Tarihin her anında, zulmedenlere karşı insanlık onuru için hayatlarını ortaya koyanlar büyük bedeller ödemişlerdir. Emperyalist-kapitalist sistemin varlığını idame ettirebilmesi için dünya halklarına ve doğaya karşı verdiği zararlar, yerküremizi büyük bir felakete sürüklemektedir. Son dönemlerde yeni emperyalist paylaşım için bölgesel savaş ve işgallerin dünyanın birçok coğrafyasına yayılmasına tanıklık ediyoruz. Emperyalist devletler hızla silahlanma ve askeri bütçe artırımlarına gitmektedirler. Toplumun tüm kesimlerini, kendi aralarındaki bu dalaşın bir tarafı yapmaya çalışmaktadırlar. Özellikle gençler üzerine uygulanan manipülatif söylemlerle zorunlu askerlik yasaları getirmeye ve gençleri askeri okullara yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Tüm politikalara karşı koyanları bekleyen tehlike ise ya ölüm ya da tutsaklıktır. Bundan dolayı da çürümüş bir düzene karşı mücadele etmek elzemdir.
Politik tutsakların varlığı, emperyalizme karşı amansız bir mücadelenin olduğunun kanıtıdır. Onları sahiplenmek, mücadelelerine destek olmak, sahip çıkmak ve yürütmek bizlerin görevidir. Ömürlerinin uzun bir dönemini tutsaklık koşullarında geçiren politik tutsaklar, tüm bu süreç boyunca haklarından muaf tutularak baskı ve işkencelere maruz bırakılmaktadırlar. Faşizm yönetim biçimlerinin etkin olduğu ülkelerde bu baskılar misliyle yaşanmaktadır. Farklı ülkelerde uzun tutukluluk hali, disiplin cezaları ile “ehlileştirme” saldırıları ve hatta idam cezaları ile karşı karşıya olan politik tutsaklar, insanlığın kurtuluşu için tek bir adım dahi geri atmadan direnmeye devam etmektedirler.
Tarih, onların birçok şanlı direnişine tanıklık etmiştir. Her ne kadar sınırlı mekânlarda olsalar da yürekleri ve bilinçleri tutsak edilemediğinden kaynaklı, toplumsal sorunlara karşı “dışarıdakiler” kadar mücadele etmekten vazgeçmemektedirler.
Fransa’da 1984 yılından bu yana tutsak edilen Lübnanlı devrimci Georges Abdallah, burjuva mahkemelerinin tahliye kararına rağmen serbest bırakılmamıştır. ABD’de 1981 yılından bu yana zindanlarında tutsak edilen Mumia Abu Jamal hâlâ tutsaklık koşullarında tutulmaktadır. Türkiye’de başta A. Öcalan olmak üzere yüzlerce politik tutsak, tek kişilik hücrelerde tutulmakta ve total izolasyon uygulanmaktadır. Aynı şekilde Türkiye hapishanelerinde 600 civarında tutuklu, ağır hasta olmalarına rağmen tedavileri engellenerek ölüme terk edilmektedir. Başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde Türkiyeli ve Kürdistanlı devrimci-demokratlar zindanlarda tutulmaktadır. Burjuva demokrasisinin bir balon, emperyalizmin ise kâğıttan bir kaplan olduğu; politik örgüt ve kişilerden ne kadar korktuklarının bir kanıtıdır. Siyonist İsrail’in binlerce Filistinliyi zindanlarda tutarak işkence uyguladığını tüm dünya biliyor.
Peru devleti, kendi yasalarını bile çiğneyerek muhalif ve devrimci birçok kişiyi savunma hakkından mahrum bırakmakta, haklarında ömür boyu hapis cezaları vermektedir. Dr. Abimael Guzmán (Başkan Gonzalo) da olduğu gibi, hayatını kaybeden devrimcilerin cenazeleri bile ailelerine verilmemektedir. Özellikle Ortadoğu ülkelerinde politik tutsaklara yönelik düşman hukuku daha ağır uygulanmaktadır. İran’da faşist rejime karşı direnen, protestolara katılan onlarca tutsak idam edilmiş ve hâlâ birçok tutuklunun idam edilmesi her an söz konusudur.
Dünyanın neresinde olursa olsun, politik tutsakların mücadelelerine sahip çıkarak kamuoyunun dikkatini bu işkence, idam ve baskı merkezlerine çekmeliyiz. Politik tutsaklara yönelik baskılara son verilmesi için 18 Mart’ta kitlesel eylemler örgütleyelim. Tutsakların sesini yerli ve göçmen kitlelere ulaştıralım!
UPOTUDAK
]]>İsrail ve Tüm İşgalci, Faşist İktidarların Zindanlarındaki Politik Tutsakların Yaşamını Savunuyoruz!
Filistin halkının işgalci İsrail devletine karşı mücadelesinde önemli bir yer tutan İsrail’in gözaltı-tutuklama politikalarına karşı direnişin simgesi haline gelen Filistinli tutsak Khader Adnan, sürdürdüğü açlık grevinin 87. gününde bugün ölümsüzleşti. İsrail zindan yönetimi Adnan’ın Ramleh Hapishanesi’ndeki tecrit odasında baygın halde bulunduğunu ve daha sonra Assaf Harofeh hastanesinde öldüğünün açıklandığını bildirdi.
Khader Adnan 44 yaşında, yaşamının son yirmi yılında İsrail işgalcileri tarafından 12 kez tutuklanmış ve toplam sekiz yılını parmaklıklar ardında geçirmiş ve beş kez de açlık grevi yapmıştı. Bu grevlerden biri 2015’te, İsrail’in “hukuka” armağan ettiği ve şüphelilerin herhangi bir suçlama ya da yargılama olmaksızın süresiz olarak hapsedildiği “idari tutukluluk” adı verilen uygulamayı protesto etmek için yaptığı 55 günlük açlık greviydi. Zindan direnişinin simgelerinden biri haline gelmesine neden olan ise 2012’de yine “idari tutukluluk” uygulamasını protesto eden ve 67 günlük açlık grevi sonucunda serbest bırakıldığı açlık greviydi. Adnan’ın bu zaferi, Filistinli politik tutsaklara özgürlüklerini kazanmak için direnmeleri konusunda ilham verdi.
Khader Adnan, en son 5 Şubat 2023’te Batı Şeria’nın kuzeyindeki Cenin bölgesinin Arraba kasabasında gözaltına alınmış ve yasadışı tutukluluğunu protesto etmek için hemen açlık grevine başlamıştı. İsrail makamlarının hiçbir kanıt göstermeden Adnan’a yönelttiği iddia “İslami Cihad’a üye olmak ve askeri mahkemelerde siyasi konuşma yapmaktı.
Khader Adnan’ın katili işgalci İsrail devletidir
İşgalci, faşist iktidarların, kendisine karşı direnen halklara karşı kullandığı en bilinen yöntemdir: Yapabiliyorsan gördüğün yerde katlet, olmuyorsa tutsak edip tecrit altında tut, hala diz çökmüyorsa hapishanede ölüme mahkûm et! İsrail devletinin Filistin halkına ve politik tutsaklara yönelik politikasının özünde de bu vardır ve Khader Adnan, tam da bu şekilde katledilmiştir. Defalarca gerekçesiz bir şekilde esir aldığı Adnan’ı hapishanede ölüme mahkûm etmiş, açlık grevinin ilerleyen günlerinde ailesinin ve bağımsız demokratik kuruluşların taleplerine rağmen sivil bir hastaneye sevk etmemiş, hatta bunun da ötesinde örneğin gardiyanlar her yarım saatte bir hücresine baskın yaparak ve ışıkları sürekli açık tutarak kasıtlı olarak uykusuz bırakarak, ailesiyle dahi görüşmesine izin vermeyerek işkence yapmıştır.
