Haber Merkezi | 24.04.2020 | Irkçılık ve Polis Şiddetinin Tetiklediği ABD’nin Gezi İsyanı!
„Toplumu kutuplaştırarak, sürekli bir gerilim yaratmak böylece tüm sorunların gerçek nedeni olan sistemi aklayarak iktidarını sürdürmek, Trump’un temel yaklaşımı olarak öne çıkıyor“
ABD’de 26 Mayıs günü beyaz bir polisin, George Floyd isimli siyahiyi herkesin gözü önünde katletmesiyle polis şiddeti ve ırkçılığa karşı başlayan isyan, iki haftayı geride bıraktı.
ABD’nin Gezi İsyanı olarak da nitelenebilecek direniş, ABD’nin onlarca şehrinde, yüzbinlerce insanın katıldığı eylemlere ev sahipliği yaparken, eylemler dünyanın pek çok ülkesine de yayılmış durumda. George Floyd’un öldürülmesine yönelik tepki ve eylemler sürer, direniş gerek ABD’de gerekse de dünyada tartışılırken, ABD polisi bir siyahiyi daha katletti.
ABD’nin Atlanta eyaletinde, 13 Haziran günü bir hamburger zinciri olan Wendys şubesi önünde gerçekleşen olayda, arabasında uyuyakalan 27 yaşındaki siyah Amerikalı Rayshard Brooks, polisin şok tabancasını alıp kaçmaya çalıştığı sırada polis tarafında sırtından vuruldu, kaldırıldığı hastanede de yaşamını yitirdi.
George Floyd’un öldürülmesinde rol alan polislerden biri kefaletle serbest bırakılmış, katil polisin cezalandırılması için mücadele edenlerin talepleri karşılanmamışken yaşanan bu yeni cinayet, isyanın üzerine adeta benzin döktü.
Rayshard Brooks’in öldürülmesine tepki gösteren kitleler, cinayetin işlendiği Wendy’s şubesini ateşe verdi, kentin ana arterlerinden Interstate-75 otoyolunu trafiğe kapattı. Gelişen direnişten ve tepkilerin daha fazla büyümesinden duyulan endişeyle Brooks’u vuran polis Garrett Rolfe’nin görevine son verildi, ikinci polis Devin Bronsan da zorunlu izne çıkardı. Atlanta polis müdürü Erika Shields da tepkiler karşısında istifa etti.
Yaşanan bu cinayetle birlikte ABD’de polis şiddeti, katliamları ve ırkçılık, bir kez daha tepkilerin odağına oturdu. ABD’yi sarsan ve dünyanın ezilenleri tarafından büyük bir sempati ve ilgiyle takip edilen, çok sayıda ülkede ve kentteki kitlesel eylemlerle dayanışmanın gösterildiği isyanı tetikleyen tabloya kısaca bir göz atmak faydalı olacaktır.
ABD’de Covid-19 Pandemisinin Hızlandırdığı Yıkım
George Floyd’un katledilmesi, ABD’de Covid-19 salgını boyunca iyice derinleşen yoksulluk, işsizlik ve sefalet karşısında büyüyen hoşnutsuzluğun fitilini de ateşlemiş oldu.
Salgınla birlikte milyonlarca emekçi işsiz kaldı, bir o kadar göçmen salgınla birlikte daha düşük ücretle ve kayıtsız çalışmak zorunda bırakıldı. Öne çıkan iki örnek seçmek gerekirse, Los Angeles ve Kaliforniya milyonlarca dolar değerindeki villalarıyla ekranları süslese de, sokaklar salgının ilk aylarından itibaren kirasını ödeyemeyince sokağa atılan binlerce insanla doldu. Los Angeles’te 2019’da yaklaşık 41 bin insan evsizken, yüzde 13,6’lık artışla sayı, iki aylık bir süreçte yaklaşık 67 bini buldu. Kaliforniya genelinde ise tahminlere göre 150 binden fazla evsiz bulunuyor.
Covid-19 pandemisi sebebiyle can kaybına baktığımızda da siyahların, göçmenlerin ve yoksulların ilk sırda olduğunu görüyoruz. Pandemi nedeniyle işini ilk kaybedenler arasında siyahlar yer alıyor.
