İSTANBUL | 11 – 09 – 2011 | Büyük sinemacı ve devrimci Yılmaz Güney 9 Eylül 1984’te Paris’te hayatını kaybetti. Yaşamı hapisler, sürgünler devrimci mücadelesi ve filmler ile geçti. Sadece karizmasıyla değil politik çizgisiyle sinema tarihinde önemli bir yer edindi.
Devlet, Yılmaz Güney’in 109 filmine el koyarak imha etti. Bazılarına göre bu sayı 105. 77 filmi hakkında hiçbir bilgi yok, kalan 28 film ise kötü koşullarda saklandığından ötürü artık izlenecek durumda değil. Sırrı Süreya Önder’e göre ‚Devlet Yılmaz Güney’in Kürt oluşunu asla sineye çekemedi‘ diyor.
Türkiye ve Kürt sinemasına ilham kaynağı olan Güney’in 35 yıl önce savunduğu ve söyledikleri bugün Türkiye’nin temel sorunları olarak duruyor.
Arkadaşları, eşi, filmlerle, şiirlerle, kavgalarla süren bir yaşamı şimdi anıyorlar. Fatoş Güney, Sırrı Süreyya Önder ve Tarık Akan ile Yılmaz Güney’i konuştuk.
FATOŞ GÜNEY: Tam 35 yıl önce Türkiye’den yırılmak zorunda kaldı. Hapis cezalarına çarptırıldı. Kürtlerin varlığının kabul edilmesini, Kürtlerin hak ve özgürlüklerinin verilmesini istiyordu. Yılmaz Güney bugün yaşasaydı dün olduğu gibi bugünde Kürt sorununun acilen çözümlenmesini isterdi. Çünkü hep ‘Türkiye demokrasisi Kürt halkının özgürlüğünden geçer’ derdi o nedenle ilk önce bu sorununu barışçıl bir şekilde çözümlenmesi gerekiyor.
Yılmaz Güney’in filmlerinin o kadar güncel ve evrensel ki, bugünkü Türkiye’nin durumuna da tercüman oluyor. Cezaevi gerçeğinin anlattığı ‘Duvar’ filmi hala kanayan bir yaradır. Tutuklu ve hükümlere yönelik işkenceleri hala devam ediyor. O sorunlara parmak basmıştır ama ne yazık ki, acı içinde “vatan haini” ilan edilerek sürgünde ölüme terk edilmiştir.
SIRRI SÜREYA ÖNDER: Sinema bir yana Yılmaz Güney’in bu toprakların yetiştirdiği en önemli devrimcilerdendir. Yaşadıklarına inanan ve inandığı gibi yaşayan güzel bir ağabeyimizdi. Türk sinemasında bir kırılma noktasıdır, bir köşe taşıdır. O nedenle Türkiye’de Yılmaz Güney’den önce ve sonra diye ayırabilinir. Özellikle Umut filminden sonra, Türk sinemasında hiçbir şey eski gibi olamamıştır.
Türkiye’deki egemenler filmleri arşivlediklerini söylüyorlar, ancak bir türlü TRT’de bu filimler gösterilmedi. Bunun nedeni devlet Yılmaz Güney’in her şeyini sineye çekebildi ancak Kürt oluşunu asla. Çünkü o siyasal bilinci taşıyan ve konunda ilk üretimleri yapan bir kişilikti. Onun için bugün kamuoyuna karşı gündemi kurtarmaya çalışsalar da kendi insanlarımızın filmlerini hala TRT’de göstermeye cesaret edemiyorlar. Şu unutulmasın ki, ne kadar engellenemeye çalışılsa da Yılmaz Güney’in kuşağından yetişecek yüzlerce sinemacı genç kuşak var.
TARIK AKAN: Yılmaz abi benim her şeyim. Dostum, arkadaşım, yoldaşım, hocam, ustam. Yılmaz abi gibi bir beyin taşıyorsan bu ülkede sanatçı, bilim adamı, araştırmacı, hukukçu, tıpçı olursun ancak seni bu ülkede yaşatmazlar. Yaşatmadılar da zaten. Yılmaz ağabeyinin yok olmasını da ben bu nedene bağlıyorum, çünkü Yılmaz ağabeyinin ölümü normal bir ölüm değildir. Bugün Yılmaz Güney yaşamış olsaydı bu ülke zaten alem eder kalem eder, artık arabasına mı bomba koyardı, evini mi yakardı, infaz mı edilirdi mutlaka onu yaşatmazdılar, bir çok insanı yaşatmadıkları gibi.
Bu ülkenin devletinin öyle bir acımasız ve aptal bir politikası var ki, bu politika 2011 yıllarına geldik ancak hala değişmedi. Bugün bakıyorum ki Yılmaz ağabeyi aleyhinde olan bazı düşünceler var, ve okuduğumda çok üzülüyorum. Onu eleştiren beyinler lütfen 1935-1940 yıllarında ki Nazım Hikmet’i düşünsünler. O dönemde Nazım’a neler yapıldıysa Yılmaz Güney’e de aynısını yaptılar.
Bir sanatçı politik düşüncesiyle yargılanmaz bu sanatçı edebiyatçı olabilir, ressam olabilir, müzisyen olabilir, sinemacı olabilir onu politikasına düşüncelerine katılırsın, katılmasın o başka ancak onu yargılayamasın. Onu zaten tarih gösterir ki nitekim tarih Yılmaz Güney’i haklı çıkartmıştır.
Yılmaz Güney o açıdan Türkiye’ye gelmiş bir Nazım Hikmet’tir. O dönem Nazım’ı komünist diye dışlayan bu ülke Yılmaz ağabeyi de dışlamıştır. Türkiye gerçek bir demokrasiyi yaşamadığı için, bunlar hepsi oluyor. Burada demokrasi filan yok. Hele şu anda hiç yok. Çünkü şu anda AKP hükümetiyle bir sivil faşizmi yaşanıyor. 12 Martların, 12 Eylül’lerin, ç ok daha büyüğünü, çok daha acısını yaşıyoruz bugün. Müthiş sistemli, programlı sivil faşizme götüren böyle bir idare tarzı ben 63 yaşındayım hala görmedim. Biz tabii ki geçmişte yaşatılanları kimler tarafından yapıldığını ama bunlar bir türlü deşifre olmadığı gibi, bugün daha da kötüye gidiyor. (ANF)