İsrail devletinin hapishanelerinde şu anda 4 bin 700 Filistinli tutsak bulunuyor ve bu tutsakların 1.000’i “idari tutuklu”. Sadece bu yıl, yani dört ay içinde 1.300 Filistinli tutuklandı. UPOTUDAK olarak, İsrail devletinin Filistin halkının işgale karşı direnişinde elinde sopa olarak tuttuğu ve kullanmakta bir an dahi tereddüt etmediği tutuklamalarını protesto ediyor ve tüm politik tutsakların serbest bırakılmasını istiyoruz! Bir kez daha söylüyoruz: Khader Adnan’ın katili işgalci İsrail devletidir ve bu katil devlete karşı Filistinli tutsakların ve halkın direnişinin yanındayız!
Khader Adnan Ölümsüzdür!
Filistinli Tutsaklara Özgürlük!
Tüm Politik Tutsaklara Özgürlük!
Yaşasın Enternasyonal Dayanışma
]]>ULUSLARARASI SEMPOZYUM SONUÇ BİLDİRGESİ
Emperyalist-kapitalist sistemin krizi her geçen gün derinleşiyor. Bunun sonucunda da yönetenler ile yönetilenler arasındaki uçurum derinleşiyor, diğer yandan dünyanın pek çok ülkesinde toplumsal muhalefet güçlerine yönelik saldırılar da yoğunlaşıyor. Sistemi eleştiren, tepkisini çeşitli eylem ve etkinliklerle dile getiren halkların üzerindeki baskı yeni yasal düzenlemelerle artıyor. Mevcut güvenlik yasaları, toplantı ve gösteri yasakları ve temel hakları belirleyen diğer birçok yasa her geçen gün sertleştiriliyor.
Birçok ülkede toplumsal muhalefet güçleri, sistemin bu saldırılarına karşı sokak eylemleri, işçi ve köylü grevleri, doğayı-iklimi savunan etkinliklerle giderek daha güçlü direnişler örgütlüyor. Bu direnişleri bastırmaya çalışan egemen sınıflar, dünyanın dört bir yanında yüz binlerce insanı gözaltına alarak, ağır işkencelerden geçirerek ve hapishanelere kapatarak adeta bir politik tutsaklar ordusu yaratıyor. Fakat bununla da yetinmeyerek, hapishanelerde tuttuğu devrimcileri, komünistleri, anti-faşist, anti-emperyalist tutsakları kimliğinden arındırmak ve yapamadığı durumda katletmek için elinden geleni yapıyor.
Bugün gerçekleştirdiğimiz sempozyumda yapılan sunumlardan ve hazırlanan raporlarda da açıkça görüldüğü üzere, sistemin krizi ve karşısındaki direniş büyüdükçe, politik tutsakların bulunduğu tüm hapishanelerde yaşam koşulları giderek daha da ağırlaşmaktadır. Gözaltında ve hapishanelerde tutsaklara sistematik olarak ağır işkenceler yapılmakta, tecrit ve on yıllarca süren hapis cezalarıyla tutsaklara ağır bedeller ödetilmeye çalışılmaktadır. Ciddi sağlık sorunları yaşayan tutsaklar tedavi edilmeyerek ve serbest bırakılmayarak her yıl yüzlerce tutsak katledilmektedir.
Bugün bir kez daha görmüş olduk ki, tüm dünya çapında devrimci, demokratik, anti-faşist, anti-emperyalist güçlerin hapishanelere yönelik ortak bir tutum içinde olmalarını çok önemlidir. Gerçekleştirdiğimiz sempozyumun daha da genişletilerek bu ortak mücadeleye doğru atılmış bir adım olması umudunu taşımaktayız.
Sempozyuma katılan Filipinler, İran, Filistin, Kürdistan, Almanya, İsviçre ve Türkiye’den katılımcılar sonraki adımlarını büyütmek üzere şu öneriler üzerinde ortaklaşmışlardır:
18 Mart 2023
Stuttgart-Almanya
]]>Krizler yumağı içinde boğulan kapitalist-emperyalist sistem, geniş emekçi yığınlarını yönetmede her gün biraz daha zorlanmaktadır. Aşırı kâr hırsı, ekonomiyi çıkmaza sürükledikçe, yönetebilmek, sömürü düzenlerini devam ettirebilmek için daha çok zulme başvurmaktadırlar. Grev hakkı başta olmak üzere tüm hak arama araçlarını sermaye lehine ortadan kaldıran AKP-MHP iktidarı, ulusal ve uluslararası sermayeye dikensiz gül bahçesi sunma gayretiyle, en azgın faşist yöntemlere başvurmaktadır. En sıradan hak arama mücadeleleri azgın bir polis saldırısıyla bastırılmaya, tüm demokratik haklar bir bir yok edilmeye çalışılmaktadır.
Türk faşist devleti, 20 yılı aşan tek parti iktidarının son yıllarında, bugüne kadar yaşanmış krizlerin en derinlerinden birinin yükünü halkın sırtına yıkmak için en ağır baskı yöntemlerine başvurmaktan çekinmemektedir. Türkiye, iş kazaları ve kadın katliamlarına devletin teşvik edici politikaları nedeniyle, işçi ve kadın cinayetleri ülkesi olmuş durumda.
Diğer yandan Türk devletinin kuruluşunun ilk gününden bu yana süren baskı ve şiddetinde 15 Temmuz 2016’daki “darbe girişimi” bir dönüm noktası olmuştur. Bunun ardından ilan edilen OHAL uygulamalarının iktidar ve yanlıları dışında etkilemediği bir kesim yoktur. Buna elbette hapishaneler de dahildir. Ve bu dönemden itibaren hapishanelerin doluluk oranı TC tarihinin en yüksek rakamlarına ulaşmıştır.
Şubat ayının ilk haftası Türkiye, Kürdistan ve Suriye’de yaşanan deprem sırasında ve sonrasında, Faşist Türk devleti, hapishanelere saldırmak için yeni bir fırsat bulmuştur. Halkın katledilmesine sebep olan politikalarının utancını örtmek, suçlarını gizlemek amacıyla dışarda ve içerde saldırgan tutum almakta gecikmemişlerdir. Nitekim deprem bölgesindeki ailelerinden haber almak ya da canını kurtarmak isteyen tutsaklara, isyan çıkardılar bahanesiyle saldırmış, Hatay Hapishanesinde 3 tutsağı öldürmüş, 12 tutsağı da yaralamıştır.
Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST) Raporuna göre (11 Şubat 2023) deprem bölgesindeki hapishanelerde bulunan 17 bin 600 tutsağın bizzat kendisi ve 70 bininin ise aynı zamanda ailesi doğrudan depremden etkilenmiştir.
En ufak bir itirazda bulunanların bile hapishanelere doldurulduğu, ekonomik krizin derinleşmesi, eğitim sisteminin çökmesi vb. nedenlerle sosyal suçların arttığı koşullarda hapishanelerin durumu daha çok öne çıkmaktadır. Hapishaneler, hak arama mücadelesinin önemli bir parçasıdır. Sınıf mücadelesinin en keskin cephesi olarak, saldırıların en ağır yaşandığı yerler hapishanelerdir.
