NEİN ZUR GENTRİFİZİERUNG – KENTSEL YAĞMAYA HAYIR!
Bilindiği gibi, başta geri bıraktırılmış ülkeler olmak üzere, dünyanın birçok bölgesinde uygulanan kapitalist rant-yağma politikaları, Avrupanın büyük şehirlerinde de daha değişik “kurnaz” yöntemlerle sürdürülmektedir. Bu kapitalist yağma politikalarının yaşandığı alanlardan biri de, başta göçmenler olmak üzere, emekçi halkın yoğunlukla yaşadığı yaşam alanlarıdır.
Avrupanın birçok büyük şehrinde olduğu gibi, İsviçre`nin tamamında, ama özelikle de Zürich alanında, halkın barınma ihtiyaçları gözardı edilerek uygulamaya konulan “kentsel dönüşüm=kentsel yağma” politikaları, özellikle şehir merkezi ve merkeze yakın alanlarda yaşam mücadelesi veren emekçilerin korkulu rüyası haline gelmiştir.Bu bağlamda, özellikle son yıllarda şehir merkezinde yaşayan dar gelirli insanlar, kentsel dönüşümle birlikte kiraların fahiş bir şekilde artmasından dolayı, yaşadıkları bölgeleri terk edip şehir dışına sistemli bir şekilde sürülmüşlerdir. Ve bu göç dalgası adım adım devam etmektedir. Bununla birlikte, son birkaç ayda Zürich’te Türkiyeli göçmenlerin işlettiği bakkal-marketlerin kira kontratları uzatılmayarak çıkış verilmektedir. Bu yaşanan olayların arkasında, pazarı elinde bulunduran parmakla sayılabilecek kadar az olan tekelleşmiş immobilienfirmen(emlak firmaları) ve bunların arkasındaki İsviçrenin en büyük bankaları olan UBS ve Credit Suisse’e bağlı olan Fondgesellschaftları bulunmaktadır.

Bu bağlamda kentsel yağmaya karşı yaşadımız alanları savunmak, kapitalizmin kentsel dönüşüm adı altında sürdürmüş olduğu yağma politikalarına geçit vermemek amaçlı, başta Zürich olmak üzere İsviçrenin birçok bölgesinde, devrimci-demokratik yerel ve göçmen kurumlar tarafından etkinlikler düzenlenmektedir.
Bunlardan bir tanesi de, Kentsel Yıkıma Hayır – “Nein zur Gentrifizierung” sloganı adı altında Zürich’deki yerel kurumlar tarafından 23 Nisan Cumartesi günü düzenlenen sokak etkinliği olmuştur. Biz de İTİF’e bağlı çalışmalarını sürdüren Zürich Gençlik ve Kültür Evi aktivistleri olarak, bu sokak etkinliğinde yerimizi aldık. Sokak etkinliğinin yeri, kira kontratına son verilen bir Türkiyeli esnafın marketinin bulunduğu sokak olarak önceden belirlenmiştir. Havanın oldukça soğuk ve yağmurlu olmasından kaynaklı katılımın beklenenden az olması ve hazırlanan programın kısa konuşmalar tarzında hızlandırılması çok da garipsenecek bir durum değildi. Etkinliği düzenleyen İsviçreli kurumların adına çok kısa bir konuşma yapıldıktan sonra, söz hakkı Yeşiller partisinden belediye meclis üyesi başka bir arkadaşa verilmiştir. Ve sonrasında Zürich Gençlik ve Kültür Evi adına hazırlanan bildiriyi bir arkadaşımız okudu. Diğer kurumların konuşmalarından farklı olarak, kapitalizmin vahşice yaşam alanlarımıza saldırmasına değinen ve buna karşı birlikde mücadelenin önemine vurgu yapan arkadaşımızın konuşması kitle tarafından coşkuyla karşılanmıştır. Kısa süre önce bu konu ile ilgili düzenlediğimiz panel ve benzeri çalışmalarda bir ortak çalışma ruhu yarattığımız kurum temsilcileriyle yapılan konuşma ve sohbetin ardından etkinliğe son verilmiştir.

AHM-İsviçre
]]>
ALMANYA | 01 – 03 – 2011 | T.C Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Düsseldorf’ta yaptığı konuşmada, Almanya’da doğup büyüyen Türk çocukları için ‘önce Türkçeyi öğrenmeliler’ sözleri Alman basınından tartışmalara yol açtı.