İstihdam piyasası hareketlenince en son iş bulanlar da yine siyahlar oluyor. Siyahlar nüfusun yüzde 13’ünü oluşturmasına rağmen pandemi nedeniyle hayatını kaybedenlerin yüzde 23’ü siyah. Elbette bunda siyahların yoksulluk sebebiyle kötü beslenmeden kaynaklı kronik rahatsızlıklara beyazlardan daha fazla yakalanmasında etkisi var.
Ayrıca virüse maruz kalma ihtimali olan işlerde çalışan siyahların oranı beyazlardan fazla. Yine ABD’de, sağlığın bir hak olarak görülmemesi ve sağlık hizmetlerinin kâr amaçlı başlıca sektörlerden biri olması da hastalığın daha çok siyahlarda ve diğer azınlık gruplarda daha fazla görülmesine sebep olmakta.
Özetle; başta siyah ve göçmenler olmak üzere ülkenin yaklaşık yarısı yoksulluk sınırında veya bu seviyeye yakın şartlarda yaşıyor. Sağlığa ulaşım çalışanlar için her geçen gün daha da zor hatta imkânsız bir hal alıyor.
Eylemlerde; eğitime, sağlıksız beslenmeye, temiz suya ulaşımın zorlaşmasına, insanca yaşamaya yetecek asgari düzeyde bir ücret sağlayacak iş imkânlarının azalmasına, giderek artan borçlanma ve salgından yoksulların en ağır şekilde etkilenmesine yönelik tepkiyi görmek mümkün. Covid-19 pandemisi sırasında ekonomik sıkıntıları azaltmak amacıyla Trump tarafından hazırlanan 4 trilyon dolarlık teşvik programından, en çok istifade edenler tıpkı ülkemizde olduğu gibi elbette şirketler oldu. Başka bir deyişle teşvik adeta zengini daha zengin yapmak için kaynak transferi amacıyla kullanıldı.
Floyd’un katledilmesinin ardından sokaklara dökülen pek çok eylemci için ülkedeki gerçek yağma da aslında bu! Bahsini ettiğimiz sosyolojik gerçeğin sağlamasını eylemlere katılanların profilinde de görmek mümkün.
The New York Times’ın(https://www.nytimes.com/2020/06/12/us/george-floyd-white-protesters.html/ One Big Difference About George Floyd Protests: Many White Faces) yaptığı bir araştırmaya göre, Minneapolis’te başlayan ve Washington’da Beyaz Saray’ın önüne kadar uzanan eylemlere katılanlar çoğunlukla gençlerden, beyaz yakalılardan ve eğitim düzeyi yüksek kişilerden oluşuyor.
Bu, ABD’de ekonomik krizin yarattığı tahribatı da gözler önüne seren bir gerçek. Verilere göre, New York’ta düzenlenen eylemlere katılanların yüzde 61’i, Washington’daki gösterilere katılanların yüzde 65’i; Los Angeles eylemlerine katılanların ise 53’ü beyazlardan oluşuyor.
Yine bu araştırmaya göre, eylemlere katılanların en az dörtte üçü 34 yaşın altında. Beyaz eylemcilerin yüzde 82’sinin, siyah protestocuların ise yüzde 67’sinin üniversite diploması bulunuyor. Yapılan araştırma, ırkçılık ve polis şiddetinin yanı sıra ABD Başkanı Donald Trump’a duyulan öfke ve tepkinin eylemcilerin ortak noktası olduğunu gösteriyor.
Eylemlere katılan beyazların yüzde 45’i ve siyahların yüzde 32’si eylemlere katılma motivasyonu olarak Trump’ı işaret ediyor. Söz konusu araştırmanın sonuçları, Gezi İsyanı’nda Erdoğan’ın pozisyonu ile Trump’ın bugünkü durumu arasında çok çarpıcı bir benzerlik olduğuna işaret ediyor.
Her iki durumda da bahsi geçen liderler, sistemi temsil eden, nefretin yoğunlaştığı figürler olarak öne çıkıyor.
Trump Kutuplaştırma Politikasına Sarılıyor
Eylemlerin başladığı ilk günden itibaren eylemcileri kışkıştan, onlara hakaret eden bir dil kullanan ve tehdit eden Trump’un tutumu da Gezi İsyanı’nda, “yüzde 50’yi zor tutuyorum” diyen R.T. Erdoğan’ın tavrına benziyor.
