Anasayfa , Haberler , Covid-19 Salgını’nda İsveç Modeli veya Modelsizliği

Covid-19 Salgını’nda İsveç Modeli veya Modelsizliği

Yorum | 10.01.2021 | 20. yy. başlarında İsveç’te yoksulluk, açlık, konutsuzluk, işsizlik ve pislik gibi sorunlar halkın geneline yayılmıştı. Yetersiz sayıdaki konutlar ve maaşların kiralara yetmemesi birkaç ailenin küçük daireleri paylaşmasına, altyapının olmayışı, su, tuvalet ve elektrik gibi temel ihtiyaçların evlerde bulunmayışı ya da nadir bulunması beraberinde ciddi sorunlara neden oluyordu. Rusya’da gerçekleşen 1905 burjuva devrimi ve devamında gerçekleşen 1917 Ekim (Kasım) Devrimi ve 1922’de Sovyetler Birliği’nin kurulması İsveç’te de ciddi yankı uyandırdı. 1905-1935 arası İsveç isyanların ve ayaklanmaların, proleteryanın kendi öz gücünün önderliğinde yüzbinlerin katılımıyla halka umut, burjuvaziye ve monarşiye ise korku salıyordu. 1933’deki ekonomik krizin de neden olduğu tepki bunların üzerine gelince devrimci durum ciddi boyutlara ulaştı. Almanya’da başarısız olan devrimci ayaklanma, İsveç’te kraliyet ve taraftarları arasında ciddi korkulara fakat aynı zamanda da bir sevince neden oldu. Korkuları bu ayaklanmanın İsveç’e sıçrayıp başarıya ulaşmasından ileri gelirken, sevinçleri ise böylesi bir durumda hazırladıkları Almanya’ya kaçış planlarını uygulayabilecek olmalarıydı. Burjuvazi ve monarşinin içinde bulunduğu böylesine kaotik bir ortam- ve dönemde, daha sonra adını İsveç Komünist Partisi olarak değiştirecek olan İsveç Sosyaldemokrat Sol Partisi’nin sosyal alanda uygulamak istediği proğramı, henüz yeni reformistleşen İsveç Sosyaldemokrat Parti üzerinden uygulamaya koydu. 1930’lar, 1940 ve 1950’ler bu politikaların Sosyaldemokratlar tarafından uygulandığı yıllardı. Bu dönemde, halkevi, 8-saatlik işgünü, genel eşit seçme ve seçilme hakkı, uzlaşmacılık, yıllık ücretli izin ve emeklilikle ilgili çeşitli reformlar gerçekleşti. Monarşinin siyasi hükmü yasal olarak elinden alındı. 1950’lere gelindiğinde ise komünizmin önderliği ciddi anlamda zayıfladı, halk belli bir oranda daha sağlıklı, geçinilebilinir bir yaşama erişti, isyanlar ve ayaklanmalar Sosyaldemokrat Parti’nin çalıntı proğramıyla partiye sağlanan destekle eritildi. İşte böylesine bir süreçten çıkıp örnek olarak gösterilen, her zaman anlatılan, gururlanılan bu politikaya ”İsveç Modeli” dendi. Kimisi bu politikaya ”İsveç Sosyalizmi” diyebilecek kadar da kendini zorladı. İki kutuplu dünyada ”ne Kapitalizm ne Sosyalizm, yaşasın orta yolculuk” sloganını işlemiş olan İsveç burjuvazisi, her iki tarafla ekonomik ve siyasi ilişkilerini geliştirdi, ticaret yaptı. İçte ve dışta uyguladığı ortayolcu bu politika sayesinde 1933 ekonomik krizinden çıktı ve devrimci dalgayı da reformculuğun ardına sıkıştırdı.

