Home , Manset , Kapitalizm, tüm canlılar için bir sağlık sorunudur!

Kapitalizm, tüm canlılar için bir sağlık sorunudur!

Haber Merkezi | 18.04.2020 | İnsanlık yeni bir tehditle karşı karşıya. Bir virüs salgınından bahsediliyor. Üstelik bu virüsün son derece “demokratik” olduğu iddia ediliyor.

Demokratiklikten kasıt elbette “zengin-yoksul ayrımı tanımamak” olarak açıklanıyor. Son bir ayda yaşadıklarımızın, ölümlerin, kaygıların kaynağı olarak bir virüs ortaya atılıyor. Bu virüsün adı koronavirüs! Bilimsel adıyla Covid-19.

En sonda söyleyeceğimizi başta söylersek emperyalist kapitalist sistem bizzat yarattığı türlü türlü felaketin yanı sıra kronik-virüs kaynaklı hastalıkların ve salgınların da kaynağıdır.

Çin’inWuhan kentinde 1 Aralık 2019 tarihinde ortaya çıktığı belirtilen Covid-19 salgını şu anki rakamlara göre yaklaşık 200 ülkeye yayılmış durumda. Dünya Sağlık Örgütü virüsü pandemi olarak duyurdu ve birçok ülke virüsün yayılmasını önlemek için sokağa çıkma yasağı da dahil bir dizi uygulamayı gündemine aldı.

Ancak önlemlere rağmen 4 Nisan tarihi itibarıyla dünya üzerinde toplam vaka sayısı 1.118.398; ölümlü vaka sayısı 59.224 ve tedavi edilen vaka sayısı da 229.250 olarak açıklandı.

Salgın sırasında yaşananlar, her ülkede özgün örnekleri barındırsa da özet olarak sağlık sistemlerinin çöküşünün hızlandırılmış bir hikayesi gibi. Uzun yıllardır neredeyse tüm dünyada uygulanan kamusal hizmetlerdeki kesinti ve özelleştirmenin yarattığı sonuçlar,salgın gibi özel dönemlerde daha büyük bir yıkımla gözler önüne seriliyor.

Covid-19 salgınının gösterdiği de sağlık sistemlerinin en gelişmiş kapitalist ülkelerde bile çökmüş olduğudur. Sağlıkta özelleştirme uygulamaları sonucu hastane ve personel sayısı azaltılmış, basit bir randevu işlemi dahi aylara varan sürelere yükselmiş, sağlık çalışanlarının iş yükü artırılmış, özel sağlık sigortası dayatılmış, sağlık emekçilerine dönük şiddet tırmandırılmış, örgütsüzlük dayatılmıştır.

Emperyalizminneo-liberal sağlık politikaları can alıyor!

Günümüzde dünyaya egemen olan neo-liberal sağlık politikaları, 1980’lerin başlarından itibaren IMF ve Dünya Bankası vb. kurumların “sağlıkta yapılanma” adı altında dayattığı paketlerle yaygınlaşmıştır.

Bu paketlerde özet olarak; sağlık hizmetleri özelleştirilmiş, sağlık sigortası vb. uygulamalarla kamusal sağlık “en temel hizmetlerle” sınırlandırılmış, bunların dışında kalan hizmetleri emekçilerin kendi ceplerinden karşılaması ve de devamında özel sağlık sigortası dayatılmıştır.

Kamusal sağlık hizmetinin başta özel hastaneler ve ilaç tekelleri olmak üzere kâra endekslenerek planlanması hastaların müşteri olmasına,müşterinin devamlılığının sağlanmasına ve onlara en pahalı ürünlerin satılarak en yüksek kârın elde edilmesine olanak sağlanmasına yol açmıştır.

Yukarıda sektördeki çöküşe değinirken “en gelişmiş emperyalist kapitalist ülkelerde bile” vurgusunu yapmıştık. ABD bu konuda öne çıkan örneklerden biridir. Sağlık sisteminin piyasalaştırılması sonucu ABD’de 30 milyona yakın kişi sağlık güvencesinden yoksun durumdadır.

Ve acil durumlarda dahi sağlık hizmeti alamamaktadır. Hatırlanırsa, Los Angeles kentinde, koronavirüs teşhisi konulan ama sigortası olmadığı için evine gönderilen 17 yaşındaki bir gencin hayatını kaybettiği haberi medyada yer bulmuştu.