Trump, başkent Washington, New York, Los Angeles, Chicago, Miami, Detroit ve Philadelphia dâhil olmak üzere 40 şehirde sokağa çıkma yasağı ilan ederken, Teksas ve Virginia eyaletlerinin valileri ise acil durum ilan etti. Trump en az 23 kentte de Ulusal Muhafızları sokağa çıkardı, eylemlerde de polis, 5 bine yakın insanı gözaltına aldı.
Öte yandan Trump, Adalet Bakanlığı’nı da harekete geçirmiş bulunuyor. Bakanlık, protestolarla ilgili federal yasaları ihlal suçlamasından çok sayıda dava açmış durumda. Suçlamalar FBI ve Ulusal Muhafızların hava araçlarına lazer ışığı tutmaktan karakol yakmaya ve “güvenlik gücü komutanı” rolü yapmaya dek geniş bir yelpazeyi kapsıyor.
Başkanlık seçimlerinin yaklaşmakta olduğu konjonktürde Trump’un, tabanını konsolide etmek için ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı bir dil kullanmaya devam edeceği anlaşılıyor. Trump’un politikası, hak ve özgürlüklere yönelik kısıtlamalar, ayrımcı politikalar ve giderek kötüleşen ekonomik tabloya karşı gelişen öfkeyi bir kimlik siyasetine dönüştürmek. Böylece yoksul beyazlarla yine onlarla aynı kaderi paylaşan yoksul siyahları birbirine düşürmeyi hedefliyor.
Toplumu kutuplaştırarak, sürekli bir gerilim yaratmak böylece tüm sorunların gerçek nedeni olan sistemi aklayarak iktidarını sürdürmek, Trump’un temel yaklaşımı olarak öne çıkıyor. Demokratların başkan adayı Biden ise, biz de Kılıçdaroğlu’na benzer şekilde, seçimlerde daha ılımlı ve kucaklayıcı bir dil kullanarak Trump karşısında avantaj sağlamaya çalışıyor.
Başka bir deyişle demokratlar, sistemin dışına çıkma emareleri gösteren kitlelerin öfkesini düzenin içine çeken ikinci bir kulvar olarak işlev görüyor.
ABD’de yaşanan ve giderek derinleşen ekonomik krizin, işsizliği büyüteceği, yoksulluğu katlayacağı çok açık. Bu tablo, ezilenlerin daha büyük bir öfke ve tepkiyi açığa çıkaracağına işaret ediyor.
Kısa sürede İngiltere’den Kanada’ya, Fransa’dan Almanya’ya, emekçilerin kendi sorun ve talepleriyle yoğrulan tepkiler daha büyük bir kasırganın habercisi. Hali hazırda Lübnan’da, Irak’ta ve Sudan’da güçlü bir şekilde devam eden direniş, dünyanın ezilenlerinin yaşadıkları korkunç sömürü karşısındaki “artık yeter” haykırışlarının daha da büyüyeceğini gösteriyor!
Yerküre, baldırı çıplakların yeni bir isyan silsilesine ev sahipliği yapmaya aday görünüyor!
]]>
Özgür Gelecek gazetesi ve çevresinde yaşanan olumsuzluklara ve devrimci düzlemin dışına taşan pratiklere ilişkin Alınteri, Halkın Günlüğü, Özgür Toplum, Mücadele Dergisi ve Umut Gazetesi ortak bir açıklama yaptı. ‘’ Özgür Gelecek üzerindeki baskıları kınıyor; tarafları özverili olmaya çağırıyoruz’’ başlığı ile yapılan açıklamayı öneminden dolayı olduğu gibi yayınlıyoruz.
HABER MERKEZİ (30.07.2017) ‘’Özgür Gelecek gazetesi ve çevresinde bir süredir yaşanan sorunlar hepimizin malumudur. Bu sorunlar, taraflar tarafından dostça ve olgun bir şekilde ele alınarak sonuca gidilmelidir. Devrimci hareketin tarihi, bize olumsuz örneklerin tahrip edici ve yıkıcı önemini hatırlatmakta, bu örneklerin daha sonraları özeleştiriyle önemsiz hale getirildiğini bir kez daha anımsatmaktadır. Sonucu belli olan, devrimci dayanışma ve birleşmeyi zedeleyen pratikler ve şiddet eğiliminden uzak durulmalıdır.