İnsan Hakları Derneği, Özgürlükçü Hukukçular Platformu, Çağdaş Hukukçular Derneği, Barolar Cezaevi Komisyonları ve tutsak yakınları dayanışma dernekleri gibi örgütlenmeler, Türkiye hapishanelerinde yaşanan baskı ve şiddeti düzenli olarak raporlamaktadır. Bu raporlara göre hapishanelere yönelik baskı, şiddet ve katletme politikaları, iktidar tarafından çeşitlendirilerek sürdürülmektedir.
1- İŞKENCE VE KÖTÜ MUAMELE, Çıplak arama
İşkence ve kötü muamele şampiyonu olan Türkiye ve T. Kürdistanı hapishanelerindeki durum 2015’te ilan edilen OHAL sonrasında giderek daha da kötüleşmiştir. Darbe girişiminde bulunup asker ve generallerin tutuklanmalarından sonra basına servis edilen işkence görüntülerle işkence meşrulaştırılmış ve hapishaneler işkence merkezlerine dönüştürülmüş durumdadır. 2022 ihlal raporuna göre, hapishanelerde kayıtlara geçebilen işkence ve kötü muamele sayısı bin 280’dir. Bu elbette buzdağının sadece görünen yüzüdür.
Tutsaklara hapishanelere girişte ya da sürgün edildikleri yeni hapishanede nakil sonrası onur kırıcı bir biçimde çıplak arama dayatılmaktadır. Çıplak aramaya direnme pek çok disiplin yaptırımı ile cezalandırılmakta ve özellikle iletişim yasakları ile tutsaklar aylarca ailelerine nakil gönderildikleri yerlere ilişkin bilgi dahi veremediği süreçler yaşanmaktadır. Çıplak aramaya-tacize direnme aynı zamanda fiziki şiddet ile sonuçlanmakta ve tutsaklar süngerli odalara alınarak rapor alınmaları geciktirilmektedir.
Hapishanelerde tutsakların hücrelerine yerleştirilen kameralarla tutsakların mahremiyetine ve onuruna bir saldırı olarak gündeme gelmektedir. Hapishane koridorlarında da kamera bulunmasına ve kimi zaman bu kameralara yansıyan işkence ve darp görüntüleri basına sızmasına karşı, hapishane yönetimlerine ve personeline karşı tam bir cezasızlık durumu yaşanmaktadır.
Koğuşlarda yapılan aramaların baskın şeklinde gerçekleştirilmesi, eşyaların dağıtılması, tutsakların mektup, günlük vb. materyallerine el konması, kimi zaman aramalarda köpeklerin kullanılarak tutsakların korkutuluyor olması raporlanan hususlar arasındadır. Aramalar sırasında hapishane personelinin tutsaklara karşı tahrik edici yaklaşımı da yoğun şikayetler arasındadır. Aramalar sırasında tutsaklara askeri düzen dayatılmakta ve bu şekilde hareket etmeyenler de yine disiplin cezaları ve fiziksel şiddet ile karşı karşıya kalmaktadırlar.
Diğer bir sorun ise infaz koruma memurlarının, müdürlerin tutsaklara dönük küfür, hakaret, kötü muameleyle ortamı sürekli germeleridir. Tutsaklara düşmanca davranış, hapishanelerde keyfiyet had safhaya varmıştır.
2- SAĞLIK HAKKI, HASTA TUTSAKLAR
Hapishanelerde her geçen gün artan hak ihlallerinden en olumsuz şekilde etkilenenler ise yine hasta tutsaklardır. Tedavi süreçlerine ilişkin OHAL öncesinde de var olan hak ihlalleri devam etmekte, raporlarda yer verildiği üzere, tutsakların tedavileri hastaneye götürecek araç ve personel olmadığı gerekçesiyle çok fazla aksatılmaktadır.
Hasta tutsakların tedavilerinde gerçek anlamda sıkıntılar yaşanmakta, devlet adeta hasta tutsakları ölüme mahkum etmektedir. Rutin, belli zaman aralıkları ile kontrole götürülmeleri gereken hastalar götürülmemekte, değişik gerekçeler ileri sürülmektedir. Hastaneye gidiş gelişlerde çıplak arama, ağız içi araması gibi uygulamalar yapılmaktadır. Zaten hasta olan kişilerin sağlıksız bir yapısı olan ring araçları ile götürülmeleri enfeksiyon hastalıklarına yakalanmalarına da neden olmaktadır. Engelli, yaşlı ve ağır hasta tutsakların tekli hücrelerde tutulması neyi anlatmaktadır? Adli Tıp Kurumunun verdiği kararların yanlılığı ve bilimsellikten uzak yorumları ile güvenirliği yok edilmiştir.
Başta Adli Tıp Kurumu olmak üzere, devletin yaşam hakkı ve işkence yasağıyla ilgili bu konuda üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmediğini adli makamlara yapılan ısrarlı başvurulardan sonuç alınamadığını yıllardır çok acı bir şekilde görmeye devam ediyoruz. Tutsakların, özellikle de ağır hasta tutsakların sağlığının risk altında olması demek yaşam hakkı ile işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edilmesi demektir. Hukuki teamüller gereği tutsakları tedavi eden doktorların da sorumlulukları vardır. Ayrımcılık yapmaksızın, tüm hastalara eşit koşullarda ve etik ilkelere uygun olarak tedavi koşulları sağlanmalıdır. Tutsakların rutin sağlık kontrollerine ve revire getirilmesi götürülmesi esnasında kelepçeleri çıkarılmamakta ve hekim önünde kelepçeli bir şekilde tedavi edilmeye zorlanmaktadır. Hekimlere bu hususun iletilmesi halinde büyük bir çoğunlukla hekimler güvenliklerini bahane ederek kelepçeli tedavi uygulamasında pay sahibi olmaktadır. Ayrıca revire çıkma, muayene olma, hastaneye götürülme gibi konularda ciddi sıkıntılar mevcuttur ve tutsakların sağlıkları bu nedenlerle tehdit altındadır. “Terör suçlusu” kimlik kartı dayatması da hasta tutsakların tedavisi yönünde engellerden birini oluşturmaktadır. Bu kartı almayı ve kullanmayı reddeden politik tutsaklar hastane ya da revire dahi çıkarılmamaktadır.
Tutsakların yeterli, düzenli ve sağlıklı gıdalara erişme hakkı ve bunu temin etme yükümlülüğü mevzuatlarda düzenlenmiş olup devletin sorumluluğunda olan tutsakların bu temel ihtiyaçları ve başta yaşam hakkı ile sağlık hakkını tehdit altına alan bu keyfi uygulamalar derhal sonlandırılmalı, özellikle hapishane koşulları gözetilerek hasta tutsakların diyetlerine uygun olacak şekilde, tüm tutsakların bağışıklık sistemi arttırıcı, yeterli ve sağlıklı besinlerin tutsaklara ulaştırılması sağlanmalıdır, yeterli ve sağlıklı besin ihtiyacının karşılanmaması insanlık onuruna aykırı kötü muamele olarak değerlendirilir.
Türkiye hapishanelerindeki duruma ilişkin, her yıl rapor hazırlayan İnsan Hakları Derneği, 2022 yılına ilişkin hazırladığı rapora göre, hapishanelerde en az 78 tutsak yaşamını yitirmiştir ve bunların 35’i tedavi hakkı engellenerek katledilen hasta tutsaklardır. Bugün hala hapishanelerde 651’i ağır olmak üzere bin 517 hasta tutsak bulunmaktadır.
