FRANSA | 29 – 08 – 2010 | İkiyüzlü burjuva demokrasileriyle övünen emperyalist Avrupa ülkelerinin tümünde yabancı düşmanlığı ve ırkçılık tehlikeli bir boyut kazanmış bulunuyor. Farklı dönemlerde, farklı ülkelerde ve farklı vesilelerle politik gündemin önemli konusu haline gelen yabancı düşmanlığı ve ırkçılık, emperyalist Avrupa’nın ortak politikalarından biridir. Avrupa ülkelerinin tümünde yükselişe geçen yabancı düşmanlığı ve güvenlik adına peş peşe çıkarılan yasalar bu saldırıların son örnekleridir.
Bugünlerde Fransız burjuvazisinin Sarkozy eliyle Roman göçmenlere karşı başlattığı operasyon, ırkçılığı bu kez de Fransa üzerinden Avrupa’nın gündemine oturtmuş bulunuyor. Sarkozy’nin ard arda yaptığı açıklamalar ve uygulamaya koyduğu politikalar ülke içinde ve Avrupa’da büyük yankı uyandırdı. Avrupa ülkeleri ve Avrupa Parlamentosu Sarkozy hükümetinin Roman göçmenleri üzerinden gündeme getirdiği ırkçı saldırıyı ve yabancı düşmanı yasaları tartışıyor. Sarkozy’nin Roman göçmenleri ülkeden kovma saldırısı Avrupa’da yaşayan Romanların ortak kaderi olabileceği korkusuna yol açmış bulunuyor. Bunun, Avrupa ülkelerinin ortak tutumuna dönüşüp, genelleşebileceği tartışılıyor.
Roman göçmenlerin karşı karşıya kaldığı insanlık dışı saldırılar, Fransa’yla da sınırlı değil. Fransa’nın ardından İtalya da aynı politikayı gündemine almış bulunuyor. İtalya İçişleri Bakanı Roberto Maroni “Kabul edilebilir koşullarda yaşamayan Bulgaristan ve Romanya vatandaşı Romanların sınır dışı olabilmesi için AB’den onay isteyeceklerini” açıkladı. 6 Eylül’de gerçekleştirilecek olan AB İçişleri Bakanları Toplantısı’ndan onay çıkarsa Doğu Avrupalı Romanlar İtalya’dan da sınır dışı edilecek. Fransa Avrupa İlişkilerinden Sorumlu Devlet Bakanı Pierré Lelouche da yakın bir zamanda gerçekleşen AB Dışişleri Bakanları toplantısında muhataplarına benzer bir çağrıda bulunmuştu.
Her dönem büyük acılar çekmiş Romanlar bugün de, her yerde dıştalanıp aşağılanarak ırkçılığın hedefi oluyor, derin bir yoksulluğun pençesinde kıvranarak, sağlık, eğitim ve barınma gibi temel insan haklarınan mahrum koşullarda yaşamlarını sürdürmeye mahkum ediliyorlar. Avrupa insan hakları kuruluşları, liberal ve hümanist çevreler, sol partiler, kimi köşe yazarları ve politikacılar Fransa’da yaşanan utanç tablosunu haklı olarak Hitler’in Yahudilere yaptıklarıyla özdeşleştiriyor.
Acımasız ve ırkçı olan kapitalizmdir
Roman göçmenlere yapılan saldırı ve sınır dışı etme manzaraları, kapitalizmin acımasızlığının tablosudur. Bu acımasızlık tablosu sadece sınır dışı etme manzaralarında değil, aynı zamanda belediyelerin geçici konaklama arazileri gösterdiği yerlerde derme çatma barakalarda, yoksulluk içinde ve her tür imkandan yoksun yaşayan Roman göçmenlerin genel yaşamlarından da yansımaktadır.
Fransa yasaları, göçer ailelere konaklama arazileri gösterilmesini ve çocukların okula gitmesi ve sosyal yardımlardan yararlanması için önlem alınmasını zorunlu kılmasına rağmen bu imkanlar Romanlara tanınmıyor. Yokluk ve yoksulluk içinde yaşayan, aşağılanıp horlanan Romanlar şimdi de Cumhurbaşkanı’nın “Rom kamplarının kaçakçılık ve fahişelik kaynağı olduğu ve kamplarda yaşayan çocukların da dilenci olarak kullanıldığı“ iddiaları eşliğinde aşağılama ve onur kırıcı davranışlarla Fransa’dan sınır dışı ediliyorlar.