Taraflar şiddete varan ve davetiye çıkaran söz ve pratikleri terk etmeli, anlaşma sağlanamasa da devrimci-demokratik bir norm içinde kalabilme kabiliyeti gösterebilmelidirler. Halk içi ve onun bir parçası olan devrimci ve demokratik güçler arasında yaşanan sorun ve çelişkilerde şiddet ve ona tekabül eden hiçbir pratik kesinlikle doğru ve meşru değildir. Devrimci ve demokratik güçler arasındaki sorunlarda şiddet öğesinin bir çözüm olarak pratikleşmesi ve savunulmasını ilkesel olarak reddediyoruz.
Keza yine devrimci düzlemin dışına taşan ve niyetlerden bağımsız objektif olarak karşı-devrime hizmet eden her türlü söylem ve belirlemeden kesinlikle uzak durulmalıdır. Bir kez daha altını çiziyoruz ki devrimciler arasındaki sorunların çözümünde tek alternatif ideolojik mücadele ve eleştiri-özeleştiridir.
Özgür Gelecek gazetesinin bürolarının basılması, el konulması, çalışanlarının taciz edilerek saldırıya uğramasına son verilmelidir. Bu tür saldırı ve tacizler, eninde sonunda sahiplerini de yaralar.
Ağır baskı koşullarında faaliyet yürüten devrimci-demokratik basına destek olunmayacaksa engel de olunmamalıdır. Basın üzerindeki engellemeler, baskılar devrimcilerin işi olamaz.
Biz aşağıda imzası olan devrimci basın kuruluşları olarak, Özgür Gelecek üzerindeki baskıları kınıyor; tarafları özverili olmaya çağırıyoruz’’.
Alınteri
Halkın Günlüğü
Özgür Toplum
Mücadele Dergisi
Umut Gazetesi
]]>
İstanbul: Özgür Gelecek davasının ikinci duruşması İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü; Özgür Gelecek gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Aslı Ceren Aslan hakkında “örgüt propagandası yapmak” tan 2 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
Özgür Gelecek gazetesine yönelik açılan 15 dava dosyasının ikinci duruşması bugün Çağlayan’da bulunan İstanbul Adalet Sarayı’nda 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Aslan’a yönelik “suç işlemeye alenen tahrik etme”, “suç ve suçluyu övme”, “terör örgütü propagandası yapma” suçlamalarıyla açılan ve ara mahkemelerle birleştirilen 15 dava dosyasının ikinci duruşmasında Aslan esas hakkındaki savunmasını verdi.
“Siyasi iktidar ile yargının birbirinden bağımsız olmadığı açıktır”
2015 Kasım ayından beri Sorumlu Yazı İşleri Müdürü olduğunu hatırlatarak sözlerine başlayan Aslan, “Burada Özgür Gelecek gazetesine Kasım 2015 tarihine dek, aynı minvalde haber ve makalelerin yayınlanmasına rağmen hiçbir soruşturma ve dava açılmamış olmasına dikkat çekmek istiyorum. Bu durum ezilenler ve onların sesi olma iddiası taşıyanlara yönelik baskı ve sindirme politikaları eşgüdümlü ilerlediğini göstermektedir” ifadelerini kullandı.
OHAL ile birlikte basın özgürlüğünün tamamen yok sayıldığına, çok sayıda gazeteci ve yazarın tutuklandığına, basın kurumlarının kapatıldığına dikkat çeken Aslan, “Siyasi iktidar ile yargının birbirinden bağımsız olmadığı açıktır. Basına yönelik saldırıların bu denli arttığı bir dönemde yargı da verdiği cezalarla bunu desteklemektedir” dedi.