20. yy’dan günümüze kadar ekonomik ve siyası alanda adından söz ettiren İsveç Modeli, bugün uluslarası alnda yayılan Covid-19 salgını nedeniyle sağlık alanında aynı adla tekrar dillendirilir oldu. Bu sefer sözü edilen İsveç Modeli, salgına karşı hükümetin uyguladığı politikayı içeriyor. Sürü psikolojisi anlayışını uygulamada ısrarcı olan ortakçı-anlaşmalı sosyaldemokrat hükümet, yoğun tepki ve eleştirilere, aynı zamanda hızla yayılan salgın nedeniyle önlemlerini sıklaştırmaya başladı. Alınan önlemlerin yetersiz olduğu görülüp hem içte hem dışta eleştiriler yoğunlaşınca yeni önlemler alınması üçüncü kez söz konusu oldu. Bu önlemlerin açıklanacağı ana yakın, İsveç kralı ülkenin salgın sürecini iyi geçiremediğini ifade etti. Bu duygusal-kişisel açıklamanın özünde yatan siyasi bir eleştiriydi ve hemen ardından önlemler sıklaştırıldı. Noel günlerinde alınan bu önlemlerin iki hafta geçtikten sonra tekrar gözden geçirildi ve yetersiz olduğu anlaşılınca dördüncü kez önlem alınması gündem oldu ve nihayet 8 Ocak Cumartesi gününde hükümet sözcüleri İsveç Başbakanı’nın öncülüğünde yeni önlemleri açıkladı. Bu önlemler, 10 Ocak – 30 Eylül arasında geçerli olacak. Bu önlem paketine göre, yani yasaya göre, bu süre boyunca lise ve üstü tüm okullar internet üzerinden eğitim verecek, spor salonları, müzeler, yüzme havuzları, tiyatrolar, sinemalar alışveriş merkezleri, lokanta ve restorantlara ve benzeri birçok alana ve işletmelere ise sınırlamalar sıklaştırıldı.

Hükümete yöneltilen eleştiri- ve tepkiler, İngiltere’de olduğu gibi tüm ülkenin kapatılması gerektiği yönünde birleşiyor. Burjuva politikası ve burjuva nüansını taşıyan bu türlü her söylem özünde burjuvazının, monarşinin ve bunların ortak çıkarlarını korumaktan başka bir anlam ifade etmiyor. Peki, İsveç neden sıkıyönetim, sokağa çıkma yasağı ve benzeri yöntemleri uygulayamıyor? Bunu cevaplayabilmek için tekrar 20. yy.’ın başlarına dönmemiz gerekiyor. Bu dönemde halkın ayaklanmalarda ve işçilerin en demokratik hak taleplerini içeren yürüyüşlerinde asker ve polis tarafından kurşunlanması, kralın savaş yanlısı ve tek adamcı açıklamaları, orta yolculuk gibi ve daha birçok nedenlerden ötürü İsveç’te sıkıyönetim, sokağa çıkma yasağı, olağanüstü hal gibi yöntemlerin iktidarda bulunan bir hükümet tarafından uygulanması yasaklandı. İnsanların en demokratik haklarını ve yaşam alanlarını engelleyeceğinden ötürü bu kararın uygulanabilmesi için özel bir süreçten geçilmesi kararlaştırıldı. Bu yöntemlerin işletilebilmesi için, iktidarda olan partinin parlamentoya bu uygulamalardan birini, hangisi olursa olsun, ya da hepsi için, bir talepte bulunması gerekiyor. Bu talebin parlamentodaki tüm partiler tarafından onaylanması, ardından hükümetin istifa etmesi, ülkenin tekrar seçime gitmesi, seçimden çıkan sonuca göre oluşturulan hükümetin parlamentoya bu talebi tekrar sunması, parlamentonun bu talebi onaylaması ve ardından ülkenin referanduma gitmesi, halkın da referandumda destekler oy kullanması gerekiyor.

İşte günümüzde sıkça tekrarlanır olan, bazen tutulan bazen eleştirilen salgındaki İsveç Modeli örneği, aslında bir modelsizlik, çaresizlik, yönetmedeki başarısızlık ve işlevsizlikten kaynaklanıyor. Paraya odaklı orta yolcu omurgasız bir düzenin, her alanda ve de insanlarda içselleştirdiği bu tip, burjuvazinin yararına oluşturulmuş halka karşı bir model olarak değerlendirilmeli.