Salgının yayılma hızı ve ölümler konusunda öne çıkan ülkelerden olan İtalya’da ise ölüm oranı Çin’in yaklaşık dört katıdır. Nüfusun%35’inin 65 yaş üstü olması, işçilerin yarısının saatte 11 Euro’dan daha az kazanması, asgari emeklilik yaşının 67’ye çıkartılması, 2019 yılında işsizlikten kaynaklı yaklaşık 120 bin kişiningöç etmesinin yanında sağlıktaki özelleştirmeler salgın karşısındaki tabloyu özetlemektedir.

Özellikle 2008 yılından bu yana “kemer sıkma” söylemi ile krizin faturası emekçilere kesilmeye çalışılırken özelleştirme politikaları hızından bir şey kaybetmeden devam etmiştir. Bianet’ten aldığımız verilere göre 1980’lerde İtalya’da 500.000 hastane yatağı vardı, bugün ise bu rakam 200.000.

Yani her 1.000 kişiye 3.2 hastane yatağı düşüyor. 1998’deki hastane sayısı 1.381 iken şu anda sadece 1.000. Yine 2009 ile 2018 yılları arasında sağlık harcamalarından 37 milyar Euroluk kesinti yapılmış; 2009 ile 2017 yılları arasında doktor ve hemşire kadrosu%6.2 azaltılmıştır.

Ülkede sağlık sistemi büyük ölçüde özelleştirilmiş durumdadır. Toplam sağlık sisteminin %51.80’i kamu hastanelerinden, %48.20’si ise kamusal hizmet veren ve daha sonra devlet tarafından onlara geri ödeme yapılan özel hastanelerden oluşmaktadır.

Covid-19 vakaları ve ölümlerin büyük çoğunluğunun yaşandığı Lombardiya bölgesi, uzun zamandır özel sağlık işletmelerinin “altın şehri” olarak kabul edilmektedir.

Salgın ile “mücadele”de sürü bağışıklığı sistemini uygulayan ülkelerden biri İngiltere’dir. Sürü bağışıklığı sistemi, hastalığın kontrollü bir şekilde yayılmasına izin verilerek toplumsal bağışıklığın kazanılması olarak özetlenebilir.İngiltere’de Covid-19 salgınından önce de sağlık alanındaki eşitsizlik, raporlara konu olmuş durumdadır.

Raporlar son on yılda ortalama yaşam süresinin yükselme hızının düşmesinin yanı sıra ölüm oranlarının yükseldiğine dikkat çekmektedir. 20. yüzyılın başlarından bu yana yaşam beklentisinde sürekli yükseliş gözlenirken, 2011’den itibaren bu durumun değişmeye başladığı, söz konusu artışın çarpıcı bir şekilde yavaşladığı görülmektedir.

Yoksullar içinse yavaşlamanın ötesinde, durma hatta dönem dönem düşme söz konusudur. Genel olarak bu durum kış aylarının daha soğuk geçmesine ve grip salgınlarına bağlansa da asıl sorun yoksullaşma ve sağlıkta neo-liberal kesinti politikalarıdır.

Hollanda’da sürü bağışıklığı sistemi uyguladığı için eleştirilen ülkeler arasındadır. Ülkede 16-22 Mart arasında yaşamını yitiren insan sayısı 3.575 kişidir. Ancak salgından kaynaklı ölenlerin sayısı ise 1.487 olarak açıklanmaktadır. Aile Hekimleri Birliği’nin yaptığı açıklama göre evlerinde ölen çok sayıda insana öncesinde ve sonrasında test yapılmadığı için bu kişiler salgın nedeni ile ölmüş olarak bile kaydedilmemektedir.

Hatta geçtiğimiz haftalarda yaşlılarla konuşulup hastalığa yakalanırlarsa yoğun bakım ve solunum cihazı istemeyecekleri konusunda bir tür taahhütname istenmiş durumdadır. Ayrıca hastanelere de yaşlıların “mümkün olduğunca” yoğun bakıma alınmaması uyarısı da yapılmıştır.

Bu bir bakıma yaşlılara “gidin evinizde ölün” demektir.“Toplumun sırtında yük”, “işe yaramaz”, “asalak”olarak görülen yaşlılar aslında virüsün değil sistemin hedefindedir ve her fırsatta ekonominin sırtından atılmaya çalışılmaktadırlar.

Neo-liberal politikalar sonucu dünyanın bütün ülkelerinde kamusal sağlık sistemleri baltalanmış, özelleştirilen sektör halk sağlığından koparılarak sermayenin yatırım alanı haline getirilmiştir.