Erdoğan’ın seçim kampanyası için Almanya’da bulunduğunu yazan Süddeutsche Zeitung,’Ne kadar güzel! Birdenbire herkes Almanya’da büyüyen Türk çocuklarıyla ilgileniyor. Erdoğan önce iyi Türkçe öğrenmelerini, Hıristiyan Birlik Partileri ve liberaller ise önce kusursuz Almanca konuşmalarını istiyor. Peki niye ikisini birden konuşmasınlar ki’ ifadelerine yer verdi.
‘Asimilasyonun ne olduğunu en iyi Türkiye deki Kürtler bilir’
Süddeutsche Zitung’da yer alan ‘Bundan provoke olabilecek birileri varsa, o da asimilasyonun ne olduğunu iyi bilen Türkiye’deki Kürtlerdir. Erdoğan’a bu sözleri Ankara’da ve Diyarbakır’da hatırlatılsa, Almanya’daki politikacılar da Türk çocuklarının dil eğitimiyle bu kadar yakından ilgilenmeye devam etseler keşke’ sözleri ise tartışmalara farklı bir boyut kazandırdı.
‘Tezatlar Ülkesi Türkiye’
‘Türkiye bir tezatlar ülkesi olmayı sürdürüyor. Bir yanda gözü Batı’dayken, diğer yanda İslam’ın muhafazakar değerlerini savunuyor, ama aynı zamanda dış politikasında neo-Osmanlıcı büyük güç hayallerine sarılıyor. Erdoğan’ın Türkiye’si giderek kendi yolunu izliyor.’ cümlelerine yer veren Mitteldeutsche Zeitung ise, Türkiye’nin bölgedeki büyük güç olma rolüne soyunduğunu ve artık Avrupa karşısında çekinmediğini belirtti.
‘Erdoğan Libya’daki Türklere vaadettiği korumayı Almanya’daki Türler’e de vaadediyor.’
‘Erdoğan Almanya’da yaşayan Türkleri koruma vaadinde bulunuyor, aynı Libya’daki vatandaşlarına yaptığı gibi. Bu karşılaştırma yersiz. Kuzey Afrika’da çatışmalar yaşanıyor ve Türk işçiler tahliye ediliyor. Bunu Erdoğan biliyor. Nesiller boyu Almanya’da yaşayan aileler, kendileri adına konuşabilecek erginliğe sahipler.’ Sözlerine yer veren Westfalen-Blatt ise, Erdoğanın Almanyadaki Türkleri Libyadan tahliye ettiği Türklerle karşılaştırmasını eleştirdi.
Cem Özdemir: ‘ANKARA ÖNCE KENDİ SORUNLARINI ÇÖZSÜN’
Alman Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Cem Özdemir, Erdoğan’ın, Almanya’nın Düsseldorf kentinde Türklere hitaben yaptığı konuşmadaki, ‘Çocuklarımız Almanca öğrensin, ama önce Türkçeyi öğrenmek zorundalar’ şeklindeki ifadeyi eleştirdi.
‘Anadil eğitimi ebeveyn ile çocuk arasında bir eğitimdir. Nasıl önce ‚Almanca iyi öğrenilmeli‘ şeklindeki açıklamalara karşıysam, ‚Önce Türkçe öğrenilmeli‘ yönündeki açıklamalara da karşıyım. Anne ve babanın anadillerinden hangisi iyiyse önce çocuğa o dilin eğitimi verilmeli. Anadil eğitimine ne başbakan, ne de şansölye (Almanya Başbakanı) karışmalı. Bu tür bir anlayış, faydadan çok zarar getirir. Hangi dil iyi konuşuluyorsa, çocuk önce o dili öğrenmeli.’
Türkiye’nin öncelikle kendi sorunlarını çözmesini isteyen Özdemir, şöyle konuştu: ‘Başbakan, yine daha önceki konuşmalarına benzer konuşma yaptı. Anlamıyorum, Almanya’ya gelirken danışmanları tarafından hiç mi hazırlık yapılmıyor, Almanya’nın hassasiyeti dile getirilmiyor. Gündemi takip eden hiç kimse yok mu çevresinde. Eğer Başbakan, ‚Ne şansölyenin, ne de benim hedefim asimilasyondur, ortak hedefimiz uyumdur‘ deseydi hiç kimse aldırmayacaktı. Ancak tek yönlü konuşma yapınca saldırıya maruz kalmaktadır. Başbakanın her Almanya ziyaretinden sonra kendisine aynı eleştiriler yöneltilmekte. Öyle bir duruma geldik ki artık, bu tartışmalar uyum konusunu birkaç ay geriye atacak. Her ziyaretinden sonra savunma pozisyonuna geçmek zorunda kalıyoruz. Özellikle Almanya’daki sağ kesim bunu koz olarak kullanıyor.
]]>