“Burada ben değil, katliamların sorumluları yargılanmalıdır”
Aslan, yargılanmakta olduğu dosyaya dahil olan yazıların hemen hepsinin IŞİD eliyle işlenen katliamlar ve T. Kürdistanı’ndaki katliam ile yıkıma dair haber ve makaleler olduğunu belirterek, “Bir çok rapor ile belgelenmiş olan bu haberler, var olan gerçeği halka bir kez daha aktarmaktadır. Gerçeklere ayna görevi gören gazetemizdeki bu haberler bugün burada yargılanırken ölümler ve kent yıkımlarının sorumlularına dair herhangi hukuki bir işlemin başlatılmadığını hatırlatmak istiyorum. Burada ben değil, katliamların sorumluları yargılanmalıdır” dedi.
Aslan savunmasına, “Ben gazetecilik görevimi yerine getirdim ve gazetecilik suç değildir. Beraatimi talep ediyorum” diyerek son verdi.
“Basının görevi gerektiğinde iktidarı eleştirmektir”
Aslan’ın avukatı Açılım Hukuk Bürosu’ndan Av. Aylin Kırıkçu ise, “Müvekkilim basın özgürlüğü kapsamında hareket etmiştir. Ülkede yaşanan gelişmelerle paralel olarak siyasi iktidarın bu davaları açtığını düşünüyoruz” ifadelerini kullandı ve ekledi: “Demokratik toplumlarla basın özgürlüğünün vazgeçilmez bir unsur olduğunu eklemek istiyorum.”
TC’nin basın özgürlüğü noktasında ciddi adımlar atması gerektiğini belirten Kırıkçu, “Basının görevi, halk ile iktidar arasında köprü görevi görerek gerektiğinde iktidarı eleştirmektir” dedi. Kırıkçu son olarak Aslan’ın beraatini talep etti.
Mahkemeye verilen aranın ardından mahkeme heyeti Aslan hakkında “örgüt propagandası yapmak”tan 2 yıl 6 ay hapis cezası verdi.
http://ozgurgelecek.net
]]>ATİGF– YDG–Yeni Kadın`ın organize ettiği ve DGBP bileşenlerinin de destek verdiği eylem, Viyana Türk konsolosluğu önünde gerçekleşti. Polisin yoğun güvenlik önlemi aldığı eylemde, operasyon ve tutuklamaların, faşist TC`nin başta Kürt ulusu olmak üzere, tüm Türkiye halkına uygulanan katliam, sindirme, teslim alma politikalarının kendisi olduğu vurgulandı.
Saat:15.00 de başlayan Miting yapılan konuşmalar ve atılan sloganlarla bitirildi.
]]>
Cizre: Cizre’de 14 Aralık’ta başlayan sokağa çıkma yasağı bugün 22’inci gününe girdi. Sokağa çıkma yasağının başladığı günden bugüne bilinen 32 kişi hayatını kaybetti. Ablukalı katliamlar devam ediyor.
Cizre’de bulunan ve evine havan topu isabet eden Özgür Gelecek okuru son durumu şöyle anlatıyor;
“Bizi evimizden havan topu atarak çıkardılar!”
Valinin kesin kararı ile ilçeye giriş çıkış kesinlikle yasak. Ablukanın başladığı günden bugüne silah ve top sesleri yedi yirmi dört saat susmuyor. Bizim kendi oturduğumuz ev Cudi’nin hakim noktasında idi. Evimizi boşaltmamız için baskı yaptılar ancak biz boşaltmayınca eve havan topu atarak bizi evden çıkardılar. Yaralanan ya da ölen olmadı ev ahalisinden. Şu anda ise keskin nişancıların, çakalların, akbabaların mekanı oldu evimiz… Tüm noktalara hakim bir konumda olduğu için oradan daha iyi görebiliyorlar her yeri.
“Kimyasal silah dedikodusu yaydılar ve halkı tedirgin ediyorlar!”
Çocuklar dahi sese alıştı, korkmuyorlar! Oyun gibi geliyor. Artık ne korku kaldı nede başka bir şey! Şuanda top ve silah seslerinden daha çok insanlar kimyasal silahtan korkuyorlar. Kimyasal silah kullanacaklarına dair dedikodu yayıyorlar ve halkı tedirgin ediyorlar. Tankla topla korkutamadıkları halkı kimyasal silahlarla korkutmaya çalışıyorlar. Planları bellidir ama uygulayamayacaklar…
Şu ana kadar attıkları silahlardan ve kimyasallardan net 31 kişi hayatını kaybetti. Ölenlerin içerisinde en çok çocuk var. Anne karnında yedi aylık çocuktan 70 yaşındaki amcaya hepsinin cenazeleri morgda defnedilmeyi bekliyor. Böyle devam ederse bu sayı daha artacak.
