Anasayfa , Haberler , KENDİNİ SORGULAMAK…- Hülya Onur

KENDİNİ SORGULAMAK…- Hülya Onur

”İnsan olmak bir sanattır.”

Erkekler de bir gün insan olmayı öğrenmek zorunda kaldıklarında,öteki temiz olmayan yanları da ortadan kalkacaktır…
.
‘Dört yanımız puşt zulası’ demiş ya şair;
sistemin ‘puşt’luğunu ilk gösterdiği ya da yansıttığı yine ‘insancıklar’ oluyor…
Başkasının üzüntüsüyle rahatlayan kötü insancıklar kümesi yaratmış adeta düzen…
Kültürel yozlaşma, kendine dolayısıyla emeğine yabancılaşma, sevgi merkezli değil maddiyat hedefli ‘dostluklar’, ilişkiler, çabuk unutulan emekler, dostluklarla takas yapılan günübirlik ‘arkadaşlıklar’…
Arayışlar…kayboluşlar…kimliğinden,kişiliğinden uzaklaşmalar…neyin iyi,neyin kötü olduğunun pek de umursanmadığı sosyallikten uzak ve sınıfına uzaklaşmalar.doldurulamayan boşluklar…doyumsuzluklar…hayatı ‘boşver’lere havale etmeler…boşverdikçe birbirine düşmeler…dedikodular…kırgınlıklar…kızgınlıklar…nefret ve öfkeler…birbirinin kuyusunu kazmalar…’küçük insanlar küçük işlerle uğraşırlar..’ misali, sistemin onca karşı durulması gereken kötülükleri ve saldırılarına karşı, büyük insanlar olmayı hedefe koymaktan uzak kalmalar…bir şekilde yaşanmasına rağmen, baskılara, sömürüye şiddete, katliamlara, hak ve özgürlüklere, emeğimize,kimliğimize, bedenimize, inancımıza yöneltilen şiddetler sarmalına karşı üç maymunları oynamalar…hayatı sadece yemek, içmek, mülk edinmek, eğlenmek olarak görmeler…arada bir iki ileri laf yapıp,ne kadar sağlam olduklarını özellikle içki masalarında dillendirenler….ve daha neler neler…farkında olarak ya da olmayarak bu düzenin bir çok yaptırımlarını kabullenmiş şekilde ya da itiraz haklarını kullanmayı düşünmeyerek,aslında düzenin çıkarlarına hizmet edenler…tüm bunları elinin tersiyle itip ve ama bizler için de, bedenlerini bedel olarak ödeyenleri ne kadar sahiplenici yaklaştığımızı sorgulama ihtiyacı duyuyor muyuz acaba?
O yapraklar,
O çocuklar,
O şarabi eşkiyalar….
bizim için, çocuklarımız ve daha güzel bir dünya için tohumlaşırlarken, kendimizi sorgulama gereğini kaçımız duyduk acaba? Çoğumuz beyhude yaşamlar sürerken, onlar, bu sisteme karşı kavganın en önünde giderlerken, küçük bir emek de benden sahiplenmesini ne kadar, ne düzeyde yaptığımızı sorgulamak gereği duyduk mu hiç? Kollektifçe, hep beraber, her yerde ve ortak bilinçle hareket edilememesinin nedenini kendimize de sorma cesaretini kaçımız gösterebildi acaba?
‘ Kızımın vücudundaki kurşun izlerini yüreğimde taşıyorum…’ diyen bir ananın feryadını kaçımız yüreğimizin derinlerinde hissederek, öfkemizi kollektif güce dönüştürme cesaretini gösterebildik? Ya bedeni çıplak teşhir edilen…yetmeyip,cansız bedenlerine işkence yapılan gencecik devrimci kadınlar ne kadar iz bıraktı bizde?…katledilen çocuklar,bebeler…yıkılan ocaklar,yakılan insanlar için neler yaptığını kaç kişi sorguladı? Ama gercekten…..??? İçi acıyor insanın….kızıyor da….kendine ve her şeye,duyarsız,örgütsüz kalmayı yeğleyen, örgütlü olup da kendini sorgulamayan herkese…. çok olup,az insanla yol almak…en çok da bu zoruna gidiyor insanın…birilerinin ‘Sınıf savaşı böyle….istediğimiz gibi olamıyoruz…sistem güçlü,biz azız….’ vb.şeyler söylediğini duyar gibi oluyor insan….doğru….sadece bu da değil,bir çok neden daha var ama günümüzde de iki yolun olduğu da açık…Ya sistemden yana olacaksın….ya da o sisteme karşı ciddi bir duruş alacaksın…orta yol yok…Ve böylesi durumlarda aklımıza şu söz gelmeli hep:
“Düşmanlarınızla oturup kalkan,sizin dostunuz olamaz…”
Düşmanla oturup kalkan……