Yakın zamanda bir Roman’ın polis tarafından öldürülmesini protesto eden Romanlara polisin saldırması sonucu çıkan çatışmaların Saint Aignan’dan Grenoble’a yayılmasıyla, ırkçı saldırılara yeni bir boyut kazandırıldı.
Bu saldırının ön hazırlığını Avrupa İlişkilerinden Sorumlu Devlet Bakanı Pierré Lelouche aylar önce hazırlamıştı. Bu zat, Roman kamplarının bir suç yuvası olduğuna işaret etmiş ve “Bir cemaati damgalamamak adına, sorun karşısında gözlerimizi kapayamayız“ diye buyurmuştu. Sarkozy’nin genellikle netameli işlerde kullandığı iddia edilen Bakan Lelouche’un “suç kamplarına” ilişkin “acil önlemleri” hemen devreye sokuldu.
Bunun ilk uygulaması iki gün içinde 216 Roman’ın ceplerine biraz “gönüllü dönüş” parası konularak Bükreş’e yollanması oldu. İçişleri Bakanı, bu yılın başından beri benzer koşullarda 25. kez Fransa’dan Romanya ve Bulgaristan’a uçak kalktığını belirtti. İki hafta içinde Fransa’da 40’tan fazla Roman kampı kolluk güçleri tarafından yıkıldı. İçişleri Bakanı varolan 600 Roman kampının önümüzdeki ay içinde yıkılacağını ilan etti. Bu arada 2009’da düzenlenen 44 uçuşla 10 bin Romanya ve Bulgaristan vatandaşının ülkelerine geri gönderildiği de tekrar hatırlatılmış oldu.
Sonuç; modern Avrupa’nın göbeğinde sergilenen kapitalizmin insanlık dışı utanç tablosu…
İç politikanın kirli malzemesi: Irkçılık
Üç yıl önceki seçim kampanyasında yabancı karşıtı ırkçı söylemleriyle kitle desteği kazanan Sarkozy, seçimlere iki yıl kala yine ırkçı söylemleri öne çıkarmakla Le Pen’in partisiyle yarışıyor. Hem hakkındaki skandallarla hem de inişe geçen kitle desteğiyle Sarkozy, bir kez daha yabancı düşmanı propagandaya ve ırkçı uygulamalara hız kazandırmış ve şimdilik Romanları hedef tahtasına oturtmuş bulunuyor. Roman kamplarını suç yuvası olarak tanıtan “Kaçakçılık ve fahişelik kaynağı olduğunu ve kamplarda yaşayan çocukların da dilenci olarak kullanıldığını“ propaganda eden Sarkozy, Romanları Fransa’nın güvenliğini tehdit eden göçmenler olarak gösteriyor.
Romanlar üzerinden sadece yabancı düşmanı dalgayı yükseltip yabancı düşmanı yasalar çıkarmakla da kalmıyor, tam da bu yolla demokratik hak ve özgürlüklere de saldırıyor. Yeni düzenlemelerle polis ve jandarma öldüren Fransız vatandaşlarının vatandaşlık haklarının alınacağı ilan edildi. Böylece göçmenler için farklı bir vatandaşlık politikası uygulamakla kalınmayacak, aynı zamanda kolluk kuvvetlerine dokunulmazlık da kazandırılmış olacak.
Etnik bir kimliğin doğrudan suçla ve ahlaksızlıkla özdeş gösterilmesi, bunu kazanılmış demokratik hakların gasp edilmesine vesile edilmesi, kapitalizmin kirliliği ve ahlaksızlığıdır. Sarkozy’nin Davos zirvesinde önerdigi “adil ve insancıl kapitalizm” bu olsa gerek.
İşçilerin ve emekçilerin birliği, ırkçılığın panzehiridir!
