Almanya’da 2021 yılında SPD, Yeşiller ve FDP ile kurulan üçlü koalisyon hükümetinde yaşanan ve hemen hemen her konuda krize dönüşen görüş ayrılıkları, maliye bakanı Lindner’in (FDP) görevden alınması ile hükümetin düşmesine yol açtı. Başbakan Scholz’un merkez “solcu” Sosyal Demokrat Partisi, “çevreci” Yeşiller ve liberal FDP’nin 2021’de koalisyon hükümeti kurmasından sonra, her parti kendi seçim vaatleri üzerine bütçe yapmayı planlamıştı. Sosyal bir yönetim anlayışı ve vaadiyle kazandıkları seçimi Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile birlikte, tüm vaatleri rafa kaldırarak bir savaş hükümetine dönüşmüşlerdi.
Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte, gıda ve enerji fiyatlarında büyük bir artış yaşandı. Savaşa ayrılan bütçeler ve ek vergiler sebebiyle halk daha fazla yoksullaştı. Sosyal haklar tırpanlanmaya, işten çıkarmalar artmaya, yeni işe alımlar durdurulmaya başlandı. Ayrıca 1,5 milyon Ukraynalı mülteciyi ülkeye almanın mali yükü altına girdi. Rusya-Ukrayna savaşında Ukrayna’dan yana açık bir tavır belirleyen hükümet, fonlardaki yüz milyarlarca Euro’yu Ukrayna’ya aktardı. Bu savaş ekonomisinin ağır yükü halkın omuzlarına yüklendi. Almanya, üst üste iki yıldır ekonomik büyüme gerçekleştiremedi.
Scholz ve Yeşil ortakları, krize çarenin daha fazla kamu borcu alabilme olduğunu söylüyordu. Ancak serbest piyasacı FDP buna şiddetle karşı çıkıyordu. Lindner ise bunun yerine, sosyal yardım bütçesini keserek ve çevre hedeflerini öteleyerek fonlanacak vergi kesintileriyle ekonomiyi büyütmek istiyordu. Ama aynı zamanda varlık vergisine, sanayiciye ve işverenlere vergi indirimi istiyordu. Böylesiyle iki klik arasındaki kriz gittikçe artmaktaydı. Özellikle Almanya Araba sanayisinin ve hissedarların temsilcisi olan FDP savaş ve militarizme ayırdıkları bütçenin tüm yükünü halka kesmek istiyordu.
Maliye Bakanı Christian Lindner ve Başbakan Olaf Scholz’un bir süredir anlaşamadığı biliniyordu. Görevden almaya gelene kadar birçok konuda bir çok kez anlaşmazlığa düşülmüş ancak bugüne kadar süregelmişti. Geçtiğimiz günlerde koalisyon ortaklarının son yaptığı toplantıda Scholz anayasa ile belirlenmiş olan borç frenleme maddesini askıya almasını ve kamu borçlanmasının önünü açmasının talebi karsısında, Lidner’den tekrar olumsuz cevap alması sonucunda Scholz, bir çok konuda ters düştüğü hükümet ortağı Maliye bakanı Lindner’i görevden aldı. Bu görevden alma sonucunda hükümet çoğunluğunu yitirdi. Yeşiller Partili Ekonomi Bakanı Robert Habeck, partisinin hükümette kalacağını ve bakanlarının görevlerine devam edeceğini söyledi.
Hükümeti azınlık hükümeti durumuna düşüren bu görevden almanın zamanlaması, ABD secim sonuçlarının hemen ardından yapılması bir tesadüf olarak görülmemeli.
ABD seçimlerinde Almanya, Demokratların adayı Harris‘i desteklemişti. Seçimi Trump‘ın kazanmasıyla ilişkilerin bozulacağını öngören Almanya, seçim sonuçlarının hemen ardından bütçe planlamasında yeni bir borçlanmaya karşı çıkan maliye bakanını görevden alarak Trump ve yönetimi ile aralarını düzeltmeye hazır olduklarına dair bir mesaj vermek istediği de söylenebilir. Zira bütçede yeni borçlanma kısıtlaması, ABD‘nin de baskısıyla Ukrayna savaşına büyük destek sağlayan Almanya’nın savaşa desteğini zora sokacaktı. Harris’i desteklemiş olan Almanya, Trump‘ın seçilmesiyle birlikte ilişkilerin bozulacağı endişesiyle seçim akşamı maliye bakanını görevden alması, ABD‘ye dolayısıyla Trump’a “(seninle) sizinle işbirliği içinde olacağız ve Ukrayna savaşına desteğimizi sürdüreceğiz” mesajı olarak da görülebilir. Ayrıca Ortadoğu’daki emperyalist güç dengeleri açısından, Almanya’nın daha rekabetçi ve radikal bir ekonomi politkasına ihtiyaç duymasına yol açmıştır. Ortadoğu’daki pazar alanlarını ABD’ye kaptırmamak için yeni hamlelere ihtiyaç duyulmakta. Almanya hükümeti açısında bu anlamıyla Harris, daha ılımlı bir isim olarak önce çıkmıştı.