Kamuya ait hastanelerin özel sektöre devri, devlet hastanelerinin boşaltılması, bütçede sağlığa ayrılan payın sürekli tırpanlanması, emekçilerin mücadele ile elde ettikleri kazanımların birer birer geri alınması, emeklilik yaşının yükseltilmesi, sağlık sektörünü ilaç sanayiinden tıbbi malzemeye, özel hastanelerden sağlık sigortasına kadar kâr getiren bir yatırım alanına dönüştürülmesi gibi uygulamalar tabloyu yavaş yavaş bugünlere kadar getirmiştir.

Kısacası özelleşmiş sağlık sistemleri birçok ülkede çökme tehlikesiyle karşı karşıyadır. ABD, İngiltere, Fransa gibi “en gelişmiş”oldukları iddia edilen ülkelerin dahi aslında ne kadar çürük oldukları açığa çıkmıştır.

Bir yandan sağlık personeli sıkıntısı yaşanmakta,diğer yandan yataklar ve yoğun bakım üniteleri dolmakta, solunum cihazlarının yetersizliği karşısında ya hastalar ölümü tercih etmekte ya da sağlık çalışanları hastalar arasında ayrım yapmaya zorlanmaktadır.

Spor salonları, fuar alanları, pazar yerleri vb. hastaneye çevrilmekte ancak bu da yetersiz kalmaktadır. Hastanelerde maske, eldiven, gözlük gibi tıbbi malzemeler bulamamakta; “süper güçlü”, “çok zengin” ve “demokrasinin beşiği”, “örnek” ülkeler birbirlerini maske çalmakla suçlarken yaşlı ve hastalar, yoksullar evlerinde, yaşlı bakım evlerinde kaderlerine terk edilmiş durumdadırlar.

Türkiye’de neo-liberal sağlık politikaları…

Türkiye’de neo-liberal sağlık politikaları 1980’li yıllardan itibaren hızla devreye sokulsa da tam gaz ilerleyişi AKP iktidarı döneminde olmuştur. 1980’den bu yana kademeli olarak Sağlık Bakanlığı’nın ve SSK’nın aşı ve ilaç üretimi durdurulmuş, alan tamamen ilaç tekellerinin sömürüsüne açılmıştır.

Sağlık Bakanlığı’na bağlı aşı üretim birimleri 1990’lı yıllarda kapatılırken SSK ilaç fabrikası da “zarar ettiği” iddiası ile 2005 yılında kapatılmıştır.

AKP iktidarı döneminde sağlıktaki özelleştirme politikası bir yandan yüzlerce özel hastanenin açılması-ve bunlar kamunun fonlarıyla beslenmesi-diğer yandan da mevcut kamu hastanelerinin birim birim özelleştirilmesi olarak devam etmektedir.

AKP’nin seçimleri kazandığı 2002 yılında, Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastane sayısı 774’tür. Aynı yıl özel hastane sayısı ise 271 iken bugün bu rakam 571’e yükselmiştir.Sağlık alanında özelleştirme anlamına gelen sağlıkta dönüşüm programının temelini aile hekimliği, genel sağlık sigortası ve sosyal güvenlik kurumlarının tek elde birleştirilmesi oluşturmuştur.

2002 yılında özel hastanelerin tüm hastanelerdeki payı %23 iken toplam yatak sayısındaki payı %8’dir. AKP iktidarları döneminde özelleştirmeye yönelik politikalar özel hastanelerin tüm hastanelerdeki payını %36’ya, yatak sayısındaki payını ise %21’e çıkarmıştır.

Yani sağlık kuruluşlarındaki her 100 yatağın 21.6’sı özel hastanelerin elindedir.

2018 yılında SGK tarafından üniversite hastanelerine 10.792.632 TL ödeme yaparken, Sağlık Bakanlığı hastanelerine 29.047.743 TL, özel hastanelere ise 9.426.962 TL ödeme gerçekleştirmiştir.

Yine 2018 yılında özel sağlık sigorta şirketleri 700.835 TL kâr elde etmiş, büyük kısmı özel sektör hastanelerine olmak üzere 3.968.742 TL ödeme gerçekleştirmiştir. Özel hastanelerin gelirlerinin büyük bir kısmını cepten harcamalar ve sağlık turizmi kapsamındaki gelirler oluşturmaktadır.

Bu rakamlara rağmen Özel Hastaneler Birliği tarafından yapılan açıklamada Covid-19 nedeniyle özel hastanelerin gelirlerinde yaşandığı iddia edilen %80’lik düşüşün devlet tarafından karşılanması talep edilmektedir.  Salgın nedeniyle gelirlerin sağlık turizmi başta olmak üzere görece aza inmesi özel hastanelerin telaşının nedenidir.