“22 gündür savaşıyorlar ama mahallelere hala giremediler!”
Burada başlattıkları yasaklı savaş 14 Aralık’ta başladı ve hala devam ediyor. Tank ve toplarla saldırmalarına rağmen 22 gündür mahallelere hala giremediler. Belirli yerler dışında içeriye girmeye cesaret edemiyorlar. İstedikleri kadar çabalasınlar buraları onlara bırakmaya hiç niyetimiz yok! Mahallelerimizi savunmaya ve beklemeye devam edeceğiz…
ÖZGÜR GELECEK-29-06-2015- Çelişkiler yumağı Ortadoğu’da her bir gelişme yeni sorunları doğuruyor. Çözüm adına atılan adımların büyük çoğunluğunu askeri adımlar oluşturuyor. İlkelerin değil çıkarların esas olduğu, bölgede ittifaklar dengeler sürekli değişiyor. Ayrışan ve aynılaşan konular üzerine sürdürülen politikalar er ya da geç Ortadoğu duvarına çarpıyor. Emperyalizmin oyun kurucu olduğu bölgedeki gelişmeler bölge devletlerinin emperyalizme tabiliği ile yeni boyutlar kazanıyor. ABD emperyalizminden bağımsız olmayarak Suudi Arabistan Katar ve TC devletinin kurduğu Fetih Ordusu’ndan sonra, 10 Haziran’da resmi gazetede yayımlanan karara göre TC devleti Katar’da kara, hava ve özel birlikleri kapsayan tugay düzeyinde bir askeri üs kuracak. Seçim sonrası koalisyon tartışmaları sürerken kimsenin dikkatini çekmeden alınan karar TC devletinin Ortadoğu’da koçbaşı olarak kullanıldığını bir kez daha kanıtlamış oldu. Askeri üs kurma TC devletinin tek başına aldığı bir karar olmadığı gibi tek başına uygulayabileceği bir karar da değildir. Bölgede oyun kurucu güçlerin politikasına dahil olma durumu söz konusudur.
Ortadoğu’da belirleyici olan esas gücün ABD emperyalizmi olduğu, TC Suudi Arabistan ve Mısır’ın bu doğrultuda hareket ettiği artık aleni olarak görülüyor ve biliniyor. Suriye sorununda, Rusya ve Çin emperyalizmi ile onların desteklediği İran ABD emperyalizminin planlarını alt üst etti. Aynı zamanda bölgedeki dengelerde alt üst oldu. ABD’nin bozulan dengeleri lehine çevirme çabaları DAİŞ gibi yeni sorunları doğurdu. İran, Ortadoğu’ya yayılma, Şii nüfuzu arttırma fırsatı yakaladı. Bunu etkin olarak kullandı, kullanmaya da devam ediyor. İran’ın Suriye’de Esad’a, Irak’ta El- Maliki’ye Yemen’de Husilere verdiği destekle bölgede hiç olmadığı kadar nüfuzu arttırmış durumda. DAİŞ ve Şii nüfuzu arasında kalan ABD emperyalizminin bölgedeki gücü esas olarak Suni bloğa dayanıyor. Bir yandan DAİŞ sorununu çözme diğer yandan İran yayılmacılığını engelleme politikası izleyen ABD emperyalizmi daha fazla çıkmazın içine saplanıyor. Koalisyon gücü adı altında PYD- YPG’ ye destek vermesi, TC devletinin İran ile kurduğu temaslar, Suudi Arabistan’ın tepkisini çekiyor. Bu tepkiye rağmen Ortadoğu’da Şii nüfuzun artması ve yayılması noktasında her hangi bir ayrışma söz konusu değil. Hem ABD emperyalizmi hem de yerli uşakları TC devleti ve Suudi, Arabistan için asıl tehlike faşist DAİŞ’ten çok İran ve Şii nüfuzunun artması ve yayılmasıdır.