Ayrıca Türkiye ve T. Kürdistanı hapishanelerinde bulunan tutsaklardan 5 bin 513’ü 65 yaş ve üstündedir. Bir kısmının bakıma muhtaç olması ve çok uzun yıllardır hapishanede bulunuyor olmaları hiçbir şekilde insan hakları ile ilgili bir durum değildir.
3- HAPİSHANE KOŞULLARI, ZORLA SEVK-SÜRGÜN, TECRİT
Ocak 2023 itibariyle Türkiye ve T. Kürdistanı hapishanelerinde toplam 341 bin 497 kişi bulunmaktadır. Bu tutsakların 325 bin 9’u erkek, 13 bin 977’si kadın, 2 bin 511’i ise çocuktur. Toplam hapishane sayısı 399, toplam kapasite ise 289 bin 974 kişi. 2006-2022 yılları arasında AKP iktidarı 269 yeni hapishane açmış ve milyon dolarlar harcarken yine de tutsak sayısına yetişememekte, zaten insanlık dışı olan hapishane koşulları bu orantısızlık nedeniyle daha da ağırlaşmaktadır.
Hapishane doluluk oranlarının tutsaklar için kişisel alanın kısıtlı olmasına, oturacak sandalye ve yer olmaması nedeniyle tutsakların gün içinde ayakta beklemeleri, yeterli yatak olmaması nedeniyle yetersiz uyuma düzenleri, mutfak yahut tuvalet kapısı önünde yatmak zorunda kalma, yetersiz havalandırma ve duş almaya yönelik kısıtlamalar beraberinde hijyen koşullarının oluşmaması sebebi ile yaşanan sağlık sorunları ve hücre dışında ortak alanda veya havalandırmada geçirilen zaman kısıtlamaları bir kısım hapishanede tutsak sayısından oldukça az olacak şekilde yemek verilmesi de eklenince tutsaklar için hapishane koşullarının insanlık dışı ve onur kırıcı bir noktaya ulaşmıştır.
Tutsakların aşırı kalabalık gerekçesiyle istekleri dışında başka hapishanelere sevk edilmeleri ve tutsakların sevk sırasında psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalmaları raporlanan ihlallerden biridir. Özellikle politik tutsaklara yönelik nakil işlemi sürgün uygulamalarına dönüşmüş durumdadır. 1 ay içerisinde üç ayrı hapishaneye nakil edilen tutsaklar raporlanmıştır. Geceleri baskın şeklinde yapılan nakil işlemleri sırasında tutsakların eşyalarının alınmasına izin verilmemekte havasız ring araçlarıyla uzun süreler yolculuklar yapılmaktadır. Tutsakların avukatlarına ve ailelerine haber verilmeden yapılan sürgünler, maddi durumu iyi olmayan ve görüşlere gelemeyen aileler için durumu daha da zorlaştırdığı gibi, avukat ve aile görüşünü engellemek bakımından ihlal anlamına gelmektedir. Mahkemeleri devam eden tutsakların yargılandığı yerlerden çok uzaklara yapılan nakiller ve kadın tutsakların erkek hapishanelerine yapılan nakilleri raporlanmış durumdadır.
Hapishanelerdeki doluluk oranına dair yukarıdaki gerçekliğe karşın, iktidar tecrit sisteminden de vazgeçmemiştir. Başta İmralı Hapishanesi’nde uzun zamandır sürdürülen ağır tecrit ve izolasyon olmak üzere tüm hapishanelerde de tecrit, çeşitli biçimlerde uygulanmaya devam etmekte, pek çok hapishanede tecrit bir cezalandırma yöntemi olarak varlığını sürdürmektedir. İmralı Hapishanesinde tutulan PKK lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit bu politikanın en ağır ve bariz örneğidir. Abdullah Öcalan’la son iki yıldır avukat ya da aile bireyleri, hiç kimse görüşememektedir. En son yaşayıp yaşamadığıyla ilgili kamuoyunda ortaya çıkan tepki sonucu Öcalan 25 Mart 2021’de kardeşiyle telefon görüşmesi yaptırılmış, bu görüşme de yarıda kesilmişti.
4- DİSİPLİN CEZALARI, İNFAZ YAKMALAR
Hapishanelerde hukuksuz uygulamalar karşı çıkan tutsaklar disiplin cezaları ile çok yoğun şekilde karşılaşılmaktadır. İletişimden ya da ziyaretçiden men yasakları çok uzun zamana yayılmakta, bir disiplin cezası biter bitmez diğeri uygulanmaya başlamakta, bu şekilde kimi zaman tutsaklar yıllarca dışarıdan tamamen yalıtık bir şekilde kalmaktadır.
Disiplin cezası almak için hukuksuzluğa karşı çıkmak da gerekmemekte, örneğin türkü söylediği, hücre değişikliği talep ettiği ve bu konuyla ilgili hapishane idaresine dilekçeler vererek ısrarcı davrandığı gibi çeşitli bahanelerle de disiplin cezaları verilmektedir.
Tutsakların disiplin cezalarına ilişkin itiraz mercii olan infaz hakimlikleri ise kararların neredeyse tamamını idare lehine oluşturmaktadır. Politik tutsakların hapis hayatı boyunca 3 kere hücre cezası alması halinde infazı yakılıyor, cezanın tamamı ve arttı iyi hali olmadığı için hapiste aldığı disiplin cezaları da yatırılarak tahliye süreci uzatılıyor. Bu tutum birçok hapishanede yaygın bir insan hakkı ihlali olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle koşullu salıverilme tarihi yaklaşmış tutsakların infazı yakılmaktadır.
Disiplin cezası olmaması halinde de tahliyesi gelen gelmiş tutsaklar, “iyi halli olmadıkları”, “toplum güvenliği için tehlike oluşturuyor” veya “toplumla bütünleşmeye hazır değil” vb. gerekçelerle hapishane idari gözlem kurulu kararıyla bu haklarından yoksun bırakılmaktadır.
01.01.2021 tarihinde yürürlüğe giren “Gözlem ve Sınıflandırma Merkezleri ile Hükümlülerin Değerlendirilmesine Dair Yönetmelik” ile birlikte denetimli serbestlik, koşullu salıverilme gibi tutsak lehine olan uygulamalarda iyi halin belirlenmesi için bir takım yeni kriterler getirilmiştir. Bu yönetmelikle birlikte hapishane idaresinin keyfi tutum ve davranışlarını önlemek tutsakların koşullu salıverilme haklarından yararlandırılmamasının önüne geçmek yerine aksine bu duruma yasal zemin hazırlamıştır. Bunun sonucu olarak birçok tutsağın infazı yakılmış/ geciktirilmiştir. Denetimli serbestlik hakları da çoğunlukla kullandırılmamaktadır. Öyle ki bu kurula çıkan tutsaklara alakası olmayan sorular sorulduğu, pişmanlık dayatıldığı bilgisine erişilmiştir. Bazı kurullarda alakası olmayan kişilerin (örneğin tesisatçı) tutsakları daha iyi tanıdıkları gerekçesi ile yer aldığı tespit edilmiştir. Hapishane savcısının tutsağın bırakılması yönündeki tavrına rağmen idareler bunu yok sayabilmektedir.
5- KİTAP VE MEKTUPLARA EL KONULMASI, MUHALİF YAYINLARIN YASAKLANMASI
Hapishanelerde keyfi olarak uygulanan muhalif yayınların (bir mahkeme kararıyla yasaklı olmamasına rağmen) tutsaklara verilmemesi oldukça yaygın ve sürekli bir durumdur. Bu yöntem, OHAL uygulamalarıyla genişletilmiş bazı hapishanelerde ana akım muhalif yayınların dahi yasaklı yayın listesine alındığı görülmüştür.