Emperyalist burjuvazinin kışkırtma ve açık desteğiyle yabancı düşmanlığının körüklenmesi ve ırkçı-faşist hareketin gelişmesi, işçi sınıfının sosyal kazanımlarına yönelik genel saldırıyla birlikte yeni bir boyut kazandı. Saldırı paketleriyle Avrupa’da da sosyal haklar budandı, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin çalışma ve yaşam koşulları belirgin bir şekilde kötüleşti, işsizlik ve yoksulluk derinleşti. Bu saldırıları burjuvazinin kışkırtma ve açık desteğiyle yabancı düşmanlığının güçlenmesi ve ırkçı-faşist hareketin yükselişi izledi. Bu gelişmelerle “sosyal devlet”in ve “refah toplumları”nın sonu ilan edilmiş oldu.
Kapitalist dünya ekonomisinin yıllardır içinde kıvrandığı büyük bunalımla birlikte işçi ve emekçilerin bütün kazanımlarına karşı sistematik büyük bir saldırı dalgası başlatıldı. İşsizlik bugün milyonların korkulu rüyasıdır. Yoksulluk derinleşip yaygınlaştı, sosyal haklar kuşa çevrildi, demokratik hak ve özgürlükler adım adım budandı. Sosyal ve toplumsal sorunlar ağırlaştı. Tam da bu ortam içinde yabancılar, sorunların kaynağı olarak gösterilip güvenliği tehdit eden bir unsur olarak sunuldu. Neredeyse yıllık olarak çıkarılan “yabancılar yasaları”yla ve alınan sert önlemlerle yabancılar saldırı hedefi haline getirildi. Yabancı düşmanlığı ve ırkçılık kışkırtılarak faşist hareketin yükselmesinin yolu açıldı. Irkçılık ve neo-faşist hareket bugün Avrupa ülkelerinin tümünde toplumu tehdit eden açık bir olgudur.
Yabancı düşmanlığını ve ırkçılığı geriletmek ancak onun kaynağı olan kapitalizme karşı mücadeleyle mümkün olacaktır. Çeşitli uluslardan işçi ve emekçilerin içerisinde bulundukları sömürü sistemine karşı birleşik başkaldırısı, şovenizm zehrine karşı geliştirilebilecek en etkili panzehirdir.(Kızıl Bayrak)
]]>
MURAT ÇAKIR | 06 – 03 – 2010 | Belçika polisinin Perşembe sabahı ROJ TV ve KNK başta olmak üzere Belçika’daki Kürt kurumları ve şahıslarına karşı gerçekleştirdiği operasyon, açık bir hukuksuzluk olmasının yanı sıra bir dizi soruyu da beraberinde getirmekte.
1996’da MED TV’ye karşı benzer gerekçelerle yapılan saldırının sonradan hiç bir hukuksal gerekçesinin olmadığı ortaya çıkmasına rağmen, neden şimdi aynı nedenlerle bu operasyon gerçekleştirildi?
Belçika savcılığının uzun süren hazırlıklardan sonra başlattığı operasyonda »anti-terör-polisleri« sadece ROJ TV stüdyolarına ve KNK’ye değil, evlere ve BDP-Avrupa Temsilciliği’ne de baskın düzenlediler. Peki, bu operasyonla kime, kim tarafından ve hangi amaçla, hangi sinyal veriliyor? Kürt gazetecilerin, politikacılarının ve şahsiyetlerinin »terörist« zannıyla gözaltına alınmalarıyla amaçlanan nedir? Kürtlerin bilinçli olarak kriminalize edilmesinin ardında hangi politik hesaplar yatmaktadır?
Bu yazıyı kaleme aldığım saatlerde, henüz olay hakkında yayılan kısa bilgilerden fazlasına ulaşamamıştım. Ancak, gerek savcılık açıklamasının, gerekse de medyada verilecek olan haberlerin yayımlanmasını beklemeden olay hakkındaki şahsi hükmümü vermiş durumdayım: operasyon, politik bir karardır ve Çekirdek Avrupa, yeni bir »Filistin Olayına« dönüşme potansiyelini taşıyan Kürt Sorunu’nda taraf olduğunu açık olarak ilân ederek, yangına körükle gitmekte olduğunu göstermektedir. Operasyon Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye planının bir parçası olarak değerlendirilmelidir.
AB ve AB’nin asıl karar vericileri olan Çekirdek Avrupa egemenleri, emperyalist çıkarları uğruna kendi koydukları demokratik (!) kurallara kendilerinin uymadıklarını bir kez daha kanıtlamışlardır. Bu bağlamda Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nın mimarlarından Robert Cooper’in, »kendi aramızda karşılık güven ve kooperasyon içerisinde yasalara uyarız, ama ormanda orman yasalarını uygulamalıyız« sözü bu operasyonla ayrı bir anlam kazanmıştır.
