artıracağız”  denilerek, ayrıca İsveç ve Finlandiya’nın “ittifağa” davet edildiği, NATO üyelerinin Ukrayna’ya kapsamlı destek paketini güçlendirme konusunda mutabık kaldığı açıklandı. En çok dikkat çeken ise Çin’e yönelik bildirgeye giren söylemler oldu. Ayrıca Rusya’nın Ukrayna işgali sonrası oluşturulan 40 bin kişilik NATO Mukabele Kuvvetinin güçlendirilmesi onaylandı. 300 bin kişilik bir kapasiteye bu gücün, “caydırıcılık ve savunma rolü” oynayacağı açıklanmıştı.

En son 2010 yılında güncellenen stratejik konseptinde Çin ve diğer bir ülke üzerinden tehlike belirlemesi yapmayan NATO, 2022 stratejik sonuç bildirgesinde Çin politikalarının NATO’nun çıkarlarına, güvenliğine ve değerlerine meydan okuduğunu belirtiyor. Stoltenberg, “Artık bir stratejik rekabet çağıyla karşı karşıyayız. Çin, nükleer silahlar da dahil olmak üzere kuvvetlerini önemli ölçüde artırıyor ve Tayvan da dahil olmak üzere komşularına zorbalık yapıyor. Çin bizim düşmanımız değil, ancak temsil ettiği ciddi zorluklar konusunda net olmalıyız” diyerek önümüzdeki süreçte dünya halkarının karşılaşacağı yeni bir sorunun da fitilini ateşlemiş oldu.

NATO’lu emperyalist güçlerin pazarı ŞİÖ’nün öncüsü ve bileşenlerine altın tepside sunmayacağı, bunu engellemek içinde gerekli “savunma” tedbirlerinin alınacağını hissettirmişde oldu. Stratejik sonuç metninde geçen şu cümle bu belirlememizi güçlendirecektir; “Çin Halk Cumhuriyeti’nin kötü niyetli hibrit ve siber operasyonları ve çatışmacı söylemi ve dezenformasyonu, müttefikleri hedef alıyor ve ittifakın güvenliğine zarar veriyor”.

Çin’in Tavrı Ne olacak?

Çin Dışişleri bakanlığı sözcüsü Zhao Lijian NATO’nun bu yaklaşımına hızla bir yanıt vererek,  “yeni bir soğuk savaş başlatmaya çalışmaktan” vazgeçmelerini söyledi. Devamında, “Avrupa’yı karıştırdıktan sonra Asya’yı ve dünyayı karıştırmaya çalışmayı bırakın” dedi ve NATO’ya “Yapmaları gereken şey, soğuk savaş zihniyetinden, sıfır toplamlı oyunlarından ve düşman yaratan şeyleri yapmaktan vazgeçmek” diyerek NATO’ya karşı pasif kalmayacaklarının altını çizdi.

NATO’nun Çin’i bu kadar hedef tahtasına oturtması anlaşılmayacak, tahmin edilmeyecek bir durum değildir. NATO’nun yeni üyelerle bir genişleme, etki alanını büyütme çabası içinde olduğu gizli bir şey değil. Özellikle Çin ve ittifakları (Ukrayna işgalinin Rusya tarafından meşrulaştırılmasının söylemlerinden biriside Ukrayna NATO üyelik süreciydi) bu yayılma/genişleme hamlelerine sessiz kalmayacaktır. Dışişleri bakanlığı sözcüsü Zhao Lijian bu konuda da, “NATO yeni alanlara ve bölgelere yönelen hamleler yapma ve bloklar arası cepheleşme yaratma arayışında. Dünya buna karşı uyanık olmalı ve bu girişimleri reddetmeli” diyerek kendi cephelerine güç toplama hamlesinde bulundu. Ukrayna’da yaşanan işgalin NATO’nun bu politikalarının bir sonucu olduğunun altını çizerek, bir mesajda vermiş oldu.