Hakkında darbe girişimine yönelik soruşturma başlatılmamış ya da OHAL KHK’leri ile kapatma, toplatma ya da el koyma kararı olmayan gazete ve dergilerin hapishanelerde yasaklanması, muhalif basına ve basın özgürlüğüne ayrımcı ve keyfi bir karar ile yeni bir saldırı anlamı taşımanın yanı sıra hapishanedeki tutsakların bilgiye erişim hakkına da bir müdahaledir.
Hazırlanan raporlara bakıldığında muhalif basının okunup izlenmesinin engellenmesinin yanı sıra tutsakların odalarında yapılan aramalarda kitap ve mektuplarına el koyulmaktadır. Nakiller sırasında tutsakların kitaplarını yanlarına almasına izin verilmemekte, dışarıdan gönderilen kitaplar kabul edilmemekte ve yasadışı olarak kitap sınırlaması uygulaması yapılmaktadır.
Burada ayrıca belirtilmesi gereken bir diğer nokta da tutsakların hapishanedeki hak ihlallerine ilişkin mektuplarına hapishane yönetimi tarafından el konulmasıdır. Mektup, faks gibi iletişim araçlarının engellenmesi, muhatabına geç ulaştırılması da yaşanan bir diğer hak ihlali durumundadır. Disiplin cezası uygulamalarıyla tutsakların iletişim yasakları aylar boyunca sürmekte bu yasaklar kalktığında dahi mektuplarının ve dilekçelerinin hakkın özüne aykırılık teşkil edecek şekilde muhataplarına geç ulaştırıldığı, kaybedildiği gözlemlenmektedir. Özellikle çeşitli yerel ve uluslararası Sivil Toplum Kuruluşlarına gönderilmek istenen hapishane şartlarına ilişkin tutsakların şikâyet içerir mektup ve yazılara el konulabilmekte, kaybedilmektedir. Burada amaçlanan, tutsakların kendileri için girişimde bulunabilecek yerel veya uluslararası kuruluşlarla olan ilişkilerinin kesilmesidir. Özellikle tutsaklar tarafından yakınlarına, avukatlarına ya da insan hakları örgütlerine hitaben yazılan ve hapishanedeki uygulamaları eleştiren yazılar hapishane personelinin hedef gösterilmesi, hapishaneye dair yalan beyanda bulunma gibi gerekçelerle ilgililere ulaştırılmamaktadır.
Kürtçe ise hapishanelerde hala yasaklı ya da “bilinmeyen” dil statüsündedir. Kürtçe yazılan mektuplar “anlaşılmayan dil denilerek” verilmemekte ve gönderilmemektedir. Kimi zaman ise Kürtçe mektuplar için “tercüman” parası istenmektedir. Yine Kürtçe yazılan kitaplar tutsaklara verilmemektedir.
Sonuç:
Türk devletinin tutuklulara yönelik hak ihlallerine karşı Avrupa’da kamuoyu oluşturmak ve tutsakların taleplerini sahiplenmek önemlidir. Bu raporla durumun önemine dikkat çekerek, dayanışmayı geliştirmeyi amaçladık. Rapor okuyan her kesi tutsakların sorunlarına sahip çıkmaları için, enternasyonal dayanışmayı yükseltemeye çağırıyoruz.
10 Mart 2023
UPOTUDAK- Uluslararası Politik Tutsaklarla Dayanışma Komitesi
]]>
Türk Devleti 19-22 Aralık 2000’de, yani bundan tam 22 yıl önce, 20 hapishaneye eş zamanlı olarak gerçekleştirdikleri kanlı operasyonda 28 politik tutsağı katlederken yüzlercesini de yaraladı. Faşist Türk devleti dönemin başbakanı Ecevit’in deyimiyle “Teröristleri kendi terörlerinden kurtarmak” amacıyla halkın ve devrimcilerin aklıyla dalga geçercesine “Hayata Dönüş” adını verdikleri bu kanlı operasyonla, katliamlar tarihine bir yenisini daha eklemiş oldu. Bu katliamla birlikte yıllardır üzerinde çalıştıkları F Tipi-hücre hapishanelere geçilmiş, tutsaklar tedavileri dahi yapılmadan bu hücrelere atılmıştı. F tiplerinin 2000 yılı itibariyle tekrar gündeme gelmesiyle birlikte, katliam öncesinde devrimci ve komünist tutsaklar açlık grevi ve ölüm orucu eylemi başlatarak bu saldırıyı püskürtmek için bedenlerini siper etmişlerdi.
Katliam öncesinde hapishane maketleri üzerinde uzun süre çalışma yaparlarken, Milli Güvenlik Kurulu eliyle Türk silahlı kuvvetleri tarafından binlerce asker, jandarma bu katliamda görevlendirilirken; her çeşit silah, gaz, bomba, kimyasal madde kullanıldı. Ee ince ayrıntısına kadar katliam planlanırken en önemli şeyi hesaba katmamışlardı; Devrimci ve Komünistlerin İradesi!
19 Aralık 2000 katliamı öncesinde de devlet, tutsakları teslim almak ve hücre tipi hapishaneleri açmak için defalarca deneme yapmıştı. Eskişehir’de 1991 ve 1996’da hücre tipi hapishane açılarak tutsaklar bu hapishaneye gönderilmiş ancak içerideki direniş ve dışarıdaki toplumsal muhalefet karşısında devlet her seferinde geri adım atmak zorunda kalmış ve Eskişehir Tabutluğu kapatılmıştı. Yine tutsakları teslim almak amacıyla, Amed, Buca, Ümraniye ve Ulucanlar hapishanelerinde katliamlar gerçekleştirilmiş, en son Burdur Hapishanesine yönelik saldırıda 19 Aralık katliamının provası yapılmıştır.
Tüm bu katliamlarında, 19 Aralık katliamının da doğrudan hedefi politik tutsaklar olsa da, ardından yatan esas hedef ezilen-sömürülen halktır ve korkularının kaynağı da halkın kendilerine yönelecek öfkesinden-isyanından duydukları korkudur. Nitekim 19 Aralık katliamının ve hazırlanan F tipi hücrelerinin devreye konulması, devrimcileri tecrit edip teslim alma ve aynı zamanda tüm ezilen halk kitlelerini hücreleştirmek, böylece emperyalist efendilerinin talimatlarını yerine getirebilmek için toplumu, halkı yeniden dizayn etme operasyonuydu. Yani katliam saldırısının hedefinde açık ve net olarak ezilen halk kitleleri vardı. Ki bu amaçlarını dönemin iktidar ortağı DSP’li Başbakan Ecevit şu sözleriyle daha katliamın ilk gününde itiraf etmişti: “Cezaevlerine hâkim olmazsak, IMF reçetelerini yaşama geçiremeyiz.” Bu itiraf hafızalarımızda taptaze duruyor.
Faşist TC ve onun efendileri “Hayata Dönüş” adını verdikleri katliamla F tiplerine götürüldüklerinden sonra tutsakları teslim alacaklarını, “örgütlerin baskısıyla” başladıklarını iddia ettikleri tutsakların Ölüm Orucu ve açlık grevlerini bırakacaklarını düşünüyorlardı. Tutsaklar ise; bu iddiayı, direnişlerine devam ederek, hatta ölüm orucu saflarına daha fazla tutsak katılarak yanıtladılar ve devleti bir kez daha yanılttılar. F Tipi hapishaneler bu tarihten bu yana yaşama geçirilmiş olsa da tutsaklar teslim alınamadı, devrimci iradenin hücrelere sığmadığı ve her koşulda direnişi örgütleyebildikleri tarihe not olarak düştü.