Oysa; İSYAN OLUP TAŞMALI…SEL OLUP AKMALIYDIK…
Bir 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü daha karşılamaya hazırlandığımız bu süreçte, yine şiddet,yine tecavüz,savaş,işgalle, yani sınıf düşmanlarımızın çok yönlü saldırılarıyla karşı karşıyayız. O kadar çok canımız yandı, o kadar çok güzel insanın değişik şiddet türleriyle yaşam hakları ellerinden alındı ki…
İsimlerin üzerine her dokunduğumuzda
aynı acı, aynı öfke, aynı isyanı yaşıyoruz.
Katledilme şekilleri, nedenleri ve failleri belli olmasına
rağmen çoğunun elini kolunu sallayarak toplumun içine salındığını,
‘iyi’ hallerden,’tahrik’ nedeniyle, erkek yargı tarafından nasıl
salıverildiklerine tanık oldukça daha bir isyankarlaşıyoruz. Zulmü
erkek suretiyle ejderha olarak üzerimize salan bu lanet olası sistem,
başta tecavüz olmak üzere,her türlü şiddetini her fırsatta iğrençce yaşatarak
sesimizi kısmaya, hak ve özgürlüklerimizi kısıtlamaya,yarattığı ‘erk’eklik
egosu, kültürü, siyaseti ve ideolojisiyle kadını adeta eritmeye çalışıyor.
Beyni bacak arasında çalışan ve dolaşan bir ‘erk’ek prototipi yaratarak, kadını her zamankinden daha çok cinsel obje olarak göstererek ırkçı, faşist, şovenist, cinsiyetçi söylem, yasa, karar ve uygulamalarıyla, adeta biz kadınları soluk alamayacak hale getirmek istiyor. Bir korku dünyası yaratmaya ve bu korku dünyasını da kadının bedeni üzerinden kurmaya çalışıyor. Kıyafetine, nereye-kiminle- ne zaman gideceğine, kaç çocuk doğuracağına, doğurup-doğurmayacağına, dolayısıyla rahmini kullanıp-kullanmamasına, okumasına, kürtajına, sevgisine, aşkına, birlikteliğine, inancına, etnik kimliğine, cinsel kimlik ve yönelimine kadar karar verme hakkını kendinde gören sistem sahipleri, gelinen süreçte şiddetlerini daha da üst boyuta çıkarmıştır.
‘Ev kadının dünyası, dünya erkeğin evi’ söylemini, İslami kuralları uygulayarak her geçen gün hayata geçirmeye çalışan zihniyet, annesinin dizinden tahrik olabilecek erillerini yaratırken ,6 yaşındaki çocuklarla evlenilebileceğini dünyanın gözleri önünde söyleyebilecek kadar ileriye gitme cüreti göstermişlerdir. Çünkü bu onların fıtratında, inançlarının temelinde var. Doğru zayıf kalırsa, yanlış yaşam hakkını kolayca elde eder. Ve bu yanlış özellikle toplumda ikinci cins olarak görülen, ezilenlerin de ezileni konumunda olan kadını daha fazla vurur, vuruyor da. Daha Şengal’de kadınlara yaşatılanlar yüreğimizi kor gibi yakmaya devam ederken,kendi tanıdığımız, yaşadığımız, bildiğimiz coğrafyada yaşatılan katliamlar, kadınlara bir kez daha neler yapmamız gerektiği noktasında, ciddi görevlerimiz olduğunu göstermiştir.Tek bir çocuğumuza, bir tek kadınımıza ve hangi coğrafyada olursa olsun uygulanan şiddet, yaşam haklarının ellerinden alınması bizim yüreğimizde kor oluyorsa, bu koru örgütlü isyana dönüştürmesini de bilmemiz gerekiyor.Toplumun çizdiği sınırlar ve sistemin istediği kadın tiplemesine karşı duruş sergilemeyi ve bunu örgütlü yapmayı başarabildiğimiz oranda, bu erkek egemen sistemin bize yönelik şiddeti artarak büyüyemeyecektir. Kadına yönelik şiddet ve kadın kırımları ne yazık ki bu sistem devam ettiği müddetçe var olacaktır ama bizler de ‘Vardık,Varız,Var Olacağız!’ dirayeti ve inatçılığıyla, bu sistemin kadını olmayı reddetmeye devam etmeliyiz. İçte, dışta, erkeğe ve sisteme karşı kadın bilinci ve duruşunu,üretimden gelen örgütlü gücümüzle her gün daha büyüttüğümüzde, söyleyecek sözümüz, değiştirecek gücümüz de artacaktır. Ödediğimiz bedellerin, tecavüze uğrayıp- katledilen bedenlerimizin hesabını daha bilinçli ve kadın yüreğinden kadın yüreğine akarak sorabileceğiz. Katledilmişiz…Hem de..
Ne kadar çok katledilmişiz…!
Ve hala bu sistem katletmeye devam ediyor…
Daha fazla katledilmemek için, kendi davamızı kendimiz ve daha fazla sahiplenmemiz gerekiyor. Ne yazık ki kadın kırımlarına karşı gösterdiğimiz tepki, duyduğumuz politik öfke yeterli olmamaktadır. Bugün Avrupa’da da kadınlar sel olup,sokaklara akabilmeliydik..Erk’le ciddi muhasebesini yapan erkekler ilk sokaklara çıkanlar ‘Katletmek, kadına her türden şiddeti ugulamak erkeklikse,ben erkek değilim’ i haykırıp, erkekliğin mezarını kazmanın öncülü olabilmeliydiler. Fakat genel olarak bakıldığında, ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın..’ bakış açısı ne yazık ki ateşin düştüğü yeri yakması misali, dar alanlarda kalabiliyor. Özgecan’ da gösterdi bu kendini. Berlin’de bıçaklanıp-yakılarak katledilen Maria ‘da da yaşadık bu sahiplenememeyi, kadının birlikte gücünü gösterememeyi ..Çocuklarına her gün tecavüz edilen ülkemizin, bulunduğumuz ülkelerde minicik yüreklere hiç de az olmayan sayıda yaşatılan tecavüz vakalarında, o çocukları çocuklarımız gibi sarmalayıp, sahiplenemedik, yeri yerinden oynatamadık. Sokaklara çıktık ama isyan olup taşamadık,sel olup akamadık..