Rusya ve Çin NATO’nun bu genişleme çabalarına karşı ortak bir karşı duruş sergileyeceklerini geçtiğimiz Şubat ayında Putin’in Kış Olimpiyatları’nın açılışı için Pekin’e gittiği günlerde deklare etmişlerdi. Bu ziyaretin ardından yayınlanan ortak bildiride bu durum açıkca ele alınıyor ve bu politikadan vazgeçilmesi çağrısında bulunuluyordu.

NATO Zirvesi ve AB’nin Konumu

Zirve boyunca özellikle ABD tarafından tekrardan “savaşın içine” çekilen AB’li emperyalist güçler, sürecin sahibi oldukları algısına kendilerini epey kaptırmış görünüyorlardı. Öyle ki kendi aralarındaki tüm çelişkileri başka bir bahara ertelemeyi bile göze almışlardı. Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen “AB-NATO iş birliği, artan düzeyde birlikte çalışmadan askeri hareketliliğe kadar Avrupa’nın savunmasını güçlendirmeye devam etmek için çok önemli. Ukrayna’yı birlikte destekliyoruz” diyerek NATO ve AB’nin özellikle askeri alanda, savunma adı altında birlikte çalışacaklarını deklare etmiş oldu. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, “NATO ve AB, kendilerini Rusya’nın acımasız savaşına karşı savunmaya devam eden Ukraynalılarla birlikte. Yakın ortağımız Ukrayna’yı uzun vadede desteklemeye devam edeceğiz.” mesajını paylaşarak bu durumu onaylamış oldu.

Esasta “Sovyet tehlikesinin” ortadan kalkmasından sonra ABD için Avrupa’nın ve AB’nin öneminde görece bir azalma olmuştu. Bu durum AB’nin kendi ekonomik ve askeri birliği kurmasına, emperyalist pazar paylaşımında söz söyleme, güç olma isteğini doğurmuştu. ABD o dönemde Fransa ve Almanya tarafından kurulmak istenen orduya karşı, “AB’den ziyade NATO’nun Avrupa güvenliğinin temel taşı olduğu” vurgulanmıştır. ABD tarafından AB’de NATO’nun elini güçlendirecek yeni oluşumlar kurulmaya bile başlanmıştır.

Yazımızın başında değindimiz gibi NATO’nun varlığının sorgulanması süreci, yine NATO’nun gerekli olduğu teziyle çatışarak bu günkü somut durumu yaratmış ve NATO’yu tekrar diriltme sürecini başlatmıştır. AB’nin bu sürece katılması içinde ABD tarafından her yol denenmiş ve bir anlamda da başarıya ulaşmıştır. Hatta, NATO’nun Ukrayna’ya askeri ve ekonomik yardımlarının olduğu bu dönemde, Fransa basınında, adına 13. Ejderhalar Alayı denen Fransız ordusuna ait birliklerin Ukrayna topraklarında, NATO adına Rusya ile savaştığına dair görüntüler bile yayınlanmıştır.

 

Zirveden Türkiye Ne Kazandı?

Nato zirvesinin en önemli konu başlıklardan birisi olan İsveç ve Finlandiya’nın katılım meselesinde, Türkiye’nin “sermayesiz adama dükkân endişesi yoktur” tarzı politik yaklaşımı sözkonusuydu. Faşist TC cumhurbaşkanı Erdoğan,  keskin bir karşı koyuşun ardından, yaşanan gelişmeler ve pazarlıklarla beraber katılımlarına onay veren bir noktaya gelmiş oldu. Yıllardır “tutarsızlık” üzerine kurulu olan siyasal yaşamı açısından beklenen bir son olarak okunabilir.

Türkiye, Finlandiya ve İsveç arasında varılan üçlü memoranduma göre, “”Türkiye, Finlandiya ve İsveç; Türkiye’nin aralarında silah ihracatı ve terörle mücadelenin de olduğu kaygılarını gideren” bir “anlaşmaya” varmış oldular. Burjuva basına yansıyan şekliyle memorandum şunları içeriyor;

“-PKK ve uzantılarıyla mücadelede Türkiye’yle tam işbirliği.

-Terörizmin tüm biçim ve tezahürleriyle mücadelede Türkiye’yle dayanışma sergilenmesi.

-PYD/YPG ve FETÖ’ye destek sağlamama taahhüdü.