Bugün de politik tutaklara yönelik uygulamaya konulan izolasyon ve tecrit politikaları en ağır şekilde devam etmektedir. Mevcut iktidar da uygulamaya koyduğu görüş, kitap, dergi yasakları, hücrelere koydukları mobese kameraları, keyfi sürgün politikaları, hastaneye götürülmeme ve hasta tutsakların tedavisinin yapılmaması, infazı biten tutsakların serbest bırakılmaması gibi işkencelerle politik tutsaklara yönelik saldırılarını bir TC geleneği olarak sürdürüyor. Hapishanelerde bir yıl içinde yaklaşık 80 tutsak, hastalıkları tedavi edilmediği için bilinçli olarak ölüme terk edildi. Şu anda hapishanelerde 500’den fazlası ağır olmak üzere bin 600’den fazla hasta tutsak bulunmakta. Yani tutsaklara yönelik katliam politikası, her fırsat değerlendirilerek devam ettiriliyor.
TC tarihi toplumsal katliamlarla, imha ve yok sayma politikalarıyla yazılmıştır. Politik tutsaklar da bu katliamların en katmerlilerini yaşayanlardandır. Zira Osmanlı’dan devraldığı “kendinden olmayan”, “kendisine boyun eğmeyen” herkesi düşman olarak listeleyip imha etme politikası yürüten TC devleti; tek dil, tek din, tek mezhep, tek bayrak geleneğiyle işçi sınıfı ve ezilen tüm kesimlerin düşmanıdır. Ve tüm halk düşmanları gibi onlar da yenilmeye mahkumdurlar. Çünkü biz biliyoruz ki ne işkenceler ne tecrit ve izolasyon politikaları ne de katliamlar devrimci ve komünistlerin iradesini kırabilir, teslim alabilir. Ve son sözü direnenler söyler!
Bizlere düşen görev, politik tutsakların yanına yüreğimizi koyup içerde, dışarda hücreleri parçalama bilinci ve anlayışıyla sahiplenmek ve seslerine ses katmaktır. Politik tutsaklar devletin her türlü zulmüne direnerek üzerlerine düşen görevi yerine getiriyorlar, dışarının da bu direnişin ve onurun parçası olması gerekir.
Bu direnişin bir parçası olmak için 19 Aralık’ta Ölüm Orucu ve Süresiz Açlık Grevi yıldönümünde tüm demokrasi güçlerini, Türkiye’deki politik tutsaklara yönelik sürdürülen saldırılara karşı ortak mücadele etmeye çağırıyoruz.
Tüm Politik Tutsaklara Özgürlük!
Türkçe, Almanca, İngilizce ve Fransızca
]]>Alors qu’ils travaillaient longtemps sur les maquettes des prisons avant le massacre, des milliers de soldats et de gendarmes ont été affectés à ce carnage par les forces armées turques avec l’aide du Conseil national de sécurité ; toutes sortes d’armes, gaz, bombes, produits chimiques ont été utilisés. En planifiant ce massacre jusque dans les moindres détails, ils n’avaient pas pris en compte l’essentiel ;
La volonté des révolutionnaires et des communistes !
Même avant le massacre du 19 décembre 2000, l’État avait tenté à plusieurs reprises de prendre le contrôle de prisonniers et d’ouvrir des prisons de type F. En 1991 et 1996, une prison de type F a été ouverte à Eskişehir et les prisonniers ont été envoyés dans cette prison, mais face à la résistance à l’intérieur et à l’opposition sociale à l’extérieur, l’État a dû prendre du recul à chaque fois et le cercueil d’Eskişehir a été refermé. Encore une fois, afin de prendre le contrôle des prisonniers, des massacres ont été perpétrés dans les prisons d’Amed, Buca, Ümraniye et Ulucanlar, les ajustements du massacre du 19 décembre ont été réalisés lors de la dernière attaque contre la prison de Burdur.
Bien que les prisonniers politiques soient la cible directe de ces exactions, dans tous ces massacres la cible principale qui se cache derrière cela, est le peuple opprimé – exploité. La source de leur peur est la peur de la colère et de la rébellion du peuple contre eux. En effet, le déclenchement du massacre du 19 décembre et la préparation des cellules de type F étaient une opération visant à isoler et à prendre le contrôle des révolutionnaires et en même temps à redessiner la société, le peuple, afin de museler toutes les masses opprimées du peuple, afin qu’elles puissent exécuter les instructions de leurs maîtres impérialistes. En d’autres termes, la cible de l’attaque du massacre sont les masses populaires opprimées. Le Premier ministre B.Ecevit du DSP, partenaire de la coalition de l’époque, a admis ces objectifs le premier jour du massacre avec les mots suivants : « Si nous ne dominons pas les prisons, nous ne serons pas en mesure d’appliquer les prescriptions du FMI. » Cette confession est fraîche dans nos mémoires.
L’État fasciste turc et ses maîtres pensaient qu’une fois incarcérés dans les prisons de types F, avec le massacre qu’ils appelaient « Retour à la vie », ils prendraient le contrôle des prisonniers. Selon eux, les prisonniers qui avaient commencé avec la « pression des organisations », arrêteraient leur jeun de la mort et leurs grèves de la faim. Les prisonniers ont répondu à cette allégation en poursuivant leur résistance, voire en augmentant les rangs du jeun de la mort. Ils ont une fois de plus induit l’État en erreur. Bien que les prisons de type F aient été mises en pratique depuis cette date, les prisonniers n’ont pas pu être muselés, et il a été enregistré dans l’histoire que la volonté révolutionnaire n’avait pas sa place dans les cellules et qu’ils étaient capables d’organiser la résistance en toutes circonstances.
Aujourd’hui, les politiques d’isolement mises en œuvre contre les prisonniers politiques se poursuivent de la manière la plus sévère. Le gouvernement actuel poursuit également ses attaques contre les prisonniers politiques comme une tradition turque, avec des tortures telles que l’interdiction d’opinions, de livres et de magazines, des caméras de sécurité qu’ils installent dans les cellules, des politiques d’exil arbitraires, le fait de ne pas être emmené à l’hôpital et de ne pas être soigné pour les prisonniers malades , en ne libérant pas les prisonniers dont les peines ont pris fin. En l’espace d’un an dans les prisons, environ 80 prisonniers ont été délibérément laissés pour mort parce que leurs maladies n’étaient pas soignées. Il y a actuellement plus de 1600 prisonniers malades
dans les prisons, dont plus de 500 sont gravement malades. En d’autres termes, la politique de massacre contre les prisonniers se poursuit en profitant de toutes les occasions.
L’histoire de la République turque s’est écrite avec des massacres sociaux, des politiques de destruction et d’ignorance. Les prisonniers politiques font également partie de ceux qui ont vécu le pire de ces massacres. Parce que l’État turc, qui mène une politique d’inscription sur la liste des ennemis et d’extermination de tous ceux qui ne sont « pas de lui-même » et « ne s’y soumettent pas », qu’il a repris aux Ottomans ; Avec sa tradition d’une langue, d’une religion, d’une secte, d’un drapeau, il est l’ennemi de la classe ouvrière et de toutes les sections opprimées. Et comme tous les ennemis du peuple, ils sont condamnés à être vaincus. Parce que nous savons que ni la torture, ni les politiques d’isolement, ni les massacres ne peuvent briser la volonté des révolutionnaires et des communistes ni les muselés. Et ceux qui résistent ont le dernier mot !
