Anasayfa , Haberler , Kapitalizmin Karanlığına Karşı, Sosyalizmin Aydınlığı -Savaş Demir

Kapitalizmin Karanlığına Karşı, Sosyalizmin Aydınlığı -Savaş Demir

Sosyalizm yaşatır, kapitalizm öldürür sözü bir gerçektir. Kanıtlanmış, bugüne bırakılan bir deneyimdir. Coronavirüs ile birlikte Sosyalizm ile Kapitalizm arasındaki en temel farkın nasılda ortaya çıktığını görmekteyiz. Sosyalizmden etkilenmiş demokratik bir Küba’da bile sağlığa verilen devasa önemin sonuçlarını gördüğümüz bu günlerin, SSCB’nin insanlık tarihine büyük katkısıdır ‚Ücretsiz sağlık sistemi‘.

Sosyalizmin aksine, merkezinde özel mülkiyetin durduğu kapitalizmin, insanın ve doğanın tahribatından öte bir anlam taşımadığını Coronavirüs salgını ile bunu net görmüş olduk. İnsanlığın özgür ve sağlıklı geleceği, doğanın korunması anlayışı ile oluşan bir sağlık sisteminin olmayışı, artı değerin merkezinde durduğu özel mülkiyetli sistemin bugün onbini aşan bulaşıcılığı ve binleri geçen ölümleri durduramayışının en önemli nedeni değil midir?

Sosyalizmde Sağlık Sisteminin gelişimi

Ekim devrimi ile birlikte insanlığın en önemli gelişmelerinden biri elbette sağlık alanında olmuştur. Dünyada ilk bağımsız Sağlık Bakanlığının 1917’de Sovyetlerde kurulması tesadüfi değildir. Lenin’in yakın arkadaşı Dr. Semashko‘nun ilk bakan olduğu Sağlık alanında koruyucu sağlık hizmeti anlayışı temel yaklaşımdı.   Çarlık döneminde birçok hastalıklar karşısında çaresiz kalan insanlık, Ekim devrimi ile birlikte ücretsiz sağlık hakkına kavuşması ve bu alanda devasa gelişmesiyle önemli bir kazanım elde etmiştir. Öyle ki Ekim Devriminin basıncıyla birlikte dünyada kapitalist devletlerde yasalarında benzer değişiklikler yapmak zorunda kalmışlardır. Avrupa’da ve birçok ülkede kısmi de olsa ‚sosyal bir hak‘ olarak sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkının var olmasını Ekim Devrimine borçludur. Elbette bugün bu hakkında giderek yok edildiği bir dönemde yaşadığımızı ve sonuçlarını bugünlerde insanlığın gündeminin birinci sırasını meşgul eden salgın hastalığından görmekteyiz.

Dr. Semashko, kendisini “Sosyal hijyenist” olarak tanımlar. ‚Sosyal hijyen‘ kavramı sosyolojinin biyoloji ile hibridleştirilmesiyle pozitivist bir sosyoloji yorumundan ortaya çıkmıştı. O dönemin yaygın analizlerinden biri olan ve Narodnikler arasında kabul gören sosyal hijyen anlayışı Sosyalizmdeki hekimlik anlayışına da yön vermekteydi.

Sonraki yıllarda hem Sovyet Sosyalizminde hem de başkaca sosyalizmden etkilenmiş ülkelerde Sağlık alanında önemli başarılar sağlanmış ve kısa bir zaman içerisinde büyük kapitalist devletleri aşan bir sağlık sistemi ortaya çıkmıştır.

Ekim Devriminden önce 26 bin olan doktor sayısının 1931 yılında 76 bin olması buna en önemli kanıttır. Bugün dahi Tıbbi Araştırma Merkezlerinin insanlık yararına yetersiz oluşu veya bu alanda faaliyet yürütmemesine karşın, özellikle 1912 Çarlık Rusya’sında tek bir Tıbbi Araştırma Kuruluğunun olmamasına karşın, 1931 yılında 106 tane olması bir başka gelişmedir.

Yine Tıp eğitim veren kuruluş sayısı 6’dan 34’e yükselmesi, Devrimden önce hiç hastanesi olmayan Tatar Cumhuriyetinde 1932 yılında 20 büyük hastanenin olması Sosyalizmin sağlığa, insana verdiği değeri açıklar.

Bu nedenler Bolşevikler, sağlık sorunlarının bir an önce çözümü için “Feldsher” denilen ortaöğrenimden sonra sağlık eğitimi görmüş yardımcı sağlık personeli yetiştirmeyi özel olarak örgütledi. Yine Çin devriminde de “çıplak ayaklı doktor”lar yetiştirerek yardımcı personel boşluğunu doldurmaya çalışmışlardır.