Cooper’in söyledikleri ile bağlantılı olarak son operasyon, »orman yasalarının« bundan itibaren Avrupa sınırları içerisinde de uygulanacağı anlamına gelmektedir. Dış politikasını giderek daha da militaristleştiren AB, artık iç politikasını da emperyalist emellere göre şekillendirmekten ve demokratik hukuk devleti esasını, egemen azınlığın çıkarları uğruna izafîleştirmekten, ayaklar altına almaktan geri kalmayacağını alenen ilân etmiştir.
Belçika Federal Savcısı Lieve Pellens, Kürt kurumlarına yönelik girişimin »uluslararası terörizme karşı mücadele« kapsamında gerçekleştirildiğini söylerken, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, »Belçika’nın, uluslararası terörizme karşı mücadelede bütün ulusların sorumlu olduğunu gördüğünü ve sorumluluğunu yerine getirdiğini« belirterek, operasyonları selamladığını açıkladı. »Bozacının şahidi, şıracıdır« deyişinde olduğu gibi, sözde »terörle mücadele« konusunda egemenler küresel çapta aynı safta olduklarını gösteriyorlar. Aksini beklemek, naiflik olurdu doğrusu.
Operasyonu kısaca değerlendirirsek, varacağımız sonuçlar şunlar olacaktır: Birincisi, Çekirdek Avrupa gerçek yüzünü göstermiştir. Bu adımla, insan hakları, demokratikleşme ve barışçıl çözüm konularında yöneltilmiş olan tüm eleştirilerin takıyye; enerji nakil hatlarını korumakla görevlendirilen ve bölgede emperyalizmin jandarmalığı rolüne öngörülen Türkiye’nin neoliberal ve militarist biçimlendirilmesinin esas olduğu ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin AB’ne yakınlaştırılma süreci, AB’nin jeostratejik, jeoekonomik ve jeopolitik çıkarları temelinde ve bu bağlamda görülmelidir.
İkincisi, Kürt Sorunu’nunda üstü kapalı olarak taraf olan AB, bu adımla inkarcı ve imhacı devlet siyasetini açıkça desteklemektedir. Bugüne kadar kendi sınırları içerisinde yaşayan Kürtlere en temel hak ve özgürlükleri tanımamakta ısrar eden AB egemenleri, Kürt Özgürlük Hareketini »terbiye etmek« ve kontrol altına almak için yaptırım siyasetini sertleştirerek sürdürecekleri sinyalini vermektedirler.
Üçüncüsü, bu operasyon ve AB’nin Kürtlere yönelik politikaları, AB’nin neoliberal ve militarist dönüşümü, demokratik ve sosyal hakların kısıtlanması ve »Kale Politikası« temelinde baskıcı ve ayırımcı bir göç rejiminin etabile edilmesi bağlamında görülmelidir. Genelde göçmenlere, özelde Kürt kökenli göçmenlere yönelik uygulamalar, daha önceleri olduğu gibi, çoğunluk toplumunun haklarının kısıtlanmasına giden yolun başlangıcıdır.
Avrupa’da yaşayan Kürtler, örgütlenme ve haberleşme haklarına yönelik bu saldırıyı yanıtsız bırakmayacaklarını bugünlerde gösteriyorlar. Ancak protestoların salt Belçika hükümetine yöneltilmesi, yeterli olmayacaktır. Protestolar, AB’nin gerçek yüzünü ortaya çıkartmayı hedeflemelidirler.
Bu bağlamda Avrupa demokratik kamuoyuna düşen görev de, Kürtlerle »dayanışma« değil, Kürtler üzerinden kendi haklarına yapılan saldırıya karşı çıkmak, Batı Avrupa demokrasilerinin sütunları olan temel hak ve özgürlüklerin korunmasını ve herkes için eşit olarak kullanılmasını sağlamak için harekete geçmektir. Avrupa’daki demokrasi güçlerinin, sosyal hareketlerin ve Avrupa Solu’nun inandırıcılığı, AB’nin yeni Kürt politikası karşısında alacakları tutum ile ölçülecektir.
]]>