Seçim dönemindeki vaatlere dahi konu olan, Avrupa’nın en büyüğü olmakla övülen “şehir hastaneleri” ya da kamu hastanelerinin Covid-19 salgınında gösterdikleri performans durumu objektif bir şekilde gözler önüne sermektedir.

Bırakalım halk sağlığını kendi sağlık personelini korumak içinen basit malzemeleri bile sağlamaktan aciz bir tablo söz konusudur. Sağlık emekçileri maske, eldiven ve dezenfektana kendi imkanları ile ulaşmaya ya da hastane yönetimleri ve taşeron şirketlerle uğraşmak zorunda kalmaktadır.

Sağlıkta özelleştirmenin önemli bir ayağını da taşeronlaştırma oluşturmaktadır. Hastanelerin pek çok biriminde sadece temizlik ve yemek hizmetlerinde çalışan işçiler değil, bizzat doktor, hemşire, hastabakıcı, teknisyen, sekreter gibi doğrudan sağlık hizmeti veren işçiler de taşeron şirketlere bağlı çalışmaktadırlar.

RTE’nin açıkladığı ekonomik paketlerde ise önlemlerin neredeyse tamamı doğrudan doğruya şirketlerehitap etmekte; salgın ile mücadelenin bütün yükü emekçilerin sırtına yüklenmektedir.

Sorun Sistem Sorunudur!

Emperyalist kapitalist dünyada tüm canlıların sağlığı ve geleceği açısından ölümcül olan her şey sistemin sahipleri açısından yaşam kaynağıdır.

Dünya işçi sınıfının çok büyük bir bölümü uzun saatler boyunca sağlıksız koşullarda çalışmakta, ancak buna rağmen karnını bile doyuramamakta ya da zar zor doyurmaktadır. Milyonlarca insan balık istifi üst üste yığılarak yaşamaya zorlanmakta; bu durum bahane edilerek doğa giderek daha fazla yağmalanmakta; sağlıklı gıdaya ulaşım neredeyse imkansız hale gelmekte; yeni yerleşim alanları-madencilik ve endüstriyel tarım uğruna vahşi hayat en ücra yerlerine kadar talan edilmekte; yüz binlerce hayvanın yaşam hakkı ellerinden alınarak tutsak edilmekte-salgınların hedefi ve mağduru haline getirilerek katledilmektedir vb.

İşte tüm bunlar bize gerçek virüsü işaret etmektedir. Tüm canlıların yaşamını tehdit eden gerçek virüs, emperyalist kapitalist sistemin ta kendisidir.

Dünya halklarının Covid-19 gibi salgınlarına maruz kalması egemenleri sadece ekonomik kayba uğramaları bağlamında ilgilendirmektedir. Zira bir yandan tedbir alındığı iddia edilerek Çinliler, yarasalar, yaşlılar, göçmenler vb. günah keçisi ilan edilirken diğer yandan fabrikalarda milyonlarca işçi sağlıksız koşullarda çalıştırılmaya devam etmekte; salgının gerçek yayılımı açıklanmamakta, böylelikle vakaların bilinirliğinin önüne geçilmekte, neo-liberal politikalarla çökertilen sağlık sisteminin hasta yükünü kaldıramayacağı bilindiğinden hasta kitlesini mümkün olduğunca sınırlama yoluna gidilmekte; yaşlılar gözden çıkarılmakta; sürü bağışıklığı denilerek “ölen ölür kalan sağlar bizimdir” mantığı ile milyonlarca emekçi salgınla baş başa bırakılmakta; geçici işçiler kayıt dışı bırakılmakta-fazla mesai saatleri artırılmakta; oteller ve restoranlar, cafeler personellerini işten çıkarmakta; güvencesiz işçiler neredeyse tümden gelirlerini kaybetmektedirler.

Yani yaşamak zorunda bırakıldıklarımız koronavirüsten kaynaklı değildir. Emperyalist kapitalist sistemin aşırı kâr hırsı beraberinde ekolojik sistemin tahribatını getirmiş, gerçekte insanlığın ortaya çıkışından daha önce var olan virüsler bugün insanların varlığını tehdit eder hale gelmiştir.

Bunun esas nedeni emperyalist kapitalist sistem ve onun uygulamaya koyduğu politikalardır.

Özgür Gelecek