Sovyet Sosyalizminde, geleceğin hekiminin yaratılması önemli bir sorundu. Bolşevikler bu amaçla, 1924 yılında Tıp eğitimi ilkelerini yeniden tanımlayarak, insan ve doğanın merkezde durduğu, bilimsel eğitimi yeniden planlamış ve örgütlemiştir. Buna göre, hazırlık olarak biyoloji ve fizikokimyayı kapsayan ciddi bir temel bilimler eğitiminin verilmesi, Sosyal bilimlere yeterli düzeyde yer verilmesi, hastaların çalışma yaşamı ve yaşam biçimi göz önüne alınarak değerlendirilmesinin sağlanması, organizmanın çevreyle olan ilişkisinin çözümlenebilmesi için mutlaka gerekli olan materyalist düşüncenin özümsenmesi, hastalıklara yol açan mesleksel ve sosyal koşullara sadece tedavi açısından değil korunma için de önem verilmesi yönünde yeni bir sistem ve anlayışı geliştirildi.

Tıp eğitiminin toplumun genel yapısından ayrı ele alınmadığı bu bilimsel anlayışın kapitalist bir ülkede söz konusu olmadığını tanık olmaktayız. 1960’lara kadar SSCB’de Kaba ölümlerin dahi binde 6.9 olmasına karşın sonraki yıllarda bu oranın binde 10.8’e yükselmesinin sosyalist sistemden kapitalist sisteme dönüşünde aramak gerekir.

Sosyalizmde insanlık için yeniden planlanan sağlık sisteminin kapitalist toplumda bundan söz edilemediğini elbette bugün insanlığın içerisinde bulunduğu ve daha öncede benzerlerin olduğu salgın hastalıkların yarattığı kriz ile görmekteyiz.

Kapitalizm, eğitimden ulaşıma kadar temel gereksinimlere ulaşılamadığı, herşeyin parayla alınıp satıldığı bir sistemdir. Sağlıkta ücretsiz temel bir hak olmasına rağmen, parası olanın elde edebileceğiz bir alan dönüştüğü için, yılda binlerce, onbinlerce insan bu haktan mahrum kaldığından yaşamını kaybetmektedir. Bugün dünya çapında yayılan Coronavirüsün açığa çıkardığı en temel sorunlardan biri de sağlık alanındaki imkansızlıklardır. Yeterli düzeyde hekimden tüm sağlık personeline, temel sağlık malzemelerinden, hijyenik maddelerine, hastaneden acil bakım alanlarına kadar olmayışı hastalara müdahale yapılmayışı yada yeterli düzeyde yapılamayışını getirmiş, ve ölümlerin artmasına yol açmıştır.

Oysa ki, silahlanmaya ayrılan bütçe dünya çapında 2018 yılı verilerine göre 1.8 trilyon dolardır. ABD’nin başını çektiği ve aralarında bugün sağlık alanında salgın karşısında yeterli donanıma sahip olmamakla eleştirilen Fransa’dan Almanya’ya birçok ülkenin silahlanmaya değil de, sağlık alanına bütçe yapılmış olsaydı, bu ve benzeri hastalıklara müdahale daha etkili olur, kayıplar en aza inebilirdi.

Oysa ki, Tıbbi Araştırma merkezlerinden, hastanelere, sağlık malzemelerin üretiminden, personel sayısının arttırılmasına kadar birçok konuda bir gelişim elbette insanlığın karşılaşacağı olası sağlık sorunların önüne geçilebilecektir. Ancak eğitimde olduğu gibi sağlık alanında da özelleştirilmenin esas alınması ve birer ticaret alanı olarak görülmesi, bugünkü tabloyu ortaya çıkarmaktadır.

Kapitalizm koşullarında insanlığın bir geleceğinin olmadığını bir kez daha görmekteyiz. İnsanın ve doğanın tahribatı üzerinden varlığını sürdüren kapitalizme karşı mücadele etmek bu bakımdan daha fazla önemdedir. Bundan dolayı Ekim Devrimin yol göstericiliğine daha fazla ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde, Sosyalizmi savunmak güncel bir görevdir.

Açılım:

(1)Hibritleştirme: Birbirini tamamlayan nükleik asit dizilerinin belirli bir düzende yeniden eşleştirilmesi. Genetik olarak uzak popülasyonlardaki bireylerin hibrit oluiturması için çiftleştirilmesi.

(2)Çıplak Ayaklı Doktorlar : 1960’lı yıllar ile 1980’li yıllar arasında Çin’in kırsal kesimlerinde son derece faal olan sağlık personellerine“Çıplak ayaklı doktorlar” deniyordu. Resmi kadroda yer almayan bu sağlık çalışanlarının bir kısmı, büyüklerinden geleneksel tedavi yöntemleri öğrenmişti, diğer bir kısmı ise kısa süreli kursları bitiren ortaokul veya lise mezunlarıydı. Düzenli bir geliri olmayan bu doktorlar, geçimleri için çıplak ayakla tarlalarda da çalışmak zorunda oldukları için “çıplak ayaklı doktorlar” olarak adlandırılırdı.