Notre devoir est de mettre nos cœurs près de ceux des prisonniers politiques avec la conscience et la volonté de briser les cellules à l’intérieur et à l’extérieur et d’ajouter une voix à leurs voix. A l’intérieur, les prisonniers politiques remplissent leurs devoirs en résistant à toutes sortes d’oppression de l’État, et l’extérieur devrait faire partie de cette résistance en leur honneur.
Pour faire partie de cette résistance, à l’occasion de l’anniversaire du jeun de la mort et de la grève de la faim illimitée du 19 décembre, nous appelons toutes les forces démocratiques à lutter ensemble contre les attaques en cours envers les prisonniers politiques en Turquie.
Liberté à tous les prisonniers politiques !
TÜM POLİTİK TUTSAKLARA ÖZGÜRLÜK
Mevcut sistemin içinde bulunduğu kriz her gün biraz daha derinleşmektedir. Bunun sonucunda yönetenlerle yönetilenler arasındaki makas giderek açılmaktadır. Dünyanın birçok ülkesinde, bundan dolayı toplumsal muhalif güçlere yönelik saldırılar da giderek yoğunlaşmaktadır. Sistemi eleştiren, çeşitli eylem ve etkinliklerle tepkisini ortaya koyanlara yönelik yeni yasal düzenlemelerle birlikte baskılar giderek artmaktadır. Mevcut güvenlik yasaları, toplantı ve gösteri yasaları başta olmak üzere birçok temel hakları belirleyen yasalar her gün biraz daha sertleştirilmektedir.
Birçok ülkede sistemin bu saldırılarına karşı; sokak eylemleriyle, işçi ve köylü grevleriyle, doğayı savunan etkinliklerle toplumsal muhalif güçler giderek güçlenen karşı koyuşlarını örgütlemektedirler. Bunun sonucunda da dünya çapında yüzbinlerce insan tutsak edilerek, ağır işkence altında hapishanelere kapatılmaktadır. Her gün yenileri eklenerek, adeta bir politik tutsaklar ordusu oluşmaktadır.
Hapishanelerdeki koşullar giderek ağırlaşmaktadır
Bütün ülkelerde hapishane koşulları daha da ağırlaşmaktadır. Uygulanan tecrit koşulları, yıllara varan tutsaklıklardan dolayı insanlar üzerinde ağır tahribatlar yaratmaktadır. Bununla birlikte; ağır işkenceler, tüm hapishanelerde tutsaklara yönelik sistematik olarak uygulanmaktadır. Özellikle de Korona pandemisine karşı hapishanelerde yeterince önlem alınmadığından dolayı, zaten sağlık sorunları olan birçok tutsak, giderek daha da ağırlaşan hastalıklarla karşı karşıya kalmaktadır. Yürütülen uluslararası kampanyalar sürdürülmesine rağmen, ağır sağlık sorunları olan tutsaklar serbest bırakılmayarak adeta ölüme ter edilmektedirler.
Devrimci mücadelenin öncülerine özel uygulamalar her gün artmaktadır. Peru’da uzun yıllardır tutsak edilen Peru Komünist Partisi Lideri Dr. Abimel Guzman tedavisi engellendiği için 29 yıldır bulunduğu hapishanede 11 Eylül 2021 tarihinde ölümsüzleşti. Birlikte tutuklanan Elena Yparraguirre Revoredo ise ağır tecrit koşullarında tutulmaktadır. ABD’de Siyah Panter hareketinden, Mumia Abu-Jamal, Filistinli özgürlük direnişçileri ve Fransa’da uzun yıllardır tutsak edilen Georges Abdallah, Ahmad Saadat, Hindistanlı Maoistlerden Dr. GN Saibaba, Kürdistan Özgürlük Hareketi Lideri Abdullah Öcalan ve on binlerce Türkiye’deki hapishanelerde tutuklu olan politik tutsaklara yönelik ağır koşullar dayatılmaktadır.
Türkiye hapishanelerinde devletin düşman hukuku uygulamasından kaynaklı ölümcül hasta olan tutsaklar serbest bırakılmamaktadır. Hapishanelerde insan hakları kuruluşlarının yaptığı incelemeler sonucu yayınlanan raporlara göre 600’ü ağır hasta olmak üzere, 1600’ün üzerinde hasta tutsak bulunmaktadır. Tahliye edilerek, tedavileri dışarıda yapılması gereken bu tutsaklar, hapishanede tutularak, ölüme terk edilmektedir. Bu engellemelerden kaynaklı son iki yılda 59 politik tutsak hayatını kaybetti
Dünyanın birçok ülkesinde faaliyet yürüten ve aşağıda imzası bulunan öğütler; 18 Mart uluslararası politik tutsaklar gününde, bütün politik tutsakların özgürlüğü ve hasta tutsakların serbest bırakılması için her alanda eylemler yapmaya çağırıyoruz. Hasta tutsakların tedavilerinin yapılması için bir an önce serbest bırakılmasını talep ediyoruz. Politik tutsakların serbest bırakılması ve hasta tutsakların tedavilerinin yapılabilmesi için için Avrupa’daki toplumsal muhalif güçleri, tutuklulara sahip çıkmaya çağırıyoruz.
İmzacılar:
Rote Hilfe- Kızıl Yardım
UPOTUDAK- Uluslararası Politik Tutsaklarla Dayanışma Komitesi
TSP- Tutsakların Sesi Platformu
SAMIDOUN- Filistinli Tutsaklarla Dayanışma Ağı
Dünya, Devrimci, Politik Tutsaklara Özgürlük ve Dayanışma Uluslararası Koordinasyon Komitesi
]]>
İtalya ile Fransa’nın ortaklaşa yürüttüğü operasyon sonucunda, eski Kızıl Tugay üyeleri oldukları iddiasıyla birçok İtalyan devrimci, iade için Fransa’da tutuklandı. İtalya’da kısa süre önce Başbakan Mario Draghi önderliğinde kurulun yeni hükümetin, Fransa ile sürdürdüğü işbirliği sonucunda, uzun yıllardır Fransa’da yaşayan 10 devrimciden 7’si göz altına alınıp tutuklanırken, üçü de aranmaktadır. Ayrıca yaklaşık 200 kişinin de isminin verildiği iddiası söz konusudur.
Fransa’nın son yıllarda, devrimcilere, ilericilere yönelik yoğun saldırıları söz konusu. Bu saldırıların nedeni, uluslararası emperyalist çıkarlara dayanmaktadır. Birçok işgalde başat rol oynayan Fransa’nın, özellikle Ortadoğu ülkelerinde, geçmişten beri önemli çıkarları söz konusudur. Bu çıkarlarını güçlendirmek için, Avrupa Birliği içerisinde güçlü konuma gelmek, uluslararası alanda ilişki ağını genişletip, diğer bileşen ülkeleri yanına çekmek amacıyla gerçekleştirdiği birçok hamlenin bir parçası da, bu tutuklama saldırısıdır. Zira bu tutuklamalarla, İtalya’yı da kendi yanına çekerek çıkarlarını güçlendirmek istemektedir.