Diğer yandan, daha yakın zamanda, yanımızda, içimizde, çevremizde olan bir erk tarafından kaçırılarak katledilen Saray’ın bugün yaşamıyor olması içimize, içimizdeki erk’e karşı mücadelemizin de kaçınılmaz olduğunu göstermiyor mu? Çocuklarımızın yetiştirilmesinden tutalım da, karma kurum ve örgütlerdeki erk’ek sovenizmine karşı mücadelede tutarlı bir bakış açısı ve sosyal pratik sergilenmediği sürece, dışımızda aradığımız ya da zannettiğimiz şiddet, içte bizi kemirmeye devam edecektir.Dolaısıyla;
Siyasi ve politik olarak cinsiyetçi yaklaşım ve tutumlara karşı kadın bilinci eksenli ideolojik mücadele vermenin yanı sıra, kadına,çocuklara ve LBGTİ+ ‘lara yönelik her türlü şiddete karşı öz savunma hakkını da cesaretle kullanmak durumundayız. Toplumda yaygınlaştırılmış ve kanıksatılmış olduğu ‘Çeken çektiğiyle, ölen öldüğü ile kalır’ yanlışı bizim doğrumuz olamaz. Her şiddetin bir ödentisi olmak zorunda, hesabı kesilmek ve kadınların kızıl sopası erk’in cinsiyetçi, kadını kendine ait mal gibi gören ve istediği gibi kullanacağı aidiyatı kendinde bulan, bu sistemin kendine bahşettiği erk’eklik güvencelerine inatla sarılan ve arasına mesafe koyma derdi olmayan, hele de “hak verilmez alınır” doğrusunu kadının uzerinde kendi egemenliğini devam ettirme ‘hakkı’ gibi kullananlara karşı söyleyecek sözümüz yanında, uygulayacak pratiğimiz de olmak zorundadır.
Kapitalist-emperyalist düzenek ve feodal gerici çarkın, adına adalet denilen mekanizmalarının, ne kadar kadının lehine olduğunu biliyoruz. Erk’ek yargının biz kadınlara yönelik cinsiyetçi, erkeği güvence altına alan kararlarına bir çok taciz, tecavüz, katliam davalarında şahidiz. Dolayısıyla yasaların değiştirilmesi noktasında sistemi zorlayıcı güç olmaya mücadelemizle devam ederken, kadınların kendi kanunları, duruş ve tavırları, öz savunmayı sosyal pratikte kural ve ilke haline getirmeleri önemlidir. Yazıp, çizme, soyut tavır alma, değişik araçlarla teşhir etmenin bir çok şiddet olayında yetersiz olduğunu da görmek durumundayız. Sözle eylem, teoriyle pratik uyumu kadın çalışmalarımızın, kadın duruşumuzun can damarı olmak durumundadır.