DAİŞ sorununun gölgesinde kalan Şii nüfuzu kendini Yemen’de Husilerin ilerleyişinde gösterdi. Öncü rolü Suudi Arabistan’ın üstlendiği Yemen Devletine ve yemen El- Kaide’sine yapılan lojistik destek Husilere yönelik hava operasyonları hem ABD hem de TC devleti tarafından desteklendi. Yakın zamanda Suudi Arabistan, Katar ve TC devleti tarafından kurulan Fetih ordusunun esas amacı yine Şii nüfuzunun kırılmasıdır. Zira Ortadoğu’da Şii nüfuzun Sünni nüfuzu engelleyecek ve hatta üzerine çıkacak bir noktaya gelmesi İran’ın dolayısıyla Rusya ve Çin emperyalizminin bölgedeki hakimiyet gücünün artması anlamın gelmektedir. Bunun Türkçesi hem ABD emperyalizminin hem de Sünni bloğun bölgedeki egemenliğini kaybetmesidir. Bu nedenle Şii Nüfuzun artması esas tehlikedir. DAİŞ’in bu derece bir tehlikesi yoktur.
TC devletine Katar’da askeri üs kurdurulmasının amacı bu denklemde açığa çıkıyor. Katar Jeopolitk anlamda Basra körfezinin tam ortasında, İran ı karşıdan gören ve onu denetleyecek bir konuma sahiptir. Körfez ülkelerinin petrol zengini olmasına karşın hem nüfus olarak hem de askeri olarak İran’a nazaran oldukça zayıftır. İran’a karşı koyabilecek güçten yoksundur. Ancak dış destekli bunu başarabilirler. 1970’li yıllardan bu güne ABD emperyalizmi körfez ülkelerinin hem politik hem de askeri destekçisi hamisi oldu. ABD’nin bölgeye yerleşmesinde en büyük etkeni bu oldu. Bugün durumlar farklı. Ortadoğu’da Şii- Sünni çatışması ön planda görünse de bu sınıfsal çatışmanın aleni yansımasıdır. Bölgede emperyalistler mutlak güç olma savaşı verirken kullandıkları temel nokta bölge halkının sinir ucu olan mezhepsel çatışmaya sürüklemektir. Bu çatışmanın İslami örgütler düzeyinden çıkmasının zemini güçlüdür. Böylesi bir zeminde askeri olarak zayıf olan Körfez ülkelerini güçlendirmek, Şiilerin nüfuzunu kırmak, yemen El Kaidesi gibi örgütlere lojistik ve askeri destek sunmak amaçlı TC devletine Katar’da askeri bir üs kurdurmak hem ABD emperyalizminin hem de suni bloğun çıkarına olan bir adımdır.
Bu adımın atılmasında bir anekdot olarak ABD emperyalizminin Avrasya Strateji kapsamında( ki ABD 21. yy asıl hedefinin Avrasya olduğunu belirlemiştir) Çin’i hem kuzeyden hem de güneyden çevreleyerek yayılmasını engellemek istiyor. Fakat Ortadoğu’daki gelişmeler ABD2nin Avrasya’ya yönelmesini geciktiriyor. ABD emperyalizmi komutanlık sahasında TC devletine ipleri elinden bırakmadan Katar’da askeri üs kurmasına izin vermesi, TC devletinin askeri gücünden daha fazla yararlanarak kendi askeri gücünün bir kısmını Güney Çin Denizi’ne aktarmak istemesiyle de oldukça uyumludur.
Politik desteğini ABD emperyalizminin ekonomik destek körfez sermayesinin verdiği açık olan askeri üssün TC devleti açısından koçbaşı olarak kullanılması dışında bir anlamı yoktur. ABD emperyalizminin bölgedeki çıkarları Suni bloğun selameti, TC devletinin bölgesel güç olma hayalleri örtüşse de Ortadoğu’nun ekonomi-politiği ile ve TC devletinin yarı sömürge gerçekliğiyle örtüşmemektedir. TC devletinin Ortadoğu’ya dair dış politikasındaki temel eksen dün olduğu gibi bugünde ileri karakol-koçbaşılığıdır. Ortadoğu’da ekonomik ve politik güç olarak kabul edilme anlamında hiçbir çıkarı yoktur. Kore’den Katar’a askeri gücünü pazarlayan TC devletinin dünya alemine kanıtladığı tek şey ABD emperyalizminin elindeki en iyi koç başı olduğudur.