İtalya’da Şubat ayında kurulan yeni hükümet ile birlikte, yaşamın her alanında saldırılar çok daha fazla yoğunlaştı. İşçi ve emekçilere yönelik saldırılar, temel haklarda kısıtlamalar, faşizan içerikli yeni güvenlik yasaları ve göçmenlere yönelik ırkçı politikalar bu hükümetin temel taşlarını oluşturmaktadır. Bu siyasetin bir parçası olarak ta, Fransa’daki 200 civarında devrimcinin iadesini talep etmektedir. Aynı zamanda bu operasyonun, her iki ülke hükümetlerinin ikili ilişkilerinin güçlenmesi amacıyla da yapıldığı açıktır.
Kızıl Tugaylar örgütünün 1970’lerde İtalya’da verdiği militan mücadele, İtalya ve tüm Avrupa’da önemli etki yaratmıştı. Onların militan mücadeleleri adeta çekim merkezi olup birçok Avrupa ülkesinde benzer örgütlenmeler oluşurken, yaptıkları eylemlerle, toplumsal muhalefetin gelişmesinde de önemli katkıları olmuştur. Bundan dolayı da başta İtalya olmak üzere, birçok emperyalist ülkede hedef haline gelmişlerdir.
Mücadelenin yenilgisiyle birlikte, birçok devrimci aranır duruma düştüğünden dolayı İtalya’yı terk etmek zorunda kalmışlardı. Önemli sayıda militan da Fransa’ya yerleşerek, hayatlarını orada idame ettirmeye çalışmıştır. Uluslararası mülteciler sözleşmelerine rağmen, bugün bu devrimcilerin iade edilmek istenmesi, emperyalist sistemin insan hak ve özgürlüklerine düşman olduğunun bir göstergesidir. Uluslararası Politik Tutsaklarla Dayanışma Komitesi olarak; Fransa devletinin İtalyan devrimcileri göz altına alıp, İtalya’ya iade etme girişimini kınıyoruz. Ayrıca başta Fransız halkı olmak üzere, uluslararası demokrasi güçlerini Fransa ile İtalya arasındaki bu gerici işbirliğine karşı durmaya çağırıyoruz. Eğer bugün güçlü bir karşı koyuş sergilenemezse, yarın çok geç olabilir. Çünkü bu saldırı aynı zamanda Fransa hükümetinin, toplumsal muhalefete yönelik gelecekteki planlarının bir göstergesidir. Emperyalistlerin bu plânlarını bozmak, saldırıları geri püskürtmek için yerli ve göçmen halkı birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz.
Fransa’da Tutuklanan Devrimci Tutsaklar Derhal Serbest Bırakılsın!
Politik Tutsaklara Özgürlük!
]]>
Bu birleşik etkinlikte paris komünü direnişleri, şehitleri ve tutsakları için anlamlı bir anma etkinliği gerçekleştirilirken, aynı zamanda uluslararası politik tutsakların durumu ve talepleri gündeme getirildi. Filipinler ve Türkiye’deki politik tutsakların durumuyla ilgili raporlar verildi.
Bununla birlikte Abdullah Öcalan (Türkiye), Gerorge Abdallah (Fransa), Ahmat Saadat (İsrael), Dr. G.N. Saibaba (Hindıstan), Mumıa Abu Jamal, Ana Belen Montes ve Leonard Peltier (ABD), Dimitiris Koufantinas (Yunanistan), Musa Aşoğlu (Almanya), Jafar Azimzadeh (İran) Ağır hasta kadın tutsaklar Tenzile Acar, Fatmak Tokmak, Süreyya Bulut, Musude Pehlivan, Gülistan Abdo, Hazine Alçı (Türkiye) hakkında bilgiler verildi ve derhal özgür kalmaları talep edildi.
Geçtiğimiz günlerde İsrail hükümeti tarafında yasaklanarak terör listesine alınan tutsaklar ve aileleriyle dayanışma örgütü Somidoun örgütü adına filistinli politik tutsakların, ailelerin ve halkın mücadelesinin hedefleri ve talepleri üzerine kitlede büyük yankı bulan bir konuşma yapıldı.
Yine Almanya’da emsal teşkil eden basında Münih Koministler davası olarak haberleri yapılan davanın sonuçları ve sonrasında devam eden baskılar ve bu tür sınırdışı tehdidi gibi yeni tür baskıların sonlandırılması talebi dile getirildi.
Ayrıca MLPD örgütü eski genel Sekreteri ve bu örgütün iç yayın organı Devrimci Yol’un redaktörü Stefan Engel’e yönelik alman sisasi polisi tarafından başlatılan ‚Tehlikeli İnsan‘ muamelesi eleştirildi ve derhal geri çekilmesi talep edildi. Enternasyonalist Birlik örgütün başlattığı ‚Anti-Komünizme Şans Verme‘ kampanyasının içeriği ve talepleri kamuoyu ile yeniden buluştu.
Enternasyonalist Birlik ve Kürt Toplumsal Özgürlüğü örgütü AZADİ adına mesajlar okundu ve birleşik devrimci mücadelenin önemi üzerine vurgular yapıldı. Etkinliğin müzik programı bölümünde ise Grup Simurg ve Los Pueblos isimli Grup elemanları direniş türkileri söyleyerek kitleyi coşturdular. Yağmura ve yeniden yağma ihtimaline rağmen 150 üzerinden insan bu mitinge katılarak destek sundu ve aktif katılım sağladılar.
Bu etkinliği imzalayan kurumlar:
Internationalistisches Bündnis Rhein-Main, ATİK, AZADİ, ATİF, AGİF, ADHK, MÜCADELE BİRLİGİ, KCDK-E, NEUE FRAU, YDG, SYM, Revolutionärer Einheitskampf Türkei / Kurdistan“, MLPD, Arbeiterkommunistische Partei Irans, UPOTUDAK (Internationales Komitee zur Solidarität mit politischen Gefangenen), Mumia Abu Jamal – Solidarität FFM, Leonard Peltier Support Group Rhein-Main e.V. Germany, Verein zur Unterstützung indianischer Jugend-Kultur und Menschenrechtsprojekte, SAMIDOUN Palästina, Komitee für Freilassung alle politischen Gefangenen im Iran, Internatıonale Jugend, Palästinensichse Gemeinde Hessen e.V. und Palästina Forum Nahost-FFM, Bir-Kar FFM.
Eylemde UPOTUDAK adına yapılan açıklamada ”Hindistan’daki bütün politik tutsaklar adına Dr. G. N. Saibaba için, ABD’de devrimci tutsaklar adına Mumia Abu Jamal,Leonerd Peltier, AnaBelen Montes için, Atina’da Dimitris Koufontinas için, Türkiye-Imralı’ da Abdullah Öcalan için, Türkiye
Mahpushanelerinde tedavileri engellenen ağır hasta kadın tutsaklardan Fatma Tokmak, Süreyya Bulut, Gülistan Abdo, Hazine Alçı, Mesude Pehilvan için, Paris’te Georges Abdallah için, İsrail’de geçen hafta yasaklanan politik tutsaklar örgütü Samidoun ve 5 bin Filistinli politik adına gazeteci Halide Jarrar için, Almanya Hamburg’da politik tutsak Musa Aşoğlu için ve yine Almanya mahpushanelerindeki Kürt politik tutsaklardan T. Mustafa, M. Çelik, G. Çelik adına bütün dünyadaki politik tutsaklar için bu yıl birleşik mücadeleyi ve enternasyonal dayanışmayı daha güçlü geliştirmeliyiz.” dendi.
Mitingde sık sık politik tutsaklara özgürlük sloganları atıldı. Son olarak Cumartesi günü Düsseldorf şehrinde gerçekleştirilecek Newroz kutlamalarına çağrı yapılarak eylem bitirildi.
]]>