-Savunma sanayii alanında ambargo kısıtlamalara gidilmemesi, işbirliğinin artırılması.

-İsveç ve Finlandiya’nın terörizmle mücadele ve savunma sanayii konularındaki ulusal mevzuatlarını ve uygulamalarını tadil etme taahhüdü.

-Terörizm ve örgütlü suçlarla mücadele alanında istihbarat paylaşımına ilişkin yapılandırılmış işbirliği mekanizması tesisi.

-Terör suçlularının iadesi konusunda somut adımlar atılması ve ikili düzeyde ahdi düzenlemeler yapılması.

-PKK ve uzantılarının ve paravan örgütlerinin para toplama ve eleman devşirme faaliyetlerinin yasaklanması ve bunların soruşturulması.

-Türkiye’ye yönelik terör propagandasının engellenmesi.

-Finlandiya ve İsveç’in PESKO (AB Daimi Yapılandırılmış İşbirliği Süreci) dahil AB güvenlik mekanizmalarına en geniş şekilde katılımının desteklenmesi.

-Bu adımların uygulanmasını denetlemek üzere Adalet, İstihbarat ve Güvenlik kurumlarının katılımıyla Daimi Ortak Mekanizma kurulması”.

Buna göre Türkiye zirvede bu iki ülkenin üyeliği konusundaki engelini kaldırmış oldu. Ancak zirvenin hemen sonrasında Finlandiya ve İsveç taraflarından yapılan açıklamalarda durumun sanıldığı kadar kolay ve uygulanabilir olmadığı açığa çıktı. Finlandiya Dışişleri Bakanı Pekka Haavisto NATO zirvesinde gazetecilere yaptığı açıklamada,  Finlandiya’da “sınır dışı etmeye yönelik olarak açılan bir dava” olmadığını, “bu tür davaların Fin yasalarına göre ilerleyeceğinin” altını çizdi. İsveç Adalet Bakanı Morgan Johansson ise “İsveç’te bağımsız mahkemeler İsveç yasalarını uygular. İsveç vatandaşları iade edilmez. İsveç vatandaşı olmayan vatandaşlar ise başka ülkelerin talebi üzerine sadece İsveç yasaları ve Avrupa Sözleşmesi ile uyumlu olduğu taktirde iade edilebilirler” dedi.

Burada Türkiye’nin yeniden bir “dış politika zaferi” kazandığı söylenebilir! Ekonomisi ve bağımlılıklarıyla, girdiği tüm “pazarlıklarda” taviz veren, “kandırılan” taraf olmaktan öteye gidemeyen Faşist TC, bu meseleleri Erdoğan eli ve kendisine bağlı medya ile ülke kamuoyuna “zafer” olarak yedirmeye devam etmektedir. Dört kişilik bir ailenin yaşam maliyetinin 20 bin lira seviyelerine çıktığı, TL tarihin en değersiz dönemi yaşarken yüksek döviz kuru enflasyonu yukarı çekmeye devam ederken, üretici fiyatlarındaki artış durmadan sürerken, akaryakıt zamları günübirlik olmuşken NATO ve benzeri oluşumlarda “önemli bir figür” rolü oynamak sadece bir aymazlık halidir.

 

Sonuç Olarak

NATO zirvesinin hemen arefesinde düzenlenen G7 zirvesinin sonuç bildirgesine yansıyan Rusya’ya karşı yaptırım kararları, “Rusya’nın Ukrayna’ya yasadışı ve meşru gösterilemez saldırısını kınadığımızı yeniden vurguluyoruz” söylemi, daha geniş bir katılımla içine Çin tehditinide alan bir bildirge ile sonuçlanmış oldu.

Söylemler, alınan kararlar, yapılan pazarlıkların ezilen dünya halklarına karşı yeni bir saldırı furyasının başlayacağını gösterdiği kesindir. Anti-Emperyalist mücadele ertelenemez bir görevdir. Enternasyonal dayanışma ve birlikleri oluşturmak gereklilik değil bir zorunluluktur. Bulunduğumuz her alanda irili ufaklı demeden ortak mücadele olanaklarından faydalanmalı ve sürecin aktif bileşenleri olmalıyız.