Oysa kadın kurumları bazen aldıkları teşhir kararının dahi takipçileri olamamaktadır. Kadınların kadın örgütlerine güvenini de sarsan böylesi durumların götürüsü olduğunu da görmek durumundaız., Kadının kendini yalnız hissetmesinin, psikolojik travmalar yaşamasının ve en önemlisi her türlü şiddete karşı mücadelenin en önemli ayağı olan ‘kadının beyanı esastır’ ilkesini erkeğin lehine,’erkeğin beyanı esastır’ anlayışına hizmet eden yaklaşımlar doğrultusunda bilinçli ya da bilinçsiz ele alıp yaklaşmak, kadın kurumlarının yaklaşımı olmadığı gibi, bunları onarmak, kadının lehine tesis etmek görevi ve sorumluluğu dahilindedir.
Bunlara yönelik tutarlı bir yol alış aynı zaman da kadının gücünün birleşmesini, erkek egemen sistematiğe ve erkek şovenizmine karşı kadınların güçlü ve örgütlü çıkışını da beraberinde getirecektir.Kadının
“Erk’ektir ne yapsa yeridir” şeklinde küçümsenmesi, ikinci cins görülmesi yanlışına karşı, “Erk’ek, daha fazla şaşırma, kızıl sopayı taşıtma..” sinyalini çok yönlü vermek zorundayız.
Hep değiştirip dönüştürme, ‘sabır, güven, sadakat’ , emek vb.gibi erkekte aslında pek az bulunan toplumsal kalıplar kadınlardan istenir.

Bu toplumun bir adım önünde olan devrimci- sosyalist erkeklerde de özü itibarıyla fazla değişiklik göstermez. Sarılan arguman hep hazırdır: ”Geri bıraktırılmış ülkenin, kadın- erkek ilişkilerinde az ilerlemiş devrimcileriyiz. Değer yargılarını, üzerimizdeki feodaliteyi bir çırpıda atmak kolay olmuyor.” vs.vb. Kadın erkek ilişki ve çelişkilerinde de tüm alanlarda olduğu gibi, kendisine devrimci,sosyalist diyenlerin değişim-dönüşümü ciddi şekilde gerçekleştirmeleri gerektiğini, kadına yaklaşımlarında köklü değişim ve dönüşüme gitmek zorunda olduklarını es geçiyorlar.. Erk’ek kendini erklik ve erillikten kurtarmadığı sürece, kadına köstek , hak ve özgürlükleri önünde engel olmaya, bir şekilde şiddeti ugulamaya, dolayısıyla ‘düşmanla oturup kalkmaya’ devam edecek ama kendisi de hiç de az olmayan prangalarından kurtulamayacaktır. Sevgi, hayatı ortaklaştırma, özlemi duyulan güzel ve özgür yarınlara ulaşmanın da ertelenmesine neden olacaktır. Kadını özgür olmayan bir toplumun, özgür olamayacağını,dolayısıyla da kendilerinin özgürlüğünün de kadınların özgürlüğünden geçtiğini erkeklerin artık anlaması gerekmektedir.. Bizim özgür olmadığımız hiç bir yerde erk’ek özgür olamayacak. Erk’lik sarmalından kurtulmak ise erkeklerin kendi ellerindedir.
Hülya ONUR