Scholz, parlamentoda 15 Ocak’ta bir güven oylaması yapılacağını duyurdu. Milletvekilleri hükümeti düşürürse, ülke planlandığı gibi Eylül 2025’te değil, büyük olasılıkla Mart 2025’te erken seçime gidebilir. Cumhurbaşkanı Steienmeier erken secim açıklamaya hazır olsa da, yasa gereği önce güvenoyu için parlamentoya sorulması gerekiyor, güvenoyu alamazsa (ki öyle görünüyor) en geç erken secim ilan edilen günden itibaren 81 gün içerisinde seçim yapılmak zorunda.
Üçlü koalisyon uzun zamandır halkın desteğini kaybetmişti. Bugün Lidner’in görevden alınmasıyla büyük bir sevinç yaşansa da, yeni bir seçimde de bundan daha iyi bir yönetim çıkmayacağının farkında mi bilinmez? Küresel dinamikler açısından baktığımızda, emperyalist-kapitalist sitem içerisinde ülke yönetimleri bağımsız bir yönetim anlayışını benimsemesi ve uygulaması söz konusu değildir. Gelişen rekabet, yeni pazar arayışları, harici dinamiklerin etkisi dışında politikalar geliştirmesi mümkün değildir. Dolayısıyla halk için, seçilecek yeni hükümetin de çok anlam ifade etmeyeceği aşikârdır.
Anketlerde Hristiyan Demokratlar önde görünürken, ırkçı Almanya için Alternatif Partisi (AfD) ikinci sırada görünüyor. Irkçı parti, faşist AfD’nin ve sağın giderek güçlenmesi, Alman tekelci sermayesinin mevcut savaş konsepti planına uygun olarak ilerliyor. Önceki seçimlerde, AfD eş başkanı Weidel’in ilk defa “Federal seçimlerde başbakan adayı çıkarabiliriz” demesi gidişatın bu noktaya geleceğini gösteriyordu.
Önümüzdeki dönem göçmen karşıtlığı siyasetinin körüklenerek artacağı söylenebilir. Oy potansiyelini göçmen düşmanlığı üzerine kuran ırkçı ve sağ partiler her krizde faturayı göçmenlere kesiyor. Bu, kendilerine, toplumun bir bölümü içerisinde karşılık bulunca, gelecek dönem secimler için oldukça iyi bir zemin hazırladı. Faşist AfD’nin bu söylemlerinin toplumda karşılık bulması, merkez partilerinin de oylarını arttırabilmesi için AfD’den rol çalarak, söylem ve politikalarını şoven bir noktaya çektiğini söyleyebiliriz.
Önümüzdeki süreci nasıl karşılamalıyız?
Önümüzdeki dönemin başta işçi sınıfı olmak üzere, zor geçeceğini soyluyorduk. Dünya genelinde devam eden bölgesel savaşlar, yeni bir emperyalist paylaşım savaşına dönüşebilir. Emperyalist- kapitalist sistemler politikalarını militaristleştirmeye başladığında, bütçelerini buna göre ayarladığında, yasalarını buna göre şekillendirdiğinde savaş yakındır demektir. Genel olarak işçi ve emekçiler açısından ve özelinde biz göçmenler ve mülteciler açısından daha zorlu bir süreç bekliyor. Almanya bugünden itibaren seçim sürecine girmiştir. Irkçı, faşist partilerin daha saldırgan ve radikal bir sürece girdiğimizi söyleyebiliriz. Alman devletinin savaş politikalarını sahiplenecek ve savaş koşullarına uygun bir kitleye ihtiyaç duymaktadır. Yani ‘savaşa hazır’ bir toplum isteniyor. Bunu ancak milliyetçi, ırkçı, şoven bir kitleyle başarabilir. Ve yine biz göçmenler hedef gösterilerek, iktidar olma siyaseti Almanya gündemini oluşturacaktır.
Biz göçmenler açısından bu zorlu süreci ancak ve ancak örgütlü gücümüzle karşılayabiliriz. Bugün Almanya’daki mevcut siyasi partilerin, göçmenler ve mültecilerin demokratik talepleri doğrultusundaki politikaları yoktur! Dolayısıyla Almanya siyasetinde ve krizin baş sorumluluğunda olan biz göçmenlerin ve mültecilerin kendi hak ve özgürlüklerini demokratik talepler mücadelesine taşıyacak göçmenlerin ortak örgütlenmesine ihtiyaç gün ve gün kendini daha da hissettirmektedir. Önümüzdeki süreçte buna ilişkin daha somut adımların atılması ve tartışmaların yürütülmesi önemlidir. Bu eksende en geniş bir şekilde anti-faşist ve anti-emperyalist birliklerin oluşumu ve başta göçmenler olmak üzere, işçi ve emekçilerle birleşmenin ve daha ısrarlı bir çabanın içerisinde olmamız gerekiyor. Çatı örgütümüz ATİK’in “Emperyalize Ve Faşizme Karşı Ayağa Kalk Geleceği Kazan!” kampanyası bu açıdan büyük bir fırsattır. Geleceğimizi kazanmak ve kara bulutların ardından güneşi karşılamak istiyorsak, örgütlenmekten başka bir çaremiz yoktur!
ATİF – Almanya Türkiyeli İşçiler Federasyonu